GEL KİTABININ 2.BÖLÜMÜ

MADDE 8. ZAMANLAMA

Zaman, tanrının içimize koyduğu ateştir. Vadesizlik cennet, vade cehennemdir, ateştir. Ancak böyle keskin bir girişle zamanın zamanlamanın önemini vurgulayabilir insan. Zamana saygımızdan çaresiz, bizde öyle yaptık affınıza sığınarak. Şimdiye kadar zaman tasası olmadan söyleyşip duruyorduk. Ancak zamanlama konusuna gelince işler değişiyor. Burada pek çok kişi ile yollarımız ayrılacak, çoktan yollarımız ayrılmadıysa bile bu mevzu çelişkilerimizi daha da keskinleştirecek, ya kitabı ilelebet bırakacak bir daha bakmaya cesaret bile edemeyeceksiniz, ya daha rahat yudumlayacaksınız. Zaman ve zamanlama konusuna oldukça geniş yer ayıracağız. Bu konuda tam anlaşmamız gerek, yoksa "Gel"in manası kalmıyor.

Doğarken ölmeye başlıyor insan. Hatta pek çok inanca göre doğumdan çok önceden başlıyor yazgılar. Düşününce, nasıl biz çoluk, çocuğumuzun hayatına çeşitli unsurları bir takım planlamalarla yerleştiriyorsak, tanrı da bizlere aynı mantıkla birşeyler yapıyor olmalı. Olay en sıcak şekliyle böyle oturuyor yörüngesine, baba oğul misali. Akılcı olmak zorundayız. O bize doğanın en büyük lütfu. Aklı rehber alınca insan, birden zamanının fazla olmadığını görüveriyor. Yaradan yaklaşık ortalama 70 yılla kısıtlayıvermiş süreyi şimdilik. Aklı vermiş süreyi sınırlamış "koş" demiş; işte bu yüzden geriye sayma başlıyor doğarken ve kişi huzursuz oluyor düşününce, cennetten kovulduğunun farkına vararak.

Ne yapacağız şimdi süre kısıtlı. Hem anamız, babamız, hem de tanrı ne çok şey olmamızı istiyorlar. Cemiyet de cabası. Ne olacak şimdi? Önüne gelen bir program yapmış sizin için. Çevreyi, şartları ona göre ayarlamışlar. Çaresiz uyacaksınız onlara. Yarış başlıyor. Hadi kolay gelsin.

Yarış başlarken elimizdeki tek değer akıl. Bu süreyi akılcı kullanıp kendimize en iyiyi, en uygunu bulmalıyız yarışın hedefi de bu. İşin mimarı olayı güzel toparlamış. Çeşitli engelleri aşacağız, türlü zorluklar yaşayacağız, deneneceğiz. Darwin'in dediği gibi sadece güçlüler kalacak. Güçlülerin yönlendirmesi ile güçsüzlerin ızdırapları azalacak. Görev de bu. Yani bir yerde güçsüzler için güçlüler ızdırap çekecekler. Çünkü ateş onlarda. Zamanın bilincine onlar sahip. Sahip olmayanlar hala cennette. O yüzden cennette kalmak isteyenler kitabın bu bölümünden daha ileri gitmemelidir. Geliyorsanız ileri, tüm sorumluluk size ait artık. Ancak bu da tesadüf değil. Bu satırdan sonra siz de güçlüler tarafındansınız artık.

Bize verilebilecek en değerli hediye olan aklı rehber alarak yola çıktık. Süre de aşağı yukarı belirlenmiş; yapmamız gerekenleri de belirlersek bu sürede, hızımızın ne kadar olması gerektiği çıkar ortaya. Yapmamız gerekenlerin miktarı arttıkça hızımızı arttırmamız gerekecektir. Allah kolaylık versin. Olay iki ucu boklu değnek. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Ne olacak şimdi? Düşük tutersak hedefleri bu sürede ot gibi bitecek ömür, kendimize isyanları oynayarak. "Daha şunu da, bunu da yapsaydım" diyerek, "hayata doyamadan gidiyorum" diye şiirler yazarak, ağıtlar düzerek. Yüksek hedefler koyunca da hız olayına takılıp, ahlayıp, oflayarak, lanetler okuyarak yaşama, hıza ayak uydurmaya çalışmak da yıpratıyor insanı. Freni tutmayan araba gibi hızlandıkça hızlanan yokuştan aşağı. Nereye varacak için sonu? İnsan kafayı üşütür derine girdikçe. İşte, kararı bu dengede vermeli ve makro planlamamızı burada yapmalıyız.

