KİTAPSIZLARIN KİTABI
- ALLAH'IN KURMAYLARI -

 

FİHRİST

( İÇİNDEKİLER )

1.      

1-    ÖN SÖZ

2.      

2-   GIRIS-FİKRİN TAKDİMİ

3.      

3-   DEVİNİM-BASİT ANLATIM VE DAHA GELİŞMİŞ ANLATIM

4.      

4-   TAYİN

5.      

5-   VAROLUŞ

6.      

6-   10 FARZIN VE 6 SÜNNET İN AÇIKLAMASI

7.      

7-   GÜLMEK

8.      

8-   FELSEFE HALISI

9.      

9-   KİBELE-DİNLER TARİHİNİN BAŞLANGICI

10.    

10- REKLER VE SIMGELER VE DE DEVİNİM

11.    

11-  YAŞAM HESAB-I CARİSİ

12.    

12- TUĞLALAR

13.    

13- YUNAN TANRILARI

14.    

14- ÇEŞİTLİ EVRELERDE SİMGELERİM

15.    

15- DİNLER TARİHİ VE ANA DİNLERDEN BAZILARI

16.    

16- ZERDUŞİLİK

17.    

17- YİN VE YANG

18.    

18- MUSEVİLİK

19.    

19- ZEBUR

20.   

20- HIRİSTİYANLIK

21.  

21- İSLAM

22.  

22- İSLAMA KARŞI ELEŞTİRİLER

22 NİN DEVAMI- ÖMER HAYYAM

23.  

23- İSLAMA GÖRE CİNSEL HAYAT

24.  

24- CENNET - CEHENEM

25.  

25- KONUŞULMAYAN KONULAR

26.  

26- GEL KİTABI

27.  

27- GÜCÜN KAYNAĞI

28.  

28- AHİLİK

29.  

29- QUANTUM FİZİĞİ (QUANTİK FİZİK)

30.  

30- ASTRAL YOLCULUĞU

31.  

31- KİTAPLARIM

 

 

 

 

-1-

ÖN SÖZ

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

Her şeyden önce bu kitap niçin yazıldı? Bunu izah etmek lazım. Konuya bakış açımızı kavrarsanız, kitabı daha bir başka lezetle okuyacaksınız. Vakit kayıp etmeden, önce bunu verelim. Dünyanın neresine giderseniz gidin, tanıştığınız insanların inançlarını sorduğunuzda genellikle 4 kitaplı dinden birinin mensubu veya budizim gibi uzak doğu dinlerinin mensubu olduklarını görürüz. Olayı daha somut hale getirmek için uzağa gitmeye gerek yok. Ben kendimden örnek vererek, konuyu açıklamaya gayret edeyim,

 

Ben tipik bir Müslüman ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Türkiye’de de  % 99 ailenin yapısı üç aşağı beş yukarı bizimkine benzer. Örf ve adetler Müslüman örf ve adetleridir.  Ayetler Arapça okunur, hiçbir şey anlamazsın. Adam camiye gider, gelir komşunun karsı ile zina eder. Yolsuzluğun, ahlaksızlığın her türünü yapar. Dinini sorduğunda Müslümanım der. Cuzi bir takım Müslüman ededine riayet eder. Kalan yaşamı kitapsızdır. Onun yaşamının hiçbir kitapta yeri yoktur. Bu dünyanın her yanında da böyledir. Sallasan kitapsıza değer. İşte bu kadar yekün tutan kitapsızlara bir kıyak yapalım dedik. Kitapsızlar için bu kitabı tetikledik. Bundan böyle isteyen herkes kitaplı olacaktır.

 

ZİRA 10 FARZ, 6 SÜNNET ‘ DEN OLUŞAN KURALLARIMIZA TOPLUM SAHİP ÇIKACAKTIR. 10 FARZI KAVRAMAK KOLAY OLACAĞI İÇİN, UYGULAMALAR BAŞARILI, MİLLET DE KİTAPLI OLACACKTIR. KALIN SAĞLICAKLA.

Mevlana çiçeği görenleri hayrete düşürüyor

MEVLANA ÇİÇEĞİ

 

Dünyadaki mevcut dinler pek çok komplaksyon içerirler, okumak, anlamak, tatbik etmek kolay değildir. Belki de bu yüzden uygulamada sakatlık oluşmakta ve böylece insanlar kitapsızlaşmaktadır. Örneğin islamda 6666 ayeti öğreneceksin, üstüne üstelik bu ayetlere yorum getireceksin. Buna ömür yetmediği için insanlar kitaplı görünüp, kitapsız yaşıyorlar. Biz herkes uygulaya bilsin diye olayı 10 maddeye indirdik, bunu da aklında tutamazsa, varsın tamamen kitapsız yaşasın dedik. Yani anlayacağınız pek yakında dünya nufusunun % 99 u bu kitap etrfında birleşirse hiç şaşmayın. Birkaç kurala dikkat ederek kitaplı oluyorsun. Böylece mis gibi yaşıyorsun. Buna da vaktin yoksa buraya tıkla git kurallara. Beğenirsen katıl kitaplılara.   

 

Mısır’ dan kaçan MUSA’ nın dine yaklaşımı da böyle idi, az öz 10 kelam söyledi, söylenenler insanlık için kafi değildi. Umarız bizim 10 farz, 6 sünnet konuya kifayetli gelir, insanlığın kalitesi suratle yükselir.

 

 

22-11-2008

ON EMİR

 

BÜTÜN KİTAPLI DİNLERİN TEMELİ BU EMİR

SİNA DAĞINDA MUSA’YA İNDİĞİ BİLİNİR

İNSANIĞA DİSİPLİN GETİREN BU EMİRLER İÇİN,

YARADAN BİNLERCE YIL BEKLEMİŞTİR

GERÇİ MUSA, BU EMİRLERE RAĞMEN,

KAVİMİ İLE, BAŞ EDEMEMİŞTİR.

EMİRİ ŞÖYLE BİR SIRALARSAK,

BU GÜNÜN, IZDIRAP VEREN KONULARI İLE KIYASLASAK

ÖZÜN, HİÇ DEĞİŞMEDİĞİNİ GÖRÜRÜZ

GELİŞEMEYEN İNSANLIĞIN HALİNE, ÜZÜLÜRÜZ.

MUSA’ YA İNEN ON EMİR, ŞÖYLEDİR.

 

1-       ALLAHIN BİRLİĞİNE İNANACAKSIN

2-       BAŞKA BİR ŞEYE TAPINMAYACAKSIN

3-       ALLAH KELAMINI RASTGELE KULLANMAYACAKSIN

4-       HAFTANIN 6 GÜNÜ ÇALIŞIP, 1 GÜN ÇALIŞMAYACAKSIN

5-       ANANA, BABANA SAYGILI DAVRANACAKSIN

6-       KİMSEYİ ÖLDÜRMEYECEKSİN

7-       GAYR-İ MEŞRU İLİŞKİDE BULUNMAYACAKSIN

8-       HIRSIZLIK YAPMAYACAKSIN

9-       YALAN SÖYLEMEYECEKSİN

10-    SANA AİT OLMAYAN HİÇ BİR ŞEYE, GÖZ DİKMEYECEKSİN

 

İŞTE EMİRLER BÖYLE

TOPLUMLAR GELİŞTİKÇE

HIRSIZLIK, NAMUSSUZLUK, YALAN VE ZİNA ARTIYOR

HER HALDE İNSANLIK EMİRLERİ TERS ANLIYOR

BELKİ ŞEREFSİZLİK İNSANIN MAYASINDA VAR

YARADAN, ÖYLE YARATMIŞ

EMİR NE YAZAR

BURADA DA BİR ÇELİŞKİ VAR

HEM, SUÇA MEYYAL YARATACAKSIN

HEM DE, EMİRLERE KARŞI GELENİ CEZALANDIRACAKSIN

İMTİHAN YAŞAMIN ÖZÜNDE VAR

ERENLER VE BU GERÇEĞİ GÖRENLER,

İŞİN KURGUSUNDAKİ BU İNCELİĞİ KAVRAR

BU OLGUYU, TOPLUMA ANLATAMAZSA,

KENDİNE SAKLAR

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

musa12x18

Musa Peygamber on emir ile

 

-2-

- GİRİŞ -

- FİKİRİN TAKDİMİ

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

Herşeyden önce düşünce vardır, düşüncenin yapıcı üretken pozitif bir mecraya girmesi elbette tanrısaldır. Kâinatın içinde mevcut enerji kapasitesinin doğru mecraya akmamasından dolayı mevcut enerji kendi liderini secerek bu ivmeyi edinmiştir işte statik enerjinin aktif enerjiye dönüşü bu şekilde tetiklenmiştir. Zerre tanrısal gücün harekete geçmesinde başrolde oynar, zerre harekete geçince kendi iç dönüşümünü tamamlayıp istenilen genişlemeyi buluncaya kadar tekâmülüne devam etmek zorundadır, yani zerre tanrısal arzuyla büyür, arkasında kâinatın gücü vardır. Basitçe bu güç toz topraktır.

 

Tüm kutsal kitaplardada söz edilen topraktan yaratılmak konusunun özü budur. Tanrısal nüve topraktan oluşur, kendi öz dinamiklerini kurar, kendiyle yarışır gaye bilgi toplamaktır neticede tüm bilgiler tanrısal nüveye gider işin özünde, denenmiş doğru bilgilere ulaşmak vardır. Doğru bilginin bankası da Allah’ tır. Olay otomatiğe bağlanmıştır. Bilgiyi tez – anti tez- sentez üçlemiyle tartacaksın gerekirse kavga çıkaracaksın, neticelerden emin olduktan sonra konuyu bilgi bankasına yatıracaksın.

 

Bu sistemde, Şahika yı halk edip, sistemin içine atacaksın. Şahika haliyle tepinecek, tepişecek sagındaki solundakilerle yeni deneyimler ortaya çıkaracak. Zaman zaman evreka diyecek, zaman zamanda boğazı kesilecek. Bok yoluna gitmekte var, işin içinde.  İşte tanrısal yolda ne ararsan var, tezgâh geniş daha da genişletmeli. O kadar zamandır bekleyeni bekletmemeli, olay topraktan başlıyor ama daha nice sırları var. Durumun, sizin kafanızı yormaması için basitçe kurmaylık yolunu seçin. Kurmaylık yolu hakkında biraz açıklama yapalım, zerre ile başlayan yolculuk kitle ile devam ediyor, çarpışmalar didişmeler darvini memnun ediyor. Her şey kuvvetlinin yaşaması esasına dayalı, Darvin’ de, tüm bu yollarda Allah ın emrinde. Kitle, tez, antitez, sentez üclemiyle harekete gecince değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu yaklaşımının ışığında daima yeni şeyler öğrenerek ve bünyeyi ve oluşumu genişleterek metamorfoz çerçevesinde bilginin çok yoğundan az yoğuna hareketi temel prensibine göre bilginin çok yoğundan az yoğuna geçiş esasına göre sağlanmasının ortaya çıkardığı güvence, rehavet, güzellik çerçevesinde seyretmesi adama bildiğim tek şey varsa oda hiç birsey bilmediğimdir lafını söyletir. Bu çerçevede yolu açan tek kelime niçin dir. Niçinin açtığı yolda yaradanla başlıyosun yolculuğa. Önce, oda sende yamak olarak başlıyosun yolculuğa, sonunda, gelişen oluyor, ALLAH, boşuna vakit tüketenler ise yamak kalıyor.

Bilmem anlatabildik mi? Hazret. Açılımlar açılımları doğuracak, zamanla şahika kurmay olacak, birde bakalım kurmaylığın esaslarını görelim bakalım mart karı nereye yağacak. Yol başlıyor, çığırtkanlar çığlık çığlık, rahatlık gani. Şöyle bir merdivene bakalım, hani toz topraktan varıyorsun önüne geleni haşlıyosun, arzuna göre iş tutup yamaklığı kapıyosun. Yamaklık olunca çantata keklik çıraklık olur iki teklik kalfalık üç nolu pozusuyona verilen addır, ustalar ise (4/4) dört dörtlüktür. Pirler en az dört usta besler altı nolu konuma yerleşmiştir hazretler. Yedinci konumdakilerle temastadır altıncı konuma seçilenler. Sekizinci konumda alt kademelerden gelen mesajı tanrısal anlatış ve lisana çevirenler vardır. Dokuz nolu konumda yatırımcılar at koşturur, on nolu konumun herkes ağzına bakar evrende yatırım kollayanlar onların onayladıklarını pazarlar onbirinci konumda sefa vadır, her şeyi tanrısal görüşü hazırlayan uzmanlar sizi huzura kavuştururlar.

Evet, geldik onikinci basamağa, işte tanrıyı bulacaksın orada.

 

İşte dost, saat ekranındaki rakamlara göre anlatmaya çalıştığımız gerçekler belki sizin daha çok dikkatinizi çeker diye birde tablo olarak verelim. Nemize lazım, sakat toplum yaratmayalım, işi sağlama alalım. Herşeyi tablodan bakıp nizami, akla uyugun yapalım.

Ya Allah deyip girelim tabloya. Umarız yardımcı olur yaradana kavuşmaya

 

 

 

-3-DEVİNİM-BASİT ANLATIM

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

DEVİNİM OLAYINI TABLOLAŞTIRIRSAK
ŞÖYLE BİR GÖRÜNÜŞ 
ORTAYA ÇIKAR

MAKAMLAR

 

 

AŞAĞIDAKİ TABLO DAHA REKLİ BİR ANLATIM İÇİN DEVİNİMİ GÖSTERMEKTEDİR

EVOLUTION, TOPRAKTAN TAA TANRIYA GELİŞİMİN YOLU

 

-3A-DEVİNİM-DAHA GELİŞMİŞ ANLATIM

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

DEVİNİM OLAYINI TABLOLAŞTIRIRSAK
ŞÖYLE BİR GÖRÜNÜŞ 
ORTAYA ÇIKAR

 

 

POZİSYON

UNVAN

KONUMUN PİYASA DEĞERİ

1

YAMAKLIK OLUNCA ÇANTADA KEKLİK,

AMELE YÖVMİYESİ İLE BAŞLAR TEŞVİK

2

ÇIRAKLIK

2 YAMAK ÜCRETİ İLE NAMZET OKŞANIR

3

Kalfalık  İLE YOLDAŞ OKŞANIR

ÜÇ NOLU POZUSUYONA VERİLEN ADDIR. EN KÖTÜSÜ 3 YAMAK ÜCRETİ ALIR.

4

USTALAR İSE DÖRT DÖRTLÜK ADAMLARDIR

EN KÖTÜSÜ 4 YAMAK ÜCRETİ ALIR.

5

PİRLER 

(16 )EN AZ DÖRT USTAYI BESLERLER YANİ 4 X 4 = 16 YAMAK EDERLER.

BEŞ NOLU KONUMA YERLEŞMİŞTİR HAZRETLER

6

PEYGAMBERLER 

GÖKLERDEN ALDIKLARINI CEMAATA İLETİRLER-ÜCRET BİÇİLMEZ ONLARA, KELLELERİ HEP TEHLİKEDEDİR. ÖNÜNE GELEN KELLELERİNİ İSTER. BULAMAZLARSA ONU, BİRİNİ DÜZME TUTKUSU, ZAVALLI ANACIKLARINA KADAR GİDER.

_m1.jpg

YEDİNCİ KONUMDAKİLERLE TEMASTADIRLAR.

http://www.balonturu.net/wp-content/uploads/2010/03/isa-carmih.jpg

7

HABERCİLER

 

( CEBRAIL- HERMES )

DSCN3649

YEDİNCİ KONUMDA POSTACILAR VARDIR. GÖREVLERİ, YER İLE GÖKLER ARSINDA İRTİBATI SAĞLAMAKTIR

8

TEKLİFCİLER; UNİTEYİ EVRENE BAĞLARLAR. PEYGAMBERLERDEN GELEN HER KONUYU EVRENSEL BOYUTLARA TAŞIRLAR. ÜNİTEDEN GELEN TALEP VE TEKLİFLERİ YARADANIN STANDARTINA GETİRİRLER, BÖYLECE KONULAR HAKKINDA TEREDÜTE MAHAL VERMEZLER

TSE

TÜRK STANDARTLAR ENÜSTÜSÜ GİBİ ÇALIŞIRLAR

9

Yatırımcılar, kılı kırk yararlar

DAHA SONRA TEKLİFİ YARADANA ÇIKARIRLAR

10

Denetimciler

DENETİMLER HER ŞEYİN PROTOTİPİNE GÖRE TOLERANSIZ YAPILIR

11

İskan onayı verenler

GÖREVLER İÇİNDE EN ASLA DEĞİŞİM ÖNERİLERİNE KULAKLAR KAPALI DEĞİLDİR

12

YARADAN

Ne iyki varsın,
Her işi sağlama
alırsın

 

Biraz nefes biraz estetik olsun diye fikrimizi birde şiirle ifade edelim istedik. Yorulana iyi gelir, belki biriniz Allah razı olsun der. Yormayalım sizi, hemen verelim konuyla ilgili şiirleri. Tayin şiirinde göreceğiniz gibi ruh ölmüyorsa eğer ölüm yoktur birader. Bizde sadece tayin vardır. Evrenin hertarafıda kutsaldır. Evrimine göre bulursun vücud. Cenneti cehennemi hepsini unut. Sadece çalışma ve tekâmül vardır. Dünyevi bakış açılarıyla evreni kavramak çok zordur. Biz size vereceğiz evrenin anahtarını, siz artık kabiliyitenize göre kullanın o anahtarı. Ya Alllah diyip şiire girelim. Sizi sonsuz rahatlatacak yolları gösterelim. Bu bize nasip olduysa, o da, Yaradanın işi. Yolunuz aydınlık olsun, umarız anlarsınız bu işi. Anlamasanızda fazla kafaya takmayın. Siz ne yapıp edin, kendinizi aklayın. Evet, lafı uzattık biraz, şiire girelim, size fazla eziyet etmeyelim. Gerçi kitap kitapsızların kitabı, size ayıp olmasın diye biz kitaba uyacağız, sizleri fazla sıkmayacağız. İşte şiir, umarız kısa yoldan anlatır fikri, gerektirmez uzun uzadıya zikri.

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

-4-

TAYİN


Ölüm Allah’ın emri denir,
Bu sözle, çelişkiler sergilenir.
Ruhun kerameti nerededir,
Bu gerçek, es geçilir.

Yaradan‘ın ruhlarla hesabı bitmez,
Bu hesaplaşmaya tüm kutsal kitaplar da yetmez.
Ruh ölmüyorsa eğer,
Çürüyen zarftır.
O halde ölüm yok, tayin vardır.
Koca kâinatta, insanlık için, dünya dardır.
Evrenin sonsuzluğunda, tayin mekânı yok sanma
Yaradan, her türlü seçeneği sunmuş sana
Yükselmek için, topraktan, taaa arşa
Çalışmanı daim kılmış, ister Dünya’da ister Mars’ta.
Evrende, çalışmanın zamanı ve de mekânı yoktur,
Zarf eskidi, verimin düştüyse eğer,
Daha dinç bedenle, daha iyi bir yerde,
Vücut bulmaya kim hayır der.


Bu sayede, daha çok tuğlayı binana eklemek,
Seni daha mutlu eder.
Tayininin çıktığı yerde
Gayretinle, yapına eklersin bir tuğla daha
Yaradan’a kurmaylık yolunda, rütben gider sonsuzluğa.

ERDOĞAN ILDIZ

 

Şiirden sonra birdaha var oluş konusunu hikâye etmek çeşni etmek için affınıza sığınarak konuyu birdaha gündeme getiriceğiz. Sürçü lisan ettikse affola.

 

 

-5-

VAR OLUŞ

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

HİÇLİKTEN HEPLİĞE, YOKLUKTAN VARLIĞA YOLCULUK ZERRE İLE BAŞLIYOR. BİLGİ İLE ZERRE BÜYÜYÜP, EVREN OLUYOR. BU AYNI ZAMANDA BİLGİSİZLİĞİN VE BİLGİNİN SAVAŞIDIR. ÖNCE SALT ENERJİ ŞEKLİNDE DURAN BİLGİLENMENİN MUTLULUK OLDUĞUNU ANLIYOR. BİLGİSİZLİK, BU KAVRAYIŞ NİÇİNİ DOĞURUYOR. NİÇİN AÇILIMLARIYLA TEZ, ANTİTEZ, SENTEZ ÜÇLEMİNİ DOĞURUYOR. BU YÖNTEMLE ELDE EDİLEN DENENMİŞ SAĞLAM BİLGİLER,  METAMORFOZ SİSTEMİ İLE ÇOK YOĞUNDAN AZ YOĞUNA BİLGİ AKTARIMINI SAĞLIYOR, DEĞİŞMEYEN TEK ŞEYİN DEĞİŞİMİN KENDİSİ OLDUĞU OLGUSUYLA, SONSUZ DEVİNİM ELDE EDİLİYOR. ALTAN TALEP GELİYOR, ÜST DE EVRENİ TALEP DOĞRULTUSUNDA ŞEKİLENDİRİYOR. 14 MİLYAR YIL ÖNCE SAMANYOLU GALAXSİSİNİN KURULMASI GİBİ. BU TALEBİN VE YENİ DÜZENLEMELERİN OLUŞUMUNUN SİSTAMATİĞİ AŞAĞADA ŞİİRLE VERİLMİŞTİR. İYİ YOLCULUKLAR.

      

ERDOĞAN ILDIZ

 

 

MANTIK

-DEVİNİMİN MANTIĞI VE RUTBELER-

 

KARYA RENK KARTELASI - RENKLERİN İLİŞKİSİ NUMARALI.JPG

 

UZUN İNCE BİR YOLDA

TOPRAKTAN TAA ARŞA

YARADANA KAVUŞMAYA

DEĞİŞİK KİSVELERDE

BELİRLİ GÖREVLER VE İSİMLERLE

YÜRÜYÜP DURUYORUZ

NASIL MI?

İŞİ SOMUTLAŞTIRMAK ADINA

MEVCUT OLUŞUMLA İŞE BAŞLAYALIM

ÖRNEĞİMİZİN İSMİNİ,

 SAMANYOLU GALAKSİSİ KOYALIM

YARADANI PATRON OLARAK TANIMLARSAK

BU GALAKSİNİN KURULMASI İÇİN

PATRONA BİRİLERİ ÖNERİ SUNACAK

YATIRIM ONAYI ÇIKTIKTAN SONRA

DENETİM FARKLI BİR BİRİM TARFINDAN YAPILACAK

DENETİM SONRASI İSKANI VEREN BİRİM

OLAYI YARADANIN ONAYINA

PÜRÜZSÜZ HAZIRLAYACAK

ŞİMDİ EVRENSEL AKILI TOPYEKÜN İNCELEYELİM

İŞİN SIRRINA ERELİM

YARADANIN AKLINA SAAT EKRANINDA 12 DERSEK

TOPRAKTAN BAŞLAYAN VE OLAYDA YARADILAN DİYE TANIMLANANA DA

SIFIR DEMEK GEREKİR

BÖYLECE, ŞİİRİN SONUNDAKİ TABLO ELDE EDİLİR.

BU TABLODA HER KONUMUN TANIMI,

KONUMUN SAAT KADRANINDAKİ YERİ

VE BU KONUMLARIN AKILSAL DEĞERİ

VE DE

KONUMLARIN BEYİN KULLANMA KAPASİTELERİ BELİRTİLMİŞTİR.

İŞTE OLAYIN FELSEFESİ BÖYLEDİR

FELSEFEYİ ANLARSANIZ EĞER BAŞINIZ BİR ÜST BASAMAĞA DEĞER

SİZ DE DE BİR PENCERE AÇARSA BU SÖZLER

NE DİYELİM, SİZE DE KOLAY GELSİN

TEMMENİMİZ,

 ELİNİZİ ATTIĞINIZ HER ŞEY YEŞERSİN.

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

 

6-3-2009

NİÇİN

 

NİÇİN YARADILDIK, BU ÇABA NİÇİN?

TÜM FELSEFELER YARADILIŞ NEDENİMİZİ,

EVRENDEKİ PARADOKSLARA BAĞLIYOR.

YARADAN BİZİ, AÇILIMLAR İÇİN KULLANIYOR.

OLAYI DAHA ANLAŞILIR KILMAK İÇİN

RENKLER İLE ÖRNEK VERELİM.

 

YARADAN ÜÇ RENKLE EVRENİ KURMUŞ,

KARIŞTIRDIKCA RENKLER COŞMUŞ

HER GÜN YENİ KARIŞIMLARLA

RENKLER SONSUZA KOŞUYOR.

HER GÜN KATLANAN BU NÜANSLAR, NE OLACAK?

TABİİ Kİ SONUÇTA GRİ OLACAK

TÜM RENKLERİN KARIŞIMI, SONUÇTA GRİYİ VERİR.

BÖYLECE, ENERJİ DENGELENİR.

METAMORFOZUN BİTTİĞİ YERDE

NÖTR HAL MEVCUTTUR.

BU HALİN, TABİİ TEZAHÜRÜ İSE “ BIG BANG “ DİR.

PEKİ, BURADA YARADANIN KARI NEDİR?

ONUN KARIDA, OLSA OLSA BİR ÜST EVRİMDİR

YENİ “ BIG BANG “ LER

YENİ RENKLER, YENİ KURMAYLAR,

YENİ AÇILIMLAR,

SONSUZ BİLGİ YOLUNDAKİ BU AÇILIMLAR

YOLCULUĞU DAHA HEYCANLI KILAR

BU SÜREÇ BÖYLE DEVAM EDERKEN

BAL DAMLAR EVRENDEN

BÖYLECE, YANLIZLIKTAN KURTULAN YARDAN

MEST OLUR YARATTIĞI SEFADAN

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

EVET, GELDİK ŞİMDİ,

 KİTAPSIZLARIN KİTBININ MUHTEVİYATINA

 

AŞAĞIDAKİ TABLODA BELİRTİLEN 10 FARZ VE 6 SÜNNET TEN OLUŞAN OLGUNUN UYGULAMASINA GAYRET EDİLDİĞİNDE EN AZINDAN KİTAPLI OLUNABİLECEK. DİĞER DİNLERİN KİTAPLI GÖRÜNEN FAKAT KİTBI UYGULMAYAN MENSUBU OLMAK YERİNE, BİZİM KİTABIN SADIK UYGULAYICISI OLARAK DAHA BİLİNÇLİ VE DAHA HUZURU BİR YAŞAMI KURABİLECEKSİNİZ.

 

-6-

KİTAPSIZLARIN KİTABININ MUHTEVİYATI

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

6-           10 FARZIN VE 6 SÜNNET İN AÇIKLAMASI

 

 

                               i.    

FARZ

SÜNNET

1.

RENKLER VE AÇILIMLARI- YARADANI VE EVRENİ ANLAMAK İÇİN ŞART

SPOR VE MEDİTASYON YAP

2.

TAYİN  - ÖLÜM YOK, TAYİN VAR

AZ YE

3.

HER KONUDA NİÇİNİ SOR

İNSANLARA MADDİ VE MANEVİ YARDIM ET

4.

BİLDİĞM BİR ŞEY VARSA, O DA HİÇ BİR ŞEY BİLMEDİĞİMDİR DE,  ÖZETLE BİLİYORUM DEME, BIRAK ANLATSINLAR

USTANI, DOSTUNU ZİYARET ET

5.

METAMORFOZ- ÇOK YOĞUNDAN AZ YOĞUNA AKIŞ- SENDEN DAHA BİLGİLİ, GÖRGÜLÜ KİŞİLERDEN DOST TUT

ÇARŞAMBALARI TATİL ET

6.

DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY, DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR. HER ŞEY DEĞİŞECEKTİR, KENDİNİ BUNA HAZIRLA

CANLI VEYA CANSIZ VARLIKLARA ZARAR VERME, ÖLDÜRME. BİRLİKTE YAŞAMAYI ÖĞREN

7.

TEZ- ANTİ TEZ – SENTEZ. – HER KONUDA BU YÖNTEMİ KULLAN

 

8.

ELİNE, BELİNE, DİLİNE SAHİP OL

 

9.

SADECE KUVETLİLER AYAKTA KALIR.- DARWIN TEORİSİNİ ESAS AL. HER ZAMAN KUVETLİLER AYAKTA KALIR.

 

10.

NE KADAR BİLİRSEN BİL, SÖYLEDİKLERİN, KARŞINDAKİNİN ALAYABİLDİĞİ KADARDIR. KİŞİLERE KAPASİTELERİNİN ÜSTÜNDE YÜKLEME YAPMA. EMEĞİN BOŞA GİDER.

 

 

KİTAPSIZLARIN KİTABININ MUHTEVİYATI

 

YÜZÜNÜZÜN GÜLMESİ 10 MADDENİN UYGULAMASINA BAĞLI, BU 10 MADDEYİ AÇIKLAMAYA ÇALIŞALIM 6 SÜNNETİ YAPMAZSANIZ DA OLUR

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

FARZ OLAN 10 KONU

1-        RENK

HER ŞEY 3 RENKTEN OLUŞUR. SARI- TOPRAĞI VE BEREKETİ. MAVİ- HAVA VE SUYU. VE DE ASALETİ KIRMIZI İSE-ATEŞ VE AŞKI SİMGELER.

2-        ÖLÜM YOK, TAYİN VAR

TOPRAKTAN TAA ARŞA ÇEŞİTLİ PLANETLERDE VUCUT BULARAK YETİŞTİRİLİRİZ

3-NİÇİN? CEVAPSIZ KALMAYACAK

TATMİNKÂR CEVAP ALANA KADAR BU KONUNUN PEŞİNİ BIRAKMAK YOK

4-BİLDİĞİM BİR ŞEY VARSA O DA HİÇ BİR ŞEY BİLMEDİĞİMDİR.

BİLİYORUM DEME, ÖNCE BİR DİNLE

5- METAMORFOZ( ÇOK YOĞUNDAN AZ YOĞUNA AKIŞ)

HAREKETİN TEMEL PRENSİBİ- DERYANIN YANINA KUYU KAZILMAZ. DERYA İLE DOST OL, BİLGİSİNDEN GÖRGÜSÜNDEN,İMKANLARINDAN FAYDALAN

6- DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR.

YARADAAN DÂHİL HERŞEY DEĞİŞİM HALİNDEDİR

7- TEZ ANTİ TEZ- SENTEZ

HER TEZİN BİR ANTİ TEZİ OLUŞTURULMALI ÇARPIŞAN FİKİRLERİN SENTEZİ İLE HAREKET EDİLMELİDİR.

8- ELİNE – BELİNE – DİLİNE SAHİP OL

ÇALMA- ZİNA ETME –YALAN SÖYLEME

9- SADECE KUVVETLİLER AYAKTA KALIR

DARWIN TEORİSNE GÖRE HAREKET EDİLMELİDİR

10- NE KADAR BİLİRSEN BİL SÖYLEDİKLERİN, KARŞINDAKİNİN ANLAYABİLDİĞİ KADARDIR.

KİŞİLERE KAPASİTELERİNİN ÜSTÜNDE YÜKLEME YAPMA.

SÜNNET OLAN 6 KONU

1-NAMAZ NİYETİNE SPOR VE MEDİTASYON YAP

2-ORUÇ NİYETİNE AZ YE

3-ZEKAT NİYETİNE İNSANLARA MADDİ VE MANEVİ YARDIMCI OL

4-        HAÇ NİYETİNE USTANI DOSTUNU ZİYARET ET

5-        ÇARŞAMBALARI TATİL ET

6-        CANLI VE CANSIZ VARLIKLAR İLE BİRLİKTE YAŞAMAYI ÖĞREN- ÖLDÜRME

 

İŞİ BU KADAR YALIN HALE GETİRMEK DE HİÇ DE KOLAY DEĞİL. BUNA DA KAFASI BASMAYANLARIN HER TÜRLÜ TACİZİNE MARUZ KALMAYI DA GÖZE ALARAK, BUNU YAPTIK. UMARIZ MAKBULE GEÇER.

 

 

 

-7-

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

28.05.2008

GÜLMEK

 

Yaradan, gülme becerisini, sadece insanoğluna vermiş

Birbirimize kazık atmadan, birlikte gülmemizi istemiş

Bir başına güleni, insan bile telakki etmemiş

Sevginin yeşerttiği, nefrettin körelttiği, malum

Bunu bilmek için, olmak gerekmez, âlim

Sevgi ile çıkılan bu yolda, birlikte yürünecek,

Birlikte gülmeyi beceremeyenler, işin başında elenecek

Her işin sırrı, adalette gizlidir

Adalet, mülkün temelidir

Bu felesefe ile, taraflar birlikte gülmeli,

Bir birini, hiç üzmemeli

Gülmeyi, daim etmek istiyorsa insan,

Şu noktalara önem vermeli;

Öncelikle, sabırlı olmayı öğreneceksin

Sabır, birçok şeyin temeli

Sabırlı kişi, önemsenmeli

Tekkeyi bekleyenin, çorbayı içtiği, gerçeği, es, geçilmemeli.

