GEL KİTABININ 2.BÖLÜMÜ

MADDE 7. FORM-İCRAAT-ARŞİV

Teşkilatı kurmak ne kadar önemli ise, teşkilata ve ekibine uygun mekanları da yaratmak o denli önemlidir. Bünye büyüdükçe de, küçüldükçe de hızla mekanı adapte etmeliyiz. Hız ile başarı doğru orantılı olduğuna göre, sürekli yeni arayışlar içinde olmak, neyin nasıl olacağına karar vermek başarımızı da büyük oranda etkileyecektir. Öyleyse mekanları bünyeye uydurma standartlarını tartışmamız gerekir. Kuşkusuz ilerki aşamalarda kolaylık sağlamak için önce tartışmanın standardından başlamak gerek işe. Bunu çözdüğümüzde sorunun çoğunu da çözmüş olacağız.

Bir standart tutturmak için şöyle başlamaya ne dersiniz?

Dinamit gibi timimizle, iyi bir mekanda rahat çalışmak istiyoruz. Ne yapmalıyız?

Önce ihtiyacımıza göre mekanın, düşüncenin, işin formlarını yaratmalıyız. Formlar işin akıcı yapılmasını sağlamalı, iş bitiminde de arşivlemeye uygun olmalıdır. Buna kısaca form, icraat, arşiv mantığı da diyebiliriz. Bu şekilde formüle ettiğimiz bu kalıpla ona uygun düşünce mantığını da elde edebiliriz. Şimdi bu mantık üzerine biraz dem tutalım.

İşimizde başarı istiyoruz. Başarı bizi pek çok maddi ve manevi olanaklara götürecek. Başarı ile hız doğru orantılı olduğuna göre, hızlı iş çıkarmalıyız. Hızı nasıl sağlayacağız? Devamlı yöntem değiştirmek hızımızı yavaşlatacağına göre, kendimiz için ve genel uygulama için en uygun form, icraat, arşiv mantığında karar kılmalıyız. Elemanlarımızı da bu mantıkla eğitmeli ve her yerde bu şekilde organize olmalıyız. Bu düşünce tarzını kişilere, eşyalara, mekana ve zamana sindirmeliyiz.

Kısaca bir kez daha özetleyelim. Çalıştığımız mekanlarda hangi formları nerede tutup, bunları nasıl kullanıp, yarattığımız değeri nerede saklayacağız. Basit değil mi?

Hayır, hiç de basit değil bu mantığın insanlara geçirilmesi. Dünyanın en zor şeyidir bu, bunu kafalara geçirmek, bu disiplini istemek. Birçok kişi bu standarttan rahatsız olacaktır, kafa ve gönülce desteklese bile. İnsanlar genellikle sevmez, istemez kuralları, sonuçlara isyan etseler de. Bilmezler ki bu basit erdemde gizlidir sonradan isyan etmemenin sırrı.

Evet, bu çok önemli anahtarı da bulduk sayılır. Şimdi yavaşça açabiliriz form, icraat, arşiv anahtarıyla kapımızı. Bu altın anahtarla huzurun kapıları açıldıkça, anahtarın dönüşünün çıkardığı ses, sonsuz haz verir insana.

Formlar insan düşüncesinin en güzel ürünüdür. Gelişmişliğin simgesi, insanı hayvandan ayıran tek ölçüdür. Daha önce de söylemiştik. Önce düşünceler vardır diye. Yine bu noktadan yola çıkacağız.

Düşünmek ve düşündüğünü bir kalıba sokmak, hayal kurmaya her zaman fark atar. İnsanların zamanı düşünerek mi, hayal kurarak mı geçirdiğini, ancak böyle ayırırız. Formlara, şekillere dökmüşse kafasındakileri kanıt ortadadır.

"Düşünmüştüm demek" yeterli olmuyor. İnandıramazsın karşındakini düşündüğünde samimi olduğuna. Samimi olsan da kendi kendine, biraz safdil ve yavan kaçarsın çevrene karşı, yaratamamış olmanın burukluğuyla.