Yaşam dört ayaklı bir masa gibidir. Dördü de iyi basmalı yere; biri eksik oldu mu masa devriliverecektir bir gün. Masanın ayaklarını şöyle bir anlatalım öncelikle; bunlar aile yaşamı, iş hayatı, sosyal ilişkiler, kültürel ilişkiler olarak toparlanabilir. Şimdi yapacağımız yemeğin malzemesininde bu unsurlardan hangisi ağırlıklı olacaksa, tenceremizi ateşe koymadan önce ona göre hazırlamalıyız. Bu hazırlıkları yapıp, tuzu, biberi de ekleyince iyi bir yemek yapma şansımız artacaktır.

Dört ana unsurdan seçimimizi yaptık, karışımları ayarlıyoruz. Ancak bir şeye daha karar vermemiz gerekiyor hızımızı tespit edebilmek için. Biz bu yemeğin en iyisini mi, vasatını mı, yoksa vasatın altında mı bir tadı hedefliyoruz. İşte zurnanın zart dediği yer budur. İş hayatında ben mesleğimin, uğraş alanımın en iyisi olacağım diyorsanız, hızınızı ona göre ayarlamalısınız. Bu noktada pek çok kişinin aklı kayıyor. Genellikle kişiler meslek seçmeye daha meraklı oluyorlar, esas önemli soruyu unutarak. Pek çok kişi bu ayrımın farkında olmadan hayatını noktalıyor. Esas olanın en iyi, iyi, orta, zayıf ayırımında olduğunu bilmek bizi hangi mesleği seçersek seçelim, mesleki doyuma götürür ki ana olay budur. Çoğu kez mutsuzlarda bu görülür. "Avukat olmak istiyordum, doktor olmak istiyordum" diye yakınmalar. Ancak olsalardı bile o mesleğin neresine oynadıklarını kestiremeden yine de mutlu olamayacaklardı. Bulundukları branşta daha üst bir seviyeye oynasalar belki daha da mutlu olacaklar. Hem de vakit öldürmeyecekler aranarak.

Ne istediğini bilmektir önemli olan, zamanı etkin kullanabilmek için. Ne istediğini bilmek, inatla olaylara asılabilmek, elimizdeki en büyük hediye akılla, kötülüklerden, negatif şartlardan bile güzellikler fışkırtmak asılıp olaylara, planlayarak. "Her kötülükte mutlaka bir iyilik, her iyilikte de mutlaka bir kötülük vardır" diye boşuna dememişler. Planlamaların sonsuz zenginliğine inanarak.

Göz açıp kapayana dek geçiveriyor zaman. Geçen zamanı nasıl hovardaca tükettiğine bakıp, çoğu kez kahroluyor insan. İyi planlanmış bir hayatta ise başarılan işlerin, nasıl iki arada bir derede becerildiği, çoğu beş dakikaların nasıl işe yaradığına hayret ediyor insan. Hedefi olan kişi nasıl küçük zaman dilimlerini, çevresini hedefi doğrultusunda etkin kullanabiliyor. Hedefine vardığında da pek çok kişi o insanın bunca işi ne zaman, nasıl başardığına da şaşıveriyor. Geleceğin çok çabuk geldiğini planlayanlar daha iyi biliyorlar, gayelerine varma mutluluğunu yaşayarak.

Hedefi olmayanın genelde zamanı pek boldur. Hatta çoğu kez can sıkıntısından patlar, bunca zamanı nasıl değerlendireceğini bilmez. İşini planlamış olan da daima telaş içindedir, hedeflerini saptırmamak için. İşte burada hız yine önem taşıyor anı yaşayabilmek için. Kimi ne gelecekte, ne zamanda, ne de geçmişte yaşayabiliyor planlamadığının öfkesi içinde kalarak. Kimi ise daima geleceği düşünüp anı yaşamayarak, yaşamadığı anlara öfkeleniyor. İşte öfkelenmemek için hızı iyi ayarlamalı. Anı doyarak yaşamalı, planlamanın güvencesi içinde, geleceğe güvenle bakarak, her türlü kavgaya hazır. Sapmalara göre alternatifler geliştirebilmenin mutluluğu içinde. Çarelerin tükenmeyeceğinin bilincinde. Geçmişten de sonsuz mutluluk duyarak, başardıklarından mağrur.