Gülmeyi daim kılan konulardan ikincisi

Doğru kişiye denk gelmektir

Doğru kişiyi, senin seçmen asla mümkün değildir

Yaradan iyiye denk getirirse, getirir

Düşersen, insanın yaramazına

En sağlam kilit bile dayanmaz, o düzenbaza

Pislik insanı, hiç birşey durduramaz

Dünyalar onun olsa da, o, asla iflah olmaz

Allah razı olsun, karşılıklı gülmek için sihirli kelimedir

Bu konuda da ana yaklaşım şöyledir;

Prensip, bir bardak su getirene bile,  şükranları iletmektir,

 Allah razı olsun ki ondan,

Onun sayesinde, içebiliyoruz bu suyu

Unutmamalı ki,

 Biri tarafından kazılmış, su aldığımız o kuyu

Allah ondan da razı olsun diyerek, onu da yadediyor,

Olaya başka bir boyut getiriyoruz

Bakış açımız böyle ayarlanınca

Sevgi dökülüyor bizden, tonlarca

Sevgi oluyor topluma, kuvvetli bir gıda

Fertlerin, gülen yüzleri, kavuşuyor aydınlığa

Birlikte gülebilmenin son koşulu ise

Şükürü elde tutabilmektir

Önce, sağlığının servet olduğunu, bileceksin

Servet düşkünlüğünün, sonunun olmadığını öğreneceksin

Şükrün, fren olduğunun bilincinde,

Paylaşmasını bilerek,

Diyojeni de yâd ederk, yoluna devam edeceksin

 

Gülen yüzlerinizin hiç solmaması dileğim ile

Erdoğan Ildız

EVET, SADECE İNSAN GÜLEBİLDİĞİNE GÖRE, TÜM BUNLAR, İNSAN OLABİLMEMİZ İÇİN TASARLANMIŞTIR.

 

8

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

-8-BU DA GÜLME FELSEFESİNİN HALISI

felsefehalısı136x212

 

 

Umarız, fikrin esası hakkında bir görüş edindiniz. Olayın sağlam temellere oturtulabilmesi için fikrin iskeletini oluşturan bir tablonun verilmesinin zamanı geldi.

 

 

-9-

TARİHİ GELİŞMELER KONUSUNDA AÇIKLAMALAR

DİNLER TARİHİNİN BAŞLANGICI

KIBELE

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

UZAYDAN GELDİKLERİ DÜŞÜNÜLEN İLK KAVİMLERİN YUKARI MEZOPOTAMYAYI SEÇMELERİNİN NEDENLERİNDEN BİRİ BERRAK VE GÜMRAH AKAN FIRAT NEHRİNİN OLDUĞU SÖYLENEBİLİR. ORTADOĞUNUN ANADOLUYA VE BALKANLARA AÇILAN KAPISI MALATYA VE ELBİSTAN OLDUĞU İÇİN, DOĞAL OLARAK MEDENİYETİMİZİN BU YÖREDEN BAŞLADIĞI VARSAYILABİLİR.

 

 

 

VARSAYILABİLİR.Hitit Krallığı

ROSE

ROSE

 

KİBELE

 

ETİLER’ İN TANRISI

HEM SÜMERLER’İN

HEM DE

TÜM MEZOPOTAMYA’NIN

ANA TANRIÇASI

BİR ANLAMDA HAMURABİ’NİN ANASI

HAMURABİ GÜNÜMÜZ KANUNLARININ

BABASI

ANLAYACAĞINIZ

RESİMLEDEKİLER

HEM ANALARIMIZ,

HEM BABALARIMIZ

HADİ HAYIRLISI

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

Hamrabi Kanunları

KİBELE

Hamrabi Kanunları

http://tbn2.google.com/images?q=tbn:PFXOZXz2F16YiM:http://image10.webshots.com/10/4/73/60/136847360rDGBYj_fs.jpg

Tam boyutlu görseli göster

http://tbn3.google.com/images?q=tbn:VAaLpJUZygOBqM:http://image63.webshots.com/63/2/6/18/2641206180092085695IaJGTa_fs.jpg

 

 

DEVİNİM FİKRİ;

 

Devinim fikrinin esası RENKLERE dayanmaktadır. Yaradan en iyi şekilde renklerle ifade edilir. SARI, Toprağı, MAVİ, Hava ve Suyu, KIRMIZI, Sevgi ve Ateşi simgeler. Bu 3 regin karışımından sonsuz renkler elde edilir. Bunun için yaradan en iyi reklerle ifade edilir. YARADAN TÜM RENKLERİN CEMİDİR. MUHTEVİYATI HER GÜN ZENGİNLEŞMEKTEDİR.

 

-10-

RENKLER VE SİMGELER

VE DE DEVİNİM FİKRİ

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

 

 

 

RENK

ANLAMI

NOT

1.      

SARI

TOPRAK

BEREKET

2.      

MAVİ

SU VE HAVA

ASALET

3.      

KIRMIZI

ATEŞ VE SEVGİ

 

4.      

YEŞİL- SARI VE MAVİNİN ÇOCUĞU

HAYATI SİMGELİYOR

HAYATI, BİTKİLERİ SİMGELİYOR

5.      

MOR – MAVİ VE KIRMIZININ ÇOCUĞU

ÖLÜMÜ SİMGELİYOR

 

6.      

TURUNCU – KIRMIZI VE SARININ ÇOCUĞU

ESERİ SİMGELİYOR

TOPRAK VE ATEŞTEN YAPILAN TREKOTALAR ESERDEKİ DAYANIKLIKLARI SİMGELİYOR.

 

 

HİÇLİKTEN HEPLİĞE, YOKLUKTAN VARLIĞA YOLCULUK ZERRE İLE BAŞLIYOR. BİLGİ İLE ZERRE BÜYÜYÜP, EVREN OLUYOR. BU AYNI ZAMANDA BİLGİSİZLİĞİN VE BİLGİNİN SAVAŞIDIR. OLAYIN RENGİ HER AN ARTIYOR, ZENGİNLEŞİYOR.

ÖNCE SALT ENERJİ ŞEKLİNDE DURAN BİLGİSİZLİK,                                                                                                                                                               BİLGİLENMENİN MUTLULUK OLDUĞUNU ANLIYOR, BU KAVRAYIŞ NİÇİNİ DOĞURUYOR. NİÇİN AÇILIMLARIYLA TEZ, ANTİTEZ, SENTEZ ÜÇLEMİNİ DOĞURUYOR. BU YÖNTEMLE ELDE EDİLEN DENENMİŞ SAĞLAM  BİLGİLER,  METAMORFOZ SİSTEMİ İLE ÇOK YOĞUNDAN AZ YOĞUNA BİLGİ AKTARIMINI SAĞLIYOR, DEĞİŞMEYEN TEK ŞEYİN DEĞİŞİMİN KENDİSİ OLDUĞU OLGUSUYLA, SONSUZ DEVİNİM ELDE EDİLİYOR.

 

ALTTAN TALEP GELİYOR, ÜST DE, EVRENİ TALEP DOĞRULTUSUNDA ŞEKİLENDİRİYOR. 14 MİLYAR YIL ÖNCE SAMANYOLU GALAXSİSİNİN KURULMASI GİBİ. BU TALEBİN VE YENİ DÜZENLEMELERİN OLUŞUMUNUN SİSTEMATİĞİ AŞAĞADA ŞİİRLE VERİLMİŞTİR.

 

İYİ YOLCULUKLAR

 

ÖMÜRÜ ORTALAMA 70 YIL ALIRSAK HER AY BİR TUĞLA EKLERSEK BİNAMIZA 70 X 12 = 840 TUĞLA KOYARIZ 1 KARNASYONDA. BEN DÜNYAYA FARK ATARIM, ANCAK TUĞLALARIMI SAYMAYA KALKTIM. MAALESEF ONDA BİRİNİ BULAMADIM. SİZ BENİM TUĞLALARI İNCELEYİN, SİZİNKİ DAHA İYİ İSE BİR ARAYA GELELİM. TANIŞMAK ONUR OLACAKTIR SİZLE.

 

 

EVRENİN SIRRI
TOPRAKDAN
VAROLUŞ TEZ İLE BAŞLIYOR VE YARADANA UZANIYOR

 

 

 

 

HER ŞEY TOPRAKTAN BAŞLIYOR 
TEZ, ANTİTEZ, SENTEZ ÜÇLEMİ İLE KUVVET BULUYOR 
METAMORFOZ  PRENSİBİ İLE
AKIŞ ÇOK YOĞUNDAN AZ YOĞUNA OLMAK KAİDİ İLE DEVAM EDİYOR

 

 

AŞAĞIDAKİ ŞİİRLER, YAŞAMI ANLAMLI KILMAK İÇİN BİZİ BİRTBİRİMİZE YAKLAŞTIRACAK NÜVELERİ SAĞLADIĞINDAN İYİ ÖZÜMLEMEK GEREKİYOR.

20-3-2010

gönlümün sepetinden

YAŞAMLA

BARIŞIK OLMAK

ROSE

YAŞAMLA BARIŞIK OLMAK,

DAHA MUTLU YAŞMAK İÇİN,

BAZI ÖNERİLERİMİZ VAR

BELKİ İŞİNİZE YARAR

YÜZÜNÜ BİR GÜLÜMSEME KAPLAR

SENDEN ALDIĞIMIZ FEYZ İLE

BİZİM DE YÜZÜMÜZ PARILDAR

KOLAY GELSİN DİYELİM

İLK KURALI VERELİM

BEKLENTİNİ YÜKSEK TUTMA,

HAYATTAN VE İNSANLARDAN

BEKLENTİN ORANINDA

HAYAL KIRIKLIĞI YAŞAYACAKSIN, ONLARDAN

ELİNDEKİ İLE YETİNMEK,

ŞÜKÜR EDEBİLMEK

BÜYÜK BİR ERDEMDİR

BUNU ÖĞRENMEK

YILMADAN BİSİKLETİN PEDALINI ÇEVİRMEK

ANA KURALIDIR YAŞAMANIN

ANCAK BU YOLCULUKTA

YARADANDIR, KAPTANIN

TEVEKKEL TAALALLAH DIR SLOGAN

YAŞAMA SAYGILI OLMAN,

YAŞAM RASYOLARINI BİLEREK

ONA AYKIRI DÜŞMEDEN YAŞAMAN

ÖRNEĞİN 2 SAAT UYKU İLE İDARE EDERİM DEYİP

KENDİNİ ALDATMAN,

AFFEDİLMEYECEKTİR

UNUTMA, PROGRAMIN NE KADAR YOĞUN OLURSA OLSUN

YAPABİLDİĞİN KADARINI YAPARSIN.

YAPAMADIKLARIN İÇİN DE ŞUNU UNUTMA

ÇARELER TÜKENMEZ

ELİNDEN GELENİ YAP,

HUZURLU YAT, HUZURLU KALK.

FORMUNDA OLMAK İÇİN SABAH AKŞAM, ÖĞLEN,

FIRSAT BULDUKÇA YÜRÜ VEYA SPOR YAP

ZAMAN ZAMAN KENDİNİ ŞIMART,

İŞTE, İHTİYAÇ DUYDUĞUN HAKİKAT

 

ROSE3

ERDOĞAN ILDIZ

SEVGİYE DEĞER BU AKROBOSİ

 

 

 

 

24-4-2009

GELİŞ VE GİDİŞ

 

TAYİNİMİZİN DÜNYAYA ÇIKMASI İLE

BAŞLAYAN SÜREÇ

BU DÜNYADAN BAŞKA BİR GEZEGENE

TAYNİMİZİN ÇIKMASI İLE DEVAM EDECEK

RUH ÖLMÜYORSA,

BU, BÖYLE OLMALI, EL MAHKÛM

SONSUZ BİR DEVİNİM İÇİNDE

YOLUMUZA DEVAM EDECEĞİZ

HEP O GELİŞ - GİDİŞİN FARKINI, FARK EDECEĞİZ

BU İŞİ DE ADAM GİBİ YAPMAK İÇİN

ÖNCELİKLE GELİŞ-GİDİŞİN FARKINI İYİ ÖĞRENECEĞİZ

BUNU YAPMAYI İYİ BECERİRSEK EĞER

ACILARIMIZ, FERYAT, FİGAN GİBİ İNLEMELER BİTER.

 

ŞÖYLE BİR KIYASLAYALIM

GELİŞ VE GİDİŞİN FARKINI

ANAN BABAN TANIŞIYORLAR

SEVGİ ORTAMI YARATIYORLAR

SENİN TEMELİNİ ATIYORLAR

DOKUZ AY ON GÜN SEFALI BİR BEKLEYİŞ

VE MUHTEŞEM BİR GELİŞ

HERKESİN YÜZÜ GÜLÜYOR

İLKOKULA GİDENE DEK,

SENİ, MUAZZAM BİR SEVGİ SELİ BEKLİYOR

OKUL, SENİ TOPLUMLA AKUPLE EDİYOR.

EVET, GELİŞ BÖYLE MUHTEŞEM BİR SÜREÇ

GÖRECELİ, YAVAŞ VE SEFALI

ÖMÜRNÜ SÜRÜYOR İNSAN, HIZLI VE DALGALI

GÖZ AÇIP KAPAYANA DEK, GEÇİYOR ZAMAN

BİR DE BAKIYORSUN KALMAMIŞ ARTIK

KOŞMAYA, SEVMEYE, ÇALIŞMAYA GENÇLİKTEKİ İMKÂN

NE DE OLSA, TECRÜBE VAR

KAFANDA ÇEŞİTLİ PLANLAR,

MASANDA BİR SÜRÜ DOSYALAR

GÖRECEK ONCA DOSTLAR

VE BİR GÜN

ANSIZIN GİDİYORSUN

YARIM KALIYOR BÜTÜN BU PLANLAR

EVET, İNCELİK BURADA

GİDİŞ YOLU, GELİŞ YOLU GİBİ SEFALI DEĞİL MUHAKAK

ANCAK

PROJELERİNİN BİTMEYECEĞİNİN FARKINDA OLARAK

HİÇ TAYİN OLMAYACAKMIŞ GİBİ ÇALIŞARAK

VE DE HER AN GİDECEKMİŞ GİBİ HAZIR OLARAK

YAŞAMI SÜRDÜRECEKSİN

HER ANIN SEFASINI SÜRECEKSİN

YARIM BIRAKTIKLARINI

SEVENLERİNİN VEYA IŞILTINI GÖRENLERİN

BİTİRECEKLERİNDEN EMİN OLABİLİRSİN

SEN BİR DEĞER YARATMIŞSIN

BUNU GERİDE KALANLARA SUNMUŞSUN

BU GANİMETİ MUHAKKAK GÖREN ÇIKACAKTIR

SENİN DE RUHUN ŞAD OLACAKTIR.

HUZUR İÇİNDE GİT

ARKANI DÜŞÜNME

YENİ TAYİN YERİNDE

NE SEFALI BİR KARŞILAMA BEKLİYOR SENİ

DÜŞÜNSENE

YİNE EL BEBEK, GÜL BEBEK

EMEKLEYEREK

SEVGİ İÇİNDE YENİ TAYİN MEKÂNININ

ŞARTLARINI ZORLAYARAK

ORADAKİ HAYATININ KEYFİNE VARACAKSIN

İÇİN RAHAT, YOLUN AÇIK,

SANA UĞURLAR OLSUN

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

 

 

 

 

7/5/2001

 

YABAN OTU

 

 

 

YABAN OTU, YALÇIN KAYALARDA BİTER

TUTUNDUĞU KAYAYI ÇATLATIR,

UN UFAK EDER.

NASIL KONMUŞTUR ORAYA,

NE YER NE İÇER,

ANLAŞILMAZ.

YERİNDEN SÜKÜLÜP ATILAMAZ

VIZ GELİR RÜZGAR,BORA

DOBRA DOBRA YAŞAR

SAĞLAM YAPISINA HERKES ŞAŞAR

 

SAKSI ÇİÇEĞİ İLE KIYASLANDIĞINDA

FARK ÇARPICI OLUR DAHA DA

SAKSI ÇİÇEĞİ NARİN

HER GÜN SU İSTER ,BAKIM DA

RÜZGARA BORAYA GELEMEZ,

SOLAR  O ANDA

 

İŞİMİZ YOK BİZİM ,SAKSI ÇİÇEKLERİ İLE,

YABAN OTLARI İLE GELECEĞİ KURACAĞIZ

ENGİN  KAYALIKLARIN ÜZERİNDE DALGALANACAĞIZ

YABAN OTU OLMAK NASİP OLMAZ HERKESE

YILMAYAN, SAVAŞCI YAPILIYSA KİMSE

ÇETİN ŞARTLARDA AYAKTA KALAN

HERŞEYE RAĞMEN YOL ALAN

KİŞİDİR, YABAN OTU

 

 

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

 

 

 

 

 

6-7-2010

AZİM VE TAKDİR

 

AZİM VE TAKDİR, GARİP BİR İKİLİDİR

ŞİFRESİNİ ÇÖZERSEN EĞER

SONUÇTA MUHAKKAK SANA ZAFERİ GETİRİR

BAŞARILI OLMAK İSTEYENLERE

ŞİFREDE YARDIMCI OLALIM BİR NEBZE

GERİSİNİ DE HERKES KENDİNE GÖRE GETİRE

AZİMDE

İSTEK, PLANLAMA, SABIR, İNAT, ÖLÇÜ VARDIR

SEN ELİNDEN GELNİN EN İYASİNİ YAPARSIN

GERİSİ ALLAHA KALIR

TAKDİR YARADANINDIR.

SONUÇ İSTEDİĞİN GİBİ ÇIKMAZSA

İŞİN UCUNU KOYVERMEK YOK

DAHA İYİSİNİ YAPMAK ZORUNDASIN

SONUNDA MUTLAKA BAŞARACAKSIN

İSYANLARI OYNAMAKLA BİR YERE VARILMIYOR

YAPAMADIN DİYE DE

YARADAN SANA DARILMIYOR

MESELEYİ DEĞİŞİK AÇILARDAN ELE ALMAYI ÖĞRENMEK

SENİ YARADANA YAKLAŞTIRIYOR

TAKDİR DE

ANLAŞILDIMI?

CANIM CANANIM

ŞİFREYİ ÇÖZMYE BİZİM KATKIMIZ BURADA BİTİYOR

DAHA DERİN DALIŞLAR İÇİN

KONU ELLERİNİZDEN ÖPÜYOR

 

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

10 ‘ UN DEVAMI

RENKLER VE DEVİNİM

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

 

YARADAN VE DEVİNİM

1

EVREN ENERJİ YUMAĞIDIR

 

BİLİNÇSİZ ENERJİNİN KIYMETİ HARBİYESİ YOKTUR

2

DEVİNİM FİKRİ

 

BİLGİ ENERJİNİN KONSANTRE OLMUŞ HALİDİR

DİĞER BİR ANLAMDA BİLGİ DAHA KALİTELİ ENERJİDİR

DEVİNİME YÖNELEN YARADAN KENDİ KUMAŞINI YÜCELTMEYE YÖNELMİŞTİR

DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR

KURAMINDAN YOLA ÇIKARAK SONSUZ DEVİNİME YÖNELEREK TANRISAL KURAMLA ÖRTÜŞMEK İÇİN YOLA ÇIKIŞ

YANİ DUR DURAK BİLMEDEN SONSUZ BİLGİ ÜRETMEK İÇİN DÜZEN ALMA İSTEĞİ

BİLGİSİZ, İÇİ BOŞ KARANLIK, İNSANSIZ YARATIKSIZ KARANLIK BİR ENERJİDEN OLUŞAN BİLİNÇSİZ BİR YARADANIN NE KENDİNE NE DE EVRENE BİR FAYDASI OLUR

KARANLIKTA YALNIZ BAŞINA OTURAN BİR KİMSEDEN KİMSEYE HAYIR GELMEZ

HEDEF BİLGİDİR

3

BIG BANG – BÜYÜK PATLAMA

 

DEVİNİME YÖNELEN YARADAN 14 MİLYAR YIL ÖNCE  SAMAN YOLU GALAXISINI KURMA EYLEMİNE BAŞLAR. BÜYÜK PATLAMADAN BU YANA GEÇEN ZAMAN İÇİNDE HALEN EVREN GENİŞLEMEYE DEVAM ETMEKTEDİR. BÜYÜK PATLAMAYI BİR EL BOMBASININ PATLAMASI OLARAK ELE ALIRSAK BONBANIN PARÇALARININ HALA ÇEŞİTLİ İSTİKAMETLERE DAĞILDINI VARSAYALIM. YANİ EYLEM HENÜZ BİTMİŞ DEĞİLDİR.

4

DEVİNİM FİKRİNİN DEVREYE SOKULUŞU – 3 RENK

 

EVRENİ KURAN YARADANIN, SONSUZ AÇILIMLARIN ÜRETTİĞİ DEVAMLI YENİLENEN BİLGİNİN DEPOLANDIĞI MERCİ OLARAK PARADOKSLAR YARATARAK BİLGİNİN VERSİYONLRINI ELDE EDERKEN EVRENDEKİ TÜM CANLI VE CANSIZ ELEMENTLERİ KULLANMAK İÇİN YOLA ÇIKMIŞTIR.

İŞİ BASİT BİR ANLATIMLA ELE ALIRSAK BASİTÇE 3 RENK VASITASI İLE SONSUZ RENKLERİ ELDE ETME YOLUNA GİTMİŞTİR. SARI RENK İLE TOPRAĞI, MAVİ RENK İLE SU VE HAVAYI, KIRMIZI RENK İLE ATEŞİ ÖZDEŞLEŞTİREREK, BUNLARIN KARIŞIMINDAN ELDE EDİLEN SONSUZ RENK VERSİYONLARI İLE BİLGİSİNİ ARTIRIRKEN, KURMAYLARINI DA SEÇMEKTEDİR. EVRENDE ÖLÜM YOK TAYİN VARDIR. BU YÜZDEN BİLGİNİN DEVAMLILIĞI ESASTIR

5

GRİ- ÇELİŞKİLERİN AZALMASI

 

REKLERİN BİR BİRLERİ İLE ÇİFTLLEŞTİRİLMESİ SONUÇTA GRİ RENK İLE SON BULACAKTIR. OLAY BU DURUMA GELDİĞİNDE BİR ÜST EVRİMDE DEVİNİME DEVAM ETMEK GEREKECEK BU DA BAŞKA BİR BIG BANG’İ GEREKTİRECEKTİR.

6

BİG BANG

 

EVRENİN TEKRAR BİR ÜST BİLİÇLE KURULUŞU

7

YENİ DEVİNİM FİKRİNİN DEVREYE SOKULUŞU – 3 RENK

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Oval: YILLIK
ÜRETİLEN TUĞLA SAYISI	70 YILLIK ÖMÜR SÜRESİNCE BEKLENEN TUĞLA ÜRETİMİ
1	YAMAK	70
2	ÇIRAK	140
3	KALFA	210
6	USTA	420
12	PİR	840

-11-

- YAŞAM HESAB-I CARİSİ

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

31-12-2010

YILIN GETİRDİKLERİ VE GÖTÜRDÜKLERİ

- YAŞAM HESAB-I CARİSİ

 

TAYİN ŞİİRİMİZDE DE İŞARET ETTİĞİMİZ GİBİ

EVRENDE, ÇALIŞMANIN ZAMANI VE DE MEKÂNI YOKTUR,
ZARF ESKİDİ, VERİMİN DÜŞTÜYSE EĞER,
DAHA DİNÇ BEDENLE, DAHA İYİ BİR YERDE,
VÜCUT BULMAYA KİM HAYIR DER.
BU SAYEDE, DAHA ÇOK TUĞLAYI BİNANA EKLEMEK,
SENİ DAHA MUTLU EDER.

TAYİNİNİN ÇIKTIĞI YERDE
GAYRETİNLE, YAPINA EKLERSİN BİR TUĞLA DAHA
YARADAN’A KURMAYLIK YOLUNDA, RÜTBEN GİDER SONSUZLUĞA.

MADEM DÜNYAYA TUĞLA EKLEMYE GELDİK BİNAMIZA

BİZ DE SORUYORUZ DOSTLARA

GEÇEN BİR YIL NE KADAR TUĞLA EKLEDİ BİNANA

YETMİŞ YILLIK HAYATTA

ASGARİ BİR TUĞLA HESABI İLE

YETMİŞ TUĞLA LAZIM YAMAĞA (1)

ÇIRAK BUNU KATLAMALI (2) YE

KALFA İSE SONSUZLUĞUN KIYISINA YANAŞMALI (3) E

USTA EKİBİ KADAR KOYMALI TUĞLA

BU SAYI ALTIDAN EKSİK OLMAYA(6)

PİR DAHA ÇOK ÜRETCEK EL MAHKÛM

12 TUĞLA İLE YILI BİTİRECEK

YANİ HER AYA BİR TUĞLA DİYECEK

EVET, DOST, SAY BAKALIM

SEPETTEKİ YUMURTALARI

GEÇEN BİR YILDA

MEMNUN ETTİN Mİ?

EL ALDIĞIN USTALARINI

KANTARIN BELİNDE

NETİCEDE

GELİŞİMİNİ,

OĞLUN GİBİ EVER,

KIZIN GİBİ GELİN ET, DERLER.

UNUTMA,

HERŞEY SENDE BİTER.

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

12X70=840 TUĞLA PİRİN HEDEFİ OLMALI. KENDİMİZİ BRAŞIMIZDA PİR OLARAK KABUL EDERSEK, DURUMUMUZA BİR BAKALIM. NEYİ HEDEFLEMİŞİZ, NEYİ HAK ETMİŞİZ.

AŞAĞIDAKİ SÜTUNLARDA HANGİ NİTELİKLERİ EDİNİRSENİZ YAMAK PİR SIRALAMASINDA YERİNİZİ ALIRSINIZ LİSTEYİ DOLDURURSANIZ YARDIMLARINIZ İÇİN MÜTEŞEKKİR KALIRIZ.

 

 

-12-

TUĞLALAR

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

NİTELİKLER

 

NİTELİKLER

 

 

1.      

ÖĞRENME MERAKLISI

1.      

DİNLEMESİNİ BİLEN

1.      

 

2.      

LİSANLAR ÖĞRENMİŞ

2.      

KARŞISINDAKİNİ ONURE EDEN

2.      

 

3.      

DÜNYAYI GEZMİŞ

3.      

GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ OLAN YA DA OLDUĞU GİBİ GÖRÜNEN

3.      

 

4.      

FİLOZOF

4.      

YALAN SÖYLEMEYEN

4.      

 

5.      

EĞİTİMCİ

5.      

HEPİMİZ BİRİMİZ BİRİMİZ HEPİMİZ İÇİN DİYEBİLEN

5.      

 

6.      

İŞ ADAMI

6.      

TEVEKKÜLLÜ TEALLAH KAVRAMIŞ

6.      

 

7.      

ŞAİR

7.      

SABRIN KERAMETİNİ BİLEN

7.      

 

8.      

SATICI

8.      

SERT RÜZGARLAR KARŞISINDA EGİLEBİLEN

8.      

 

9.      

HALICI

9.      

EN EL HAKKIA KAVRAMIŞ

9.      

 

10.    

VARLIKLI

10.    

NİÇİNİ SORGULAYABİLEN

10.    

 

11.    

ARKADAŞ CANLISI

11.    

MENTEMORFOZUN KERAMETİNİ

11.    

 

12.    

RENK USTASI

12.    

BİLDİĞİ TEK ŞEYİN HİÇBİRŞEY BİLMEDİĞİNİN OLDUĞUNUN FARKINDA OLMAK

12.    

 

13.    

YARATICI

13.    

DEĞİŞMEYEN TEK ŞEYİN DEĞİŞİMİN KENDİSİ OLDUĞU OLGUSUNUN FARKINDA OLMAK

13.    

 

14.    

AİLE BABASI

14.    

UMUTLU POZİTİF DÜŞÜNCEYİ BİLEN VE UYGULAYAN

14.    

 

15.    

BİTKİ UZMANI

15.    

TARZINI BELİRLEMİŞ HEM KENDİ TARZINI İFADE EDEBİLEN HEMDE İFADE EDİLEN TARZLARI ALGILAYABİLEN

15.    

 

16.    

BİLGİSAYAR USTASI

16.    

 

16.    

 

17.    

HAYVAN SEVEN

17.    

UYKULARI DİNLENDİRİCİ

17.    

 

18.    

SUVARİ

18.    

YEMEĞİ ZAMANINDA YİYEN

18.    

 

19.    

BİSİKLET TUTKUNU

19.    

EKİP ÇALIŞMASINI BECERMİŞ

19.    

 

20.   

ARAŞTIRMACI

20.   

PLANLI PROGRAMLI

20.   

 

21.    

YAZAR

21.    

DÜZENLİ

21.    

 

22.   

SEYYAH

22.   

SATIŞ YAPABİLEN

22.   

 

23.   

TASARIMCI

23.   

YENİ BİR ŞEKİL,RENK,MÜZİK KATABİLEN

23.   

 

24.   

SAZ ÇALAN

24.   

 

24.   

 

25.   

RESİM YAPAN

25.   

 

25.   

 

26.   

SANAYİCİ

26.   

 

26.   

 

27.   

GURME

27.   

 

27.   

 

28.   

FOTOĞRAFCI

28.   

 

28.   

 

29.   

Sistematik

29.   

 

29.   

 

30.   

Halı tamiri uzmanı

30.   

 

30.   

 

31.    

Halı yıkama uzmanı

31.    

 

31.    

 

32.   

Zeytin uzmanı

32.   

 

32.   

 

33.   

Halı üretimi uzmanı

33.   

 

33.   

 

34.   

34 TUĞLA

 

23 TUĞLA

34.   

TOPLAM 57 TUĞLA

 

PİR OLARAK  HEDEFİMİZ 840 TUĞLA İDİ. 64 YAŞINDA OLDUĞUMA GÖRE 64/70 =%91 ÖMÜR BİTMİŞ DERSEK 840X0,91 = 764  TUĞLA YAPMAMIZ GEREKİRDİ AMA BİZ 57 TUĞLA YAPMIŞIZ YANİ PROGRAMIN 57/764 = %7 Sİ GERÇEKLEŞMİŞ. BU FEVKALADE BAŞARISIZ BİR OPERASYONA GİRER.

EVET BU DÜNYAYA NİTELİKLERİMİZİ ARTIRMAYA TANRISAL YOLDA ELİMİZDEN GELDİĞİNCE YÜRÜMEYE GELDİK. YAŞ 63 TOPLAYABİLDİĞİMİZ TUĞLA SAYISI YUKARIDA BELİRTİLMİŞTİR. FAZLA İLERİ GİTTİĞİMİZ SÖYLENEMEZ.

 

BURADAN ŞU SONÇ ÇIKMAKTADIR: YA PİRLİK HEDEFİNİ YÜKSEK KOYMUŞUZ, YA DA ÇALIŞMALARIZ YETERSİZ OLMUŞ, YAMAK SEVİYESİNDE ÇALIŞMIŞIZ. YA DA KRETERYAMIZ TOP YEKÜN HATALI. BU DURUMU ÖLÇEBİLMEK İÇİN  VE DE HATALARI GÖREBİLMEK İÇİN , YUNAN TANRILARINDAN OLAYI ELE ALIP, GELİŞTİRDİĞİMİZ FİKİRSEL EVRİMİ BİR İNCELEMEYE TBİİ TUTALIM, HATALARIMIZI GÖRÜP DÜZELTEBİLİRSEK. BU KİTAPTA AMACINA ULAŞMIŞ OLUR.

 

 

YUNAN TANRILARI:

 

TANRI FİKRİ İYİCE YAYGINLAŞINCA, OLAYI TAKİP ETMEK DE ZORLAŞIYOR. YUNAN TARILARININ DURUMU BÖYLE ZAMAN ZAMAN BEN DE BİR KAÇININ HÜVİYETİNE BÜRÜNMEK DURUMUNDA KALDIM. BU ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK İÇİN ZORUNLUYDU. “ GEL OKULU “ EĞİTİMLERİNDE ÇOK FAYDALI OLDU. ÖĞRETMEK İÇİN BU ŞART. AMA HİÇ DE KOLAY İŞ DEĞİL.

 

 

-13-

YUNAN MİTOLOJİSİNDEKİ TANRILAR


( FİHRİST İÇİN TIKLA )

Search Wikimedia Commons

Wikimedia Commons has media related to: Greek deities

Subcategories

This category has the following 13 subcategories, out of 13 total.

A

·         [+] Apollo (4 C, 18 P)

·         [+] Ares (3 C, 11 P)

·         [+] Asclepius (3 C, 11 P)

D

·         [+] Dionysus (3 C, 14 P)

H

·         [+] Hades (3 C, 1 P)

H cont.

·         [+] Helios (2 C, 3 P)

·         [+] Hephaestus (2 C, 6 P)

·         [+] Heracles (3 C, 21 P)

·         [+] H

·         ermes (4 C, 5 P)

P

·         [+] Pan (1 C, 11 P)

P cont.

·         [+] Phrygian gods (4 P)

·         [+] Poseidon (4 C, 1 P)

Z

·         [+] Zeus (5 C, 3 P)

 

Pages in category "Greek gods"

The following 124 pages are in this category, out of 124 total. This list may not reflect recent changes (learn more).

A

·         Achelous

·         Acheron

·         Adonis

·         Aegipan

·         Aeolus

·         Aesepus

·         Aether (mythology)

·         Aethon

·         Agathodaemon

·         Agon

·         Agreus

·         Alastor

·         Alpheus (mythology)

·         Anakes

·         Anapos

·         Anemoi

·         Anteros

·         Aon (mythology)

·         Aphrodite

·         Apis (Egyptian mythology)

·         Apollo

·         Ares

·         Arimanius

·         Aristaeus

·         Asclepius

·         Asopus

·         Asterion (god)

·         Astraeus

·         Atlas (mythology)

·         Axius (mythology)

B

·         Brychon

C

·         Caerus

·         Castor and Pollux

·         Cebren

·         Cephissus

·         Cephissus (Athenian plain)

·         Ceryx

·         Coeus

·         Comus

·         Cratos

·         Crius

·         Cronus

D

·         Deimos (mythology)

·         Dionysus

E

·         Enipeus (mythology)

·         Enyalius

·         Epimetheus (mythology)

·         Epiphron

·         Eridanos (mythology)

·         Eros

·         Erotes (mythology)

·         Evenus (mythology)

G

·         Geras

·         Glaucus

·         Alexiares and Anicetus

H

·         Hades

·         Harpocrates

·         Helios

·         Hephaestus

·         Heracles

·         Hermes

·         Hermus

·         Hesperus

·         Hymenaios

·         Hyperion (mythology)

·         Hypnos

I

·         Iacchus

·         Iapetus (mythology)

·         Inachus

K

·         Kladeos

·         Kydoimos

L

·         Lamos

·         List of Greek mythological figures

M

·         Makhai

·         Meander (mythology)

·         Meilichios

·         Melicertes

·         Menoetius (mythology)

·         Momus

·         Moros

·         Morpheus (mythology)

·         Myiagros

N

·         Nereus

·         Nilus (mythology)

N cont.