Öyleyse formları yaratacağız. Düşünceye saygı aşkına, aşkla. Peki neden yaratacağız formları aşkla? Kuşkusuz kendimiz için, rahatımız için, kendimize saygı duymak için. Düşünmek bizi ihtiyaçlarımıza götürecek. İhtiyaçlarımızı daha hızlı ve rahat karşılayabilmek için düşüncelerimizi bir sıraya ve bir şekle sokmanın telaşına düşeceğiz. Ve düşüncelerimizi şekillendireceğiz. Ve şekiller ellerimizden akıp, çevremizdeki eşyayı ve hareketi yaratacak. Bu bazen tabak, çanak, bazen kalem kağıt, bazen trafik düzeni, bazen de bir şişe şarap olarak ortaya çıkar. Yani formdan sadece formaliteler için kullandığımız bir kağıt değil de topyekün formasyon kavramını anlıyoruz. İnsan kafasındakini bir heykeltıraş gibi sonsuz şekillere, formlara dökmektedir; mağrur, yaratmış olmanın sarhoşluğuyla.

Çevremizdeki formları yaratırken en çok zamanı ve eforu tasarıma harcamalıyız. Yoksa tasarımdaki yanlışlık veya ilkelliği, zaman sopa zoruyla güncelleştirir. Oysa iyi tasarlanmış formlar uzun zaman güncelliğini yitirmez. Yitirildiğinde bile "cami gitmiş mihrap yerinde kalmış" dedirtir adama. Takdir değerler gibi sarılır ona insan. Tasarımı bu denli önemli kılan yatkınlığıdır objenin. Ahenktir, ölçüdür tasarımın verdiği hazzın kaynağında olan. Bir güftenin, bir bestenin tasarımında da bu vardır. Ve kullandığımız bir formalite kağıdında da vardır inceliği, kuvveti düşüncenin. Ve bu incelik ve ayrıntının gücüne hayran kalırız. Nasıl bir atom çekirdeğinin tasarımına hayransak, bu da kendi ölçülerimizdeki başarımızdır bizim için. Tasarım ölçüdür sonuçta.

İyi tasarımlar olayları daha gelişmeden yönlendirip kanala sokarlar. Mecrasında seyreden güçlü bir nehir gibi haz verir bakana. Bakanın da görmesi gerekir inceliği, kuvveti. Tasarımdaki hatalar kargaşayı, anarşiyi doğurur zaten. Doğadaki dengeler de bunun üzerine kurulmuştur. Tembelleşmemek için, daima formları gözden geçirmek ve zamana zemine uydurmak zorundadır, olayların gerisinde kalmamak için insan.

Formlar üzerine bunca sözü, konsepti yerine oturtmak için konuşuyoruz. Bu yerine oturdu mu, bakış açımız değişecek, daha huzurlu çalışma ortamlarımızı düzenleyebileceğiz.

Formlarımızı yaşamımızı kolaylaştırmak, daha verimli ve zevkli hale getirmek için geliştirdiğimize göre, bunların tanımlarını da iyi yapmalıyız. Doğan her şeye bir isim ve numara vermek gerekir ve doğuş mantığını da korumakta sonsuz yararlar vardır. İlerde güncelleştirmemiz, değiştirmemiz gerektiğinde buna ihtiyacımız olacak çünkü.

Yaratılan forma numara verdik, mantığını yazdık. Bir örneği de master olarak tutmalı, ileride daha çok üretmek gerektiğinde, orjinalimizi bulabilmeliyiz tekrar yaratmak zorunda kalmamak için. Burada ikinci bir nokta önem kazanıyor. Üretilen her şeyin orjinali ve üretim mantığı saklanmalı. Yaygın kullanılan bir şeyse çoğaltılarak bir depoda korunmalı ve ihtiyaca göre kullanım alanlarına akıtılmalıdır. Pek çok kişinin bir arada olduğu mekanlarda, formlar herkese açıksa, genel kullanım bir sevk ve idareyi gerektirecek ve temel prensipler oluşturulması zorunlu olacaktır. Kısaca her zaman ve her şey için geçerli olmak üzere şöyle ifade edebiliriz.

Formlar kullanıcıya yakın olmalı, onun denetimine ve üretimine verilmeli, ancak kullanım alanına akışı ve işin düzeni de yukarda sözü edildiği gibi orjinali saklanarak, çoğaltılanlar az miktarda kullanım alanlarına akıtılarak sağlanmalıdır. Kullanım alanlarının fonksiyonunu ve zerafetini bozmadan, kişilere depoda çalışıyorlar hissini vermeden.