İşte planlamalar yapılıp, hız ona göre ayarlandı mı, zamanın nasıl uzayıp kısaldığına hayret ediyor insan. Bazen saniyeler saat gibi geliyor insana. Kısacık sürelerde neler başarılmıyor? Trafik sıkışıklığında şehrin bir ucundan bir ucuna gitme süresinde, İstanbul-Zürich arasını uçuveriyor insanoğlunun yaratabileceği hıza hayret ederek. Bazen kısacık zaman sürelerine sığdırılan iş miktarı dehşete düşürüyor, kahvede oturmuş oyun oynayan insanı. Saatler, günler su gibi akarken, boşuna geçirilen bunca zamanı anlayamıyor planlayan. Einstein zaman ve hız üzerine izafiyet teorisini yazarken, konuya çok güzel bir açıklık getirmiş anlayana. Ama anlayan nerede? Bu kanıya varıyor kişi çevresine baktığında. Pek çok kişi boş işlerle, laklakla, televizyonun karşısında beş kuruş etmez pek çok program seyrederek tüketiveriyor zamanını hovardaca.

Planlamayanlara bunca hakaretten sonra hala okuyorsanız bu kitabı, ya planlama yapmaya ciddi niyetlisiniz veya zaten mükemmel planlamacısınız demektir. O halde artık nasıl planlama yapmamız gerektiğine girebiliriz.

Ne aradığını bilmeyen, aradığını bulamaz. Öyle ise hayattan ne beklediğimizi öncelikle yazmamız gerekiyor bir yere. Sonra da zamanı etkin kullanabilmek için bir mekanizma, bir düzen kurmamız gerekiyor. Bunun için de bazı prensipler koyup buna sarılmamız şart oluyor. Nedir bu şartlar?

Önce günü sağlam bir plana bağlamamız gerekiyor. Yani yatış, kalkış, yemek, içmek, çalışma saatleri düzenli ve prensipli olacak. Adam sefa pezevengi, bir türlü akşamını ayarlayamıyor. Devamlı gözü akşam yaşamında, dost sohbetlerinde,aşkta, meşkte, oyunda, hovardalıkta. Tabii geç yatıyor. Sabah kalkmak ise yorgun argın, zor. İşe başlama saatini bir türlü tutturamıyor. Dünya işe, sabah 6'da başlamış, en geç sabah 9'da işinin başında olmuyorsa insanlar, hazret hala 10'da tutturamıyor frenini. Nasıl bekleriz başarı böyle bir hayattan? Erken kalkan epey yol almıştır aynı şartlarda. Para, dünya şartlarında bankaların açık olduğu zamanda kazanılır. Akşam ise yenilir. Midemizin dolusunca, ne kadar kazanırsan kazan yiyemez insan bir tabağın ötesinde, gerisi süslemedir, kafa bulmaktır. Hal ahval böyle olunca planlamanın ilk şartının temel prensipleri çıkıyor ortaya. Erken kalkıp işimizin başında olacağız. Erken kalkabilmek içinse tadında keseceğiz gece yaşamını, zamanında uyuyacağız tadında bırakarak her şeyi.

Yatmadan ertesi gün yapacağımız işleri gözden geçirmekte sonsuz yarar var, başarılı olmak için. Notlarımızı hazır etmeliyiz. İşte, işe hemen başlayabilmemiz için. Tabi giyim kuşam da randevulara göre olmalı. Bunu ayarlamayınca randevularında yüzü kızarabilir hani, henüz ar damarı çatlamamışsa. Hazırlıksız, pis, pasaklı gelen randevusuna, beyin yapısını planlama gücünü hemen ortaya koyar. Kafası çalışan karşı tarafta, istemez doğal olarak, böyle bir kişi ile iş yapmayı.

Sonuç olarak günlük yaşamımızı normal iş saatlerinde daha önce de bahsettiğimiz 5 ana yöneliş doğrultusunda planlamamız, bunların aksamamasına özen göstermemiz gerekir. Bunları bir daha hatırlarsak.