·         Nomos (mythology)

O

·         Oceanus

·         Old Man of the Sea

·         Olethros

·         Oneiroi

·         Ophion

·         Ourea

P

·         Paean

·         Palici

·         Pan (god)

·         Peneus

·         Penthus

·         Phanes (mythology)

·         Phantasos

·         Philomelus

·         Phobetor

·         Phobos (mythology)

·         Phorcys

·         Phrike

·         Phthonus

·         Plutus

·         Polemos

·         Ponos

·         Pontus (mythology)

·         Porus (mythology)

·         Poseidon

·         Priapus

·         Proteus

S

·         Scamander

·         Simoeis

·         Spercheus

T

·         Telesphorus (mythology)

·         Thaumas

·         Tmolus

·         Triton (mythology)

·         Trophonius

U

·         Uranus (mythology)

Z

·         Zagreus

·         Zelus

·         Zeus

 

Retrieved from "http://en.wikipedia.org/wiki/Category:Greek_gods"

Categories: European gods | Gods by culture | Greek deities | Indo-European mythology

 

 

-14-

EŞİTLİ EVRELERDE SİMGELERİM:

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

20/9/2008

ZEUS

 

Zeus'un yeri

 

 

14

ÇEŞİTLİ EVRELERDE SİMGELERİM

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

HERMES

13-30 YAŞ ARASI SİMGEM

DSCN3649

-ZEUS’ÜN OĞLU

-TANRILARIN POSTACISI

-TÜCCARLARIN TANRISI

Hermes'in ünlü kadüse sembolü

TİCARTE ERKEN BAŞLADIĞIM İÇİN – 6 YAŞ – TÜCCARLARIN TANRISI HERMESİ KENDİME ÖRNEK ALDIM.

Hermes, (Yunanca ʽρμς ) Zeus ve Maia’nın oğludur. Zeus’un habercisidir. Tanrıların en kurnazı sayılır. Tanrıların en hızlısıdır. Bir de büyülü değnek taşır. Üstün nitelikleri olan Hermes, efsaneye göre daha bir günlükken ayağa kalkar, beşiğinden çıkar, kaplumbağa kabuğundan yaptığı bir liri çalıp ondan çıkan seslerle eğlenir. Bir gün kırlarda dolaşırken tanrı Apollon’un koruması altındaki inekleri çalar. Apollon olayı öğrenince çok kızar; cezalandırılması için Hermes’i kolundan tutup Zeus’a götürür. Ne var ki, Hermes’in lirinden çıkan sesler Zeus’u da ve Apollon’u da büyüler. Zeus, cezalandıracağı yerde Hermes’e kanatlı bir başlıkla bir çift ayakkabı vererek onu tanrıların habercisi yapar. Haberci Hermes ölülerin ruhlarını yeraltına götürür; çobanlarla, yolunu şaşıran yolculara kılavuzluk eder. Yaşlı Kral Priamos’u, Hektor’un ölüsünü almak için Aşil’in barınağına götüren de odur. Hermes’in İo efsanesinde de önemli bir görev üstlendiği görülür. Zeus’un karısı Hera, İo adlı bir rahibeyi kıskandığı için onu ineğe dönüştürür, başına da bekçi olarak 100 gözlü canavar Argos’u diker. Argos uyurken en fazla iki gözünü yumduğundan ona yanaşmak çok tehlikelidir. İo’nun kurtarılması için Zeus, Hermes’i görevlendirir. Hermes canavarın yanına oturarak eline lirini alıp tatlı tatlı çalmaya başlar. Bu hoş müzikle Argos’un gözlerinin tümü ağır ağır kapanır, giderek derin bir uykuya dalar. Hermes de uyuyan canavarın kafasını keser.

Çevik haberci Hermes tüm atletlerin koruyucusu olduğu gibi akıllı ve kurnaz olduğu için hırsızların, kumarbazların ve tüccarların da koruyucusudur. Liri, kavalı, notaları, astronomiyi, ölçü birimlerini ve sporu icat etmiştir.

Mitolojistlerce eril öğenin temsilcisi olarak kabul edilir. Çocukları, Pan, Eros, Hermaphroditus, Priapos, Tyche, Abderus ve Autolycus’dur.

Roma mitolojisi [değiştir]

==Roma mitolojisi==

Hermes [[Roma mitolojisi]]nde [[Merkür]] olarak anılır. Güneş’e en yakın gezegene onun adı verilmiştir.

 

Hermes’in aslen [[Mısır Mitolojisi]]’ndeki [[Thot]], [[Thot]]’un da Kur’an’da adı geçen [[İdris]] olduğu iddia edilmektedir.

 

Yunancada Hermes Trimegustus (üç kere kusanmış hermes) anlamına gelmektedir.gelmişim geçmişin ve geçişin efendisi olarak adlandırılır.

 

ARTEMİS

30-50 YAŞ ARASI SİMGEM

felsefe

-BEREKET TANRISI

 

150px-Diane_de_Versailles_Leochares

TABUTUMUN ÜSTÜ İÇİN YAPTIĞIM BU HALIDAKİ MOTİFLER ŞUNLARI SİMGELEMEKTEDİR 1- EL: EMEĞİ, 2- ARTEMİS: BEREKETİ, 3- YEN VE YAN: HER İYLİĞİN İÇİNDE, BİR KÖTÜLÜK. HER KÖTÜLÜĞÜN İÇİNDE DE BİR İYLİK VARDIR. TÜMGÜÇLÜKLERİ BU YÖNELİŞLE AŞAR 4- ÇİÇEKLER, GÜZELLİKLER VE CENNETE ULAŞIRSIN.

Artemis, Roma’daki adı Diana, Zeus ile Leto’nun kızı. Phoebe olarak da bilinir. Apollon’un ikiz kız kardeşi, vahşi doğa tanrıçası.Ares’in dostudur.

Kardeşinden bir gün önce doğup Apollon’un doğumu sırasında annesine yardım etmiştir. Annesinin çektiği acıyı gören Artemis evlenmemeye ve bakire kalmaya yemin etmiştir.delos adasında doğmuştur.apollon güneşi,rtemis ise ayı temsil eder;apollon’a “feobos” (=parlak,ışıklı)denildiği gibi, rtemis’e de “Feobe” denilirdi.ikisi de yayla silahlanmıştır, oklar atarlar:oklar güneş ve ay ışınlarının sembolüdür.artemis ;güzel ,endamlı,ciddi yüzlü, tanrısal bir bakiredir. Saf ışık tanrıçası olarak afifliği sembolleştirir; kültünün kanunu olarak afifliğe, -erkek,kadın- duacıları riayet zorundaydı.ona tapınan ve onun gibi dünya iptilasından uzak, dağlar, ormanlar arasında yaşayan hippolyt, afiflik yüzünden helak olduğu zaman rtemis ona yüksek şerefler müjdeleyerek teselli vermiştir.sonraları rtemis adına türlü kültlere sapılmıştır.bunlardan biri,efes’de rtemis’e, bütün tabiatı dölleştiren ve göğsü sayısız memelerle örtülü bir tanrıça gibi düşünülerek tapınılmasından doğan kült idi. Rivayete göre Nenflerden oluşan hizmetçileriyle ormanda avlandığı bir gün karşısına çıkan iri cüssesli ama çok yakışıklı bir avcı olan Orion’a aşık olmuştur ve onunla evlenmek istemiştir. Kardeşini kıskanan Apollon, bir gün Orion denizde yüzerken kıyıdan uzaklaşıp, kafasının bir nokta gibi göründüğü anda Artemis’i çağırıp o noktaya kadar ok atıp atamayacağını sormuş, Artemis oku fırlatmış ve bilmeden sevdiği adamı öldürmüştür. Bu olaydan sonra ışığını kaybeden Artemis babası Zeus’tan Orion’u bir takımyıldızı olarak gökyüzüne çıkarmasını istemiş, Zeus da kızının bu isteğini yerine getirmiştir. Artemis yunan ev ve orman tanrıçasıdır.Bunun yanında Artemis bakireliğini bir erkeğe verip gebe kalan kadınları okuyla öldürmüş.

 

ANKA KUŞU – FINIX

50-? YAŞ

phoenix2.gif

GÜZELLİK VE ÖLÜMSÜZLÜK SİMGESİ

 

phonix kuşu

 

phoenix_text

  clip_image001

 

Eski Mısır,Yunan ve Arap kültürlerinin efsanelerinde bahsi geçen bu kuş,ölümsüzlüğü ifade eder. Efsaneler bu kuşun Arabistan’da serin bir pınarın yakınında yaşadığını,her sabah güneş tanrısı arabası ile buradan geçerken bir süre durup bu kuşun serin pınarda banyo yaparken çok güzel sesi ile söylediği şarkıları dinlermiş. Sadece söz konusu edilen konumda ve dünya yüzünde bir tane bulunan bu nadir kuşun altın sarısı ve koyu kırmızıdan oluşan parlak tüyleri varmış. Cüssesi kartal büyüklüğünde olup ömrünün en az 500 yıl olduğu bilinmekle beraber,çeşitli rivayetlerde bu ömrün 540,1000,1461,7006,12994 yıl olduğu da yer almaktadır. Biz de bundan böyle minimum ömrünü 500 yıl alıp efsanemizi bu temelde geliştireceğiz.

 Bu güzel ve hayatın sonsuzluğunu simgeleyen kuş,ömrünün sonuna yaklaştığını hissedince kendine güzel kokulu bitkilerden, ağaç kabukları ve yongalarından güzel bir yuva hazırlayarak içine yerleşir ve öğlen güneşi ile bu yuvayı ateşe verirmiş. Tamamen alevler tarafından yutulan Phoenix kuşunun kalan küllerinden  yeni bir Phoenix kuşu 3 gün içerisinde hayat bulur ve görevi teslim alırmış.

 Atasının küllerinden oluşan yeni Phoenix ,ilk iş olarak atasından geriye kalan külleri yumurta şekline sokup mumyaladıktan sonra Heliopolis’e ( Mısır’da Güneş Tanrısının Bulunduğu Şehir,Güneş Şehri ) uçup bu külleri güneş tanrısının korumasına sunarmış. ( Phoenix kuşları Heliopolis ‘i bir çeşit mezarlık olarak kullanıyorlar )

 Phoenix kuşu, eski mısırda güneş tanrısı “ Ra “ ya tapınmanın bir simgesi olarak ortaya çıkıyor, her akşam batan güneşin ertesi gün yeniden doğuşunu simgeliyordu. Tekrar hayat buluş inancının da temelini teşkil eden bu düşünce tarzı ile ölüm ve tekrar hayat buluş düşüncesi Phoenix simgesi ile  çok güzel ifade edilmiştir.

 Bu simge asırlar boyu pek çok hareket,kurum ve kuruluşa sembol olmuş,antik çağlarda Roma sikkelerinde Romanın ölümsüzlüğünün sembolü olarak resmedilmiştir.

 Yöntem Emlak için  bu simgeyi amblem olarak seçmekle, biz de size şunu ifade etmek istiyoruz. Hayatın sonsuz güzelliklerini sonsuz enerji ile size taşıyacağız. Sizin beğenileriniz bizim hayat buluşumuzun külleri olacak, bu hazzın verdiği kuvvetle size sonsuza kadar dürüstçe hizmet edeceğiz.

 Saygılarımızla

 Daha etraflı ek bilgi :

 * -  AnaBiritanica Ansiklopedisinde ANKA Kuşu hakkında yazılanlar.

 ANKA, RUH, SİMURG, ZÜMRÜTÜANKA  olarak ta bilinir, efsanedeki dev kuş. Yemek gayesi ile filleri ve başka iri hayvanları kaldırıp taşıdığı söylenir. Ünlü Arap öyküleri bin bir gece masalarında adı geçer. Venedikli gezgin Marco Polo da Madagaskar’ı ve Doğu Afrika açıklarındaki diğer adaları anlatırken bu kuştan bahseder. Marco Poloya göre, Kubilay han bu yörede Anka kuşunun aranmasını istemiş, kendisine büyük olasılıkla Anka kuşunun tüyü diye Rafya palmiyesinin yaprağı getirilmişti. Büyük bir olasılıkla bir balıkçıl türü olan bu kuş, Tanrı tarafından kusursuz olarak yaratılmış, ancak sonradan bir belaya dönüşmüş ve öldürülmüştü. Anka ortaçağ Arap ve Fars bilim kitaplarına da girmiştir. 

Batı dillerine Phoenix olarak geçen Anka kuşu, eski Mısırda ve Antik çağda güneş tapınması ile ilgili efsanevi bir kuştu. Mısırlıların Anka sı kartal büyüklüğündeydi. Kızıl ile altın renkli tüyleri ve hoş bir sesi vardı. Dünyanın her döneminde yalnız bir tane Anka kuşu bulunur ve bu Anka da çok uzun yaşardı. En eski kayıtlardan bu yana hiçbir kayıtta Anka kuşu için 500 seneden aşağı bir ömre rastlanmamıştır. Sonunun yaklaşmakta olduğunu hisseden Anka kuşu, güzel kokulu dallardan yapraklardan baharatlı otlardan kendisine bir yuva yapıp, içine girip, yuvayı tutuşturup, bu mis kokulu ateşin içinde kül olur giderdi. Bu küllerin arasından mucizevî bir şekilde doğan yeni Anka kuşu atasından kalan külleri, hoş kokulu ve mumyalanmış olarak yumurta biçimine getirip Mısırdaki Heliopolis’e ( Güneş Şehri ) götürür ve Mısır Güneş tanrısı Ra’nın  tapınağındaki sunağın üstüne bırakırdı. Bu öykünün bir başka çeşitlemesine göre ise, ölmekte olan Anka, Heliopolis’e uçar kendisini kurban tetiği sunak ateşinden yavru Anka doğardı.

Eski Mısırda doğan güneşin ve ölümden sonraki yaşamın bir simgesi olarak birçok anıtta yer alan BENNU, güneş tapınması ile ilgili bir balıkçıl kuşu idi. Ama eski yapıtlarda anlatılan Anka tüm benzer dinsel anlamlarına karşın, balıkçıl kuşuna hiç benzemiyordu. Anayurdu da Mısır değil Arabistan, Hindistan gibi gün doğumuna daha yakın ve baharatın daha bol yetiştiği ülkelerdi. Anka öyküsü büyük bir ihtimalle doğuda vücut bulmuş, daha sonra Mısırda Heliopolis güneş tapınağı rahipleri tarafından benimsenerek kendi ortamlarına uyarlanmıştır. Efsanenin Mısıra uyarlanması, Anka kuşu (  Phoenix ) ile çok eskiden beri güneş tapınması ile ilgili olan palmiye ağacının ( Yunanca : Phoenix ) arasında bağlantı kurulmasını kolaylaştırmıştır.

Mısırlılar için Anka kuşu ölümsüzlüğü simgeliyordu. Antik çağın sonlarına doğru da ölümsüzlükle Anka kuşu arasında bir ilişki olduğu düşünülmekteydi. Ölümsüz Roma ya benzetilen Anka kuşu, geç dönem Roma paralarında ölümsüz Roma kentinin simgesi olarak yer alırdı. Ayrıca Hıristiyanlıkta da yeniden hayat buluşun simgesi olarak çeşitli zaman ve eserlerde bu simge kullanılmıştır.

İslam mitolojisinde Anka, kuşların padişahı diye bilinir. Hz. Musa zamanında yaratılmış. Hicaz’a gitmiş, Hz. Süleyman’ın meclisinde bulunmuştur. Zülkarneyn ile Kaf Dağında görüşmüş, Rüstem’in babası Zal’ı büyütmüş, Hz. Muhammet den evvel bir peygamberin bedduası ile yok olmuştur.

Boynu gerdanlık gibi beyaz tüylerle kaplı olduğu için Arapça’da gerdanlık anlamına gelen Anka diye isimlendirilmiştir. Farsça da ise otuz renkli anlamında sireng, otuz kuş büyüklüğünde olduğu için de simurg olarak anılmıştır. Türkçe’ye Arapça’sı ve Farsça’sı birlikte geçmiş, simurg ve Anka, halk dilinde “ Zümrüdüanka “ şekline dönüvermiştir. Eski Türkler daha çok Toğrol ya da Tuğrul demişler, halk arasında “ Devekuşu “ olarak da anılmıştır.

Günümüzde bu simgeyi en yaygın yaşatan yer Amerikanın Arizona eyaletinin başkenti Phoenix kentidir. Çölde kurulan bu şehir kısa zamanda ismini aldığı kuş gibi çölün tozu, toprağından fışkırarak günümüzün önemli metropollerinden biri haline gelmiştir.

Böylece  Phoenix kuşunun orijinal doğuş esprisine, Ansiklopedik bilgileri de ekleyerek, olayın tüm yönleri ile açıklamasını yapmış olduk.

 Ansiklopediden alınan açıklama konunun tüm boyutlarını incelemek açısından verilmiştir. Biz işin ruhunu ilk açıklamamızda verirken bu ruhu canlı tutmak üzere kurulduğumuzu belirtmiştik. Açıklamalarımız eksiksiz olsun, size kusursuz servis vermeye buradan başlayalım diye de Ansiklopedik bilgilere de burada yer verdik, ancak bizim için esas olan ilk açıklamadır. O açıklamanın orijinal ruha sadık kalıp sizin gönüllerinizde sonsuza kadar yaşamayı hedefliyoruz. Bunu başarmak için elimizden gelen gayreti göstereceğimize emin olabilirsiniz.

 Not: Phoenix, eski Yunanca da bir çeşit palmiye ağacına isim olmanın yanı sıra, koyu kırmızı ve mor anlamında renkleri isimlendiren bir kelimedir.

phoenix2

PHOENİX – ANKA KUŞU

VERİMLİ – YARATICI- KATKICI BİR YAŞAMI SİMGELEDİĞİ İÇİN ANKA KUŞUNU SİMGE EDİNDİM. UMARIM BU YÖNELİŞTEN EVREN KARLI ÇIKAR


Yöntem Basın Yayın Halkla İlişkiler ve Organizasyon A.Ş.
Ildız Halı Çiftliği (Carpet Farm), Pilavtepe Mevkii, Bodrum Karayolu 10.Km. Milas / MUĞLA
Tel: +90 252 535 5119 Faks: +90 252 535 5413 E-Mail: [email protected]
Fatura adresimiz için tıklayınız.

 

 

Mistik kuş Simurg Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Zaman zaman köpek başına ve aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak da resmedilmiştir. Bazen insan yüzü ile de resmedildiği olmuştur. Bir bölümü memeli olduğu için yavrularını emzirirdi. Yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı ve yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı. Bir antik İran tanımında Simurg'un kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl yaşar, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı'nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir.

İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur.

Sasani Persler Simurg'un yere bereket bahşedeceğine ve dünya ile göğün arasındaki birliği sağlayacağına inanırlardı. Yaşam ağacı, Gaokerena'da tünediğine ve her türlü şeytani şeyi tedavi eden, düzelten kutsal Haoma bitkisinin yöresinde yaşadığına inanılırdı. Daha sonraki İran geleneklerinde Simurg ilahiliğin bir sembolü haline gelmiştir. Ayrıca, Sên-Murv/Simurg Pers edebiyatında Homâ olarak tanımlanmış, Arapça'ya ise Rukh olarak girmiştir.

Simurg uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olurdu. Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de (bu bitkiler yoluyla) insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi ederler. Simurg'un tüylerinin bakır renginde olduğu söylenmiştir. Her ne kadar başlarda bir köpek-kuş olarak tasvir edilse de, daha sonraları sıklıkla bir insan veya köpeğin başıyla gösterilmiştir. Onun iyilik sever bir doğası olduğu ve kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık veya yarayı tedavi edeceğine inanılırdı

-        

 

 

KİTAPLI DİNLERDEN BAZILARI

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

-15-

DİNLER TARİHİ VE ANA DİNLERDEN BAZILARI

FİHRİST

 

 

Evet, HİTİT, SÜMER, MISIR, YÜNAN, ROMA, BUDA, Derken çeşitleniyor dinler. Aralarındaki rekabet savaşlara neden oluyor. Çünkü çok büyük menfaatler söz konusu. Bunlardan bazılarından örnekler verelim ki olayın feciatı anlaşılsın.

 

YAHUDILIK ve MUSEViLiK

http://www.sevde.de/Dinler/Dinler2.gif

Hz.Musa (a.s.)             ( FİHRİST İÇİN TIKLA )

Tevrat                                               

 

HIRISTIYANLIK

http://www.sevde.de/Dinler/Dinler1.gif

Hz.Isa (a.s)

Incil                            ( FİHRİST İÇİN TIKLA )

            

 

MÜSLÜMANLIK                                                     ( FİHRİST İÇİN TIKLA )

http://www.sevde.de/Dinler/Dinler3.gif

Hz.Muhammet (s.a.v)

Kuran-i Kerim          ( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

 

Star of David.svg

Menora.svg

 

 

 

ReligionSymbol.svg

Dosya:P religion world.svg

        

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

-16-

ZERDUŞİLİK

4.Zerdüşt Dini İnancında Kutsal Ateş
Ateş Zerdüşt dini inancı tarafından kutsal olarak kabul edilmektedir. Ateş Zerdüştizm 'de çok önemli bir yere sahiptir. Avesta 'ya göre ateş tanrı Ahura Mazda 'nın ruhu ve oğludur.

Esas olarak ateşe üç anlam veriliyordu veya bu anlamlarda ateş kutsanıyordu. Ateşin başlangıcı olarak ev ateşi yani ocak ateşi kabul ediliyordu. İkincisi kurbat ateşi olup, bu ateş devamlı yanan ve kötülükleri uzaklaştırandır. Üçüncüsü ise halk topluluklarınca meydanlarda yakılan ve etrafında eğlenilen,aynı zamanda ateşle temasa gelerek veya bu ateşin içinden geçerek suç ve günah işlemiş olanlar, kime karşı suç veya günah işlemişse onun yakacağı ateşin içinden yürüyerek kendini temize çıkarması günahını veya suçunu affettirmesi, yani kendisinin suçsuz ve günahsız olduğunu ispatlaması geleneği bakımından önemliydi.

Bir Part destanında, Kral Muhabad 'ın oğlu Prens Wise, suçsuzluğunu ispat edebilmesi için büyük bir ateş yaktırdığını anlatırken ilgili şiirde,

“......................................
Şimdi hak ve askerler
Benden suçsuzluğumu ispat etmemi isterler
Bana deki ‘ateşin içinden geç '
Halka ve dünyaya temiz
Suçsuz olduğunu ispat et” diye belirlemesinde de ateşin bu gücüne inanıldığını açık ortaya koymaktadır.

Bu inanca göre ateş, sadece günah ve suçlardan arındırıp temizleyen yetkisinin dışında aynı zamanda ilahi güç, kuvvet ve kudret veren bir kaynak olarak da görülür. Çünkü ateşin tanrı Ahura Mazda 'nın oğlu olduğuna inanılmasının yanında, insanların ruhlarının da ateşten geldiği ve ölümden sonrada ruhun yapılmış olduğu gökteki ateşe çekileceği ve onunla birleşeceğine inanılmaktadır.

Geçmişte ateşin kutsanması konusunda anlatılanların dışında tapınaklarda devamlı yanmakta olan ateşler : Bölge halkının inançları için yaptıkları tapınakların çok basit yapılar olmalarına rağmen, tüm tapınaklarında devamlı ateşlerin yanması için ateşgahları vardır. Bu ateşlerin devamlı yakılması ve kutsanması ile dini ibadetlerin yapılması için tapınaklarda din adamları sürekli bulunurlar.

Zerdüştlüğün ilk döneminde Tapınaklarda ki kutsal ateşlerin rahatsız olmamaları için yaklaşan her kim olursa olsun nefesinin kutsal ateşi rahatsız etmemesi için yüzünü örtmek zorunluluğu vardı. Dini törenler açık alanlarda ve ortasında büyük ateşlerin yakılması ile yapılırdı. Zerdüşt 'ün kanlı kurbanları yasaklaması sonrasında kutsal ateşe ekmek ve süt kurban olarak sunulmakta idi.

Kutsal ateş bazı kaynaklara göre ise üçe ayrılmaktadır. Bunlar ;

- Farhang Ateşi; Din adamlarının ateşi
- Guşnah Ateşi; Savaşçıların ateşi
- Burzin Mihr Ateşi; Köylü ve çiftçilerin, halkın ateşi olarak bir ayrıma tabi tutulur. Bu ateşin konumu toplumun sosyal yaşantısının açık bir yansımasıdır.

Zerdüştlüğe göre esasta yeryüzündeki her türlü canlı ve cansızda ateş vardır. İnsanda, hayvanda, bitkilerde gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda açık görmek mümkündür. Bunlarda insanda bulunan ve insanların ilişkilerini sağlayan ve aynı zamanda Tanrı ile ilişkide olan ateşin en kutsal ateş olduğu belirlenir. Bu ateşin 215-216 değişik ateşten meydana geldiği ve her bir ateşin ise çalışan bir meslek grubuna ait olduğu belirtilir. Aynı zamanda insanların değişik şeylerden yaktığı ateşin, insanları kötülükten ve günahlardan arındırdığına inanılır. Ateşin, dünyanın yaratılışında altı unsurda karışık varlığı ile ateşten yaratıldıkları belirtilir. Bu unsurlar gökyüzü, yeryüzü, veya toprak, su, bitkiler, hayvanlar ve insanlardır. Bunların bünyesindeki ateşi değişik şekillerde ve olaylarda gözle dahi görmek mümkündür diye belirlenir. Zerdüştlükte sabah güneşinin öğleye kadar geçen zamanda bereket getirdiğine inanılırdı.

5.Avesta 'dan Bazı Konularla İlgili Kısa Alıntılarla Zerdüşt İnancı

5.1.Yaratılış
Avesta 'da Üçüncü Gatha 'nın Yasna otuz kısmı, uzayın yaratılışını anlatan bir bölümdür. Burada uzayın ve dünyanın yaratılışı anlatılırken, birbirlerine karşıt iki ruhun ilişkileri ile yaratıldığı belirtilmektedir. Bu ruhların her şeyi yaratışları şöyle anlatılır ;

“V e ondan tüm varlıkları yarattı. Varlıkları yaratınca onları gövdesinde taşıdı. Böylece devamlı olarak çoğalıp büyüdü ve her şey giderek güzelleşti. Ve sonra diğerlerini birbiri arkasına gövdesinden yaratmaya başladı.
Ve sonra kafasından göğü
Ve yeri ayaklarından yarattı.
Ve suları gözyaşlarından
Ve bitkileri tüylerinden,
Ve ateşi kendi anlamından yarattı.”(Riv.Dat.Den.XIVI 3-5,11,13-28) Burada esas olarak anlatılmak istenen Tanrının kendisi yani Ahura Mazda olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Böylece uzayda görünen görülemeyen her şey tanrının görünen organları veya görünmeyen parçalarıdır.Böylece uzayın tüm elementleri tanrının bizzat yapısıdır.

5.2.Ölüm ve Sonrası Hakkında Öğretisi
Zerdüşt dini inancında ölenlerin ruhları Cinvat köprüsünden geçmeye çalışırlar iyiler geçer kötüler için ise köprü incelir keskinleşir ve kötüler köprüden aşağıya karanlıkların içine düşerler. Aşağıya düşen kötüler 3 'e ayrılır. Tamamen kötü olanlar(sürekli cehennemde kalırlar),Çok günah işlemiş fakat iyiliği de olanlar(onikibin yıl cehennemde kaldıktan sonra cennete girerler),Günahları ve Sevapları eşit olanlar (günahlarından arınıncaya kadar cehennemde kalıp sonra cennete girecekler).Yine Cinvat Köprüsü 'nü geçmiş olan iyi insanların ruhlarının cennete varış seyiri 3 'e ayrılmaktadır. İyi düşüncelerinden dolayı(Hamut) önce yıldızlara, İyiyi konuşmalarından (Huxt) dolayı önce aya, İyiyi yapması (Huvarşt) ile önce güneşe yükseleceği, bu aşamalardan geçtikten sonra cennet kapısına varabileceğini belirler. Burada da sorgulamaya tutulurlar. Avesta 'nın Gatha bölümünde bu şöyle anlatılır;

“Ona sorma,
Çünkü sen ona başından geçen kötülükleri,
Göz yaşları ile bozulmuş yolları
Ki onlarda o geldi,
Üzüntülü gözyaşlarından akıllanmak vardır.

Nasıl buraya geldin ey haklı?
Geçmiş olan yaratılışından, iyileşmenden,
Duran bir yaşam için, günahsız geldin,
Ölümsüzlüğü tad görüyorsun kal uzun zaman.”
Köprüyü rahatlıkla geçebilen iyi insanların ruhları ise Ahura Mazda tarafından yapılmış cennete çok güzel bir genç kızla (Huri) ile mutluluk içinde sonsuza kadar yaşarlar.Huriler cennete yaşamayı hak etmiş iyi kadınlardır.Cennette yaşayanların her türlü istekleri sonsuza kadar yerine getirilir.Avesta 'da cennette bulunan bir kadın şöyle tasvir edilmektedir;
“Bir parlak ve çok güzel kız,
Beyaz bilekli ve güçlü
Çok güzel görünüşlü
Yeni yetişmiş
Çabuk büyümüş,iri göğüslü,
Asil yapıda, asil doğmuş,
Zengin aileden,daha onbeş yaşında,
Görünüş ve şeklinde öyle güzel ki
Sanki yaratıkların en güzeli ” (Yasna 43-46 )

5.3.Kıyamet Öğretisi
Zerdüşt inancına bağlı olanlar Zerdüşt 'ün dünyanın üçüncü döneminde gelmiş olduğuna inanmaktadırlar.Avesta 'nın Yaşt Bölümünün 13:141 de Zerdüşt 'ten sonra peygamber olarak,yine Zerdüşt 'ün soyundan veya direk Zerdüşt 'ün bir kızla birleşmesinden her bin senede bir peygamberin geleceği belirtilmektedir.En son gelecek olan Asvart-Arta,dünyayı tüm kötülüklerden temizleyip kurtaracağı belirtilmektedir.Bunların zaman ve sırası ile şöyle olacağı belirtilir.
3000 yılı sonuna kadar Zerdüşt
2000 yılı sonuna kadar Uxşyat-Arta
1000 yılı sonuna kadar Uxşyat-Nemah
0 yılı sonuna kadar Astvart-Arta
Zerdüşt dini inancına göre Zerdüşt 'ten sonra üç peygamber gelmesi sonrasında,üçüncü peygamber zamanında son mahkeme kurulacaktır.Böylece Ahura Mazda 'nın zamanı gelmiş olacak ve tüm iyi amele sahip olan insanlar,öyle bir dünyada yaşayacaklar ki, hiçbir hükümdarlık,haksızlık olmayacak,karanlık ve üzüntü olmayan bir yaşam başlayacaktır.Tüm kötülükler eriyen metalle Tanrı tarafından yok edilecek..Ölüler canlanacak,yaşam yada ruh geri dönecek dünyada yaşlılık ve ölüm olmayacak ve böylece sonsuza kadar mutluluk içinde bir yaşam başlayacağı belirtilmektedir. Yeniden diriliş konusu Avesta 'da ;
“Ölüler dirildiğinde
Yaşayanlar yaşlanmadan gelir
İsteğe göre yaşantılar düzenlenir” (Yaşt 19:11,89) diye belirtilir.

5.4.Avesta 'nın yazılışı ve Zerdüşt 'ün Peygamberliği Öğretisi
Avesta 'nın Brahman Yaşt bölümünde Zerdüşt 'ün zaman zaman Ahura Mazda ile görüştüğü ve Ahura Mazda 'nın isteklerini halka bildirdiği aktarılmaktadır.

“Zerdüşt ile herşeyi bilen Tanrı Ahura Mazda birleşip yedi gün yedi gece birlikte kaldılar.Zerdüşt Avesta 'yı yazdı.Bizler böylece Zerdüşt 'ün yazdığı Avesta 'ya inanıyoruz ve
onun çerçevesi dahilinde hareket ediyoruz” denilmektedir. Bu durum Vistaspa hakkındaki bir bölümde ise şöyle anlatılmaktadır.

“Ve ona söyledi: Şaraba Hanf kat Vistasp 'a ver.
Sonrasında bilerek yapıyordu,onu içtiğinde hemen olduğu yerde,
Bayıldı ve ruhu ile beraber cennete gitti”

Zerdüşt, dini inancı konusunda ve sosyal alanlarda inananları ve öğretileri üzerinde yegane otorite durumundadır ve kendisini Ahura Mazda 'nın aracısı olarak tanıtmaktadır.