Genellikle başarılı kişiler, hem evlerinde, hem de iş yerlerinde rahat, huzurlu ve güzel bir çalışma ortamını sağlamış kişilerdir. Bu ortamı sağlayamayanların da zaten başarılı olmaları zordur. İşimiz ne olursa olsun çoğu kez zamana sıkışır insan. Bir türlü takvimini tutturamaz. İşi evine de götürmesi gerekir. Bu nedenle çalışacağı iyi bir ortamın bulunması gerekir. İyi organize olamamışsa çalışamaz. Nasıl çalışabilsin ki, ortada diğer aile fertlerinin birbirinden değişik binbir türlü programları, tanıdık eş dostun zamanlı zamansız ziyaretleri, televizyon da izlenecek programlar derken, o hengamede ne mecal kalır, ne kafa, ne de zaman. Bu yüzden işe konsantre olabilmek için kaçabilecek ve çalışabilecek rahat bir düzen kurulmalıdır evde. Önlemleri alınmalıdır. Başarılı olmak istiyorsak icraatın "A" sıdır bu.

Fikirlerin mutlaka iş yerinde aklımıza geleceği diye bir kural yoktur. Hiç olmadık yer ve zamanda akla geliverir birden. Bu fikirler sayesinde yaptığımız iş büyür, gelişir. Öyleyse ne yapacağız bunca fikri; nerede, nasıl toplayacak ve işyerimize taşıyacağız bunları? İşte pek çok kişinin böyle bir mekanizması olmadığından, heba olur gider, unutulur, kaybolur değerli pek çok fikir. Bir çok insanın ne evinde, ne yanında böyle durumlarda kayıt yapabileceği bir araç da yoktur genellikle. Çanta taşımaz, kağıt kalem de. Evde ise koyduğunu bulabilirsen bul kalabalık olursa aile. Bu yüzden tüm bireyler anlaşmalıdır kendileri ve çevreleriyle; önlemini almalıdır onlara rağmen, onlarla, başarılı olmak için.

İcraat için bu asgari koşul sağlandıktan sonra, zamanla işi daha da ileri götürmek gerek. Başarıyı artıracak faktörleri bir bir yaratmalıyız daha başarılı olmak için. Çalıştığımız mekandan haz almalıyız. İyi ilhamlar, güzel mekan ve zamanlarda daha rahat gelir insana. Fiziki koşulları yaratılmamışsa semtinize bile uğramayabilir. Bu yüzden elimizden geldiğince mekanlarımıza özen göstermeliyiz. Hem kendimize, hem de çevremize olan saygıdan.

Ayrıca bir simgedir farkı farkettirmek için. Düşünün bir kez. Kurulmuş bir düzen çiçekler içinde, mekanda iyi bir müzik düzeni, tuvaletinde bile müzik dinleniyor. Her şey insanlar için olduğuna göre neden olmasın? Böyle bir minimum standartı seçmek çok mu zor? Çok mu masraflı? Hiç de öyle değil. Hangi paraları nerelere harcamıyoruz ki? Bu bir konsept meselesi. Parayla pulla alakası yok. Müslümanlıkta "temizlik imandan gelir" diye bir söz vardır. Çevresine bakınca çoğu zaman bu sözden utanıyor insan bunca imansızın arasında. Temiz bakımlı bir çevre ruhu aydınlatır. Pek çok şey kazandırır. Bunun içinde insanın sermayesi biraz düşünce, biraz incelik ve ruh; fazlasına gerek yok.

Evet anlaştıksa buraya kadar gelelim tekrar işe. İcraat tek tek yapılır. Altın kurallardan biri de budur. Çevrenize bakınız. Adam yemek yiyor, gazete okuyor, televizyon seyrediyor. Radyo da açık belli belirsiz. Bir de utanmadan sizle sohbeti sürdürme sevdasında. Başka şeylerde yapsa tüy dikecek. Ancak araya giren telefonları sayarsak tüyü var zaten.

Başarının sırrı, çok çalışmaktan veya çok çalışıyor izlenimi vermekten geçmiyor oysa. Başarılı olmak için temiz iş çıkarmak gerekiyor. Bin tane yarım iş olacağına, bir tane tam iş olsun daha iyi. Üstelik haz duysun, tat alsın yaptığı işten. Biraz önce sözünü ettiğimiz tipin, yaptığı işlerin herhangi birinden haz alması mümkün mü? Haz alıyor görünse bile, aldığı haz, kendisi ve çevresiyle kafa bulduğundandır ancak. İş yapıyor görünerek, mastürbasyon yaparak.