1. Optimizm,

2. Method,

3. Seks,

4. Uyku,

5. Yemek.

Bu prensip de başarı sağladığımızda düzgün bir yaşantımız olur. Ancak mutluluk için bu yetmiyor. Başarılı olmak istiyoruz. Gözümüz yükseklerde, vasat normal bir yaşam, istediğimiz hayat değil. Bazı fikirlerimiz var hayata geçirmek istediğimiz. Fikirler varsa oyun başlıyor. Hani başta da söylemiştik. "Her şeyden evvel fikirler vardır" diye. Bu fikirleri bir kağıda sıralamak için de bir mekanizma geliştirmeliyiz. Yani beynimizden geçen bunca güzel fikri yakalayacak bir mekanizma. Avcı gibi pusuya yatmalıyız fikirler için. Nasıl olacak bu? Basit, daima bir kalem ve kağıt yanında bulunacak. Durumun müsaitse küçük bir el teybi de olur bu. Bir fikir geçti kafandan hemen yakala. Çoğu kez geçen fikrin farkına varmaz insan. Çaktırmadan geçer. Beyin mükemmel bir cihazdır. Sen istemezsen de o çalışır üretir. Uykuda, otobüste, yolda, çalışırken, dururken. Aklından tembel tembel geçer fikirler, bazen de yıldırım hızı ile. İşte o an fırlayıp yakalayıvermektedir marifet, düşüncenin değerinin farkında olarak. Tembellik etmemek hemen kayda geçirmek gerekiyor, yoksa bir daha bulamazsın o güzelim fikri.

Fikri bir yakalaya gör. Kayda geçir, tut bir fikirler havuzunda. O mükemmel cihaz beyin, o fikirde oynayacak, evirecek, çevirecek olgunlaştıracaktır fikri. Hiç bir fikir hemen kullanıma girmez, önce mayalanır. İşte incelik burada. Topluyorsun bir yere mayalanan fikirleri, zamanın ölçüsünde hayata geçiriyorsan, işte planlamanın ana prensibi.

Diğer bir prensip de, hayata geçirilmek istenen fikrin delege edilmesinden geçiyor. Fikrin hayata geçiriliş hızı çok önemli başarılı olmak için. O halde enayice, hızımızı azaltacak unsurları ortadan kaldıracak veya böyle durumların meydana gelmesine fırsat vermeyeceğiz.

Pek çok kişi, çevresi ile olayını delege etmediği için lüzumsuz karşıtlar yaratıyor, negatif elektrik vererek çevresine işini zorlaştırıyor taraftar bulamayarak fikirlerine. Taraf bulamadığı gibi çoğu kez karşıt yaratıyor ister istemez. Sonra da karşıtları ile didişmekten fikrini hayata geçirmeye fırsat kalmıyor. Lüzumsuz kaybedilen bunca zamana yazık oluyor. İyisi mi insanları olayının içine çek, bunun için gayret sarfet, "kişilerin hangi çatlağından girebilirim" diye düşün.

Hiç bir düşünce topyekün birdenbire hayata geçmez. Başarı, gerçek başarı kollektif başarıdır. Bir otomobilin tüm parçalarını kendi üretmiş ve başarılı olmuş hiç bir marka yoktur dünyada. Otomobil binlerce parçadan oluşmakta ve pek çok parça ayrı ayrı firmalar tarafından üretilmektedir. Başarının sırrı buradan geçiyor. Firma hepsini kendi ürettiğinde rantabl olmuyor, maliyetler artıyor. İş zarar ediyor. Yani düşünceyi parçalara ayıracağız. Her parçayı ayrı planlayıp, olayın taraflarına ayrı ayrı delege edeceğiz. Hem iş hantallaşmayacak, hem bolca taraftar toplayacağız, hem de toplumun verdiği ivme sayesinde işi daha çabuk ve daha temiz yapacağız. İşte burada beş dakikaların önemi ortaya çıkıyor. Az az, temiz yapılan parçalar bütünde de güzel duruyor. Bu bilinçle yapıldığında eskiyen veya kullanışsız olan parçalar da çabucak değiştiriveriliyor.

İşi parçalamaya ayrılan zamanı boş iş olarak görüveriyor çoğu insan, delege etmek gibi. Zor geliyor insanlara sanki aksini yaptıklarında daha hızlı başaracaklarmış gibi düşünüyorlar. Halbuki çoğu kez parçalarken ve delege ederken bitiveriyor işin asıl kısmı. Mühim olan bu konseptin gelişmiş olmasıdır. Ancak maalesef çoğu kimsede bu yok. Bu Allah vergisi de değil, ediniveriyor kişi zamanla bu yeteneği yeter ki gayret etsin.

Evet böylece ana prensipleri toplayıp olayı bir daha gözden geçirelim.

1. Günü sağlama al.

2. Fikir avcılığı yap.

3. Delege et.

4. Fikri parçala.

Bu prensiplerde kafamız netse gelelim bu prensiplerle ajandamızı işletmeye.