“Onların doğum ve büyümelerine
Su ve bitkiler seviniyorlardı.
Onların doğum ve büyümelerinde
Su ve bitkilerde büyüdüler.
Onların doğum ve büyümelerinde
Tüm kutsal yaratıklar
İsteklerinin gerçekleştiğini gördüler.
Bizim istediğimiz ise din adamlarının doğuşu
Kutsal Zerdüşt, kurbanlaştırdığı demetleriyle
Şereflendirir bizleri kurban sunmalarıyla” ( Avesta / Yaşt : 13.39 94)

Burada açıkça bir peygamber yada kutsal tanrı yapısı Zerdüşt 'ün kişiliğinde anlatılmaktadır.

6. Parsîler
Parsî İranlı anlamına gelir. Özellikle Bombay 'da oturan Kuzeybatı Hindistan 'daki Zerdüşti topluluğa verilen addır. Parsîler, 641 de Müslümanların İran 'ı fethetmelerinden sonra 8. yy dan itibaren Hindistan 'a göç eden İranlılardır. İran 'da kalıp inançlarını devam ettirenlerde olmuştur.,bunlara “Ceberler” (Geber 'ler) denir. Parsîler, önce Kathiavar 'daki Diu, sonra Gucarat 'taki Sencen 'e daha sonrada şimdi kaldıkları diğer yerlerde ikamet ettiler. Onların kaldıkları önemli bir merkez Surat yakınındaki Nausari idi. Surat batılı tüccarlar için önem kazanınca Parsî ler maddi refaha kavuştular.Daha sonra ticaret merkezi Bombay 'a geçince onlardan çoğu Bombay 'a göç etti. 19.yy 'ın ilk yarısında Britanya usulü öğrenim Bombay 'a girdiğinde Parsîler hızla bu kültürü benimsediler.Böylece ticaret ve imalatta önemli bir yer kazandılar.

Hindistan 'a yerleşen Parsîler, bir Hindu kastı gibi teşkilatlandılar.Parsîler 'in büyük bir kısmı şimdi ileri gelen tüccar,endüstrici ve banker konumundadır. Dolayısıyla Parsîler , Hindistan 'a gelmelerinden bu yana ticaretle uğraşan bir topluluk olarak kendi inançlarını da büyük bir muhafazakarlılıkla devam ettirmişlerdir. Parsîler 15.yüzyılda İran 'da kalan Ceber 'lerle temas kurmuş, Pehlevi literatürünü getirtebilmişlerdir. Böylece Şapur II zamanında düzenlenen “Avesta” eski materyalle genişletilmiş oldu. Ancak bu önce 18 Yüzyılda takvimden kaynaklanan mezhep ayrılığına yol açtı. Sonra 19.yy daki reform hareketi kendini gösterdi. Yeni araştırma ve incelemeler sonucu, rahip sınıfının ayin tarzının Avesta 'ya uygun olmadığının belirlenmesi üzerine bu yola gidilmişti. Bununla beraber bazı yorumlarla eski geleneği savunanlarda vardı. Reform tedrici olarak tuttu. Cemaatte bir yandan dünyevileşme, öte yandan da mecazi açıklama yollarıyla muhafazakarlığı sorgulayan teosofik eğilimler ağırlık kazandı.

Şimdiki Parsîlik, kuvvetli monoteist karakterlidir. Merkezi ayine dayanan Tanrı sembolü ateştir. Kültün tapınakları vardır. Bu tapınaklara Parsî olmayanlar alınmaz. Günde beş defa ateşin temizliğini korumak için temizleme ayinleri yapılır. Bu ayinler, rahiplerin nezaretinde yürütülür. Ayinlerde Avesta 'dan ilahiler, parçalar okunur. Sunu ve kurbanlara önem verilir.Ölüler şehirden uzak “dakhma” denilen ölü kulelerine (sessizlik kuleleri) bırakılır. Bu kuleler, necis sayılır.Kuleler, 4 - 5 yüksekliğinde ,silindirik yapılardır. Terasında çıplak ölüler sıra halinde yatırılmıştır. Yırtıcı kuşların, akbabaların etlerini gagalaması ve güneşin kemikleri kurutması sonucu bu kemikler, kulenin içinde depolanır. Böylece toprağın kirletilmediğine inanılır. Hindistan 'daki Parsî toplulukları bu geleneği devam ettirirler. Parsîler , oturulmayan, cin, şeytanın top oynadığı yerlere “sessizlik kulesi” derler. Halk dakhmalardan korkar. Dakhmaların özel hizmetçileri vardır.

Parsîlikte ayrıntılı takdime veya kurbanlar bir sistem içinde yürütülür. Eski İran geleneğindeki Haoma veya benzeri Hint geleneğindeki Vedik Soma 'dan rahiplerce ilk sıkmayla elde edilen acı bir bitkinin suyu olan ve yine “haoma” diye adlandırılan sıvının takdimesi gibi. Hayatını doğru sürdürme, ahlak ve temizlik kurallarına bağlı kalma “aşa” diye adlandırılır. ( Vedik “rta” terimiyle eşanlamlı ). Ahura Mazdah 'ın Ameşa Spentaları denilen altı sıfatı (veya meleği ) arasından biri Ardibeheşt şeklinde Tanrı 'nın kozmik yaratıcı düzenini ifade ederki aşa da bu düzenle ilgilidir. Ahlaki prensipler üç maddede özetlenebilir :

1- İyi düşünce (humata)
2- İyi Söz (hukhta)
3- İyi İş (huvarşta) İyilik ve yardıma önem verilmesi bu topluğun öğretim ve sosyal
refahını arttırmıştır.


7.Günümüzde Zerdüştlük
Günümüzde Zerdüştlük Parsiler ve Ceberler olarak iki ana kola ayrılmış olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Günümüzde Parsilerin büyük bir bölümü Hindistan 'da yaşamaktadırlar. Caynistler gibi Parsîler de kast sisteminin cemaat dışında evlenmeme gibi bazı özelliklerini benimsemişlerdir. Bununla beraber Avrupalı 'larla evlenenler de vardır.

Zerdüştler günümüzde “Dünya Zerdüştler Birliği” adı altında örgütlenmiş olmakla beraber; Hindistan, ABD, Pakistan, İngiltere, Kanada gibi ülkelerde yerel toplulukları bir arada toplayan örgütlenmelere gitmişlerdir ve bu ülkelerde Tapınakları da mevcuttur.

Zerdüştlerin sayısı Bugün 40.000 'ni İran 100.000 'i Hindistan 'da olmak üzere yaklaşık 200.000 kadar olup geriye kalan büyük bölümü İngiltere, ABD, Pakistan, Kanada yaşamaktadır.

           

           Zerdüşülükte ana tema ateşin korunmasıdır. Şöyle bir düşünün çağımızda ateşi yaşamımızdan çekersek, Geriye hiçbir şey kalmaz. Siğara yakacaksın çakmak lazım ateş yok. Ocağa gittin süt kaynatacaksın ateş yok. Arabaya bindin kontak anahtarını çevirdin ateş yok, daha neler neler, hiçbir şeyde ateş yok, kudurursun, ATEŞİ KALDIRANIN ANASINA KÜFÜR EDERSİN. Yani ateş yaşamın her alanında var. Ateşi çektinmi hayattan geriye pek bir şey kalmaz.

Ateşi keşf eden insanlık bununda bilincine varmış artık, yani elde ettiği ateşini kaybetmeyecek.

Ateşe zarar verenlerinde anasının hakkından gelecek. Ateşe nasıl zarar verilmez, kutsal ateş dersin, bir ateşi kapalı korumalı bir yerde muhafaza edersin. Bir ateşi de rahiplerin emrine verirsin onlar ateşi ihtiyacı olanlara ateş sağlar, ateşin sıhatini kollar. Bir ateşte tapınak önüne korsun genel kullanıma sunarsın.

Ateşe elbirliğinle millet bakar,

Sabah erkenden ateşi yakar, ateş gece geç vakite kadar durur o milletin göz nurudur. O ateşten hayat fışkırır işte zerduşiliğin ana fikri budur. Bu fikrin doğrultusunda ateşe tapanlar, zerdüş olarak anılırlar.

 

 

 

 

 

17

Yang - Yin teorisi

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

e-PostaYazdırPDFHER İYLİĞİN İÇİNDE BİR KÖTÜLÜK, HER KÖTÜLÜĞÜN İÇİNDE DE BİR İYLİK VARDIR

monada 

Yang ve Yin Teorisi 

 

Yang ve Yin teorisi için mevcut olan yazılı kaynaklar “Değişiklikler Kitabı’nın” (İ Jing, yeniçağdan önceki 12–6 asırlar) yazıldığı döneme aittir. Bu kitapta Çin felsefesinin Dünya ve İnsan hakkındaki ilk tasavvurları belirtiliyor. Farklı zamanlarda yazılmış olan metinlerin içeriğinde Dünyanın mitolojik tanımlamasından felsefe açısından algılanmasına geçişin başlangıcı takip ediliyor. Onda en kadîm ontoloji sorunlarının çözümü yankı bulmuş, daha sonra Çin felsefesinde kullanılmakta olan aparat tanımlaması işlenmiştir. “Değişikliklerin Kitabın”’da Çin felsefe düşüncesinin temelleri ve gelişme prensipleri açıklanmıştır.

“Değişikliklerin Kitabının” metinleri farklı zamanlarda meydana getirilmiştir. Örneğin, temel olarak adlandırılan metin yeniçağdan önce 12–8. asırlarda ortaya çıkmıştır.

          Çıkış metinlerinin temelini, altı “Yao’dan” (dört) hattan ya da çizgiden oluşan 64 hexagram sembol teşkil etmektedir. Hexagramların ve onarın birleşimi için yorumlar yapılmıştır. Hexagramdaki hatların ya da çizgilerin durumlarının değişmesine göre bu yorumlar “Değişikliklerin Kitabı” adını almıştır.

Çin felsefesindeki Yang ve Yin terimleri ilkönce “Değişikliklerin Kitabı” ile ilgili yorumlar şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu yorumlar daha sonraları farklı felsefe okullarında geliştirilmişler, haklarında çeşitli yorumlar geliştirilmiş ve “İ Tszin” metinleri ile ek yorumlar yapılmıştır.

Bizim bugünkü hali ile tanıdığımız “Yang Yin” felsefe teorisinin kuruluşu, yeni asırdan önceki IV. asırda “Yin-yan jia” kadim Çin felsefe okullarının filozoflarının işidir.  Bu felsefe okulu o zamanlarda doğa felsefesi, kozmoloji, okültizm ve numeroloji problemleri üzerinde ihtisaslaşmış olarak bilinir. Bu okuldan tam olarak her hangi bir metin kalmamıştır, ancak onun fikirleri ile ilgili bilgileri “Şhi ji”, “Zhou i”, “Lü-shi- chong- giu” fragmanlarından ve bazı kitâbelerden öğrenebiliriz.

Bu okulun düşüncesinde, tüm ontolojinin üzerine oturduğu temel şudur:

·         Yang Yin üniversal düalizmi

·         Beş elementin birbirine çevrimsel bağlılığı

Bu iki kavram tüm ontoloji, kozmoloji ve geleneksel ilim ve kültür alanlarında kabul edilmiştir (özellikle astronomi, tıp ve okült sanatları).

Yang ve Yin kavramının ve “beş element” kavramının bir ilim olarak bütün evreni kaplayan konuma getirilmesi ilk defa çağımızdan 2 asır önce filozof Dong-zhong–she tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu adam “Yin-yan jia”  felsefe okulunun fikirlerini, neokonfüçyüsçülük felsefesi ile birleştiriyor. Daha sonra “Natür felsefe komponenti neokonfüçyüsçülük ile birbirine bağlanmıştır. “Yin-yan jıa” okulunun dinî ve okült komponenti taoismde de yer bulmuştur. Bu okült ve mistik komponenti aynı zamanda, pratik çalışmalarında, falcılar, rüya tabircileri, medyumlar, kâhinleri, simyacılar ve hekimler de kullanmışlardır.

 

Geleneksel Çin Tıbbında Yang ve Yin teorisinin uygulanması

Kadîm Çin manti dini mantığının din kavramları, Yang Yin teorisinin temelinde yer almaktadırlar. “Değişikliklerin Kitabı” bu dinin “kutsal kitabıdır”. Onun çağdaş teorisinin yazılımı, yukarıda açıklanan “Yin-yan jia” okulu tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu okulun ortaya çıkma zamanı, aşağıda sayılan altı Çin felsefe okulunun ortaya çıktığı “altın çağa” denk gelmektedir:

1.     Taoizm

2.     Konfüçyüsçülük

3.     Moizm

4.     Legizm veya başka bir deyişle kanuncular okulu

5.     İsimler Okulu (Ming-jia)

6.     Yin-yan jia okulu (doğa felsefeciler – (natür filozoflar

Bu felsefe okullarının her birisi Yin ve Yang anlayışını ve kavramını kendine özgü yorumluyor. Ancak bunların arasında her hangi bir fark yoktur. Yang Yin teorisini anlatırken bizim yorumumuz Yin-yan-jia okulunun bakış açısına göre olacaktır.

Evrendeki her şeyin arasındaki karşılıklı ilişkilerin anlaşılması ve açıklanması lojik bir sistem gerektirmiştir ki bu da, Yang Yin teorisi ile olmuştur:

·         Erkeksel başlangıcı, aydınlığı, hareketliliği, sıcaklığı sembolize eden güçler Yang; monada

·         Kadınsal başlangıcı, karanlığı, sakinliği, soğuğu sembolize eden güçler Yin.

Yang ve Yin özelliklerindeki temel zıtlıklar, kadîm filozoflar tarafından Ateş (Yang) ve Su (Yin) olarak sembolize ediliyorlar:

·         Yang kendine özgü olan özelliklerine göre ateşe benzer ve aydınlık, sıcaklık, yukarı ve dışarıya yönelik belirtileri ile karakterize edilir;

·         Yin kendine özgü olan özelliklerine göre suya benzer ve karanlık, soğukluk, aşağıya ve içeri yönelik belirtileri ile karakterize edilir.

Buradan varılan neticeye göre, tabiattaki sakin, soğuk ve sakinleşme fonksiyonlu her bir şey Yin’e aittir, çelişkili özelliklere sahip olan: hareketli, sıcak, dışarı ve yukarı yönelik ve güçlenen fonksiyonlu her bir şey Yang ‘a aittir.

 

Yang ve Yin Zıtlıkları cin%20peyzaj%202

 Yang ve Yin teorisinin temel kalite özellikleri, tüm çok çeşitliliği ile Dünyayı ve insan organizmasındaki mürekkep fizyolojik ve patolojik olayları tanımlamaya imkân sağlıyor.

·         Evrende mevcut olan her şeyin Yang ve Yin olan birbirine zıt başlangıcı vardır  (her bir olayın sakin ve aktif durumu, her bir eşyanın yukarıya ve aşağıya yönelik durumu vardır);

·         Yang ve Yin’in karşılıklı bağlantısı, karşılıklı şartlı ve karşılıklı dönüşümlü birçok anlamı vardır. Örneğin, gündüz ve gece, soğuk ve sıcak, hareket ve sakinlik, dolu ve boş, dış ve iç v.b. her birinin iki karşılıklı çelişkili başlangıcı vardır.

 İnsanın organizması yine iki zıtlığa bölünür:

·         Yang – insanın vücudunun üst kısmı ve onun yüzeyi, arka kısmı, altı cinsel organı, Qi enerjisi;

·         Yin – insanın vücudunun iç kısmı, mide, beş yoğun organ, kan.

Bunlar Yang ve Yin zıtlıklarına bağlı olarak birbirlerinin gelişimini ve faaliyetlerini karşılıklı olarak sınırlıyorlar, kontrol ediyorlar ve belirli şartlarda zıtlıkların her birisi, kendi içinde gelişmek suretiyle kendisinin aksine durum olarak değişebilir ve bu durum objektif gerçeğe uygundur. Bir tarafın zayıflaması esnasında, diğer taraf güçleniyor. Örneğin, organizmanın içinde Yang ve Yin arasındaki dengenin bozulması insanın hastalanmasına veya ölmesine yol açabiliyor.

 İki zıtlık olan Yang ve Yin’in zıtlıkları ancak kıyaslama yolu ile anlaşılabilir: örneğin, birbirine bağlantılı olarak yerleşim ve fonksiyon durumlarına göre insanın organizmasındaki dokular ve organlar Yang veya Yin ’e ait olabilirler.

 

 Yang ve Yin’‘in karşılıklı etkileri            

Yin ve Yang karşılıklı etkileri sırasında nispeten tarafsızlığa sahiptirler, çünkü onların içinden, kendi aralarında karşılıklı olarak etkilenen ve kendi içlerinde gelişen elementler bölünebilir. Örneğin, bir gün (gündüz ve gece),  gündüze (Yang) ve geceye (Yin) bölünebilir, diğer yandan gündüz ilk yarıya (Yang’dan Yang’a) ve ikinci yarıya (Yin’den Yin’e) bölünebilir, gece ise akşam (Yang ‘dan Yin ’e) ve asıl gece (Yin ‘den Yin’ e) olarak bölünebilir. Şayet vücudumuza bir bütün olarak bakarsak, onun üst kısmı, kollarımız ve bacaklarımız Yang ‘a, iç organlarımız ise – Yin ‘e aittirler. Aynı zamanda vücudumuz ve kollarımız ve bacaklarımız Yang ve Yin ‘e bölünebilirler. Örneğin, cilt ve cilt altı selüloz Yang ‘a (Yang ‘dan Yang ‘a), vücudumuzun ve kollarımızın, bacaklarımızın yüzeyine nazaran kaslar ve kemikler Yin ‘e (Yin ‘den Yang’ a) aittirler. İç organların içindeki  Zhang Fu organları olarak adlandırılanlar, yine Yang ve Yin ‘e ayrılabilirler. (Böbreklerin, dalağın v.b. organların Yang ve Yin ‘i). Yang ve Yin organlarının iki kısma bölünmesi hastalıkların teşhis edilmesi ve tedavi seçimleri ile ilgili çok büyük önem taşımaktadır. Yang teriminden, organın nörojen  faktörünün, onun fonksiyonel aktifliğinin ve yaşam enerjisinin düzenlemesine iştirak etmesi, Yin teriminden ise organın hormonsal faktörünün düzenlemesine iştirak etme seviyesi anlaşılır.

 

  Yang ve Yin’ in karşılıklı şartlılığı

 Bu ifade, onların bir birlik teşkil eden organizmanın içinde, birbirine destek olmak suretiyle var oldukları anlamını taşır. Örneğin, organizmanın yapısı Yin’e, onun fonksiyonları ise Yang’a aittirler. Yapı, fonksiyonların maddi temelidir; fonksiyon ise mevcut olan yapının ve onun gelişimi için var olan hareketli gücün aksetmesidir. Organizmanın fonksiyonel faaliyetleri gıda maddeleri kaybını gerektirir, ki bu Yang’ın güçlendirme ve Yin’in zayıflama süreçlerine uygundur. Gıda maddelerinin yığılması ise belirli bir fonksiyonel aktiflik gerektirir ve bu durum Yang’ın zayıflamasına ve Yin’in güçlenmesine doğru götürür. Normal şartlarda bu çelişkilerin arasında nispeten denge (uyum) mevcuttur, ancak patolojik durum mevcut olduğu zaman uyum bozulur ki bu durum hastalanmaya sebep olur. Kadîm doğu tıbbı uygulamalarında bu durum, hastalık insanın organizmasındaki Yang ve Yin arasındaki dengenin bozulması neticesi meydana geldiği için, bu nedenle uygulanacak olan tedavinin başlıca amacı Yang ve Yin arasında nispeten dinamik bir dengenin geri getirilmesi anlamını taşır.

 Yang ve Yin zıtlığı nispetendir ve bu nispet sadece Yin’e veya Yang’a ait olan insan organizmasındaki dokuların ve organların arasındaki karşılıklı yerleşim durumuna ve fonksiyonlara bağlı olarak kıyaslama yolu ile belirlenebilir.

 

Yang ve Yin’ in sınırsız bölünebilirliği

Yang ve Yin’in sınırsız bölünebilirliği, dış ortamın içinde gerçekleşen her bir olayın Yang ve Yin olan iki başlangıca bölünmesi olarak ifade edilir. Genel olarak (Tsi) yaşam enerjisinin az veya çok miktarda iştirak etme miktarına bağlı olarak  Yang’ın üç seviyesi ve Yin’in üç seviyesi vardır:

·         Büyük Yang  / Tai Yang/;

·         Küçük Yang – Şhao Yang/;

·         Orta Yang / Yang Min/;

·         Büyük Yin  / Tai Yin /;

·         Küçük Yin – Şhao Yin /;

·         Azalan Yin / Jue Yin /;

Bu prensip kanalların sınıflandırılması ve humma hastalığının teşhisi için kullanılır.

Yang ve Yin uyumu, dalgasal bir çizgi ile yarısı aydınlık ve yarısı karanlık olarak ikiye bölünmüş olan bir daire ile belirtilir. Etrafındaki çember ise Dünya Kaosunun girdabındaki her şeyin karıştığını sembolize eder. Dalgalı çizgi, Yang ve Yin’in karşılıklı doğuşunu ve karşılıklı basıncını ifade eder. Koyu alanın içindeki beyaz nokta ve açık alandaki siyah nokta, Yang içinde Yin mevcut olduğunu ve Yin içinde Yang mevcut olduğunu gösterir. Bundan başka bu amblem (logo) fezanın içine ve zamanın içine yöneliktir.

Yang kış mevsiminde kuzey-doğuda doğar ve yaz mevsiminde çiçeklenmeye ulaşır;

Yin yaz mevsiminin sonunda kuzey-batıda doğar ve kış mevsiminde, kuzeyde en yüksek noktasına ulaşır.

Netice olarak Yang ve Yin karşılıklı olarak sınırlıdırlar ve birbirlerini kontrol ederler ve belirli şartlarda zıtlıklar kendi içlerinde gelişerek aksi yönde değişebilirler ve bu durum zorunlu olarak objektif gerçeğe uygun olmak zorundadır. Örneğin, organizmasının içinde Yin ve Yang arasındaki  dengenin bozulması insanın hastalanmasına ve hatta ölmesine yol açabilir.

Yang ve Yin arasındaki nispet Tablosu

Nesneler ve olaylar

Yang

Yin

Evren (Kâinat)

Güneş

Ay

Yıl zamanı /mevsimi/

Yaz

Kış

Gün (Gün ve gece)

Gündüz /saat 6–18/

Gece /saat 18–6/

Gün

Sabah

Yarım gün

Gece

İkinci yarısı

Birinci yarısı

Meteoroloji faktörleri

Aşırı sıcak, rüzgâr

Soğuk, rutubet

Organizma bir bütün olarak

Fonksiyonel aktiflik

Sükûnet (rahatlık, sakinlik)

Anatomi yapıları

 

Cilt, cilt altındaki dokular, kaslar, kemikler

İç organlar

Vücudun dış yüzeyi

 

Kolların ve bacakların, sırtın, vücudun üst kısmının (bel bölümünden yukarı kısmının) dış yüzeyi

Kolların ve bacakların, karnın, gövdenin (belgen aşağı olan) alt kısmının iç yüzeyi

İç organlar

Fu organları

Çjan organları

Ayrı organlar

Yang –organları oluşturan

Yin –organları oluşturan

Organizmanın fonksiyonel aktifliği

Yüksek

Düşük

Vücut ısısı /harareti/

Yüksek

Düşük

Madde değişimi

Yüksek

Düşük

Kan  basıncı /tansiyon/

Yüksek

Düşük

Vejetatif sinir sisteminin durumu

Sempatikotoniya

Vagotoniya

Cildin rengi

Hiper yoğun

Solgun

İdrarın rengi

Sarı

Açık

Büyük ihtiyaca gitme durumu

Spastik kabızlık

Sürgün

Tükürük miktarı

Düşük

Yüksek

Çevre ortamının ısı durumuna karşı ilgi

Sıcaklığa karşı tahammül edememe, soğuğu tercih etme

Soğuğa karşı tahammül edememe, sıcağı tercih etme

Gıda ürünleri

Et, ceviz

Karpuz

Gıda ürünlerinin ve şifalı otların tadı

Keskin, tatlı

Ekşi, acımsı

Gıda ürünlerinin ve şifalı otların diğer özellikleri

Sıcak, kuru

Soğuk, sıvı

 

Geleneksel Çin tıbbında patolojik teşhis ve tedavi yöntemi seçimi esnasında Yang ve Yin teorisini kullanmak zorunludur. Çin geleneksel tıbbında Yang ve Yin teorisi muhakkak kullanılmaktadır. Modern tıbbın bakış açından ise, Yang Yin teorisi, organizmanın koruyucu güçlerinin teşvik edilmesi için bir hemostaz olarak kabul edilebilir.

 

                                       Doğu Tıp Uzmanı Vladimir Uzun

KADIN ERKEK AHENGİNİN EN GÜZEL DİLE GETİRLDİĞİ FELSEFE YANG VE YIN FELSEFESİDİR. BU FELSEFENİN OLAYI NASIL ELE ALDIĞINI KISACA AÇIKLAYALIM. İŞİN LADES OLMADIĞINI ANLAYALIM

 

 

Yang ve Yin Teorisi 

 

Yang ve Yin teorisi için mevcut olan yazılı kaynaklar “Değişiklikler Kitabı’nın” (İ Jing, yeniçağdan önceki 12–6 asırlar) yazıldığı döneme aittir. Bu kitapta Çin felsefesinin Dünya ve İnsan hakkındaki ilk tasavvurları belirtiliyor. Farklı zamanlarda yazılmış olan metinlerin içeriğinde Dünyanın mitolojik tanımlamasından felsefe açısından algılanmasına geçişin başlangıcı takip ediliyor. Onda en kadîm ontoloji sorunlarının çözümü yankı bulmuş, daha sonra Çin felsefesinde kullanılmakta olan aparat tanımlaması işlenmiştir. “Değişikliklerin Kitabın”’da Çin felsefe düşüncesinin temelleri ve gelişme prensipleri açıklanmıştır.

“Değişikliklerin Kitabının” metinleri farklı zamanlarda meydana getirilmiştir. Örneğin, temel olarak adlandırılan metin yeniçağdan önce 12–8. asırlarda ortaya çıkmıştır.

          Çıkış metinlerinin temelini, altı “Yao’dan” (dört) hattan ya da çizgiden oluşan 64 hexagram sembol teşkil etmektedir. Hexagramların ve onarın birleşimi için yorumlar yapılmıştır. Hexagramdaki hatların ya da çizgilerin durumlarının değişmesine göre bu yorumlar “Değişikliklerin Kitabı” adını almıştır.

Çin felsefesindeki Yang ve Yin terimleri ilkönce “Değişikliklerin Kitabı” ile ilgili yorumlar şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu yorumlar daha sonraları farklı felsefe okullarında geliştirilmişler, haklarında çeşitli yorumlar geliştirilmiş ve “İ Tszin” metinleri ile ek yorumlar yapılmıştır.

Bizim bugünkü hali ile tanıdığımız “Yang Yin” felsefe teorisinin kuruluşu, yeni asırdan önceki IV. asırda “Yin-yan jia” kadim Çin felsefe okullarının filozoflarının işidir.  Bu felsefe okulu o zamanlarda doğa felsefesi, kozmoloji, okültizm ve numeroloji problemleri üzerinde ihtisaslaşmış olarak bilinir. Bu okuldan tam olarak her hangi bir metin kalmamıştır, ancak onun fikirleri ile ilgili bilgileri “Şhi ji”, “Zhou i”, “Lü-shi- chong- giu” fragmanlarından ve bazı kitâbelerden öğrenebiliriz.

Bu okulun düşüncesinde, tüm ontolojinin üzerine oturduğu temel şudur:

·         Yang Yin üniversal düalizmi

·         Beş elementin birbirine çevrimsel bağlılığı

Bu iki kavram tüm ontoloji, kozmoloji ve geleneksel ilim ve kültür alanlarında kabul edilmiştir (özellikle astronomi, tıp ve okült sanatları).

Yang ve Yin kavramının ve “beş element” kavramının bir ilim olarak bütün evreni kaplayan konuma getirilmesi ilk defa çağımızdan 2 asır önce filozof Dong-zhong–she tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu adam “Yin-yan jia”  felsefe okulunun fikirlerini, neokonfüçyüsçülük felsefesi ile birleştiriyor. Daha sonra “Natür felsefe komponenti neokonfüçyüsçülük ile birbirine bağlanmıştır. “Yin-yan jıa” okulunun dinî ve okült komponenti taoismde de yer bulmuştur. Bu okült ve mistik komponenti aynı zamanda, pratik çalışmalarında, falcılar, rüya tabircileri, medyumlar, kâhinleri, simyacılar ve hekimler de kullanmışlardır.

 

Geleneksel Çin Tıbbında Yang ve Yin teorisinin uygulanması

Kadîm Çin manti dini mantığının din kavramları, Yang Yin teorisinin temelinde yer almaktadırlar. “Değişikliklerin Kitabı” bu dinin “kutsal kitabıdır”. Onun çağdaş teorisinin yazılımı, yukarıda açıklanan “Yin-yan jia” okulu tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu okulun ortaya çıkma zamanı, aşağıda sayılan altı Çin felsefe okulunun ortaya çıktığı “altın çağa” denk gelmektedir:

7.      Taoizm

8.      Konfüçyüsçülük

9.      Moizm

10.  Legizm veya başka bir deyişle kanuncular okulu

11.  İsimler Okulu (Ming-jia)

12.  Yin-yan jia okulu (doğa felsefeciler – (natür filozoflar

Bu felsefe okullarının her birisi Yin ve Yang anlayışını ve kavramını kendine özgü yorumluyor. Ancak bunların arasında her hangi bir fark yoktur. Yang Yin teorisini anlatırken bizim yorumumuz Yin-yan-jia okulunun bakış açısına göre olacaktır.

Evrendeki her şeyin arasındaki karşılıklı ilişkilerin anlaşılması ve açıklanması lojik bir sistem gerektirmiştir ki bu da, Yang Yin teorisi ile olmuştur:

·         Erkeksel başlangıcı, aydınlığı, hareketliliği, sıcaklığı sembolize eden güçler Yang;

·         Kadınsal başlangıcı, karanlığı, sakinliği, soğuğu sembolize eden güçler Yin.

Yang ve Yin özelliklerindeki temel zıtlıklar, kadîm filozoflar tarafından Ateş (Yang) ve Su (Yin) olarak sembolize ediliyorlar:

·         Yang kendine özgü olan özelliklerine göre ateşe benzer ve aydınlık, sıcaklık, yukarı ve dışarıya yönelik belirtileri ile karakterize edilir;

·         Yin kendine özgü olan özelliklerine göre suya benzer ve karanlık, soğukluk, aşağıya ve içeri yönelik belirtileri ile karakterize edilir.

Buradan varılan neticeye göre, tabiattaki sakin, soğuk ve sakinleşme fonksiyonlu her bir şey Yin’e aittir, çelişkili özelliklere sahip olan: hareketli, sıcak, dışarı ve yukarı yönelik ve güçlenen fonksiyonlu her bir şey Yang ‘a aittir.

 

 

 

 

YUKARIDAKİ ŞİİR VE ÇİNLİ FİLOZOFLARIN ERKEK KADIN OLAYINA YAKLAŞIMLARINDAKİ PARALELİK, AKLIN YOLUNUN BİR OLDUĞUNU GÖSTERİYOR

 

·         Erkeksel başlangıcı, aydınlığı, hareketliliği, sıcaklığı sembolize eden güçler Yang;

·         Kadınsal başlangıcı, karanlığı, sakinliği, soğuğu sembolize eden güçler Yin.

Yang ve Yin özelliklerindeki temel zıtlıklar, kadîm filozoflar tarafından Ateş (Yang) ve Su (Yin) olarak sembolize ediliyorlar:

·         Yang kendine özgü olan özelliklerine göre ateşe benzer ve aydınlık, sıcaklık, yukarı ve dışarıya yönelik belirtileri ile karakterize edilir;

·         Yin kendine özgü olan özelliklerine göre suya benzer ve karanlık, soğukluk, aşağıya ve içeri yönelik belirtileri ile karakterize edilir.

Buradan varılan neticeye göre, tabiattaki sakin, soğuk ve sakinleşme fonksiyonlu her bir şey Yin’e aittir, çelişkili özelliklere sahip olan: hareketli, sıcak, dışarı ve yukarı yönelik ve güçlenen fonksiyonlu her bir şey Yang ‘a aittir.

Sonuç şöyle özetlenebilir;

·             Erkeksel başlangıcı,aydınlığı,hareketliliği,sıcaklığı sembolize eden güçler monadaYang;

 

·         Kadınsal başlangıcı, karanlığı, sakinliği, soğuğu sembolize eden güçler Yin.

 

 

 

MUSEVİLİK

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

-18-

MUSA Peygamber

 

Musa

Star of David.svg

Menora.svg

 

Yaþamý [deðiþtir]

Musa'nın hayatı ile ilgili kaynak alınan belgeler dinî metinlerdir. Bunlar Tevrat'ın Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye bölümleridir.

Çıkış ve Tekvin'e göre; İsrailoğulları Mısırlı yerliler ile birlikte Nil Deltası'nın doğusunda en ağır işlerde çalışmakta ve Firavun'a kölelik etmekteydiler.