Başarı ayrıntıya inmekten, yöntem geliştirmekten geçer. Bilim gibi. Ayrıntıya girebilmek, sanatını konuşturabilmek ise, konsantre olmak sorunudur. Bu yüzden icraat tek tek yapılır ve yapılmalıdır. Ve toplumda da bunun kavgası verilmelidir. Kimse hiçbir şekilde araya girmemeli, gelerek, telefonla veya evrakla, sırasını beklemeli, saygılı olmalı bize, iyi iş istiyorsa. Ne yazık ki pek çok toplumda bu henüz çözülememiştir. Ve çözememiş toplumlar ve insanlar da başarısızdır zaten. Bunu uygulayabilmek ve uygulatabilmek disiplini sağlamak, olağanüstü başarısıdır insanın kendine ve çevresine karşı. Çünkü birçok insan gerekli gereksiz, kendi yaptığının önemini vurgulamak için bozar uğraştığın işle konsantrasyonunu saygısızca. Kabadayılık eder aklınca puan kaybettiğinin farkına varmadan. Ancak tüm bu olumsuz koşullara rağmen, temel prensip elden bırakılmamalı, icraat tek, tek yapılmalıdır. Kişi veya olay sırasını beklesin yaptığımız işe saygı duyarak. Gelişmişlik ve gelişmemişlik arasındaki fark hem fertlerde, hem toplumlarda bu prensibin ışığında hemen kendini belli eder. Eğer bir toplumda insanlar saygısızca birbirlerinin önüne geçmeye çalışıp, işlerini bir düzene riayet etmeden, bir an evvel bitirmek istiyorsa bencilce, işi yapan da, buna ses çıkarmayıp, bu saygısıza, öncelikle hizmet ediyorsa, iş düzenini herkesin sırasına riayet edeceği saygın bir ortam olarak yaratamıyorsa toplumun tarafları, daha uzun müddet gelişmemişliğin sancılarını yaşayacaktır.

Gelişmiş toplumlar, öncelikle iş akışında bu düzeni kurabiliyorlar. Daha işi yapana ulaşamadan bir düzenin, bir konseptin farkına varabiliyor insan, beklemesini öğrenerek, beklemeden zevk alarak. Bekletmeyi de zevkli kılmak ayrıca maharet istiyor. Ne işi yapan elindeki işi bırakıp bekleyenle uğraşmak zorunda kalıyor, ne bekleyen sırasını saygısızca atlayıp işini bir an önce gördürmek sevdasına kapılıyor. İnsanlar zamanlarını iş akışı hızına göre ayarlayıp, zamanı daha etkin ve daha zevkli kullanabiliyorlar. Bu önlemleri alabilmek, gelişmiş bir incelik ve medeni cesaret istiyor.

Bakkala gidiyorsunuz; bakkal sizin istediklerinizi karşılamakla uğraşırken adam araya girip, siparişi söyleyiveriyor saygısızca. Bakkal da sizinle uğraştığı işi kesip adamın isteğini karşılayıveriyor aynı saygısızlığa ortak olarak. Sinirlenmemek elde mi bu durum karşısında? Sık sinirlenmek veya sinirlenecek pek çok şey karşısında artık sinirlenmeyecek kadar duyarsız kalmak, bence gelişmemişliğin en mükemmel tanımıdır. Hele bu duyarsızlığı erdem saymak ise aptallığının en büyüğüdür. Kadercilikle kafa bulup, ahenksizlikte erdem aramakla ancak aptallığını tescil ettirir insan.

Tabii söz konusu olan işi kesmeme olayı, her 3 giriş için de geçerli olmalıdır. Yani iş yaparken gelen telefonlar veya yazılar da ele alınmamalı, düzen bu girişleri de sıraya koyacak, evraklaştıracak bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Siz zahmet edip oraya kadar gitmişsiniz, işinizi görmeye, işi gördürmeye çalışıyorsunuz. Adam telefon ediyor. Belki yatağından arıyor. Rahat, zaman kaygısı yok. İşinize bakan utanmadan gelen böyle telefonlara bakıyor, siz orada bekliyorsunuz gelen telefonların bitmesini. İşi yapanla, telefonu alanın ayrımı bunun için yapılmalıdır. Sinirinizi bozmamak için. Gerekiyorsa kendisi işi bittikten sonra aramalıdır.