Ajandamızı çalıştırmak için, tabii ki mutlaka bir ajandamızın olması gerekir. Ajanda olgusunu yakalayabilmek içinse işin tekniğine bakıp ajandamızı ona göre seçmeliyiz, ajanda alırken. En rahat planlamalar, hafta bazında olanlardır. Genellikle günü tutturamazlar insanlar ancak gündeki sapmalar, bir sonraki gün telafi edilebilir. Haftalık planlamalarda sapma olmayınca başarı kaçınılmazdır. Bu yüzden ajanda seçerken haftalık düzende ayarlanmış ajandaları seçmek, bir bakışta tüm haftayı görebildiğin ajandalarla çalışmak rahatlık sağlayacaktır.

Ajandamızı aldık, artık iyi sarılalım bu değerli deftere çünkü bundan böyle başarımızın tek anahtarı bu defter olacak. Hayatımızın, günlük yaşantımızın tek odak noktası bu ajanda olacak, artık onsuz yapamayacağız. Neden mi? Tüm fikirlerimizi burada toparlayacağız da ondan. Hani başlamıştık ya fikir avcılığına, aklımızdan geçenleri not etmeye. Tüm avladığımız fikirleri burada toplamakla işe başlayacağız. Ajandanın arasında 2 ayrı kağıt olacak. Bunlardan birinin tepesine acil diğerine vadeli yazacağız. Tüm yakaladığımız fikirleri bu mantığa göre ayırıp listelemeye başlayacağız. Hemen hayata geçirmemiz gerekenleri acil kağıdına, bekleyebilecekleri de vadeli kağıdına yazacağız. Vadelileri daha sonraları mutlaka hayata geçireceğiz ancak şimdilik kaybolmasınlar, bulunsunlar elimizin altında, güzel güzel beklesinler sıralarını. Bir gün, öncelikli yapmamız gerekenler elbette bitecek. Bu kez vadeli dediklerimizin öncelikleri hayati olacak başarımız için.

Daha önce, hayattan ne beklediğimizi sıralamıştık bir kağıda, ana hedeflerimizi koymuştuk. "Şunları, şunları yapacağız. Bunu olmak istiyoruz" diye. O halde düzenimiz tamam. Başlatabiliriz ajandamızı işletmeye.

Aklımıza koyduğumuz şeyleri yapacağız, hayatımızı istediğimiz doğrultuda yönlendireceğiz. Uğurlar olsun. Yakaladığımız fikirleri vadeli ve acil diye ayırmış, diğer yandan hayattaki hedeflerimizi de bir kağıda not etmiştik. Bu bizim makro planlamamızdı. Buna genel fikirler havuzu, büyük havuz diyelim. Bunların içinden öncelikli bitirmek istediklerimizi acile almıştık. Aciller içinden daha öncelikleri seçip bunu da daha küçük bir liste haline getirelim. Bu iki listeye birlikte küçük havuz diyelim. Küçük havuzdan günlük bitirmemiz gerekenleri de ayrı bir yerde topladık mı, fikir pınarımız şöyle çalışacaktır.

Yakaladığımız fikirler hayat denilen göle, gölden büyük havuza, büyük havuzdan küçük havuza, küçük havuzdan tas tas içebileceğimiz bir şekle dönecek, bize hayat verecektir. Bu pınarın şırıltısı altında yaşamak sonsuz mutluluktur, doyamaz insan. Bitmez enerjisi ile güneş gibi parlar, planladığı tüm hedeflere vurur bu mekanizma ile.

Kurulu bu düzeni ayakta tutmanın tek sırrı, bırakmayacaksın bu defteri elinden atmayacaksın baş ucundan. Eksik etmeyeceksin üstünden. Her zaman, her yerde sana yakın, elinin altında olacak. Tembellik etmeyip yanında taşıyacaksın, her yere götüreceksin, otobüste, trende her yerde, ağır bulmayacaksın bu yükü. Tabii bunu taşımak için düzenin ona göre olacak. Üşenmeden kendine, ajandana uygun bir çanta taşıyacaksın. Özgürlük elini kolunu sallayarak dolaşmaktan geçmiyor. Özgürlük derli toplu bir düzen almaktan geçiyor. Pek çok kişinin üstü başı dolu, aktar dükkanı gibi mübarekler, her yerinden bir şey çıkıyor. Her gün elbise değiştirdiğinde de bir sürü felaket birden yaşanıyor. Lüzumlu gerecinin biri bir pantolonda, başka biri bir cekette unutuluyor, düşürülen, sefil edilenler de cabası. Hazret hergün etrafı ile cenk içinde, şunun nerede bunun nerede diye bağırarak feryat figan. Onca yıl yaşamış akıl edememiş tüm araç gereçlerini bir çantada toplamayı. Neden? Çünkü tembel; illa elini kolunu sallayacak, sanki sallanan başka şeyleri yetmiyormuş gibi.