Musa, İmran'ın oğludur, Onun babası Yahser, onun da babası Kahes'dir. Levi kabilesindendir, Yakup'un soyundan gelir ve Annesi Yocheveddir. Kız kardeşi Meryem, erkek kardeşinin adı ise Harundur.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/db/Moses_Pleading_with_Israel_%28crop%29.jpg/250px-Moses_Pleading_with_Israel_%28crop%29.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Musa'yı İsrailoğulları'na seslenirken tasfir eden bir görsel

Musa doğduğu sırada Mısırda İsrailoğulları köle olarak en ağır işlerde çalıştırılmaktaydı. İsrailoğulları atalarının toprakları olan Kenan illerine gitmek istedi iseler de Firavun onları bırakmadı. Kur'an' ve Tevrat'a göre Firavun gördüğü bir rüya üzerine İsrailoğullarından doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Bu hadise Kur'an ve Tevrat'ta yer almaktadır.[5] [6] Bunun üzerine çocuklar öldürülüp Nil Nehrine atıldı.

Ancak erkeklerin azalması bazı işlerin aksamasına sebep oldu ve bunun üzerine Firavun çocukların bir sene öldürülüp bir sene öldürülmemesini emretti.

Musa, çocukların öldürüldüğü sene dünyaya geldi. İmran ve Yocheved ona yalnızca üç ay bakabildi. Kur'ana göre Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden korktuğun zaman onu suya (Nil'e) bırak. Korkma, üzülme. Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" denmiştir.[7] Annesi Musa'yı zift ile birbirine yapıştırılmış otlardan oluşan bir muhafaza içerisinde Nil Nehrine bırakır. Musevi kaynaklara göre firavun'un kızı Thermuthis [8] Kurana göre ise karısı[9] Musa'yı bulur ve saray’a alır.

Ancak çocuğun İbranî olduğu kısa sürede anlaşılır. Musa'nın ablası onu emzirecek bir İbranî aile bildiğini söyler ve onu gerçek annesine geri götürür.

Firavun bir İbranî olduğu gerekçesiyle çocuğu istemez, ancak daha sonra kabullenir. Kuran'da şöyle denir: "Firavun'un karısı dedi ki: "Benim için de, senin için de bir göz bebek; onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz. "Oysa onlar (başlarına geleceklerin) şuurunda değillerdi."[10] Musa kendi annesi tarafından emzirildikten sonra saraya geri gelir ve ona "çekip çıkarılma" anlamına gelen Musa ismini verilir.[11] [12] Musa'nın hikayesi Akad kralı Sargon ile oldukça benzeşmekte, bu da skeptik yaklaşımlarda hikayenin sümer efsanelerinden uyarlandığı düşüncesini uyarmaktadır. (bkn.Sargon)

Adý [deðiþtir]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/e/e5/Edwin_Long_002.jpg/150px-Edwin_Long_002.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Musa'nın bulunuşu, çizim Edwin Long.

MosesStrikingTheRock GREBBER.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Tevrat'a göre Musa "çekmek/çıkarmak" (sudan) anlamına gelmektedir.

Bir diğer inanışa göre Mısırlı bilginler ona Mısırlı dilinde "den olma", "oğul" anlamına gelen Moses ismini vermesini tavsiye etmişlerdir.

Mýsýr: Salgýn hastalýklar ve toplu göç [deðiþtir]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/b5/SyriacBibleParisFolio8rrMosesBeforePharaoh.jpg/250px-SyriacBibleParisFolio8rrMosesBeforePharaoh.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Musa ve Firavun, 6. yüzyıl İncili

Allah Musa'ya İsrailoğulları'nı firavunun köleliğinden kurtarma görevi verir. Ona bir asa verir ve Musa bu asa ile lüzumunda içinden yılan/ejderha çıkarma, Kızıl denizi ikiye yarma, hastaları iyileştirme ve nehrin suyunu kan rengine çevirme gibi çeşitli mucizevî işler yapar[13] Kuran’a göre Musa Firavun’u İsrailoğullarını bırakması ve Allah'a iman etmesi yönünde davet eder. Ancak o bu daveti kabul etmez.[14][15]

Musevilik'te ve Hýristiyanlýk'ta Musa [deðiþtir]

Ana madde: Musevilik'te Musa

Museviliğin kutsal kitabı Tanah'ın bir bölümünü meydana getiren Tevrat (Tora), Hristiyanlığın kutsal kitabı Kitab-ı Mukaddes'in Eski Ahit kısmında da bulunmaktadır. Bu sebeple Musevilikteki ve Hıristiyanlıktaki Musa bahsi aynıdır.

Ýslam'da Musa [deðiþtir]

Musa İslamiyet'e göre peygamberdir. Tevrat, Allah tarafından Musa'ya indirilmiş, Sina yarımadısında, Eymen vadisinde, Tur dağında kavmine "on emir" adı altında Allah'ın şeriatını bildirmiştir. Tevrat, Allah tarafından Musa'ya indirilmiştir. Kızıldeniz'i mucizevî bir şekilde asâsıyla yararak İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarmış, Firavun II. Ramses ve ordusu İsrailoğullarının peşinden gelirken Kızıldeniz'de boğulmuşlardır.

Mýsýrdan çýkma olayýnýn kökü, Piramit inþaatýnda çalýþan birini MUSA’nýn öldürmesine dayandýrýlmaktadýr. FÝLÝSTÝN yolunda SÝNA daðýndan 10 emiri indirmiþ KUDÜS’e geldiklerinde de bir müdet sonra kavimi tarafýndan dýþlanmýþ, çölde kayýp olup gitmiþtir.

 

 

 

 

ZEBUR

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

-19-

 

 

zebur




Formun Üstü

1. hazreti davud'a indirilen kutsal kitaptır. ilahi kitapların ikincisidir. kur'ân-i kerim'in üç ayrı ayetinde zebur kelimesi geçmektedir. Zebur'da genellikle hz. davud'un allah'a yakarışları ve ilahiler yeralmaktadır. ibranice indirilmiştir ve asıl metni manzum yani şiirsel şekildedir. Zebur günümüzde bütün dillere çevrilmiş ve içeriğindeki konular itibariyle batılı ressamlara esin kaynağı olmuştur. Orjinal metni ibrani-aramicedir. Bugün doğrudan zebura tabi olan bir topluluk yoktur.

2.  hz. davut'a indirilmiş kitap.

bu arada internette ne kadar arasanız da bulamayacağınız kitap...türkçesine rastlayabilen olmamıştır.çok ender bir kaç kaynakta ingilizcesi-o da tevrat ya da incil le bir arada-bulunur.

3.  sadece var olduğu bilinen fakat hiç bir yerde bulunamayan kitaptır.
gerçekte böyle bir kitabın olduğu da şüphe konusudur.
*

4.  yahudi ve hristiyanların "mezmurlar" dediği kitaptır. tek başına satılmaz. kitab-ı mukaddes içerisinde tevrat ve incil ile beraber bulunur. davud peygamberin tanrı'ya sunduğu ilahi ve duaların bulunduğu 150 adet bölümden oluşur.

5.  yeryüzüne asla gönderilmemiş bir kitaptır kendisi.

şimdi bu noktada hoca nasireddün çok büyük önem kazanıyor ve size şu çok önemli soruyu soruyor: "yahu kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun?"

evet, ihtiyaçlar sonucu tarikatlar ve dahi mezhepler doğuyor da dinler neden doğmuyor? doğuyor efendim! yeryüzüne gönderilmiş "ZEBUR" isimli bir kitap yoktur! var diyen ortaya çıksın ki
neandertal hocası onun kulağını büksün.

halbuki islam bile david'i resul olarak anmaktadır. halbuki hiçbir müslüman bana zebur isimli bir kitap gösteremez. ne bugün ne de isa'dan evvel on bin senesinde. ne garip ki bütün semavi dinlerin kaynağı bir adamın kendi kendine söylediği bu şarkılardır. bu nedenle hiçbiri david'e bir mesafe koyamaz. bu şarkıların kaynağına ulaşmak da araştıran için zor değildir. ve kaçırılan en önemli nokta ise şudur: bütün göksel dinler aslen birbirinin tarikatlarıdır...

6.  yeryüzüne gönderilmiş kitaptır. peygamberleri hazreti davud olan yahudilere gönderilmiştir.
not: kulak memesini tutarak bükerseniz daha az acı verir.

zorunlu kaynak editi: islamiyet'e göre Davut peygamberdir ve Zebur ona indirilmiş kutsal kitaptır. islamiyet'te Tevrat ve incil gibi Zebur'un da tahrif edildiğine inanılır.

2. edit: kaynak vikipedi olmakla beraber, hıristiyanlar için davud' un mezmurları olarak bilinen eski ahit bölümüdür.

7.  öbür 3 kutsal kitap gibi peygamberi olan 3 kutsal kitabın aksine kendi başına herhangi bir tektanrılı dine kılavuzluk etmeyen kitaptır.

8.  Yahudilik'te Teilim olarak anılan ve Tanah'ın bölümlerinden biri olan kavram.

9.  kutsal kitaplar arasında anlatım dili kuran'a en çok benzeyen kitaptır.
tıpkı kuran-ı kerimdeki gibi rab anlatılarak başlar ve işin belki de en ilgi çekici yanı kendi
peygamberini anlatmadan allah'ı anlatan iki kutsal kitaptan biri olmasıdır.
kuranı kerim fatiha ile başlarken, bu kitap da tıpkı
fatiha gibi allah yolunun doğruluğunu işaret ederek, her şeyden önce iyi insan olmak gerektiğine dikkat çeker.

1. Mezmur
BÖLÜM 1

Mez.1: 1 Ne mutlu o insana ki, kötülerin öğüdüyle yürümez, Günahkârların yolunda durmaz, Alaycıların arasında oturmaz.

Mez.1: 2 Ancak zevkini RAB'bin Yasası'ndan alır Ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür.

Mez.1: 3 Böylesi akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, Meyvesini mevsiminde verir, Yaprağı hiç solmaz. Yaptığı her işi başarır.

Mez.1: 4 Kötüler böyle değil, Rüzgarın savurduğu saman çöpüne benzerler.

Mez.1: 5 Bu yüzden yargılanınca aklanamaz, Doğrular topluluğunda yer bulamaz günahkârlar.

Mez.1: 6 Çünkü RAB doğruların yolunu gözetir, Kötülerin yolu ise ölüme götürür.

10.   Zebur kelimesi sözlükte “Yazılı şey, kitap“ anlamlarına gelir. Hz. Davud(a.s.)'a gönderilen ilahi kitaptır. Içinde 150 sure vardır, bu kitapta daha cok öğütler, dualar, ilahiler yer almaktadır. Bugün elde hiç bir nüshası yoktur, ancak “Mezmürlar“ adıyla Tevratin içinde yer aldığı söylenmektedir.

11. hz. davut'a gönderildiğine inanılan kutsal kitap.islamiyet tarafından tahrif edilmiş bir kitap olduğu ve hükümlerinin geçerli olmadığı söylenir.hıristiyanların 'davud'un mezmurları' dedikleri zebur onlarca da kutsal sayılır. ancak 151. bölüm hıristiyanlıkca apokriftir diye değerlendirilir.museviler tarafından da bu 151.bölüm kabul edilmez.

yolunu gözetir, kötülerin yolu ise ölüme götürür.

12.   ağırlıklı olarak ilahilerden oluşan kitaptır.
orjinalini bulmak çok zordur.

13.   o da bozulmuştur. hz. davuta yollanan dördüncü kitap.

14.            şiir kitabı gibi mübarek.

 

 

 

-20-HIRİSTİYANLIK

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

HIRİSTİYANLIK

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/4/4f/Mathis_Gothart_Gr%C3%BCnewald_022.jpg/250px-Mathis_Gothart_Gr%C3%BCnewald_022.jpg( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

İSA

Hz. İsa 30 yaşında iken, Benî İsrâil’e peygamber olarak gönderildi. Bozulan Yahudiliğin hükümlerini neshedip yürürlükten kaldırdı. Kendisine İncîl kitabı verildi. İncîl’de, Allahü teâlânın birliği, İsa aleyhisselâmın Allah’ın kulu ve resulü olduğu yazılıydı.
Hz. İsa’ya inanmayan Yahudiler, onu Romalılara şikâyet etti. Kudüs’teki Romalıların Yahudi vâlisi Pilatus, Hz. İsa’nın yakalanıp çarmıha gerilmesini emretti. Havarilerden biri olan Yehuda, onu Romalılara ihbar etti. Askerlerle beraber yerini göstermeye gidince, Allahü teâlâ Yehûda’yı Hz. İsa’nın şekline çevirdi. Askerler aradıkları İsa’nın bu olduğunu sanarak, Yehuda’yı çarmıha gerdiler. O anda Allahü teâlâ Hz. İsa’yı göğe çıkardı.
Hak din olan İsevilik yayılmaya başlayınca, Yahudiler ile Yunanlılar ve Romalılar karşı çıktılar.
Bolüs (Pavlos) adındaki bir Yahudi; İsa’ya inandığını söyleyerek ve hak din olan İseviliği yaymaya çalışıyor görünerek, asıl İncil’i yok etti. 4 kişi ortaya çıkıp 12 havariden ve Bolüs’ten işittiklerini yazdılar. Böylece 4 incil meydana geldi.
Yunan felsefesi ile yetişen Bolüs, Havarilerden Barnabas’ın yakın arkadaşı idi. Bozuk fikirlerini ona da aşılamak istedi, başaramayınca, açıkça düşmanlığa başladı. Bolüs, İsevi görünüp kendisini din âlimi tanıtarak; “İsa, Allah’ın oğludur.” gibi birçok şeyler uydurdu. Şarabın ve domuzun helâl olduğunu söyledi. Bolüs’ün “İsa’nın haça gerilmesi, hikmet ve kurtuluştur” diyerek ortaya attığı anlamsız iddia; bugünkü Hıristiyanlığın esas felsefesini teşkil etti. Müslümanların kitaplarından alarak dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Galile, incillerdeki yanlış bilgiye göre, Engizisyonca müebbet hapse mahkum edildi ve gözleri kör olarak öldü. Bugünkü Hıristiyanlığın esasları şöyledir:
1. Her çocuk günahkâr olarak doğar.
2. Hz. İsa, Allah’ın oğludur. Bazen de Allah’tır.
3. Allah, insanların günâhını affettirmek için, kendi oğlunu haçta öldürtmüştür.
4. İnsanlar, Allaha dua edemez. Ancak papazlar dua edebilir ve insanların günahını affedebilirler.
5. Papa günahsızdır. Onun her yaptığı iş doğrudur.
Hıristiyanlığın tekrar doğru yola girmesi için, çeşitli çalışmalar yapılmış, reformlar meydana gelmiştir. Papaz Luther, Protestanlığı kurarak bazı düzeltmeler yapacağım derken, Hıristiyanlığı büsbütün bozmuştur. Kilise, toplumun maddi, manevi bütün hayatına hâkim olmuştur:
1) Kilise günahları itiraf ettirir ve papazlar günah çıkarır.
2) Hıristiyanlıkta baba, oğul ve kutsal ruh adına vaftiz olmak kilisenin emridir.
3) Nikâh kilisede kıyılır. Kilise dışında yapılan nikâh geçersizdir.
Son zamanlarda Hıristiyanlıkta Allah inancı hususunda önemli gelişmeler olmaktadır. Katolik Kilisesinin ve Vatikan’ın ileri gelenleri ve bilim adamlarından meydana gelen bir heyetin 7 yıllık bir araştırma neticesinde hazırladığı Evrensel Kateşizm adlı el kitabında, Katoliklerin de İslâmiyetteki gibi “Tek Allah” inancında olmaları gerektiği belirtildi. Papalığın direktifi ile hazırlanan bu kitap 1992’de Fransa’da piyasaya çıktı. Hıristiyanların bu yeni el kitabı, şimdiye kadar bu gaye ile hazırlanan diğer papalık yayınları arasındaki en önemli farkı, Allah inancının “Baba-oğul-Ruhül-Kudüs” şeklinde olmaması gerektiğinin açıkça belirtilmesidir. Kitapta Allah’a yaratılmış varlıkların sıfat ve suretlerinin hiçbirisinin yakıştırılamayacağı; çünkü Allahın ne erkek, ne kadın ne de insan suretiyle ilgisi bulunmayan tek yaratıcı olduğu ifade edilmektedir. Bu yeni inancın İslâmiyetteki Allah inancı gibi olması gerektiği açıkça belirtilmektedir.
İnsan hakları, yaratılış esasları ile cinsiyet konuları üzerinde durulan, Vatikan’ın bu yeni eserinde; “Huzurlu yaşamanın anahtarı Yaratan’ı benimsemek ve Tek Allah’ın varlığına inanmaktır.” denilmektedir. Bu eser, bilim adamlarınca çok önemli bir gelişme olarak
kabul edilmektedir.

 

MUHAMMET                - 21-

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

İSLAM

Muhammed bin Abdullah

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Atla: kullan, ara

Başlığın diğer anlamları için Muhammed (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.

Başlığın diğer anlamları için Muhammed bin Abdullah (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/8c/Mohammad_SAV.svg/200px-Mohammad_SAV.svg.png

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Arapça harfler ile Muhammed

İslam

Allah-eser-green.png

İnançlar[göster]

·         Allahın birliği

·         Peygamberler

·         Kutsal Kitaplar

·         Melekler

·         Kader

·         Kıyamet günü

İbadetler[göster]

·         Şehadet

·         Namaz

·         Oruç

·         Zekât

·         Hac

Metinler & Hukuk[göster]

·         Kuran

·         Sünnet

·         Hadis

·         Fıkıh

·         Şeriat

·         Kelâm

Tarih & liderler[göster]

·         Zaman dizini

·         Ehli Beyt

·         Sahabe

·         Dört Halife

·         İmamiye

·         Hilafet

·         İslam'ın yayılması

Mezhepler ve Ekoller[göster]

·         Sünni

·         Şia

·         Tasavvuf

·         İbadiyye

·         Kadıyanilik

·         Kurancılık

·         NOI

·         Ilımlı İslam

Kültür & toplum[göster]

·         Eğitim

·         Hayvanlar

·         Sanat

·         Takvim

·         Çocuk

·         Dava

·         Demografi

·         Bayramlar

·         Camiler

·         Kurban

·         Felsefe

·         Siyaset

·         Bilim

·         Kadın

Ayrıca bakınız[göster]

·         Diğer dinler

·         Sözlük

Allah-green.svgİslam Portalı

·         g

·         t

·         d

Muhammed bin Abdullah (Arapça: محمد بن عبد الله, (d. 20 Nisan 571[1], Mekke - ö. 8 Haziran 632, Medine) , İslam dininin son peygamberi. İslam inancına göre kendisine Allah tarafından Kur'an vahyedilmiştir. Mekke'de doğmuş, 610 yılında peygamberliğini açıklamış ve insanları İslam'a davet etmeye başlamıştır. Kendisine ve yeni din mensuplarına Mekke'de artan baskılar sonucu 622’de Medine'ye hicret etmiş ve burada ilk İslam devletini kurmuştur. 632'de rahatsızlanarak Medine'de vefat etmiştir.

Müslümanlar adını andıktan sonra (genellikle "sallallâhu aleyhi ve sellem" Arapça: صلى الله عليه و سلم şeklinde ) salâvat getirirler. Yazında "s.a.s", "s.a.v" veya "s.a" olarak kısaltılan bu salâvat kısaca, "Allah'ın selamı onun üzerine olsun" anlamına gelir. Türk-İslam literatüründe ise Hz. Muhammed (s.a.v) olarak yazılır.

Konu baþlýklarý

 [gizle

·         1 İsim ve sıfatları

·         2 Hayatı

o    2.1 Soyu

o    2.2 Çocukluğu

o    2.3 Gençliği ve vahiy öncesi durumu

o    2.4 Vahiy Dönemi

o    2.5 Mekke'de baskı dönemi

o    2.6 İsra ve Miraç

o    2.7 Akabe biatları

o    2.8 Hicret

o    2.9 Medine hayatı

o    2.10 Vefatı

o    2.11 Evlilikleri ve çocukları

§  2.11.1 Hatice

§  2.11.2 Diğer eşleri

§  2.11.3 Çocukları

·         3 Dinî ritüeller

·         4 Sünnet ve hadis

·         5 Görünüşü

·         6 Eleştiriler

·         7 Ayrıca bakınız

·         8 Dış kaynak

·         9 Kaynakça

Ýsim ve sýfatlarý [deðiþtir]

Şablon-düzenle

Bu şablonun düzenlenmesi gerekiyor.
Düzenleme yapıldıktan sonra bu not silinmelidir.

 

Muhammed
(
محمد)

Last Islamic Prophet

Genel Bilgiler[göster]

 

Tam ismi

Muhammed bin Abdullah - ( محمد بن عبد الله )

 

 

Doğum

570

 

 

Doğum yeri

Mekke (Bölge),

Arabia ( Şimdi : Suudi Arabistan )

 

 

Ölüm

8 Haziran 632 (62 yaşında)

 

 

Ölüm yeri

Medine, Arap Yarımadası

( Şimdi : Medine, Hicaz, Suudi Arabistan )

 

 

Resting Place

Tomb under the Green Dome of Al-Masjid Al-Nabawi in Medina, Hejaz, Saudi Arabia

 

 

Ölüm nedeni

Hastalık ( Ateş )

 

 

Köken

Arap

 

 

Kabile

Kureyş - ( قريش )

 

 

Clan

Banū Hāshim

 

 

Religion

Islam

 

 

Honorific
(
alawāt )

all Allāhu ʿalay-hi wa-sallam -
(
صلى الله عليه وسلم )
all Allahu ʿalayhi wa-’ālih -
(
صلى الله عليه وآله )

Aile[göster]

İsimler[göster]

Āmed (احمد) - āmed (حامد) - Mamūd (محمود) - Qāsim (قاسم) - ʻāqib (عاقب) - Fāta (فاتح) - Šāhid (شاھد) - āšir (حاشر) - Rašīd (رشيد) - Mašhūd (مشھود) - Bašīr (بشير) - Naīr (نذير) - Dāʻun (داع) - Šāfun (شاف) - Hādun (ھاد) - Mahdub (مھد) - Māun (ماح) - Munǧun (منج) - Nāhun (ناه) - Rasūl (رسول) - Nabī (نبى) - Um'mī (امى) - Tehāmī (تھامى) - Hāšmī (ھاشمى) - Ābṭḥīun (ابطحى) - ʻī (عذيذ) - arīun ʻlīkum
(
حريص عليكم) - Rʻūf (رءؤف) - Raīm (رحيم) - āʾʾ (طه) - Muǧtabā (مجتبى) - āʾ sīn (طس) - Murtaā (مرتضى) - āʾ mīm (حم) - Muṣṭfā (مصطفى) - Yāʾ sīn (يس) - Āūlā (اولى) - Muzamil (مزمل) - Ūlīun (ولى) - Mudair (مدثر) - Matīn (متين) - Muadiq (مصدق) - aīab (طيب) - Nāir (ناصر) - Manūr (منصور) - Mi (مصباح) - Āmirun (امر) - aǧāzyun (حجازى) - Nazaryun (نزارى) - Qaršiyun (قرشى) - Muariyun (مضرى) - Nabī Ātaūbati (نبى اتوبة) - āfiun (حافظ) - Kāmilun (كامل) - ādaiq (صادق) - Āmīn (امين) - ʻabd ullāh (عبد الله) - Kālīm ullāh (كليم الله) - abīb ullāh (حبيب الله) - Naǧī ullāh (نجى الله) - afi ullāh (صفى الله) - ātam Ul-Ānbīāʼ (خاتم الانبياء) - asībun (حسيب) - Muǧībun (مجيب) - Šakūr (شكور) - Muktaidun (مقتصد) - Rasūl ul-Reamiti (رسول الرحمۃ) - Qaūiun (قوى) - afīun (حفى) - Māmūn (مامون) - Maʻlūm (معلوم) - aqq (حق) - Mubaīn (مبين) - Muʻun (مطيع) - Rasūl ul-Ūāati (رسول الواحۃ) - Āūl (اول) - Āir (اخر) - āhir (ظاھر) - Bāin (باطن) - Nanī ul-Reamati (نبى الرحمة) - Īatīm (يتيم) - Karīm (كريم) - akīm (حكيم) - ātim ul-Rasūl (خاتم الرسول) - Saīadun (سيد) - Sirāǧ (سراج) - Munaīr (منير) - Muaramun (محرم) - Mukaram (مكرم) - Mubašhir (مبشر) - Muzakirun (مزكر) - Muharun (مطھر) - kharīb (قريب) - alīl (خليل) - Madʻū (مدعو) - Ğūād (جواد) - ātim (خاتم) - ʻādil (عادل) - Šahīrun (شھير) - Šahīdun (شھيد) - Rasūl ul-Malami (رسول الملاحم) -

 

Hayatı[göster]

Life in Mecca - Hijra - Life in Medina Conquest of Mecca - The Farewell Pilgrimage

 

Kariyer[göster]

Quran - Hadith - Early Reforms Under Islam - Diplomacy - Military - Persecution by Meccans - Migration to Abyssinia

 

Mucizeler[göster]

Isra and Mi'raj - Splitting of the Moon - Relics - Al-Masjid an-Nabawi

 

Muhammed görüşü[göster]

Jews - Christians - Slavery

 

Veraset[göster]

Farewell sermon - Hadith (Pen and Paper) - Saqifah - Ahl al-Bayt - Companions - History

 

Durood[göster]

Durood-e-Ibrahimi - Durood-e-Tunajjina

 

Perspektifler[göster]

Islamic - Jewish - Bible - Medieval Christian - Historicity - Criticism

Praise[göster]

Na'at - Mīlād

 

 

·         g

·         t

·         d

Arapça tam adı: محمد بن عبد الله بن عبد المطلب بن هاشم بن عبد مناف القرشي Türkçe'ye transkripsiyon ile Muhammed bin Abdullah bin Abdulmuttalib bin Haşimi bin Abdulmenaf El Kureyşi ya da daha kısa olan Muhammed bin Abdullah bin Abdulmuttalib El Haşimi olarak geçer. Bu isim Türkçe'ye, Abdulmenaf oğlu Haşim oğlu Abdulmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed El Kureyşi olarak tercüme edilebilinir.

Muhammed Arapçada "övgü" kökü olan "hamd" fiilinden türetilmiştir. Mutad övgü alan, övülen manasına gelir. Ayrıca halk tarafından Mustafa, Mahmud veya Ahmed ismiyle de anılır. Ahmed Arapçada "daha çok övülen" anlamına gelir. Yazar Edip Yüksel genel kanının aksine ismin aslının Muhammed (övülen) değil, Muhammid (öven) olduğunu ifade etmektedir.[2]

İslam inancına göre Muhammed'in geleceği Tevrat'ta ve İncil'de bildirilmiştir.[3][4]. Peygamber kendisine isnad edilen bir hadise göre “Benim ismim Kur'ân’da Muhammed, İncil’de Ahmed, Tevrat’ta Ahyed’dir.” demiştir.[5][6][7] Bununla birlikte Musevi ve Hristiyan kutsal kitaplarında Muhammed isminden bahsedilmez. Müslümanlara göre bunun sebebi Tevrat ve İncil'in zaman içerisinde tahrif edilmesidir.

Bazı İslam âlimleri İncil'de geçen Faraklit’in ayet ve hadislerde sözedilen İslam peygamberini işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir.[8] [9] İslam alimleri ve Hırıstiyan yorumcular arasında Yunanca İncil (Yuhanna 14, 16)’de geçen parakletos (Faraklit) kelimesinin Arapçaya tercümesinde ortaya çıkan ve Arapçanın özelliğinden kaynaklanan farklı okunuş şekilleriyle ilgili bir tartışma bulunmaktadır.[10]

Hayatý [deðiþtir]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/4/41/Muhammad_13.jpg/200px-Muhammad_13.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Bir Osmanlı minyatüründe Muhammed'in doğumu

Fil yılında[1] (miladî 571) Mekke'de doğdu ve 8 Haziran 632'de Medine'de vefat etti. Hem Mekke, hem de Medine bugün Suudi Arabistan sınırları içinde bulunan Hicaz Bölgesi'ndedir. Künyesi Ebu'l-Kasım'dır. Künye o dönem Arap toplumunda, ilk doğan erkek çocuğunun ismine dayalı olarak verilmektedir. Muhammed'in ilk doğan erkek evladının ismi Kasım'dır. Muhammed'in 610-632 yıllarında Cebrail adlı melek vasıtasıyla aldığına inanılan vahiyler Kur'an'ı oluşturur.

Soyu [deðiþtir]

Ayrıca bakınız: Kureyş

İsmail peygamber soyundan, Adnaniler kavminden, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesinden gelir. Rivayet edilen soy silsilesi şöyledir : Muhammed, Abdullah, Abdulmuttalib, Haşim, Abd-i Menaf, Kusay, Kilab, Mürre, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinane, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan[11]

Ayrıca Muhammed, kendi soyunun İbrahim'den geldiğini ifade eder: Allah, İbrahimoğullarından İsmail'i, İsmailoğullarından Kinaneoğullarını, Kinaneoğullarından Kureyş'i, Kureyş'ten Beni Hâşim'i, Beni Hâşim'den de beni seçmiştir.[12]

Çocukluðu [deðiþtir]

Babası Abdullah bin Abdulmuttalib, annesi Medine'nin Hazreç kabilesinden Nennaceler'den Vehb bin Abdumenaf'ın kızı Âmine'dir. Muhammed daha doğmadan babası vefat etti. Yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalib üzerine aldı ve torununa "Muhammed" adını verdi. Muhammed o sıralarda Mekke'de bulunan Beni Sa’d kabilesinden Halime adlı bir kadına emanet edildi.[13] Muhammed’i ondan önce Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe emzirdi.[kaynak belirtilmeli] Muhammed üç yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle sütannesi Halime'nin yanında kaldı, daha sonra Mekke’ye, annesinin yanına döndü.

Muhammed altı yaşında iken annesi Âmine ve bakıcısı Ümm-ü Eymen’le birlikte akrabalarını görmek için Medine’ye gitti. Bir ay Medine’de kaldıktan sonra Mekke’ye dönüşte Ebva’ya ulaştıklarında annesi vefat edip orada defnedildi. Cariyeleri Ümmü Eymen onu Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalib’e teslim etti. Dedesi, yetiştirmesi için onu, oğlu Ebu Talip’e bıraktı. Ebu Talib’in ona çok iyi baktığı, Yengesinin de de kendisine çok iyi davrandığı; çocukları aç olsalar bile önce onu doyurduğu rivayet edilir. Muhammed'in doğum, çocukluk ve gençlik dönemlerine ait mitolojik anlatımlar değişik siyer kitaplarında yer almaktadır.[14]

Gençliði ve vahiy öncesi durumu [deðiþtir]

Muhammed dokuz yaşındayken amcası, ticaret yapmak için gittiği Suriye’ye onu da götürdü. Rivayetlere göre Busra kasabasında Bahira isminde bir rahibin onun peygamber olacağını haber verdiği söylenir. Muhammed on yedi yaşındayken de amcası Zübeyr bin Abdülmuttalib ile Yemen’e gitti. Bu geziler, bilgi ve görgüsünü artırmasının yanı sıra ruhsal yapısının gelişmesinde de etkin rol oynadı. Bu arada amcaları ile birlikte Kureyş ve Kays kabileleri arasındaki Ficar Savaşı’na katıldı. Ticarete olan ilgisi Hatice ile tanışmasına neden oldu ve onun sermayesi ile ticarete başladı.[kaynak belirtilmeli]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/9/95/Jabal_Nur.JPG/200px-Jabal_Nur.JPG

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Muhammed peygamberliğinden önce Nur Dağındaki Hira Mağarasına çekilerek Mekke'den uzaklaşırdı.

Muhammed gençliğinde çevresinden gelen paganist görüş ve uygulamalarla ilgilenmedi. Kendisi, aynı dönemde herhangi bir puta tapmamakla birlikte, başkalarının tapınmalarına da açıkça karşı çıkmadı. Kur'an ayetlerinde geçen “...oysa önce, kitap nedir, iman nedir sen bilmezdin” (Şura Suresi: 52) ve “Allah seni sapıklıkta bulupta hidayete erdirmedi mi” ifadelerinin kendisinin islam öncesi durumunu anlattığına inanılmaktadır.

Vahiy öncesi dönemde Araplarda eski dini birikimlerin şairler, kıssa anlatıcıları, hanifler ve Yahudi-hırıstiyan din bilginlerinden oluşan ve muhtemelen zengin mitolojik kültür birikiminin geniş toplum kesimlerince bilindiği, Muhammed’in de içinde yaşadığı bu toplumun yazılı veya sözlü anlatımlarından oluşan birikime sahip olduğu düşünülmektedir.[15] Örneğin vahiy öncesi dönemde Muhammed’in eşi Haticenin amcasının oğlu olması dolayısıyla görüşme ihtimali olan kişilerden biri olan rahip Varaka, Tevrat, Zebur ve İncil'i de kapsayan Kitabı Mukaddes'e hâkimdi. Varaka'nın dinler tarihi konusundaki birikimlerini Muhammed’e aktardığı ve bu bilgilerin Kuran'daki Yahudi, Hıristiyan kültürüyle ilgili dini anlatımlara kaynak teşkil ettiği ileri sürülür.[16]

Vahiy Dönemi [deðiþtir]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/2/2b/Cave_Hira.jpg/200px-Cave_Hira.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

İslam inancına göre Allah tarafından İslam peygamberine ilk vahiy gönderilen yer, Nur Dağı'ndaki Hira Mağarası.

İslam inancına göre Peygamber olmadan önce toplumdan uzaklaşıp Mekke’nin yaklaşık 6 km kuzeyinde bulunan Hira dağındaki bir mağaraya çekilmeyi ve Ramazan ayını burada geçirmeyi adet edindi. Bu mağaraya gitmeye 1-2 yıl devam etti.