İş yapmanın denetim altına alınması, iş akışının düzenlenmesi, sıraya sokulması, iş verimliliğine atılan ilk adımdır. Bunu, işin evrağa dökülmesi izlemelidir. Birime her 3 şekilde giren kişinin arzusu evrağa dökülmeli, bu evrak, birimde bir düzen, bir ahenk içinde hareket etmelidir. Gelen talepler ne kadar prototip haline getirilebilinirse iş yapmak o kadar basitleşir ve hızlanır. Olay evraka döküldü mü, unutmak, yanlış aktarmak v.s diye de bir şey kalmaz. Birim cevabını, sağlıklı ve süratli verir. Arşivleşen olaya, daha sonra da müracaat etmek mümkün olur gerektiğinde.

İş akışında alınan bu önlemler işin debisine göre çalışma tempomuzu da belirleyecektir. Çalışma temposu iş akışını karşılayacak düzeyde değilse, bu bizi mesaiye kalmaya götürecektir. Birimin başarısı bu noktada alacağı karara bağlıdır. İş çıkarmak için, başarılı olmak için en sağlıklı karar hangisidir? Mesaiye kalana ücret ödenecek mi? Mesai ne kadar sürecek, ekstra çalışılan bu zamanda çalışma ortamı, gidiş, gelişler, yemek için ne gibi önlemler alınacaktır? Bu hal ne kadar sürecektir? Tüm bu sorulara cevap gerekmektedir.

Tüm bunlara cevap basitçe şöyle formüle edilmelidir. Biriken işi, sorumlusu halletmeli, ekstra bir ücret almamalı, önlemlerini kendi almalı, iş devamlılık arzediyorsa, yani mesaiye kalmakla olay çözümlenmiyorsa işe adam almalı, aldığı adamın işteki sorumluluğu da işe adam alanda olmalıdır. Aldığı adama yeterli iş veremeyecekse mesai ile bitirmeli, bir de ekstra bir adamın sorumluluğunu yüklenmemelidir. Adamla uğraşmak unutulmamalıdır ki daha zor bir iştir.

İş akışında, işi dağıtmak, parçalara ayırmak işin en önemli kısmıdır. Pek çok kişi bunu gerektiği gibi yapamadığından, işi sadece kendisinin yapacağına inanır. Başkalarına güvenemez ve işi dağıtmaz. İş dağılmayınca da işin altından kalkamaz, pek çok yerde bu hemen görülür. Bir kısım insan harıl harıl çalışmakta, yanında bir kısım aynı özellikli insan boş oturmaktadır. Ve o aşırı çalışanlar kendinden başka insanın yaptığı işi yapamadığı duygusuyla eziyetle karışık mutlu olmaktadırlar. İşte irin bu noktadadır. Bu noktalardaki iş dağıtılmalı, lüzumsuz mesailer önlenmeli, gerektiğinde bu noktalardaki iş başka taraflara dağıtılmalıdır. Son çare olarak adam alınmalıdır. Alınacak adamın niteliği ve çalışma programı önceden belirlenip zamanını rantabl geçirip geçiremeyeceğinin ölçümü önceden yapılmalıdır. Kadro yaratmak veya mevcut kadroyu kaldırmak çok ciddi açılımları olan bir iştir. Maalesef pek çok iş yeri buna gereken önemi vermezler. Bu kadro meselesi önemli maliyetler getirecek hassas bir meseledir. İşletme, uzun vadeli stratejiler doğrultusunda bu konuya politikalar getirmelidir. Büyürken işletmeler, ha deyince adam bulamaz insan gerekli birimler için. İşletmeler küçülürken de dert olur adamın başına gereksiz insanlar. Burada genel politika şöyle belirlenmelidir. Büyüyen iş yerlerinde daima 1-2 adam gerektiğinde el altında bulunsunlar diye fazladan olmalıdır. Küçülen iş yerlerinde ise 1-2 adamlık fazladan iş mevcutların üzerine bindirilmelidir. Her iki halde de bu durum işletmedeki insanların ölçümü için faydalı olacaktır. Birim büyüyorsa zaten 1-2 adamlık ekstra iş daima var demektir. İşin çok olması işletmeyi büyütür zaten. Aksi olmaya başladı mı kadro tasfiyeleri fazla fazla yapılmalı, azalan işler nasıl olsa daha az adamı gerektirecektir bir müddet sonra.