Çantayı taşımak, çantayı düzenlemeyi planlamak ağır geliyor hazrete. Bu çifte tembellik yüzünden her gün bunca cefayı çekiyor oysa. Cefa çekmeyi bir erdem sanarak enayi. İlla aktar gibi dolu üstü başı, sallana sallana gezecek. Gezsin bakalım, nereye varacak.

Gelelim bize, çantamız da var derli toplu. Her şeyden önemlisi ajandamızın nerede olduğunu biliyoruz. Aklımıza gelen fikirleri bir kağıda yazıp cebimize koysak bile, çantamıza, ajandamıza girecek nasıl olsa ilk fırsatta. Çantamızda adres defterimiz, ajandamız var ya. Hayatta iki şey toplar insanlar. Fikirler ve bu fikirlerle ilgili adresler. Bu ikisini kaybetmedik mi başarıya % 90 yakınız demektir.

Ajanda ile bu samimi ilişki bizi bir yerde toplayıcı bir hale sokacak, derli toplu olma zorunda kalacağız ister istemez. Çanta gerekli olacak. Ajanda, adres defteri, kalem, kağıt, sigara, çakmak derken alışılan bu düzende artık ne ararsam çantana bakmak gerekecek. Tabii sık sık ajandana da. Çünkü orada yazılı her şey, bütün notlar orada. Bunu alışkanlık haline getirdik mi zoru başardık demektir. Şimdi işi biraz daha ileri götürelim. Hedeflerimiz, yapmak istediklerimiz belli. Bunları hangi sürede başarmak istediğimizi de biliyoruz. O halde yılları planlamadan başlayacağız işe. Yılları planlama bizi ayları planlamaya götürecek, aylardan haftalara ineceğiz ister istemez. Artık o haftanın günlerinde yapacağımız şeyler ortaya çıkmıştır. Haftayı başarılı kılmak için günü ziyan etmemeli. Günün saatleri kısıtlı, hemen bitiveriyor. Elimizi çabuk tutmalıyız. Fazla lak laka zaman yok. Bir sürü insan lüzumlu lüzumsuz zamanımızı alıyor. Lafı sözü uzatıyorlar. Onlardaki bu sakatlık bizim günümüzü berbat ediyor. Saatler su gibi akıyor. Öyle ise başarmak için çevrenin bizle uyumlu olması gerekiyor. Çevreyi eğitmek gerekli başarı şansımızı artırmak için. Hadi bakalım kolay gelsin.

Ortalama ömrü 70 yıl hesap edersek 25550 günlük bir programla dünyaya geliyoruz demektir. Planlamanın tadına varana dek üçte biri geçiveriyor bu sürenin çocukluk ve gençlik yıllarının hayı huyu içinde. Gün 24 saat. Bu sürenin 8 saatini uyku dersek, saat çalışma süresi, 8 saat de yemek, içmek, ulaşım diğer zorunlu işlerimiz, ziyaretler için geçecektir. Tüm bu saatlerin en verimli olanı 4 saat kabul edilirse 1/3'ü gençlik yılları ve alt yapımızı hazırlamakla geçti ömrün. Kalan süredeki günlerinde 1/6'sı ancak verimli kılınabiliyor var sayarsak, hesap şöyle kendini gösterecektir. (70 x 365) x 2/3 = 17.033 gün. Bu hayatımızın verimli geçebilecek üçte ikilik kısmı, gençlik yıllarını, öğrenme ve alış yılları varsayarsak. Öğrendiklerimizle üretecek günlerimizin sayısı bu. Yaşlığın hastalık v.s günlerini de burdan düşmemiz gerekir ama hadi böyle varsayalım. 17.033 : 6 = 2838 gün verimli geçirebileceğimiz süreyi gün hesabı ile böyle bulabiliriz. Bu günleri yıla vurursak 2283 : 365 = 7.7 yıl yani 70 yıllık koca bir hayatta sadece yaklaşık 8 yıllık bir süreyi verimli, üreterek geçirebileceğiz. Bulunduğunuz yaşa göre varın siz hesabınızı yapın, yolculuğun neresinde olduğunuzun.

 

| Giriş | Geri | İleri | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 |
| Önsöz | Bölümler | Biografi |