Muhammed'in 610 yılından başlayarak, öldüğü yıl olan 632'ye kadar aldığına inanılan ve vahiy kâtipleri tarafından kayda geçirilen vahiyler Kur'an'ı oluşturur. 40 yaşındayken 610'da, 26 Ramazan'ı 27’sine bağlayan gece (Kadir gecesi), Muhammed'e geldiğine inanılan ilk vahiy şu şekilde anlatılır: Kendisi Hira Dağı'nda tefekkürle meşgulken Cebrail adlı melek geldi ve ona "Oku!" dedi. Muhammed "okumasını bilmem, ne okuyayım?" dedi. Bunun üzerine Cebrail, Muhammed’i sıkarak, yine "Oku!" dedi. Muhammed tekrar okuması olmadığını söyleyince, Cebrail onu sararak aynı şekilde sıktı ve geri bırakarak "Oku!" dedi. Muhammed "Okuma bilmem, söyle ne okuyayım" diye karşılık verince Cebrail, Alak Suresi'nin ilk ayetlerini okudu: "Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir..."

Korku ve heyecan içinde kalan Muhammed, ayetleri tekrar etti ve hafızasına yerleştirdi. Ardından Cebrail kayboldu Muhammed evine dönmek üzere yerinden kalktı. Yola çıkan Muhammed'e etraftan binlerce ses: "Ey Muhammed selam olsun! Ya Resulullah, sana selam olsun!" diyordu. Her defasında geriye dönüyor, taş ve ağaçlardan başka bir şey göremiyordu. Ona peygamberlik verilmişti... Evine geldiğinde yatağına yattı ve yalnızca "Beni örtün" diyebildi... Uyandığında başından geçenleri Hatice'ye anlattı. Ardından başından geçenleri Hatice'nin amcasının oğlu olan Varaka bin Nevfel'e açıkladı. Yaşlı bir Hristiyan bilgini olan Varaka bin Nevfel anlatılanları duyunca "Kuddûs... Bu gördüğün Melek yüce Allah'ın Musa peygambere gönderdiği Ruhu'l-Kudüstür. Sen de bu ümmetin peygamberisin. Keşke kavminin seni yurdundan çıkaracağı zaman sağ olup sana yardım edebilsem."[17]

Muhammed bin Abdullah'ın ilk vahyini bir Nasruti Hristiyan bilgini ve aynı zamanda bir şair olan Varaka bin Nevfel'e anlatmasının üzerinden çok geçmeden Varaka bin Nevfel vefat etti. Bu olayın ardından vahiy 3 yıl süreyle kesintiye uğramıştır. Bu vahiy kesintisi dönemi Fetretu'l Vahiy olarak adlandırılır.[18]

Bu konudaki bir başka rivayete göre Varaka’nın, “Korkarım ki ona gelen, Cebrail’den başkasıdır. Çünkü bazı şeytanlar, bir kısım insanı saptırmak için Cebrail sûretine girip ona benzerler. Amaçları akıl sahibi kişileri, deli ve mecnûn etmektir.” diye görüş bildirdiği, bunun üzerine “Nûn, kaleme ve yazdıklarına ant olsun ki, Rabbinin nimeti sayesinde sen mecnûn değilsin” (68:1-2) ayetlerinin indiği kaydedilir.[19]

Sünni inanışına göre Muhammed’in İslam'a çağrısına ilk uyan, eşi Hatice oldu. Onu amcası Talip’in oğlu Ali, azatlı kölelerden Zeyd bin Harise ve Ebu Bekir izledi. Şia'ya göre ise ilk Müslüman amcasının oğlu Ali bin Ebu Talib'dir. Bir süre yine vahiy kesildikten sonra on bir ayetten oluşan Duha Suresi indi. Bu surede, Allah’ın Peygamber’i yalnız bırakmadığı, yetimken barındırdığı, bu nedenle yoksullara yardım edilmesi ve iyi davranılması gerektiği üzerinde duruldu. Bu dönemde İslam dinini kabul edenlerin büyük bir çoğunluğu dinlerini gizlemek zorunda kaldılar. Belli bir süre sonra Muhammed önce akrabalarını, ardından Safâ tepesi ne çıkarak tüm Mekke halkını açıktan açığa Müslüman olmaya çağırdı. İlk müslümanlar ağır hakaret ve işkencelere katlanmak zorunda kaldılar.

Mekke'de baský dönemi [deðiþtir]

Muhammed’in çağrısı, kendi mevkilerinin tehlikeye girebileceğini düşünen kişileri tedirgin etti. Kâbe’den putların kaldırılması, ticareti engelleyeceği ve birtakım alışkanlıklara son verileceği için büyük tepki ile karşılandı. Bir bölüm müslüman, kendilerine yapılan işkenceler artınca Habeşistan’a göç etmek zorunda kaldı. İki dalga hâlinde göç edenler, bir süre sonra Muhammed’in Mekkelilerin Müslüman oldukları ve Muhammedle anlaştıkları (Garanik) yolunda aldıkları bir haber üzerine geri döndülerse de Mekke’ye geldiklerinde bunun doğru olmadığını öğrenince yeniden gittiler. Bu arada iki güçlü ve önemli mevki sahibi kişi olan Ömer ve Hamza’nın müslümanlığı kabul etmeleri müslümanların moral ve cesaretlerini artırdı; Kâbe’de açıkça namaz kıldılar. Muhammed’in, amcası Ebu Leheb dışındaki akrabalarından yardım görmesi ve Mekke önde gelenlerinden bazılarının müslüman olmaları, putperest inancına sahip kişilerin tepkilerini daha da artırdı. Muhammed, eşi Hatice ve amcası Ebu Talib’in ölmeleri üzerine Mekkeliler’in müslüman olmaları konusunda ümitsizliğe kapılarak Taif’e yerleşmek istedi. Ancak burada tepki daha da büyük oldu ve Muhammed geri dönmek zorunda kaldı. Tüm bu olaylara karşın, peygamberliğine olan inancı, düşüncelerini sürekli yaymasını sağladı. Bu inancından cesaret alarak din alanındaki çalışmalarını Mekke dışına taşımaya yöneldi.

 

Ýsra ve Miraç [deðiþtir]

Ana maddeler: İsra ve Miraç

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/0b/Al-Aqsa_Mosque_by_David_Shankbone.jpg/200px-Al-Aqsa_Mosque_by_David_Shankbone.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Muhammed, Mirac'a Mescid-i Aksa’dan gitti

Rivayetlere göre Muhammed Medine’ye gitmeden bir süre önce, İsra ve Mirac mucizesi meydana geldi: Bir gece, Muhammed, Cebrail’in eşliğinde, önce Mescid-i Aksa’ya gitti. Orada, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerden bazılarıyla görüştü. Sonra göğün en son katı olan Sidretu’l-Münteha’da, Allah’ın ayetlerini gördükten sonra, aynı gecede Mekke’ye döndü. Ayrıca bu gecede Allah ile insanların anlayamayacağı bir dil ile konuşmuştur. Bu yolculuğunda, Muhammed’e Cennet ve Cehennem ve bu ikisine girenlerin hâli gösterildi. Sünni inancına göre bu yolculuk esnasında, diğer bazı hükümler yanında beş vakit namaz da farz kılınmıştır. Yine sünni inancında Muhammed bu yolculuğu hem ruh hem beden ile Şii inancında ise sadece ruh ile yapmıştır.[20]

Kur'an'da sadece İsra olayına yani peygamberin geceleyin Mescid-i Aksa'ya gidişine yer verilir. Diğer detaylar ise, genellikle Mi'raç olarak adlandırılır ve hadis kitaplarında anlatılır.

Anlatılanlara göre Muhammed Mekke’ye dönünce, bu yolculuğunu anlattı. Bunun üzerine Kureyş'liler, O'nu yalanladılar. O'ndan, Mescid-i Aksa'yı kendilerine tarif etmesini istediler. Mescid-i Aksa'dan tam ve doğru olarak haber verince sustular. Hatta Kureyşlilere, Mi'raca çıkarken yolda gördüğü Kureyşin bir kervanının ertesi günün belirli bir vaktinde geleceğini haber verdi. Aynen söylediği vakitte kervan gelerek Mi'racının doğru olduğunu tasdik ettirdi. Bir anlatıma göre ise kervanın dönüşü 1 saat gecikmiş, ama bu gecikmeyi telafi etmek için Allah güneşin doğuş saatini 1 saat geciktirerek peygamberin sözünün yalan çıkmamasını sağlamıştır.[21] Ancak güneşin geç doğmasının hiçbir hadis ve siyer kitabında yer almadığını ve uydurma olduğu iddia edenler de vardır[22]

Rivayetlere göre Kureyşliler, Ebu Bekir'e giderek derler ki: “Senin arkadaşın dün gece Kudüs’e, oradan da semaya çıkıp tekrar Mekke’ye döndüğünü söylüyor, ne dersin?” diye sormuşlar, O da: “O söylüyorsa doğrudur!” diye cevap verir.

Akabe biatlarý [deðiþtir]

Muhammed Hac mevsiminde Mekke’ye gelen Medineliler ile anlaştı. Medineliler, dinsel bir vaizden çok, kabile savaşlarında kendilerine önderlik edecek birini arıyorlardı. Muhammed’de bu iki niteliğin de bulunduğu, Hicret’ten (622) sonra anlaşılacaktı. Muhammed, bir Hac mevsiminde Akabe’de Yesribliler (Medineliler) ile görüştü. Medinelilerden, önce altı, sonra on iki kişi müslüman oldu. Medineliler İslam’ı kabul edip memleketlerine döndüler ve İslam’ı anlatmaya başladılar. Ertesi yıl aynı yerde yetmiş üç erkek, iki kadın Medineli müslüman, Muhammed Medine’ye gelip bu kente yerleşirse kendisini koruyacaklarına söz verdiler. Bu anlaşma Mekke’de öğrenilince müslümanlara baskı ve zulüm daha da arttı ve müslümanlar büyüklü küçüklü topluluklar hâlinde Medine’ye göç etmeye başladılar. Medine’nin, Mekke ticaret yolu üzerinde bulunması ve burada müslümanların giderek çoğalması, Mekkeliler’in çıkarlarına aykırı düştü; bu nedenle müslümanların Medine’ye göç etmelerine engel olmaya çalıştılar.

Hicret [deðiþtir]

Ana madde: Hicret

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/89/Medina_Grab_des_Propheten.JPG/200px-Medina_Grab_des_Propheten.JPG

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Mescid-i Nebevi'nin 19. yy'daki bir tasviri

Müslümanlığa karşı olan Mekkelilerin, baskıyla, Muhammed’i vazgeçirememesi ve Medine’de müslümanların giderek kuvvetlenmesi, durumun kendileri için tehlike yaratacağı düşüncesiyle Daru’n-Nedve dedikleri meclislerinde toplanarak meseleyi görüşmelerine yol açtı.

Görüşmelerde yerleşik düzeni tehdit eden islamın hızla büyüdüğü ve Muhammed’in bu çalışmalarını durdurmak gerektiği merkezinde birleşildi. Mekke’nin ileri gelenleri bu kararı alınca, nasıl hareket edecekleri ve hangi yöntemleri uygulayacakları konusunda görüşmeye başladılar. İlk önce şu görüş ortaya atıldı: “Muhammed’i prangaya vurup hapsedelim!” Bu kabul edilmeyince: “Onu memleketimizden sürgün edelim; ne hâli varsa görsün!” denildi. Bu görüş de kabul edilmeyince, İslam'ı sevmeyen ve onu çok tehlikeli bulan Amr bin Hişam: “Benim görüşüme göre, onu öldürmekten başka çaremiz yoktur. Bunun için de, her kabileden birer genç seçelim. Her birine de birer keskin kılıç verelim. Bunların hepsi birden, kararlaştırdığımız yer ve zamanda Muhammed’i pusuya düşürerek öldürsünler; biz de ondan kurtulalım! Böyle olursa, onun kan davası bütün kabilelere düşeceğinden ve ailesi olan Benu Abdi Menaf, herkese savaş açamayacağından, diyete razı olurlar, biz de diyetlerini veririz!” dedi. Bu görüş kabul edildi.

Gece suikastçiler, Muhammed’in evini sararak, onu öldürmek için uyumasını beklediler. İslam inancına göre, Allah, onların oyununu Peygamber’e bildirdi ve Ali, Muhammed'in yerine geçti. Suikastçılar yorganı açıp yatakta Ali´yi görünce çok şaşırdılar ve durumu üslerine anlatmak üzere gittiler. Muhammed, evden çıkarak Ebu Bekir’in evine gitmiş ve hicret için geldiğini söylemiş, rivayete göre Ebu Bekir’in evinde bir süre oturduktan sonra beraberce, Medine´ye hareket etmişlerdir.

Mekkeliler, Muhammed hicret edecek olursa, bir kısmı İslam’ı kabul etmiş olan Medine’ye gideceğini biliyorlardı. Muhammed, bunu düşünerek, Medine yoluna değil, Mekke’nin güneybatısına düşen Sevr dağına hareket etti.

Muhammed, Ebu Bekir ile Sevr mağarasında üç gün geçirdi. Mağaraya önce Ebu Bekir girmiş ve içinde akrep, yılan gibi zehirli hayvanların olup olmadığını yoklamıştı. Bu kontrolden sonra Peygamber içeri girdi.

Muhammed’in hicret ettiğini öğrenen Mekkeliler, onları bulup getirene yüz deve vaat etmişti. Amr ibni Hişam ve yanındakiler arama için Ebu Bekir’in evine gelince Ebu Bekir’in kızı Esma, onlara nerede oldukları konusunda bir şey söylemedi. Bunun üzerine Amr, Esma’ya şiddetli bir tokat attı.

Bu sırada Mekkeliler, her tarafta Muhammed’i arıyordu. Becerikli bir iz sürücüsü, Mekkelileri Sevr mağarasına kadar getirmişti. Ancak İslam inancına göre bu sırada bir mucize olmuş, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş ve bir güvercinde yuvasını mağara girişine kurmuştu. Askerler mağaranın yanına gelince, Ebu Bekir endişelenmeye başladı. Muhammed, onu teselli etti : “Tasalanma, Allah bizimle beraberdir.” Mekkeliler mağara girişindeki örümcek ağını ve güvercin yuvasını görünce içeride kimse olamayacağını düşünerek geri döndüler.

Muhammed ve Ebu Bekir 20 Eylül 622’de, Medine yakınlarındaki Kuba’ya ulaştılar. Muhammed, tekbir ve ilahilerle karşılandı; Kuba’ya varır varmaz Kuba Mescidi’ni inşa ettirdi. Burada Külsüm bin Hedm’e konuk oldu. Muhammed, on gün dinlendikten sonra, yanında bulunan ashabı ile beraber Medine’ye hareket etti. Bu sırada Ali de Kuba’ya vardı.

Muhammed, Medine' de tüm Medinelilerce bekleniyordu. Muhammed Medine’de, Beni Salim mahallesinde Cuma Namazı'nı kıldı ve ilk hutbesini verdi. Medine’de Ebu Eyyub el-Ensari’nin konuğu oldu. Medine´ye girdiğinde halk Peygamberlerinin kendi evlerinde kalması konusunda tartışınca Muhammed bir öneri sundu "devesinin ilk çökeceği yere evinin yapılması" ve halk bunu kabul etti. Devesinin ilk çöktüğü yere bir Mescid ve kendi ailesinin kalması için mescide bitişik odalar yaptılar. Mescidin bir yanına da barınaksız kişilerin kalabilmeleri için “Suffa” adı verilen bir yer yapıldı, burada kalanlara “Ashab-ı suffa” denildi.

Medine hayatý [deðiþtir]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/f/f9/Madina_Haram_at_evening_.jpg/700px-Madina_Haram_at_evening_.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Mescid-i Nebevi'den bir görünüm. Muhammed, bir hadisinde şöyle der: "Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram haricinde diğer mescitlerde kılınan namazlardan bin kat hayırlıdır."[23]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/cc/Battle_of_Badr2.jpg/200px-Battle_of_Badr2.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Bir İran minyatüründe Bedir Savaşı

Medine (Yesrip'e müslümanlarca Medinetü'n Nebi, Peygamberin Şehri dendi) halkı, dinleri uğruna Mekke’den göçenlerden (Muhacir) ve bunlara yardımcı olduklarından dolayı Ensar adını alan yerli halk (aslen Yemenli Evs ve Hazreç kabileleri ki yerleştikleri bu yere Yemen Serabı anlamında Yesrip dediler.) ile Beni Kureyza, Beni Kaynuka, Beni Nadir adlı Yahudi kabilelerden oluşuyordu. Bunlar arasında birlik sağlamak oldukça güçtü. Medine sınırları yakınlarında Hayber vb. yerlerde yaşayan Yahudiler, varlıklı kişiler olduklarından, çevre üzerinde etkiliydiler. Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki geleneksel düşmanlığın yeniden alevlenme olasılığı da vardı. Ayrıca Ensar ile Muhacirleri kaynaştırmak, çözülmesi gereken bir sorundu. Muhammed, bütün bu kesimleri birleştirip bağdaştırmak amacındaydı. Ancak her şeyden önce çok yoksul olan göçmenlerin durumlarının düzeltilmesi gerekiyordu. Muhammed Muhacirleri Ensar ile kardeş ilan ederek, ensarın onlara yardım etmesini sağladı. Yahudiler ile açılan aralarını düzeltmek için bu kavmi, Hıristiyan ve putperestleri de müslümanlarla birlikte içine alan Medine kent devletini kurdu. Arapça Madinat/Madinah/Medine'nin Türkçe karşılığı şehir anlamındadır, Yesrip bir site devleti idi. Farklı kesimlerin hak ve yükümlülüklerini saptayan 47 maddelik bir tür Medine Antlaşması'ı benimsendi.

Medineli Yahudiler Müslümanlığa karşı çıktılar, İslama ve müslümanlara karşı olumsuz tutumlardan vazgeçmediler. Medine’de Muhammed’e karşı olanlar müslümanlığı seçtiklerini söyleyip karışıklık çıkartmaya çalışıyorlardı.

632 yılının Mart ayında (9 Zilhicce) arefe günü 100.000 den fazla kişiye Rahmet Dağı'nda verdiği son hitabesine veda hutbesi denir.

Vefatý [deðiþtir]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/4/48/Raouda.JPG/200px-Raouda.JPG

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Mescid-i Nebevi'nin içindeki mezarı

632 yılının sonlarında, Veda Haccı'ndan sonra Muhammed hastalandı. Son anlarında Ayşe ve kızları yanındaydı.

Son tavsiyesi "Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız, namaza dikkat ve devam ediniz!" şeklinde oldu.[24]

Başı Ayşe'nin göğsüne dayalı şekilde kelime-i şehadet getirdi. Ağzından dökülen son cümle "Allahümme er-refikül ala..." şeklindeydi. Bu şekilde 8 Haziran 632 yılı pazartesi günü vefat etti.[13]

Vefat haberini duyan ashab hemen evine geldi. Ömer onun öldüğünü kabullenemiyordu. Ebubekir "Şayet Muhammed'e tapıyor idiyseniz, bilin ki Muhammed öldü. Yok, şayet Allah'a tapıyorsanız, bilin ki Allah bâkidir." diyerek insanları yatıştırdı. Daha sonra şu ayeti okudu:[13]

Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.(Al-i İmran 144)

Peygamber Mescid-i Nebi'nin yanında mezarına defnedildi.

Evlilikleri ve çocuklarý [deðiþtir]

Ana madde: Muhammed'in evlilikleri

Prof Dr. Mehmet Soysaldı Muhammed'ın hayatı boyunca on iki kadınla evlendiğini belirtir.[25] Ancak bazı yabancı kaynaklara göre ise kesin sayısı bilinmeyen, çok sayıda evlilik, cariye edinme, sözlenme, ayrılma ve müt'a gibi ilişkiler yaşadı.[26] Eşlerinden Kureyş kabilesinden olanlar Hatice, Sevde binti Zem’a, Aişe, Hafsa, Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme'dir. Kureyş kabilesinden olmayan Arap eşleri Zeynep binti Cahs, Meymune binti Haris, Zeynep binti Huzeyme ve Cüveyriye binti Haris'dir. Arap olmayan eşleri ise Mariyye el-Kıptiyye ve Safiyye binti Huyey'dir.[25]

Hatice [değiştir]

Muhammed Mekkeli, zengin bir kadın olan Hatice'nin üzerinde iyi bir izlenim bıraktı ve Hatice'nin evlenme teklifini kabul ederek onunla evlendi.[1] Evlendiklerinde Muhammed 25, Hatice ise 40 yaşlarındaydı.[1] Hatice ölünceye kadar başka eş almadı.[27][28][1] Muhammed'in Haticeden 2 oğlan 4 kız olmak üzere 6 çocuğu olmuştur. [1]

Diğer eşleri [değiştir]

Hatice vefat ettikten sonra 2,5 yıl evlenmedi. Ancak sonrasında Havla bint Hakim'in tavsiyesiyle[29] önce dul ve yaşlı bir kadın olan Sevde binti Zem’a ile evlenmiş kısa bir süre sonra da genç bir kız olan Aişe bint Ebu Bekir ile sözlenmiştir.[30] Ancak sözlendiğinde henüz küçük yaşta olan Aişe ile 3 yıl sonra yani hicretten sonra evlenmiştir.[31][32] Aişe Muhammed'in önceden evlilik yapmamış tek eşidir.[31][33] Aişe'nin sözlendiğinde 6, evliliğinde ise 9 yaşında olduğu değişik kaynaklarda zikredilmektedir.

Medine'ye hicretten sonra Muhammed savaşlarda ölen Müslümanların dulları olan 3 kadınla [25](Uhud'da ölen Huneys b.Huzafe'nin dulu Hafsa bint Ömer bin Hattab[34], Bedir'de ölen Ubeyde b. el-Haris'in dulu Zeyneb bint Huzeyme[35], Uhud'da ölen Abdullah bin Abdilesed'in dulu Hind el-Mahzumiye -Ümmü Seleme[36]), bazı önemli kabilelerle akrabalık bağı kurmak için 5 kadınla[25] (Mustalik oğullarının reisi el-Haris’in kızı Cüveyriye[37], Kureyş lideri Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe [38], Medine Yahudilerinden Nadir Oğulları kabilesi reisi Huyey b. Ahtab’ın kızı Safiyye [39][40], Âmir b. Sa’sa’a kabilesinden Meymune,[41] Mısır Mukavkısı'nın hediyesi Mariye el-Kıpti [42]) ve evlatlığı olan Zeyd'in karısı ve halasının kızı olan Zeynep binti Cahş ile evlenmiştir.[43][44]

Çocukları [değiştir]

Muhammed'in ilk eşi Hatice'den 2 oğlu 4 kızı olmuştur.[1] Oğulları Kasım ve Abdullah'dır. Muhammed'in Ebu'l Kasım (Kasım'ın babası) olan künyesi Hatice'den olan ilk oğluna dayanır. Oğulları küçük yaşlarda öldü. Kızlarının isimleri ise Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm ve Fatma dır. En küçük kızı Fatma, özellikle Şii (Alevi) mezhebinde kutsanır ve ikinci Meryem olarak anılır.[1] Fatma, Muhammed'in İslam tarihi açısından en fazla iz bırakan çocuğudur. İslam geleneğinde Şerif ile Seyyidlerin soyları Fatma ve Ali yoluyla Muhammed'e dayandırılır.[1]

Yazar Turan Dursun'a göre ise Muhammed'in ilk eşi Hatice'den olan çocuklarının sayısı konusunda görüş birliği yoktur. Farklı rivayetlerde değişik sayılar bulunmakla birlikte yaygın kanaate göre bu sayının 8, 9, 10 veya 11 olduğu ve bu çocukların Haticenin kızkardeşinden kalma yetimleri olabileceğini de belirtir.[45]

Muhammed'in Hatice'den sonraki evliliklerinden Mariye’den olan oğlu İbrahim dışında çocuğunun olmadığı, İbrahim'in iki yaşında vefat ettiği bildirilmektedir.[46]

Dinî ritüeller [deðiþtir]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/7/71/Sahadah-Topkapi-Palace.jpg/200px-Sahadah-Topkapi-Palace.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Kelime-i şehadet'te Allah'ın birliği ve "Muhammed"in O'nun elçisi olduğu tasdik edilir. (Topkapı Sarayı)

Muhammed, Kur'an'a dayanarak Musevilik ve Hıristiyanlığı din olarak tanımakla birlikte, Yahudi ve Hıristiyanların bu dinlerin aslını bozduklarını iddia ederek, onları İslam'a davet etti.

Hicret’in 2. yılında (624) Kudüs’teki Mescid-i Aksa yerine, Mekke’deki Kâbe kıble olarak kabul edildi. Müslümanlar Hac ve namaz için Kabeye yöneldi. Kurban, Musalla denilen açık alanda kesildi; ertesi yıl ise Ramazan, oruç ayı olarak kabul edildi ve hac farz kılındı.[kaynak belirtilmeli]

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/5e/Uthman_Koran-RZ.jpg/200px-Uthman_Koran-RZ.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Halife Osman'a ait Kur'an'ın 9 yy. kopyası, Taşkent

Sünnet ve hadis [deðiþtir]

Ana maddeler: Sünnet ve Hadis

İslam geleneğinde bir rivayet zinciri ile Muhammed'e isnad edilen söz, fiil ve davranışlara Hadis, bunların tatbikine Sünnet denir. Sünnet, İslam fıkhında Kuran'dan sonra ikincil kaynaktır. Rivayete göre Muhammed, ölümü öncesinde hastalığının en şiddetli anlarında kâğıt-kalem getirilmesini istedi. Müslümanların yollarını şaşırmamaları için bir yazı yazdıracağını söyledi. Ancak daha sonra bundan vazgeçti.[47] Bu yüzden hadisler peygamberin ölümünden ancak yaklaşık iki asır sonra kâğıda dökülmeye başlanmıştır.

Alman Goldziher’e göre hadis olarak rivayet edilen haberlerin Peygamber’le ilgisi yoktur. Müslümanlar Kur’an’da bulamadıkları pek çok konuyu, ayrıca kendi kanaatlerini ve doğru bulduklarını hadis formunda ifade etmişlerdir. Bu rivayetler İslam’ın birkaç asır devam eden oluşum süreci içinde bu sürece katılan siyasi, ictimai, iktisadi vb. birçok belgelerdir. [48]

Görünüþü [deðiþtir]

Ana madde: Hilye

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/06/Hilye-i_serif_5.jpg/200px-Hilye-i_serif_5.jpg

http://bits.wikimedia.org/static-1.21wmf4/skins/common/images/magnify-clip.png

Hâfız Osman'ın 1690 yılına tarihlendirilen hilyesi

İslam adetleri Muhammed'in resminin çizilmesini hoş görmediği için onu sözle tasvir etme yöntemi tercih edilmiştir. Osmanlı hattatları bu anlatımları hilye adı verilen bir sanat hâline getirmişlerdir.[49] Hilyelerde genellikle tercih edilen rivayette Ali bin Ebu Talib Muhammedi şu şekilde vasfetmiştir:[49][50]

"Hazreti Peygamberin boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa ne düz uzun saçlı; saçı, kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi (yuvarlak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi. İri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü, ortadan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu arasında "Nübüvvet mührü" vardı. Bu Onun sonuncu peygamber oluşunun nişanesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu, en arkadaş canlısıydı. Kendilerini ansızın görenler Onun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, Onu her şeyden çok severlerdi".

Eleþtiriler [deðiþtir]

Muhammed için yapılan eleştiri veya övgüler, büyük oranda onun için yazılmış siyer ve megazi kitaplarındaki anlatımların ve ona atfedilen hadislerin doğru ve gerçekleri yansıttığı varsayımları üzerinden yapılmaktadır. Negatif anlatımların ayıklandığı İslami kaynaklarda Muhammed yüceler yücesi bir karakter olarak tasvir edilirken, pozitif anlatımların ayıklandığı anti-islam kaynaklarda aynı kişi bir şeytan veya deccal karakteri olarak ortaya çıkmaktadır. İslami radikal akımlar ve İslamofobi şeklinde yansımaları bulunan bu tutumlar değişik coğrafi bölgelerde şiddet içeren sosyal olayların çıkmasına yol açabilmektedir.

Muhammed'in Müslümanlar hakkında alaycı şiirler yazan bazı Yahudi şair (Ebu Afâk, Asma bint Mervan, Ka’b İbni El-Eşref) ve bazı tüccarlarının (İbni Sunayna ve Ebu Rafi) öldürülmesi emrini verdigini bazı hadis ve siyer kitapları kaydeder.[51][52][53] [54] Muhammed'in bazı Yahudi kabilelerine savaş açıp onları Medine'den sürdüğü kaydedilmiştir. Muhammed'in Kurayza kabilesine katliam uygulayıp 700-1000 civarında erkeği öldürtttüğü, mallarına el koyduğu, kadın ve çocukların köle olarak satıldığı bilgileri bulunmakla birlikte bu uygulamaların tarihsel gerçekliği tartışmalı bir konudur. Muhammed ve Yahudiler

Ortaçağda bazı Yahudi yazarların Muhammed’i Tevrat'ta kendisinin peygamber olduğuna inanan kişiler için kullanılan ha-meshuggah ("kötü adam") şeklinde tanımladıkları görülür. Martin Luther Muhammed’i şeytan veya şeytanın ilk doğan çocuğu olarak tanımladı.[kaynak belirtilmeli]

Hırıstiyan dini kaynakların Muhammed’in hayatıyla ilgili eleştirileri; eleştiriler kutsal kitaplarda muhammed’in haber verilmesi konusu, Muhammed’in yanlış öngörüleri, kişisel yeterlilik, Muhammed’in tanrılaştırılması, insan olarak davranışları, acımasızlığı, islamda kadın-erkek eşitsizliği, evlilikleri, Muhammed ile İsa’nın karşılaştırılması gibi başlıklar altında yapılmıştır. [55]

Bazı kaynaklara göre Muhammed kendi zamanında olasılıkla olağan karşılanan ancak günümüz değer yargılarıyla şiddetle eleştirilere uğrayan, kesin sayısı bilinmeyen, çok sayıda evlilik, cariye edinme, sözlenme, ayrılma ve müt'a gibi ilişkiler yaşadı. En çok eleştirilen evlilikleri Zeyneb binti Cahş, Aişe binti Ebubekir, Cüveyriye bint Haris ve Safiyye Binti Huyey ile yaptığı evliliklerdir.[56]

Turan Dursun çocuk yaşlarda kızların yaşlanmış olan Muhammed ve diğer erkek ilk müslümanlar ile evlendirilmelerini eleştiri konusu yapar. Osman bin Affan örneğinde, bir diğer eleştiri konusu nikahın Osman'ın müslüman olması karşılığında yapılmasıdır.[57]

Arif Tekin'in bazı eleştirileri; Muhammed'in Tanrı tanımında kullandığı isim, sıfat ve zamirlerle, kadınlara ait tutum ve ifadelerinde, içinde yetiştiği "erkek egemen" toplum yapısının yansımalarının bulunması ve Muhammed'in Kur'anda Mekke döneminde fikir ve inanç özgürlüğünü çağrıştıran mütevazi ifadelere yer verirken, güçlü ve savaşmak için imkanlara sahip olduğu Medine döneminde muhaliflerine karşı savaş ve tehdit içeren ifadelere yer vermesidir. Kendisinin keskin ifadeler içeren bir diğer eleştirisi ise Muhammed'in gerçekten Tanrı'ya inanıp-inanmadığı sorunudur. Tekin bu çıkarımı Ahzap Suresi örneğinde olduğu gibi Muhammed'in özel hayatını kollayan Kur'an ayetlerine referans vererek yapar.[

Yukarıdaki satırlardand anlaşılacağı gibi Hz Muhammedin inancını yaymasında Yahudiler hristiyanlar ve diğer inançlarla çatışma halindedir. Çünkü hindistandan gelen baharat yolu çinden gelen ipek yolu gibi kervanlara bu bölgede nema dağıtmaktadır.bir çok kabilenin bu ticarette faydalandığı söylenebilir. İşte inançları şekillendiren ana tema budur.bunları iyi kavrayan buna göre inançları zikredenler hz.muhammed gibi başarılı olabiliyor.yoksa bu gerçeği kavrayamanlar telef olup gidiyor.

 

 

-     22  -

İSLAMA KARŞI ELEŞTİRİLER

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

İSLAMA GÖRE CİNSEL HAYAT

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

DOSTLARIN İLETTİKLERİ BİR BELGEDİR.

NOT: Ali Riza Demircan halen Beyoğlu belediye başkanı Misbah Demircan'ın babasıdır.....
Aşağıdaki bilgiler imam ve hatip Ali Rıza Demircan'ın " ISLAMA GÖRE CINSEL HAYAT " 

adlı eserinden (!) derlenmiştir. 

Cennette bekar kişi kalmayacaktır.
Cennetliklerin en alt derecesine
günde 72 kadın verilecektir.
Tam Mümin ise günde 100 bakire ile cinsi münasebette bulunacaktır.
Cennette kadınlar cinsi münasebette bulunduktan sonra yine bakire olacaklardır. 
Cennetlik erkeğe 100 erkek kuvveti verilecektir.
Cennete girenler 33 yaşına döndürülecektir. 
Cennetlik erkekler Cennete vücutları kılsız, yüzleri sakalsız GÖZLERI DE SÜRMEIİ OLARAK 

GIRECEKLERDIR. (IBNE DEYECEKMIŞ DE DILI VARMAMIS !)