Bir iş yerinde çalışma prensiplerini korken, bunun uzun vadeli politikalarını üretirken, yapılan işlerin raporlaştırılması prensibini de unutmamalıyız. Bir birim, yapacağı işleri planlarken, birimine gelen işleri ölçerken, geçmiş dönemlerin istatistikleri ile karşılaştırma yaparken daima raporlara bakma ihtiyacı duyacaktır. Bu yüzden, çalışmaların raporlaştırılması, çıkan raporların muhafazası, ara ölçümler için mekanizma kurulması şarttır. Bir birimin rapor üretebilmesi için, birimin bir fikir doğrultusunda örgütlenmesi şarttır. Günlük işlerin özeti otomatikman alınabilmeli ki ölçümler, sapmaları, kontrol süratli yapılabilsin. Haftalık durum raporları bize aylık hulasaları almamızda büyük hizmet görürler. Aylık raporlardan yıllık değerlendirmeye gitmek ise basit bir iştir. Görüldüğü gibi birim rapor düzenini aldı mı ve bunu mikro çalışmalarda çözdü mü buradan makro açılımlara gitmek hiçte zor bir olay değildir.

Rapor yazmak, olayları raporlaştırmak tutkusunu yaşatan ortaya konulan ödüldür. Kişi ödüllendirilmeyecekse neden raporlaştırma, ölçüm ihtiyacı duysun. Bu çıkış noktasından hareketle rapor olayını ele almalıyız. Bu konuda da maalesef pek çok kişi ve kuruluşun kafası net değildir. Kafalar net olmayınca raporlaştırmanın esprisi kaçar. Rapor sanki cezalandırma mekanizması, sanki bir eziyet olur insanlar için. Bunu zevkli kılmak için, her şey denenmelidir. Kişiler seve seve rapor vermeye gittiler mi kötüye giden işleri bile kurtarmak sorun olmaktan çıkar. Kişiler raporları ile farklarını farkettirmeye başladılar mı, tutmayın artık o birimi, yıkar geçer engelleri her şeye rağmen.

Raporlaştırmanın da bir standardı olmalı. Okuyan, rapor verenin vurgusunu, düşüncesini çabuk kavramalıdır. Denilen net ve açık olmalı, okuyanı bulmaca çözmeye zorlamamalıdır. Bunun için önce olay anlatılmalı sonra olayda ki problemlerden bahsedilmeli, çözüm önerileri sıralanmalı ve son bölümde de raporu yazanın bu çözüm yollarından hangisini tercih ettiği sebepleri ile açıklanmalıdır. Her rapor bu 4 bölümü içermeli, bu sırayı takip etmeyen raporlar rapor olarak kabul edilmemelidir.

Düzgün raporlar ödüle bağlanmalı dedik. Aylık raporlarını muntazam vermiş birimler, yıllık olarak da olaylarını güzelce toparlayıp yıl raporlarını çıkarabiliyorlarsa ve bu birimler karlı, sıhhatli birimlerse bu birimlerin patronlarını ödüllendirmek hatta olaya ortak etmek lazımdır. Bu olgunluğa erişmiş birimlerin olayda katolik nikahına alınmasında sonsuz yararlar vardır. Tabii bu ortak etme olayı için raporlar yolu ile toplanan ödüllerin belirli bir devamlılık ve miktara ulaşması ölçü olacaktır. Bu olgunluğa erişmeden verilen her hisse veya yeni pozisyon, olay için daha zararlı olabilir. Karşılıksız hiç bir hak ve hukuk olamaz. Karşılıksız verilen her şeyin alan için değeri, o ölçüde önemsiz olur. Aldığı şeyi muhafaza için gerekli mücadeleyi vermez, veremez. Çünkü daha o olgunluğa erişememiş, zihnin de işi daha o inceliklere götürememiştir, zorluğunu çekmediği için. Kolaydan gelmiştir zorluk çekmeden. Etki olmayınca, tepki de olmaz. Her duyarlı mekanizma bu sistemle oluşur. Tepkisiz sistemler uzun süre pozisyonlarını muhafaza edemezler. Boşuna "haydan gelen huya" gider dememişler.