Ali Rıza Demircan
ISLAMA GÖRE CINSEL HAYAT
YAYINEVI: EYMEN YAYINLARI
BASIM YILI: 1986 SAYFA: 342
 

 Yalnız bu kitapta çok büyük bir eksik var. O da şu sorunun cevabı:
 "İslamda cennete giden erkeği huriler bekliyor... Ama cennete giden  kadınlar ne yapacak?"
  
 Merak edilen bu konuyu da, vaaz verirken sorulan bir soru üzerine CÜBBELI HOCA yanıtlamış. 

Işte cevabı:
"Cennete giden kadınlar, evlilerse kendi kocalarına verilecekler.  Yalnız çok adamla evlendilerse, 

son kocaya verilecekler. Kadının  kocası çok kötü bir adamsa, alkolikse zaten cennete giremeyecek.
Kocası cehenneme giden veya evlenmeden tek başına cennete giden kadın, dünyada din uğruna 

şehit olan erkeklere verilecek.
Fakat kadın orada beş erkek isteyemeyecek, sadece bir erkek isteyecek ama o adamın beş erkek 

gücü olacak, ona her türlü zevki tattıracak.
Cennete giden erkeklerin tenasül uzuvları (penisleri) eğilmez, hep dik kalır.
Kadınlara, bir tane erkek verilse de, o erkek cimadan (seksten) hiçbir zaman kaçmayacak, sürekli 

yapabilecek. Dolayısıyla kadın da erkeğiyle istediği kadar cima edecek.
Kadın evliyse kendi kocasına verilecek ama kocasının da tüm erkekler gibi ayrıca hurileri olacak. 

Erkek hem karısıyla, hem de hurileriyle sabahtan akşama kadar sürekli cima (seks) yapabilecek."

Bu açıklamalara (!) göre cennet, son derece organize olmuş bir genelev.

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

22

İSLAMA KARŞI ELEŞTİRİNİN DEVAMI

ÖMER HAYYAM

 

ÖMER HAYYAM 800 SENE ÖNCE YAZMIŞ

BAKIN ŞİİRİNDE HANGİ İSYANLARI OYNAMIŞ

 

 

“ Irmaklarından şaraplar akacak “ diyorsun

Cennet-i âlâ meyhane midir?

“ Her mümin’e iki huri “ diyorsun

Cennet-i âlâ kerhane midir?

 

* * *

 

Tanrı, bize cennette vaat ettiği şarabı

Niçin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?

Bir sarhoş Arap, devesini vurmuş Hamza’nın

Peygamber de yasak etmiş, Arap’a şarabı

 

* * *

 

Beni özene bezene yaratan kim? Sen

Ne yapacağımı da yazmışsın önceden

Demek günah işleten de sensin bana

O zaman nedir o cennet cehennem?

 

* * *

 

Kim senin “yasa”nı çiğnemedi ki söyle?

Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle.

Yaptığım kötülüğü, kötülükle ödetirsen eğer,

Seninle benim aramda ne fark kalır ki söyle

 

* * *

 

Tanrı bizi çamurdan yarattığında

Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak

İşlediğim günahlar hep onun emriyledir

O halde cehennemde beni niçin yakacak?

 

* * *

 

İsyan edip karşında duracağım, neredesin?

Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?

İbadete karşılık cenneti alacaksam

“ Bağış mı ticaret mi” diye soracağım, neredesin?

 

 

* * *

 

Kör cehalet çirkefleştirir insanları.

Suskunluğum asaletimdendir.

Her lafa verecek bir cevabım var elbet

Lakin bir lâfa bakarım laf mı diye,

Bir de söyleyene bakarım adam mı diye

 

* * *

 

Dünya, üç beş bilgisizin elinde

Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde

Üzülme, eşek eşeği beğenir

Bir hayır var sana kötü demelerinde

 

* * *

 

Sen bu dünyanın sırrına eremezsin

Erenlerin dilini de sökemezsin

Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı

Öteki cennete ya girer, ya giremezsin

 

* * *

 

Niceleri geldi, neler istediler

Sonunda dünyayı bırakıp gittiler

Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler

 

       ******

 

İçin temiz olmadıktan sonra

Hacı hoca olmuşsun kaç para

Hırka, tespih, post, seccade güzel

Ama TANRI KANAR MI BUNLARA

 

 

Sen sofusun hep dinden dem vurursun

Bana da sapık dinsiz der durursun

Peki, ben ne görünüyorsam O’yum

YA SEN NE GÖRÜNÜYORSAN O’MUSUN

 

 

 

 

Sen içmiyorsan içenleri kınama bari

Bırak aldatmacayı iki yüzlülükleri

ŞARAP İÇMEM DİYE ÖVÜNÜYORSUN AMA

YEDİĞİN HALTLAR YANINDA ŞARAP NEDİR Kİ..

 

 

Ey kara cübbeli senin gündüzün gece

Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere

ONLAR, YARADANIN SANATI PEŞİNDE

SENİNSE AKLIN ABDEST BOZAN ŞEYLERDE….

 

 

Ben kadehten çekmem artık elimi;

Tutmam senin kitabını minberini.

Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık

CEHENNEMDE SEN Mİ DAHA İYİ YANARSIN, BEN Mİ?..

 

 

Seni kuru softaların softası seni

Seni cehenneme kömür olası seni

Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana ?

HAKKA AKIL ÖĞRETMEK SENİN HADDİNE Mİ ?

 

 

Yaşamın sırlarını bileydin

Ölümün de sırlarını çözerdin

Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok

YARIN AKILSIZ NEYİ BİLECEKSİN

 

 

Ey kör!

Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş !

Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş !

Şu durmadan kurulup dağılan evrende

BİR NEFESTİR ALACAĞIN, O DA BOŞTUR BOŞ !

 

ÖMER HAYYAM

 

 

 

İpin ucu kaçınca, insanlar isyanları oynmaya başlamışlar ömmer hyyam ve islamda cinselliğe prosto gbi veya benim şiirim gibi sesler in yükselmesi doğal olmuş iş gel kitabı,zamanda yolculuk ve parallelikler , kitapsızların kitabuı ve benzeri kitaplara iş düşmüştür.

 

 

-24-

CENNET - CEHENEM

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

1-3-2009

SIKILMAK

 

YAŞLANMAKTAN OLSA ZAHİR,

GEÇENLERDE AKLIMA DÜŞTÜ, MERAK ETTİM

CENNET NASIL BİR YER, ÖĞRENMEK İSTEDİM

ÜNLÜ BİR DİN BİLGİNİNİN YAZILARINI OKUDUM,

VAAZINI DİNLEDİM

CENNETTE ZITLIKLAR YOKTUR. SIRF GÜZELLİK, SAF TEMİZLİK,

ELEMSİZ LEZZET BULUNMAKTADIR

DİYORDU.

AYRICA ÖLÜM YOK, YAŞLANMA YOK, FAKİRLİK YOK,

ÇALIŞMA YOK

ERKEKLER 33 YAŞINDA, KADINLAR 18 YAŞINDALAR.

İSTEDİĞİNİZ VE AKLINIZDAN GEÇİRDİĞİNİZ HER ŞEY YANINIZDA,

 

DİYE CENNETİ TARİFE ŞÖYLE DEVAM EDİİYORDU

 

ACIKTINIZ,

O ANDA GÖZÜNÜZE BİR KUŞ İLİŞTİ,

ONA BİR BAKTINIZ, KIZARTILMIŞ OLARAK ÖNÜNÜZE GELİYOR, YİYORSUNUZ, GERİDE KALAN KEMİKLERİNE, "HAYDİ UÇ!" DİYORSUNUZ, KUŞ UÇUP GİDİYOR.

 MEYVELİ AĞACIN YANINA GİTMENİZE HİÇ GEREK KALMIYOR.

İÇİNİZ ÇEKTİĞİ AN, AĞAÇ NE KADAR UZAKTA OLURSA OLSUN

DALINI SİZE UZATIYOR,

NE TÜR BİR MEYVE İSTİYORSANIZ, O MEYVEYİ VERİYOR SİZE.

MEYVEYİ KOPARDIĞINIZ ANDA DA YERİNE YENİSİ GELİYOR.

BİR ELBİSE CANINIZ ÇEKTİ DİYELİM.

YANINIZA HEMEN İPEKLİ BİR ELBİSE GELİYOR, GİYİNİYORSUNUZ.

BİR ŞEY Mİ İÇMEK İSTEDİNİZ;

BAL IRMAĞI, SÜT IRMAĞI, CENNET ŞARABI IRMAĞI, TATLI SU IRMAĞI YAN YANA AKIYOR. BARDAKLAR DOLUYOR, CENNET HİZMETÇİLERİ TARAFINDAN SERVİS YAPILIYOR. YOLDA GİDİYORSUNUZ,

BU IRMAKLARDAN BİRİNİ ÇAĞIRDINIZ,

BİR BAKMIŞSINIZ Kİ PEŞİNİZDEN AKIP GELİYOR.

CENNETTE SADECE İNSANLARLA DEĞİL,

TAŞLARLA, AĞAÇLARLA, KUŞLARLA,

GÖRDÜĞÜNÜZ HER ŞEYLE KONUŞUYORSUNUZ.

HEPSİ DE SÖYLEDİKLERİNİZİ ANLIYOR

İSTEKLERİNİZE CEVAP VERİYOR.

OTURDUĞUNUZ SARAYLARIN ALTINDAN IRMAKLAR AKIYOR.

CENNET KÖŞKLERİNİN TUĞLALARININ BİRİSİ ALTINDAN,

BİRİSİ GÜMÜŞTEN, BİRİSİ YAKUTTAN,

BİRİSİ DE ZEBERCETTEN İNŞA EDİLMİŞ...

İSTEDİĞİNİZ KADAR YİYORSUNUZ, İÇİYORSUNUZ.

NE TÜKÜRME VAR, NE SÜMKÜRME, NE İDRAR VAR,

NE DE TUVALET İHTİYACI. HİÇBİR PİSLİK YOK CENNETTE.

YEDİKLERİNİZ VE İÇTİKLERİNİZ, MİSK GİBİ KOKAN BİR TER ŞEKLİNDE HİÇBİR RAHATSIZLIK VERMEDEN VÜCUTTAN ATILIYOR.

SOĞUK, SICAK, HASTALIK DERT, HİÇBİRİ YOK ORADA.

SÜREKLİ ILIK VE FERAH BİR İKLİM MEVCUT...

ALİM DAHA DA ANLATMAYA DEVAM EDERKEN

BENDE MECAL KALMADI

TARİFİN VERDİĞİ REHAVET

KARABASAN GİBİ ÜZERİME ÇÖKMÜŞTÜ

CENNET BANA GÖRE DEĞİLDİ

“ YİĞİT AZAPTA GEREK “ DİYEREK

CENNETTE REHAVET İÇİNDE YATMAK YERİNE

YARADANDAN TAYİNİMİ İSTEMEK

İHTİYAÇ DUYULAN HER HANGİ BİR PLANETTE

ZITLIKLARDAN FIŞKIRAN AHENKLE

DAHA ÜST EVRİMLERE ERİŞMEK

KÂİNATTAKİ PARADOKSLARA MALZEME OLMAK

BANA DAHA ÇOK UYUYORDU

BUNU NİYAZ OLARAK YAZIP

BİR PULSUZ DİLEKÇE OLARAK

YARADANA UZATMAK GELDİ İÇİMDEN

YARAB NİYAZIMDIR

ARZEDERİM

KABUL ET LÜTFEN

 

ERDOĞAN ILDIZ



 

 

 

-25-

KONUŞULMAYAN KONULAR

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

 

ŞARAP KONUSU

 


               
http://img.sabah.com.tr/i/y/yi/02.gif
Kur'an'da yazılı mucizeyi bilim 2006'da keşfetti!..

Aslında bu iki yazıyı ard arda okumam da bir mucizevi tesadüf müydü, acaba?.
Fikret Otyam'dan gelen faksı okudum önce.. Yaşamdan Dakikalar ekibi ile Antalya'ya gidecektik ertesi sabah.. Koca Otyam bizi Geyik Dağı'ndaki evine davet ediyordu..
"Muhabbet hitamında dağa çıkmanızı ve billur sular eşliğinde cennet demi şarap ve dahi üzüm suyundan mamul dem alalım o dem ki, Kur'an-ı Kerim'in Nahl Suresi 67'inci ayetinde aynen şöyledir:
'Hurmalıkların meyvalarından, üzümlerden de sarhoş edici bir içecek ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte bunda, aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır.' (Çeviri: Prof. Yaşar Nuri Öztürk)"
Fikret Ağabey 65 yıldır demlenir bilirim.. "Şaka yapmış olmalı" dedim.. Evde çeşitli Kur'an mealleri var. Açtım.. Yaşar Nuri Hoca aynen böyle çevirmiş.. Elmalılı Hamdi Hoca'nın meali de üç aşağı böyle..
Üzümlerden sarhoş edici bir içecek.. Aklını işleten toplum için "kesin" bir mucize..
Uzandım divana her günkü gibi, gazeteleri okuyacağım.. En üstte Herald Tribune var..
Bir başlık hemen dikkatimi çekti..
"Şaraptaki madde bol kalorili yemeklerin kötü etkilerini önlüyor.."
Bir nefeste okudum yazıyı..
Harvard Tıp Okulu ve Amerikan Ulusal Yaşlanma Enstitüsü araştırmacıları, kırmızı şarapta bulunan resveratrol denen doğal maddenin zengin kalorili ve bol yağlı ve kalorili yemeklerin kötü etkilerini yok ettiğini ve ömrü uzattığını keşfetmişler.
Habere göre..
Hergün düzenli alınan resveratrol, son yıllarda hızla artan obezite/şişmanlık kaynaklı rahatsızlıklar, hatta ölümlerin çaresi oluyor.
Resveratrol üzümün kabuğunda, dolayısı ile kırmızı şarapta bulunan bir madde ve bu madde, ünlü bilim dünyasında "Fransız Paradoksu" diye bilinen çelişkinin büyük anlamda çözümü..
Fransızlar dünyanın en zengin ve en yağlı yemeklerini yiyen millet oldukları halde, Amerikalılara göre çok daha az kalp hastalıklarına yakalanıyorlar. Neden?..
İşte bundan.. Her yemekte içtikleri kırmızı şaraptaki resveratrol, bol yağlı, bol kalorili yemeklerinin kötü etkisini yok ediyor.
Araştırmacılar bir gurup deney faresini, yüzde 60'ı yağlardan oluşan bir diyetle beslediler. Fareler, fare türü için orta yaş demek olan, bir yaşındaydılar. Beklendiği gibi fareler bir süre sonra şeker hastası oldular, karaciğerleri büyüdü ve standart beslenen farelere göre daha erken ölmeye başladılar.
Bir başka gurup fare de ayni diyetle beslendiler, ama onlara ayni zamanda büyük dozlarda resveratrol verildi.. Bu fareler de normalin üstünde şişmanladılar. Ne varki bunların kan şekerlerinde ve insilün üretimlerinde değişme olmadı. Şeker hastası olmadılar. Karaciğerleri büyümedi. En önemlisi şaraptaki bu madde farelerin hayatını çok keskin bir şekilde uzattı. Resveratrol alan fareler, normal beslenen ve normal yaşam süren farelerden de daha uzun yaşadılar.
Yani..
Bu fareler, sağlıklarından hiçbir bedel ödemeden, en sevdikleri, en güzel, en lezzetli, en yağlı yemekleri istedikleri kadar yediler. Üstelik.. Normal beslenen farelere göre daha uzun yaşadılar.
Araştırmacılar resveratrolun farelerin fiziksel yaşam kalitelerine nasıl etki ettiğine de baktılar. Farelerin denge ve fiziksel gücünü deneyen bir test var. Dönen bir çubuk üzerinde düşmeden yürüme süreleri ölçülüyor.
Resveratrol alan fareler yaşlandıkça daha başarılı olmaya başladılar ve normal beslenen genç farelerle ayni formu muhafaza ettiler.
Merak edip başka kaynaklara daldım.. Kırmızı şaraptaki bu doğal madde, sadece ömrü uzatmakla kalmıyor.. Kansere karşı.. Virüs hastalıklarına karşı.. Ateşli, iltihaplı hastalıklara karşı.. Sinirlerin ve sinir sisteminin muhafızı.. Yani her derde deva tam bir mucize madde bu.. Bu konulardaki çalışmalar da hızla devam ediyor.
Uzmanlar farelerden alınan sonuçların insanlar için de geçerli olacağını düşünüyorlar..
Ama şimdilik aşılması gereken çok şey var.. Bir defa doz..
Kırmızı şarabın litresinde 1.5 ile 3 miligram resveratrol var. Farelerle ayni etki için normal kiloda bir insanın günde 10 ile 20 şişe arası şarap içmesi lazım. Bu kadar fazla alkol alındığında resveratrolun etkisi ne olur, bilinmiyor..
Benim bildiğim, Nahl suresinin 67'inci ayetinde haber verilen"Kesin mucize"nin "Aklını işleten topluluk" tarafından nihayet keşfedildiği.. Bu mucizeyi çözmek için 2006 yılını bekleyen bilim, resvetrol hapını da herhalde kısa zamanda gerçekleştirir..

http://img.sabah.com.tr/i/yildizlar2.gif


İnsanlar yüzyıllardan beri şarap kadehlerini tokuştururken boşuna "Sağlığınıza" demiyorlarmış..
Gerçekten sağlıklarına içiyorlarmış meğer!..

 

Dinler konusunda bu kdar şey anlattıktan sonra konuyu özetlersek din konusu bundan5,000 yıl evvel gündeme gelmiştir.Dinlerin kurumsallaşması musa ile başlamış isa ile devam etmiş Muhammed de son bulmuştur.Hepsi hakkında da hala açıklığa kavuşmamış yüzlerce nokta vardır.Bunların açıklığa kavuşturulacağınıda zannetmiyorum.Bu kitabı okuduğunuz zaman Kitaplılar kadar bilgi edinmiş olacaksınız.Olayın kaba hatlarıyla durumu budur.Olay hakkında bilgi sahibi olduktan sonra kitablı mı olacaksınız kitapsız mı olacaksınız siz karar verin. Kitaplıda olsanız kitapsızda olsanız bir takım temel noktalarda başarılı olmak esastır. Dinlerin esası da bu tür noktaları vermektir. Bu açılardan bakarak bundan sonraki bölümde biz size değişik bakış açıları bu değişik pratik çalışma tarzlarını vermeye çalışıcaz.

Dinler konusunda getirilen eleştirileri ne kadar yazsak bitmez. Olayın hakkını vermek için tez, antitez sentez, prensibine göre her konuya eleştiri getirmek lazım. Ne de olsa bu kitapsızların kitabı, ama biz normal seyri içinde açıklamalar yaparak, kitapları tanıtarak bazı çelişkelere ışık tuttuğumuza inanıyoruz. Dinler konusunu diğer başka cephelerden incelemek için konuya çeşni katacak diğer maddelere geçelim. bu sizin için bir ambiyans değişimi olur belki yeni ufuklarında kapısını açar. Bunlarda kitabın extrası yani çaylar şirketten

 

 

DİNLER KONUSUNDA KULLANACAĞINIZ VE KULLANMAYACAĞINIZ FİKİRLER KONUSU NETLEŞTİ İSE KAFANIZDA, GEL KİTABINI MUTLAKA OKUYUNUZ. KİTAPSIZ DA OLSANIZ İŞİNİZE YARAYACAKTIR.

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

-26-

Gel Kitabı


 

Kapak resmi üretkenliği simgelemektedir

Kapak resminin anlamı:
Erdoğan Ildız'ın kitabına kapak olarak seçtiği resim, aslında tabutunun üstüne konulması için özel olarak tasarladığı halının resmidir.

Bu tasarımla şu mesajı vermek istemektedir:

Yen ve Yan simgesi ile her iyiliğin içinde bir kötülük; her kötülüğün içinde bir iyiliğin var olduğunu, Artemis ile bereketi, El ile emeği, Lale ile güzelliği simgelemektedir.

Netice olarak, bereket ve güzelliğe çalışarak ulaşılacağını anlatmaktadır.

 

 

 

                                              

YAZARIN BİYOGRAFİSİ

 


 

 

 

Anne tarafı tüccar, baba tarafı asker bir aile ortamında 1949 yılında doğup, büyüyen Erdoğan Ildız, ilkokulu Malatya da okuduktan sonra İstanbul'da Paşakapısı Ortaokulunu, Haydarpaşa Lisesini bitirip, İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü'ne girdi. Bu sırada öğrenimine ara vererek, iki yıl Avrupa'yı gezip, yabancı dillerini geliştirdikten sonra dönüşte 2 yıl Alman Filolojisi’ne devam edip, sonra yeniden Gazetecilik Yüksek Okulu'na girdi ve buradan mezun oldu.

Küçük yaşlardan beri (6 yaş) ticaretin her dalında girişimcilik yapan Ildız, üniversite yıllarında halıcılığa karar vererek, Kapalıçarşı'da "Mehmet's Place" halı mağazalarını kurduğu yıllarda Hollandalı eşi Annelies ile evlendi.

1980 yılında Hollanda, Belçika ve Avusturya'da depolar açtıktan sonra 1982'de ERA Halıcılık A.Ş. ile halı üretimi, toptan satışı ve ihracat alanında Türkiye'deki faaliyetlerini genişletti. 1985'de ise dünyanın ve Türkiye'nin ilk Halı Çiftliği olan ILDIZ HALI ÇİFTLİĞİ 'ni ve sonra da TRIBAL ART perakende mağazalarını kurdu. 1990 sonrası ise yatırımlarını halı dışında çeşitlendirerek, inşaat ve turizm alanlarına da kaydırdı.

İngilizce, Almanca ve Flamanca bilen, İskender ve Esma adlı çocuklarıyla mutlu bir evlilik sürdüren Erdoğan Ildız, aynı zamanda Halıcılık Vakfı Başkanı ve İstanbul Halı İhracatçıları Birliği Başkan Yardımcısıdır.

Pek çok araştırma ve makale çalışmalarının yanı sıra bu kitap temelinde; kendi şirketlerinde uyguladığı, kendi yaşam felsefesi ve çalışma yöntemlerini gelecek kuşaklara aktaracak bir yöneticilik okulu açmayı planlamaktadır.

 

GEL

 

Giriş

Gel, Neden Gel?

1. Gel çünkü; eğer yaşamını bir yörüngeye oturtmakta güçlük çekiyorsan, gel konuşalım. Çok basit beş önerimiz var. Eminiz bunları okuduktan sonra yaşamınız yüzde yüz değişecek.

2. Gel çünkü; eğer işinde memnun değilsen, daha iyi olanaklar arıyorsan, gel konuşalım. Çok basit 4 önerimiz var. Eminiz okuduktan sonra işinizdeki başarınız yüzde yüz artacak.

3. Gel çünkü; eğer yaşamın düzgün ve işinde de başarılı olduğun halde mutluluk pınarların kuruduysa, gel konuşalım. Sana 3 önerimiz olacak. Bu anahtarlarla mutluluk pınarın sürekli akacak.

4. Gel çünkü; her şeyin olabilir ancak ilham kaynakların kuruyorsa, her şey alt üst olabilir. İlham seline alışanın, ilham pınarlarının kuruması kadar kötü bir şey olamaz, gel konuşalım. Size 2 önerimiz var. İlham deryasından hiç çıkmamanız için.

5. Gel çünkü; her şeyiniz tamam. Artık nurlanmaya başlamış olabilirsiniz. Ancak insanlık tarihi, çağında anlaşılmamış insanlara yapılan işkencelerle doludur. Hallac-ı Mansur' dan, İsa'dan tutun da daha nicelerinin başına gelenleri yaşamak istemiyorsanız, gel konuşalım. Size 1 önerimiz var. Eminiz ki anlaşılmanıza yardımcı olacaktır.

Televizyon karşısında geçirilen zamanlar. Ağzına kadar dolu kahvehaneler. Oysa bu kitaba ayıracağınız zaman, dünyalara bedel olabilir sizin için. Bir deneyin lütfen. Eminiz ki çok şey değişecek yaşamınızda.

 

         Bunun kitapsızların kitabı olarak bir kitap arayışı içindeyseniz Bu kitap bir seçenek olarak ihtiyaca cevap verebilir.Tabi biz pek çok seçeneğin önünüze çıkması arzusundayız.

 

Erdoğan ILDIZ

 

Not: Lütfen kitap hakkındaki görüşlerinizi [email protected] ' a iletiniz; müteşekkir kalırız.

 

 

GEL KİTABININ BÖLÜMLERİ VE KONU BAŞLIKLARI

Önsöz

I- BÖLÜM: SORUNSUZ YAŞAM

1.1. Optimizm

2.2. Yöntem

3.3. Seks

4.4. Uyku

5.5. Yemek

II- BÖLÜM: İŞDE BAŞARI

6.1. Teşkilat

7.2. Form - İcraat - Arşiv

8.3. Zamanlama

9.4. Dosyalama

III- BÖLÜM: HAZZIN ANAHTARI

10.1. Biçimlendirmek

11.2. Renk

12.3. Müzik

IV- BÖLÜM: SONSUZ İLHAM

13.1. Düşünebilmek

14.2. Düşünmenin damak zevki

V- BÖLÜM: VE SONSUZ IŞIK

15.1. Işık

SONUÇ - 5 + 4 + 3 + 2 + 1 = 15 NOKTA

 

 

 

 

ÖNSÖZ

Hayatın kısalığı karşısında zaman zaman hayretler içinde kalıyor insan. Ancak bu kısacık hayattan bir dost edinemeden gitmek, en azından kendinle dost olmadan hayatı noktalamak en acı şeylerden birisi. Yarım kalmış veya hiç başlanmamış bir tual gibi... Sadece ön eskizler yapılmış, tasarımlar oluşum aşamasında kalmış... "Ah fırsatım olsaydı, zamanım biraz daha fazla olsa" gibilerinden feryatlarla biterken ömür, insan daha isyankar oluyor zamana karşı.

Ortalama bir hesapla 70 yıl kabul edersek insan ömrünü, 70 x 365 = 25500 günlük bir programla dünyaya geliyor insan. Daha farkına bile varmadan yaşamın, tükeniveriyor bu zamanın yarısı. Verimli olmanın temel kuralları var. Eğitim, öğretim, ilk gençliğin benlik bulma arayışları, eş seçimi, ev kurma, yerleşme derken hayata ve mesleğine, geçiveriyor çabucak 35 yıl. Ancak bu alt yapıyı sağlayabiliyor mutlu bir kesim, şans varsa. Pek çoğu da bu mutluluğa eremeden bitiriveriyor ömrünü.

Bu açıdan bakıldığında, insanların büyük bir bölümü doyamadan hayata,kuramadan istediği dünyayı, feryat figan, mutsuz bir şekilde noktalıyor veya sürdürüyor yaşamını.

Hayatından memnun olup da istediği gibi bir iş kuramamış veya istediği düzene yükselememiş insanlarda çoğunluğu oluşturur toplumda.

Hem özel yaşamında, hem iş dünyasında çok ender rastlanır "ben çok mutluyum" diyebilen insanlara. Mutluluğun bu evresine gelmiş, bunu formüle etmiş pek az insan vardır çevremizde. Hele düşüncenin, düşünmenin damak zevkini tatmış ve bunu ilham makinasına dönüştürmüş kişi ise nadirdir. Düşünmeyi yaşamının en zevkli köşesine oturtmuş bir insanın toplum tarafından anlaşılması ve topluma karşı korunması ise "Hallac-ı Mansur" misali çok önemlidir.

İşte dostlar gelin, "GEL" de bunu konuşalım. Belki anlatılanlar daha mutlu ve tutarlı bir yaşam için yardımcı olabilir.

Tüm mutlulukların sizin olması dileğiyle.

Erdoğan ILDIZ

 

 

YAŞAMINI DÜZELTMEK İSTİYORSAN

"GEL"

İnsanlık tarihinde yaşamını düzene sokmuş ve bundan da büyük haz duyan insan sayısı çok azdır. Zaman zaman bunu yakalar, bir haz selinde boğuluruz. Ama bu çok kısa ömürlüdür. Yaşamın türlü cilveleri bizi tekrar dalgalanmaların içine çeker.

İşte, bizim bu kitapta vermek istediğimiz de böyle bir durumda yaşamı yörüngesine oturtmak için bir anahtardır. Anahtarlar basit olmalı, kolay taşınmalı ve ihtiyaç anında hemen ele gelmelidir. Ve bizi rahat ettiğimiz sığınağımıza, yuvamıza sokabilmelidir.

Küçük bir bebeği mutlu eden nedenler (Altının temiz,karnının tok oluşu gibi) güzel bir örnektir mutluluğun basit anahtarı için. Yıllar geçip yetişkin duruma gelince, çoğu zaman basit ve tutarlı mutluluk anahtarını kaybederiz. Bu kitap, bu anlar için gerekli olacaktır.

Zaman zaman kafalarımızın sislendiği dönemlerde, düzgün ve iyi yaşam için nelere gerek duyduğumuzu sormalıyız kendimize. Bu sorunun üzerinde uzunca düşündüğümüzde Diyojen`den fazla uzağa gidemediğimizi şaşkınlıkla görürüz. (Bilindiği gibi Diyojen yaşam için hiçbir materyalin gerekliliğine inanmıyordu.)

Hemen hemen hiç bir materyali ön plana çıkarmaz çünkü düzenli yaşam. Maddesel konulardan arınıp, basit bir anahtarda buluruz huzuru.

Bu bölümde sorunsuz yaşam için dikkat etmeniz gereken noktaları açıklayacağız. Beş nokta şeklinde ele alınan konular hayat kargaşası içinde olayları basite indirgemeyi hedeflemektedir. 1-Optimizm 2-Yöntem 3-Seks 4-Uyku 5-Yemek konularını açıklayarak okuyucuya hayatını sorunsuz bir şekle getirmek istiyorsan "GEL" demektedir.

Düzenli ve mutlu bir yaşam için ilk kural ise optimizmdir.

 

 

 

GEL KİTABININ 1.BÖLÜMÜ

MADDE 1. OPTİMİZM:

Optimizm, arabanın yakıtıdır. Bu olmadığı zaman araba kımıldayamaz. Ana rahmine düştüğü andan itibaren doğabilmek için insan oğlu optimist olmak zorundadır. Oysa çoğu zaman insanlar karamsarlığa düşüp, hem kendilerine hem çevrelerine zindan ediyorlar yaşamı. İşte, bu kitap böyle anlarda temel unsurları yakalamanızda size yardımcı olacaktır. Bu unsurların başında da optimizm gelmektedir. Peki nedir bu optimizm?

Çok basit olarak şöyle açıklanabilir: İyiyi, güzeli düşünme, herşeye iyi tarafından bakarak yanaşma, olumlu yaklaşma.

"Her kötülük içinde sonsuz iyilikleri, her iyilik de sonsuz kötülükleri barındırır" şeklinde açıklayabileceğimiz bu fikri, Çinliler "Yeng ve Yang" diye özetlemişler ve şu simgeyle ifade etmişler. Daire evreni, dairenin bölünmüş parçaları sonsuz olasılıkları ve doğurganlığı, bu parçaların renkleri iyiyi ve kötüyü ve içindeki noktalar da her oluşumun karşıtını da içinde taşıdığını simgelemekte.

Bu binlerce senelik mantığın temelinde, sorunlara yaklaşımda gösterilecek incelikler yatıyor. Yeng ve Yang`la hiçbir şeyin ne salt iyi, ne salt kötü olduğunu, bakış açısına göre subjektif olduğunu söylüyorlar. Gerçekten de bizler için iyi olan pek çok şey, bir yerde başka insanların zararına gelişiyor olabilir.

Müslümanlar "her işte bir hayır vardır" derken, bu olguyu vurgularlar. "Merhametten maraz doğar" şeklindeki Osmanlı atasözü de aynı düşünceyi farklı açıklamaktadır.

Karşıtların bir arada ve birbiriyle mücadelelerinin sonsuz açılımlarıyla geçip gidiyor zaman. Ve buradaki incelikse, iyinin ve güzelin kazanacağına inançtır. Ancak bu "nasılsa iyiler kazanır" diye beklemek demek değil kuşkusuz. Her koşulda esas olan koşulları iyi değerlendirip, yapılacak en doğruyu yakalamak, cesaret ve öz güvenini yitirmeden mücadele edebilmektir. Kıt kaynaklarla, olumsuz koşullarda yaratılabileceğin en mükemmelini yaratmak, karalar içinde akı görebilmek ve çoğaltabilmektir amaç.

İşte bizim "optimizm"le ifade etmek istediğimiz budur.

 

 

GEL KİTABININ 1.BÖLÜMÜ

MADDE 2. YÖNTEM:

Sadece optimist olmak yetmiyor. Düzenli ve mutlu bir yaşam için yöntem de gerekiyor. Bu basit sözcüğün altında büyük bir düşünce birikimi yatıyor.

Çizgisi belli olmayan ya da çizgisini belli edemeyen insanlar hem kendileri, hem de çevreleri için huzursuzluk kaynağı. Bu açıdan bakarsak konunun önemi çıkıyor ortaya.

Yaşamın her evresinde, yoğunlaştığımız konulardaki düşüncelerimiz ve elde ettiğimiz sonuçları yöntemlerle formüle ederiz. Eğer bir konuya yabancıysak, üzerinde hiç düşünmemişsek, o konuda kendimize özgü bir yöntemimiz de yok demektir.

Beyinsel huzurun kaynağı yöntemden geçer. Bir konuyu çözene dek yoğun bir çaba harcarız. Konu çözüldükten sonra düşüncenin ağırlığı, yoğunluğu yerini hazza bırakır. O konuyu artık refleksler götürür. Beyin işin ayrıntılarından, inceliklerinden haz alır konuma gelir. Artık kuşkular, huzursuzluklar kalmamıştır. Beyin ufak oyunlar oynamakta, küçük denemelere gitmekte, bulduğu yöntemi geliştirmektedir.