Kişileri katolik nikahına almak, olayı verimli kılacaktır. Güzel, ama bu nasıl olacak. Buna da bir sistem geliştirmek lazım. En ideal sistem, olaya 5 kişiyi ortak ederek bir şirket kurmaktır. Tabii bu 5 kişi aynı oranda kapital koyarak yani riski % 20'şer paylaşarak işe başlarlarsa, olay taş gibi olur. En ideali budur. Pamuk eller cebe, olay herkesi biraz yakmalı. Birikimlerini riske etmek istemeyeceği için taraflar daha dikkatli çalışacaklar, birbirlerine daha saygılı davranacaklar daha iyi iş bölümleri yaratabileceklerdir. Oranlarda büyük farklılıklar olduğunda dengeler bozulacaktır. Eylemini düzgün koyabilmiş pek çok değerli insanın da yeterli birikimleri olmayabilir. Peki bunları olayla nasıl entegre edeceğiz. Böyle yetenekli kişiler topladıkları ödüllerle belirli bir olgunluğa erişmişlerse onlara da % 15'i geçmemek koşuluyla olaydan hisse verme yoluna gidilmelidir.

Tabii bu hisse karşılığında maaşlarını yitirmeli, hisselerine karşılık çekiş payı almalıdırlar. Çekiş payları da eski maaşlarından çok daha fazla olmamalıdır. Yoksa olay anında bozulma yoluna gidecek, olaya katılan kişi, hiçbir zaman birikim yapamayacaktır. Kuvvetli ortaklar, kuvvetli düzenler oluştururlar. Kaybedecek bir şeyi olmayanlar daha cesurdurlar, ancak ortaklıklar cesaretten çok özveri isterler.

Geçmişini bilmeyenlerin gelecekleri konusunda sağlıklı yorum yapmaları beklenemez. Bu olgu bizi, iyi arşivler yapmaya götürecektir. Arşivleme bilinci oldu mu, icraat sırasında sıhhatli ve otomatikman oluşur arşivler. Ne yazık ki çevremizdeki kişi ve kuruluşlara baktığımızda genellikle iyi arşivler oluşturamadıklarını görürüz. Arşiv fikrinin oluşması için belirli bir düzen anlayışının, belirli bir çalışma tarzının gelişmiş olması gerekiyor. Çalışmaların koyulan prensipler doğrultusunda belirli bir şekillendirmeye göre yapılması gerekiyor. İşe başlamada gereken bu düzenin alınması pek çok kişi ve kuruluşa zor geldiğinden olay her geçen gün daha zorlaşıp, içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Bir zaman sonra olayın tüm taraflarını bir araya getirip, üretilen bunca evrağın temizlenmesi mümkün olmadığından, kimse hiçbir şeye dokunamıyor, cenaze ortada kalıyor. Zaman geçince arşivlere dokunma tabu, cesaret işi haline geliveriyor. O zaman ayıkla pirincin taşını misali, cesaret edilemeyen, dokunulmayan yığınla kağıt, evrak. İnsan ve kağıt. Sonunda o insan, onca kağıdın üstüne oturuveriyor atamadığından ve tasnif edemediğinden. Bir şey arandığında bulunamayan, hiçbir işe yaramayan ve pek çok mekanı işgal eden sözüm ona arşiv. Olmaz olsun böyle arşiv. Genellikle iyi düzenlenmemiş arşivler çıldırtır insanı.

İşte, çıldırmamak için önce temel arşivleme prensiplerini koymalıyız. Arşivler ya kronolojik, ya alfabetik, ya da numaratik olacaktır. Olayımıza hangi sistem uyuyorsa, ona göre düzen alıp, uygulama sırasında bu disiplini tutmamız gerekir.

Arşivler daima sahibine teslim edilmelidir. Kimse, kimsenin arşivini düzgün tutamaz. Arşiv sahibi işin önemini bildiğinden işine geleni tutacak, işine gelmeyeni atacaktır. Bu işlemin belirli periyotlarla yapılması lazımdır. Böylece arşivler daha sıhhatli hale gelecek, daha yeni pek çok arşivleme teknikleri üretilecektir.

Forum, icraat, arşiv konusunda daha pek çok laf edebilir insan. Ancak söylenen ve söylenecekler toparlandığında, şu netice çıkar bu prensipten:

Formlar yaratılmalı ve yenilenmeli, icraat tek tek yapılmalı, arşivler ya kronolojik, ya alfabetik, ya da numaratik olmalıdır. Hayırlı olsun bu anahtar da.

 

| Giriş | Geri | İleri | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 |
| Önsöz | Bölümler | Biografi |