Ana rahminden bu yana herkes bize, biz herkese bazı şeylerin nasıl olması gerektiğini empoze etmekteyiz. Herkes kendi mücadelesini vermekte, kendi yönteminin daha iyi ve kolay olduğuna inanmaktadır.

"Yöntem", hayatın her noktasında kendini her an hissettirir. Dinlerden tutun da, uyumaya kadar her konuda kendi yöntemimizi kendi içimizde çözmüş, çözdüğümüz düşüncelerimizi daima karşımızdakilere de anlatabilecek, hissettirecek formülasyonları elde etmiş olmalıyız. Bu yoğun çaba isteyen bir konudur. İşte bu "yöntem bulma" sorunu da ancak yöntemli bir şekilde çözülür.

Bilinçaltımız, 24 saat çalışan bir fabrika gibidir. Hiç durmayan bu ünitemizde çözülmemiş, özümlenmemiş konular biriktikçe, huzursuzluğumuz artar, dengemiz bozulur. İşte, bu durumda yaşamsal konu, neyi ne kadar çözmüş, ne kadar çözememiş olduğumuzu bilmeye bağlıdır. Bunun ayrımını yapmalı, bu bilinçle çözemediğimiz konuları listelemeli, sistematik bir şekilde konunun çözümü için beynimizi ve çevremizi harekete geçirmeliyiz. Böylece bilinçaltımızda birikim olmayacak, hem biz huzurlu, hem de çevremiz huzurlu olacak, düşüncemizi, yöntemimizi bildiklerinden kendi durumunu bize göre ayarlayacak ve onlar da daha mutlu olacaklardır. Bu hem toplum, hem de bireyler için karşılıklı mutluluğun temel anahtarlarından biridir.

Elde ettiğimiz yöntemler de, hayat yolculuğunda bizimle birlikte bize uyacak değişimler göstermelidir. Bu uyum sağlanmadığında da başımız dertten kurtulmayacaktır.

Kuşkusuz bir konuda yöntem geliştirirken, bunun hem yaşamla hem de genel eğilimlerle uyumlu olmasına özen gösterilmelidir. Hiç kimse "benim canım böyle istiyor, benim yöntemim bu, toplum bana, zaman bana, zemin bana uysun" diyecek kadar büyük bir güce sahip değildir. Ancak doğada ve toplumda henüz keşfedilmemiş değerleri ortaya çıkartmak farklıdır. Bu noktada yöntem geliştirmekten geri kalınmamalıdır.

SONUÇTA, kaderci değil optimist, mücadeleci ancak ahenkli bir tavırla konuya yaklaşmaktır ana kural.

Tarzımızı, yöntemimizi geliştirdikçe, yaşamımızı birlikte sürdürdüğümüz insanlara, topluma bunu yılmadan anlatmak, çizgimizi belli etmek, diğerlerinin tarzlarını, yöntemlerini öğrenmek için gayret sarf etmek yaşamımızın temel motivasyonlarından biri olmalı, mutlu olmak için. Bunu yapabilmek de diyaloga bağlı. Boşuna "derdini söylemektir derman" dememişler. Asgari müştereklerde birleşmek için bu kaçınılmaz önemli bir konudur. Çevremizde toplumla uyum sağlayamayan pek çok kişinin temel sorunu bu. Hazret ne çizgisini belirtmek için mücadele ediyor, ne derdini anlatmanın çare olduğuna inanıyor. Sonra da asık suratla toplumda dolaşıp beni kimse anlamıyor diyor. Konuşmayınca, yöntemler konusunda ikna olacağı da yok. Belki de henüz ne aradığını bilmiyor. Yöntem geliştirmek için düşünmek ne kadar gerekli ise, konuşmak, araştırmak da o denli zorunlu.

Diğer yandan tüm yöntemler gelişme ve geliştirilmeye açık konulardır. Bunun unutulmaması lazım. Zaten güzellik de burada. Bu değişim hayatın içinde var. Hayatın dinamizmi burada.

Netice olarak neyi, nasıl yapmak istediğimizi bileceğiz, tarzımızı geliştireceğiz. Diyalogla bunu toplumla uyumlu hale getireceğiz. Bu mücadele hiç bitmeyecek.

 

GEL KİTABININ 1.BÖLÜMÜ

MADDE 3.SEKS:

Buraya kadar sözünü ettiğimiz optimizm ve yöntem, kişinin temelini oluşturan iki ana unsurdur. Bundan sonraki noktalar ise bu iki temel üzerine oturtulması gereken ve yaşamdan zevk alınmasını sağlayan noktalardır. Bunları gereğince yaşayamadığımızda "hayatımız zindan olur" sözü çok uygun düşecektir. Bunların başında ise "seks" gelir.

Cinsel konularını doğru bir yörüngeye oturtmamış, bu noktada temel sorunlarını çözmemiş insanlar hem kendilerine hem de çevresindekilere huzursuzluk kaynağıdır. İnsanlık tarihi incelendiğinde yaşamın cinsel boyutunun insanlara kazandırdığı güzellikler ve acıların sonsuz izleri görülür. Kendi yaşam nedenimizden tutun da, sanatın her dalına, mimariye, yemeye içmeye kadar hayatın her alanında bu güdünün etkisiyle kararlar alınır, olaylar yaratılır ve yaşanır.

Ancak bu denli önemli olan bu konudan söz edilmesi pek çok aile ve toplumda yasaktır, ayıptır, günahtır. Ayıp, yasak sayılmayan bazı çevrelerde ise çok sudan, çok basit bir konuymuş gibi fazla üzerinde durmadan geçilir. "İstemem yan cebime koy" der gibi. Ya da çok bayağı konuşulur.

Her şeyden önce bu konuda aile ve toplumun açık ve samimi olması gerekmektedir. Yasaklar ve tabular yerine bu konu açıkça ve sık sık toplumun her kesiminde tartışılmalı, konuşulmalı, yazılmalı, açılımları araştırılmalı ve bu denli önemli bir konunun karar sistematikleri gözden geçirilmelidir.

Üreme olayı ile cinsel haz olayının ayrımı, insanın iç dengesinin oluşturulmasında ve bu konunun yörüngeye oturtulmasında ana yol ayrımıdır. Pek çok din ve teori bu iki konuyu birbirine karıştırmış veya çözüm getiremeyip yasaklamıştır.

Binlerce yıl insanların kafasını karıştıran ve meşgul eden böylesine önemli bir konu hakkında yazılan, çizilenlerin de çok fazla dişe taşa dokunur olmadığını görüyoruz. Olanların da çoğu zamanın hışmına uğramış ve yok olmuştur. Tıpkı Taocu düşünürlerin yazdıkları eserler gibi.

Eski Çin`de Taocu düşünürler seksüel hazzın oluşumu üzerine oldukça ayrıntılı gözlemlerini teorileştirip yazıya dökmüşler, ancak bunlar hem kaybolmuş, hem de yok edilmiştir. Şimdilerde bu düşünceler yeniden toparlanmaya, kopmuş parçalar birleştirilmeye ve yerli yerine oturtulmaya çalışılmaktadır.

Tao`dan bu yana bu konu insanlığın gündeminden çıkarılmış, tabu sayılmış ve iki şıklı yol ayrımı birbirine karışmıştır.

Cinsel ilişki ve doyum olayının çözümü için daha çok yol kat etmesi gerekmektedir insanlığın. Gerçek doyumu tatmamış insanların güzellikler fışkırtması sınırlanmakta, toplumun bu yapısı ile de bunu dile getirememektedir. Acının da sanatı doğurduğu bir gerçektir. Ama sanat aşkına acıyı mı seçmek gerekir? Yoksa acı çekmeden bir sanatçının daha mükemmele ulaşabileceği mi düşünülmelidir? Aslında bu konunun da incelenmesi gerekir.

Konuyu salt mantıksal açıdan incelediğimizde karşımıza çıkan açılımlar çok ilginçtir. Siz hiç, birisini görüp de "ah şununla beraber olsam da, güzel çocuklar dünyaya getirsem" diyen biriyle karşılaştınız mı? Ben hiç karşılaşmadım. Ama pek çok insanın "ah şu insanla ne sefalı yatılır" dediklerine tanık oldum. Cinsel dürtüye bu açıdan baktığımızda daima doyum arzusunun ilk planda olduğunu görürüz. Üremek düşüncesi o anda hiç aklımıza gelmemiştir bile. Hatta böyle bir olasılık korkulu bir rüya, bir kabus olarak belki kafamızdan geçmiş ve ilişkinin hazzını bile bir miktar alıp götürmüştür. Öyleyse varılmak istenen sonuç değildir bu. Doğa üremek faturasını sevişmek vitrini ile sunmuştur. Ve kişi o vitrinin önünde sevişmekten aldığı haz yüzünden durur. Üremek için vitrine gelen olsa olsa birkaç kısır müşteridir. Bunlar da oransal olarak çok fazla değildir.

Kutsal kitaplardaki, Adem ile Havva cennette mutlu yaşarlarken, yılanın Havva`yı kandırması ve Havva`nın da Adem`i ikna ederek yenmesi yasak olan elmayı yemeleri ve bu yüzden tanrı tarafından cennetten kovularak, dünyadaki cefalı hayata gönderilişleri öyküsünün aslında şöyle bir olayı stilize ettiği söylenir.

"Adem ile Havva cennetteki yaşamlarını sonsuz mutluluk ve cinsel hazla sürdürürken Havva çocuk doğurmaya başlar. Doğan çocukların feryadı, gürültüsü, pisliği tanrıya rahatsız eder. Bunun üzerine çoluk çocuk hepsini yeryüzüne gönderir."

Bu öykü üzerinde biraz derinlemesine düşündüğümüzde,"canım, cicim" ile başlayan beraberliklerin çocuk olgusunun gündeme gelmesiyle ne büyük bir sorumluluk çemberine dönüştüğünü görürüz. Pek çok çift bu sorumluluğu almaya hem hazır değildir, hem de niyetli değildir. Hatta "doğanın bir kazığı" diye niteleyen de pek çok insan vardır. Çiftler birbirlerinin cinsel cazibeleriyle yola çıkar ve hazzı yakalamaya çalışırken, kader ağlarını örer ve insanlık tarihindeki tüm ilginçlikler, güzellikler ve çirkinlikler buradan fışkırır. Bu vitrin sayesinde dükkana giren müşteri, sonsuz mal zenginliği karşısında şaşırıp kalır. Artık geri dönüşü de yoktur yolun. Tüm bu açılımlara dalmak zorundadır insan. Ancak bunca alış verişi nasıl taşıyacaktır? Zaten taşıyamaz da. Ve mağazada kalmaya karar verir ve kalır da.

İşte basit gibi görünen böylesine önemli bir konunun sonsuz işlenim zenginliğine bakınca, yasaklanmasına, tabu sayılmasına öfkeleniyor ve pek çok kişinin ne denli basite aldıklarını görüp dehşete düşüyor insan. "Neden evlendin?" sorusunu yönelttiğimiz insanların yanıtlarının çoğu kez "zamanı gelmişti, ailem istedi, sevdim" gibi basit, yalın, ancak yukarıdaki açılımlardaki mantıkla ilgisiz olduğunu görüyoruz. Daha sonra da kaderci isyanlar başlıyor kuşkusuz. Akrabaları seçme şansı kalmamıştır. Genetik yazgılar oluşmuştur ve onların genetiğindeki zenginliği, yetenekleri ve kaderlerini paylaşmak zorundayız artık.

Bir zamanlar bir film seyretmiştim. Kuzeyli bir dilber, ideal bir çocuk yapmak arzusu ile kafasındaki ideal erkeği bulmaya İtalya`ya gelmişti. Sonuçta araştırmalarını sürdürürken tuttuğu taksinin şoförüyle evlenmiş ve istemediği kadar çocuk doğurmasıyla noktalanmıştı film. Türklerde bir söz vardır. "Gönül bu belli olmuyor" derler. Gönül buna katlandıktan sonra diyecek bir şey kalmıyor.

Peki ne olacak? Bütün bunları düşünüp vitrinin önünde durup, mağazadan içeriye girmeyecek miyiz? Çoğu zaman hisler, akla galip geliyor ve giriveriyoruz.

Aslında açılımların sonsuzluğu karşısında akılcı davranarak içeri girmek de var. Böylece akıl ve his birleşir ve beyin hislerin ambalajı içinde dem tutmaya başlar iyi şanslar dileyerek kendisine.

Burada aşka değinmeden geçemeyeceğiz. Aşk, Tanrının bize en büyük armağanıdır. Dünyadaki pek çok oluşumun temelinde sevgi ve aşk var. Cinsel dürtülerle sarmaş dolaş olmuş bu üstün duygu hayatımızın temel motivasyonlarından biridir. Bundan alınan kuvvetle neler başarılamaz.

Bu bölümde işlediğimiz konu aşk ve sevgi konusunun ötesinde seksüel haz konusudur. Burada doyuma ulaşamamış nice aşkların aşkları bitmiş, bir müddet sonra başka arayışlara girmişlerdir. İşte konunun önemi burada. Ne yapıp edip seksüel doyuma ulaşmanın yollarını aramalıdır kişi, aşkı uğruna, sevgisi uğruna. Doyuma ulaşmış kişinin hem aşkı taze kalacak, hem gözü dışarıda olmayacaktır.

Haz alarak, doyarak, boşalarak sevişmenin hem ruha, hem bedene, hem eşine sonsuz yararları olduğu gibi, kişiye toplum içinde daha uyumlu yapan bir özelliği vardır.

Bu hususa önem vermeyen, seksüel yaşamını iyi regüle edemeyen bir kişiden sorunsuz bir yaşam beklenemez. Mutlaka bu sorun şu veya bu şekilde işine, yaşamına olumsuz bir etki yapacaktır.

 

 

GEL KİTABININ 1.BÖLÜMÜ

MADDE 4. UYKU:

Şimdiye kadar yazdığımız her şeyin dozunda ve gereği gibi olabilmesinin, temel koşullarından biri, insanın iyi uyumuş, dinlenmiş, zinde olmasıdır. Bu anlamda uyku çok büyük önem kazanır. Uykudaki aksaklıklar dalga dalga tüm benliğimize ve çevremize yayılır.

Önce uykumuzun nasıl olması gerektiğine karar vermeliyiz. Burada saptamamız gereken nasıl yatmalı, ne kadar uyumalı ve uykudaki temel yöntemin ne olacağı sorularının yanıtıdır.

Uykunun kalitesi daima uyunan süreden daha önemlidir. Pek çok kişi uzun süre yatakta kalıp, kendisi ile şu veya bu şekilde oyunlar oynayarak, kendini ikna etmeye çalışarak süreyi uzatmaya çalışır. Bu tür uykular hem vücudu dinlendirmez, hem de müthiş bir pişmanlık uyandırır sonrasında. Beyinsel bir ağırlıkla, uyku sersemi, kararsız ve isteksiz kalkılır yataktan. Büyük bir suçluluk duygusuyla. Çünkü normal normlarda gün başlamıştır dünyada. İlahi bir güçle programlanmış gibi kalkmış, şevkle işine gücüne başlamış, konusunda yol almıştır tüm insanlar. Ve biz türlü kandırmacalar la yatakta oyalanmış, herkesten geri kalmış gibi hissederiz kendimizi. İtiraf etmesek de, bilinçaltımız rahatsızdır bu büyük ayıptan. Ağzımızda ve beynimizde bu burukluk, güne rengini verir.

Aslında yataktan kalkmamanın, kalkamamanın temel nedeni başkadır. Bu nedeni bulup çözemediğimizde bu durumdan kurtulamayız. Bilinçaltımızın bize verdiği bu sinyali iyi değerlendirmeli, gerçek sorunlarımızı düşünüp, bunları listelemeli, çözümler üretmeli ve rahatlamalıyız. Uzun uyuyup yaşamdan kaçarak sorunlarımızı çözemeyiz. Yatakta uzun kalış, aslında kararsız, programsız, net olmayan bir ruh halinin simgesidir. İşte burada önemli olan bu tercümeyi yapabilmek, beyni sorunların çözümü doğrultusunda çalıştırabilmektir. Ne yazık ki bu olumlu sinyali pek çok insan uzun süre algılayamaz, çözümleri geciktirir. Uykunun kalitesini ve süresini bozar ve bunalıma düşer insan.

Uykunun kalitesini arttırmak için uyumadan önce bir takım önlemler almak gerekir. Öncelikle sorunlarımızı saptamalı ve bir programa bağlamalı, yani yatarken kafamız net olmalıdır. Çözümsüz sorunlarla yatış, sıkıntıları ve kabusları da beraberinde getirecek, beyin arayışlarını sürdürecek ve bizi rahat bırakmayacaktır. Huzursuz yatış yerine hiç yatmamak, sorunlardan kaçmadan olaya konsantre olmak, çözümler üretmek daha akılcı olacaktır. Unutulmamalıdır ki daima bir çıkış yolu vardır. Ve çözümün huzuruyla daha rahat yatar insan.

Sorunlar çoksa ve pek çok çözüm üretmek gerekiyorsa veya ilhamın sel gibi aktığı dönemlerse, uyku sırasında beynin ürettiği çözümleri yakalamak için başucumuza ya teyp ya da kalem kağıt koyup yatmakta yarar vardır. Bu hazırlıkla yatmak, bunun bilincinde olarak tembellik etmeden kayda geçirip tekrar yatmak, uykumuzun kalitesini de arttıracaktır. Tersi durumda düşünceyi unutup, "neydi" diye kafa patlatıp, huzursuz olacak üstelik güzelim düşüncelerimizi bozuk para gibi harcayıp, hem kendimizi suçlayacak, hem de olaydaki çözümsüzlük sürüp gidecektir.

Kuşkusuz yatmadan önce uykunun doğal koşullarını da ihmal etmemek gerekiyor. Uyku üzerinde konuştuğumuz bir çok kişiden, doğal koşulların uyku ve rüyalar üzerindeki etkilerini bilmediğini görürüz.

Rüyalar konusunu da biraz açmak gerek. Kimi rüya görmediğini söylüyor. Kiminin rüyaları tatlı değil. Uyumadan önce kişinin kendine tatlı rüyalar dilemesi gerekiyor öncelikle. Anneannem bunu kendince çok güzel formüle etmişti. Yatmadan önce bize uyku üzerine çok güzel bir şiir okuturdu. Ezberlettiği bu şiir kendisinin miydi, yoksa da başkasından mı öğrenmişti bilemiyorum. Ancak bu şiirin üzerimdeki etkisi daima iyi olmuştu, kendimi iyi rüyalara hazırlama açısından.

Dinler de uyku konusunda çeşitli disiplinler getirmiştir. Müslümanların yatış ve kalkışları güneşin hareketine bağlanmış, uyku öncesi ve sonrası beden ve ruh eğitimi çok incelikle belirtilmiştir. Hıristiyanlarda da değişik biçimlerde bu tür ibadetler söz konusudur. Ancak herkesin kaliteli uykuya ulaşmak için kendine özgü bir yöntem bulması zorunludur güzel rüyalar için.

Uyku iyi çözümlerin dinamosudur. Ve genel başarımızın da temel taşı. Şöyle bir düşünelim. İyi uyuyamamışsak aldığımız kararların doğruluğundan ne kadar emin olabilir ve çalışmalarımızdan nasıl verim bekleyebiliriz? Yorgunken seksteki başarımızın derecesi nedir? Yediğimiz içtiğimizden ne zevki alabiliriz?

Bütün bunları iyi yapmayı başarmanın tek koşulu iyi uykudur. İyi uyuyabilmek için ise optimist olmak, çözümlerin tükenmeyeceğini bilmek, iyi bir yönteme sahip olmak ve cinsel olarak da rahat olmak gerekiyor.

 

 

GEL KİTABININ 1.BÖLÜMÜ

MADDE 5. YEMEK: Yaşamı düzgün ve sağlıklı sürdürebilmenin ana noktalarından birisi de beslenmedir.

Beslenme koşullarındaki aksaklık tüm yaşamımızı olumsuz etkiler. Bu anlamda konu tüm sindirim sistemi olarak ele alınmalı, bu bakış açısıyla gözden geçirilmelidir."İnsan yediklerinin bileşimidir" derler. Yemeği nasıl hazırladığımız, neyi, ne kadar yediğimiz, nasıl sindirdiğimiz, yediklerimizin vücudumuza etkilerini dikkatle düşünüp, arzuladığımız hayat çizgisinde yerli yerine oturtabilmeliyiz. Bunun varlıkla, yoklukla ilgisi de yoktur. Genel kanının tersine varlıklılarda bu sorunlar, daha felaket boyutlardadır yoksullara göre.Evet ne yiyeceğiz? Sık sık kendimize sorduğumuz bir soru bu. Ne yiyeceğimiz cebimizin durumuna olduğu kadar, ne yaptığımıza ve zamanımıza da bağlıdır. Ne yaptığımız konusunu açmak gerekir. Yaptığımız iş ve konumumuzla uygun bir yemek yeme alışkanlığı oluşturmalıyız. Sadece beyinsel faaliyet gösteren bir yogi ile bütün gün balyoz sallayan bir taş işçisinin gereksinimleri farklı olacaktır kuşkusuz. Bedensel faaliyetler azaldıkça beslenme alışkanlıklarımızı da değiştirmek ve azaltmak gerekir. Çoğu zaman bu tersine işliyor. Kişi zenginleştikçe, bedensel faaliyetleri azalırken, yediklerinin, içtiklerinin hem miktarı, hem de çeşidi artıyor. Bunun farkına vardığında da çoğunlukla geç kalmış oluyor."Ne yiyeceğiz?" sorusu bu anlamda bazı tuzakları içeriyor. Bu tuzağa düşmemek için, şu soruların yanıtını bulmalıyız önce yol ayrımında. Damak zevki olarak canımın neyi çektiği mi soruluyor, yoksa ne yemem benim için gereklidir mi? İşte bu noktada aklın ve duyguların mücadelesi başlıyor ve ne yazık ki çoğunlukla aklımız yenik düşüyor.Oysa bunu tersine çevirmek de olanaklı. Ancak bu konuda kendimizi disipline etmemiz söz konusu. İlk disiplin neyin ve ne kadarının bize yararlı olduğuna karar vermekle başlıyor. Bu bir zeytin tanesi de olabilir. Koca bir ekmek de. Bedensel faaliyetlerimizin selameti için almamız gereken asgari kalori ile, cebimizin uyumunu nasıl sağlayabiliriz? İşte temel konu budur. Bu noktada kafamız net oldu mu, artık olayın zevke dönüştürülmesi aklın işidir hislerle oynayarak. Akıl, hislere akılcılığın damak zevkini vermeye, onu bu yolda eğitmeye başlayacaktır.Hepimizin çocukluğunda hiç sevmeyip, sonradan büyük bir zevkle yediği pek çok yiyecek gelir aklımıza. Demek ki pek çok besin maddesini zaman içinde değişik bakış açıları ve damak zevkleri ile sevebiliyor insan. Burada hüner, beynin rehberliğinde tembellik etmeden, ön yargısız, beslenme alışkanlıklarımızı aklın filtresinden geçirip, yararlı alışkanlıklara kendimizi yönlendirebilmektir. Sonunda edindiğiniz bu yeni alışkanlıklara kendiniz da şaşıracaksınız. Peki bunlar nasıl hazırlanmalı? Haşlama mı, kızartma mı, yoksa ızgara mı? Hangi yağ daha uygun? Bitkisel mi, tereyağ mı v.s? Bunların yanıtını da sabır ve zevkle bulmalıyız.Bütün bunlarla bitmiyor sorunlar. Yemeği, ne zaman, nasıl ve kiminle yiyeceğiz? Doğanın bize sunduğu en büyük armağanlardan biri olan damak zevkimizi, sosyal doyumumuzun temel anahtarlarından biri durumuna nasıl getireceğiz? İşte bunun için de kendimize öyle bir stil geliştirmeliyiz ki, kişiliğimizin damgası bu noktada da hissedilsin. Yakınlarımıza da bunu benimsetip, ortak ve ilahi bir zevk alabilelim. Ömer Hayyam bir şiirinde şarabını ve ekmeğini alıp, ormana gittiği sevgilisiyle böyle bir hazzı paylaşmanın mutluluğunu yaşıyordu, yüreğiyle ve diliyle. Şarap, ekmek, orman ve sevgili, gereğince yaşandı mı haz selinde boğulmak için fazlasına gereksinimi yok insanın.Doyma ile beslenme arasındaki ayrım da bu konseptin gelişmesi ile başlıyor. Karnın doyması ile vücudun ve ruhun beslenmesi arasındaki bu ayrımın faturası genetikler yoluyla yüzyıllar sonrasında bile çıkabiliyor. Beslenme bozukluğundan kaynaklanan gizli açlık, dünyanın her yerinde, hele bazı topluluklar için her zaman geçerli. Bunun faturasının da soyun hangi kuşağında çıkacağı ise bir piyango.Bu bilinci taşıyamayan insanlarda A`dan Z`ye beslenme ve sindirim yalnızca dürtülerle gerçekleşiyor. Beyinsel bir haz da almadıklarından çoğu zaman aceleye getiriyorlar. Yerken acele, çıkartırken acele ve düzensiz. Düzensiz tuvalete çıkmak da düzensiz beslenme alışkanlığından kaynaklanmakta. Gereğince yapılmayan beslenme, bağırsakların da düzgün çalışmasını engeller ve kişiye yaşamı zehir eder. Kuşkusuz sorunlar yalnız sindirim sistemiyle bitmiyor. Bu kişilerde diğer pek çok rahatsızlık ya vardır ya da geleceğin potansiyel hastasıdırlar.Sonuç olarak, beyinsel zarafetimiz dalga dalga, hem vücudumuza, hem ruhumuza hem de çevremize yayılacaktır. Beslenme yöntem ve zevklerimiz beynimizin bir aynasıdır. Bu noktadaki incelik, zaman ayarı bir ibadet gibi tasarlanmalı ve bu işin pek çok olaya temel anahtar olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Yaşamı düzene sokmak ve ondan zevk almak için edilen bunca söz toparlandığında elimizdeki basit anahtar şöyle formüle edilecektir.

Sıralamanın önemini unutmamak koşuluyla:

1. Optimizm

2. Yöntem

3. Seks

4. Uyku

5. Yemek.

Zaman zaman yitireceğiniz, ancak bu kitaptan sonra kolay bulacağınız, kullanıp, kullanmayacağınızdan emin olmadığımız anahtarınız hayırlı olsun. Kullanabilmeniz tamamen sizin isteğinize ve çabanıza bağlı kuşkusuz.

Ancak biz sizin adınıza iyimseriz.

 

 

 

 

GEL KİTABININ II. BÖLÜMÜ

İŞDE BAŞARI

Yaşamı düzene sokmak için anahtarı cebine koymakla iş bitmiyor. İyi bir yaşam felsefesini oturtmuş kişi, bir de iyi gelir kaynaklarına uzanabilmiş, yaptığı işte de mesleki tatmin sağlamışsa, bal akar o kimseden. Nasıl yaşamı düzene sokmanın 5 altın kuralı varsa, işte başarının da bazı kuralları var. Bu basit kuralları öğrenmek, alışkanlık haline getirmek, bunları bir yaşam tarzına dönüştürmek hiç de görüldüğü kadar basit bir iş değil. Ancak, denemek işin yarısıdır derler. Deneyen, muhakkak kendisini disipline etmesi oranında, başarısını da artıracaktır.

Bu bölümde açıklamaya çalışacağımız kurallar iş dünyasında geçerli olan, okuyucunun kafasını karıştırmadan aklında kalacağı basit kuralları vermektir. Aşağıda bahsedilecek 4 kuralın çeşitli versiyonlarını herkes durumuna göre ayarlayabilir. Ancak ana fikir değişmez. İşte başarı için muhakkak 1- Teşkilat 2- Form, İcraat,Arşiv 3- Zamanlama 4-Dosyalama olarak özetlenen bu 4 noktaya dikkat etmek gerekiyor.

İşte başarı ile ilgili bölümler, genç, yaşlı, fakir, zengin herkes tarafından uygulanabilir. Bu konuları uygulamak için sermaye gerekmiyor. Sermaye disiplin ve bilgidir. Bunları uygulayıp zengin olmak % 99 ihtimal dahilindedir. Belirli bir iş kuracaksanız veya mevcut bir işte çalışıyorsanız, adım adım kendinizi başarıya götürmeniz kaçınılmazdır. Bu bölümde anlatılanların büyük bölümü çok uluslu şirketler ve büyük holdinglerde değişik metotlar halinde uygulanmaktadır. Bu tür şirketlerde iş hayatına atılmak disiplin ve iş hayatındaki usulleri öğrenmek açısından faydalı olur.

Bu tür bir kanala giren kişi üç evreden geçecektir. 1. Evrede işi ve işleyişi öğrenecek, 2. Evrede bilgi becerisi çapında şirketten ufak bir hisse edinecektir. 3.Evrede ise ya kendi şirketini kuracak ya da kurulacak bir şirketten büyük bir pay alacaktır. Şayet büyük bir şirkette olmayıp da kendi işini kuracaksa, bundan sonra anlatılanları can kulağı ile dinlemeli ve sabırla harfiyen uygulamalıdır. Her şeye ufaktan başlayıp safha safha büyütecektir. Sermaye bilgidir, disiplindir, sabırdır. Bilgisizin elinde para da çabuk batar. Bunu da unutmamak lazım. Netice olarak sermaye bilgiye gelir. Sizde iş yapma becerisi olduğu müddetçe ya siz gidip sermayedara projenizi götüreceksiniz ya da onlar sizi bir şekilde bulacak. Muhakkak yükselmek istediğiniz sektörde bir iş bulup çalışmak işinizi daha da kolaylaştıracaktır. İşte başarılı olabilmek için muhakkak 1. bölümde belirtilen 5 noktada da başarılı olmak gerekiyor. Ayrıca tatil ve eğlenceye de vakit ayırıp işkolik olup çıkmamak lazım.

Bu bölümde müteşebbise cesaret vermek için daha pek çok şey yazılabilir. Ancak unutulmamalı ki, herkes girişimci olamaz; bu ya insanın doğasında vardır veya yoktur. Doğasında olan buradan pek çok şey kapacaktır. Kimisine ise bunlar pek bir şey ifade etmeyecektir.

Lafı daha fazla uzatmayıp 2. Bölümün 1. Maddesine girelim.

 

 

GEL KİTABININ 2.BÖLÜMÜ

MADDE 6. TEŞKİLATLANMA

Yapılan işte başarılı olabilmenin ilk sırrı, doğru bir organizasyon şemasına sahip olabilmekten geçer. Her şeyden önce fikirler vardır. Kafamızda yapacağımız işi üç aşağı beş yukarı tasarlamışızdır. Genellikle, hedefimizin ne olduğunu biliriz. Hedef koymakla, hayal kurmak arasındaki ayrım işte bu ilk soru ile kendisini belli eder. Ve o işi yapmak, o hedefe varmak istiyoruz ama oraya kiminle, nasıl ve hangi iş bölümü ile varılır? Bunun için bilinen bir mekanizma, bir yol, bir yöntem, bir teşkilat var mıdır mevcutta? Yoksa bizim mi bu ihtiyaca cevap verecek mekanizmayı, teşkilatı kurmamız gerekiyor. Önce bunun kabaca bilinmesi, tasarlanması gerekiyor. İşe başlamadan önce, iş ne olursa olsun, insan hayatını tanrı gibi yalnız geçirmediğine göre ve başarı mutlaka timin başarısı olacağına göre ve de insan sosyal bir hayvan olduğuna göre başarı, ne iş yapılırsa yapılsın, önce ilişkileri düzenlemekten geçer. Bir cihazı bile kullanmadan önce kullanma kılavuzunu okuruz. Ancak her nedense, bir işi yaparken bunca önemli bir konu olan teşkilatımızın şemasına dikkat etmeyiz. Orada olan değişimleri açıkça güncelleştirmeliyiz. Burada net olmayan kafaların yarattığı tahribat işi de alır götürür zaten. İş başlamadan bitmiştir. Çocuk ölü doğmuştur. Maalesef, çoğu kez de neden ölü doğduğunu kestiremeyiz. Genellikle, pek çok kişi de, bu kadar önemli olan bu konudaki aksama nedenini düşünmez, düşünemez bile.

O halde paldır küldür işe koyulmadan bazı şeyleri önceden düşünmemiz gerekiyor. Bazı tasarımlar, bazı hazırlıklar yapmalıyız. Çocuk 9 ay 10 günlük doğmalı. Erken veya geç doğum, çok tehlikeli olabilir. Organlar tam teşekkül etmemişse sistem başımıza bela olabilir. Sakat doğmuş bir çocuk gibi. Çocuk sakat olacağına , düşük olsun daha iyi; ömür boyu acı çekeceğine, acı çektireceğine.

İlk tasarım, işin ne gayeye hizmet ettiğini bilmekten geçer. Acaba bu bizim için ve bu işle ilgili tüm taraflar için açık mı? Konuda yeterli tanıtım yapılmış mı? Vurgu açık mı? Tahlil iyi yapılmış mı? Ne gayeye hizmet etmektedir birim? Bunu çözdükten sonra üretilen malın veya hizmetin tarifine gelir iş. Birimin fonksiyonunu bilmek kadar önemlidir bu. Hangi malı veya hizmeti pazarlıyoruz? Bunun maliyeti nedir? Bunların da cevabı yaklaşık olarak bilinmelidir öncelikle. Buna göre mekanı ve teşkilatı kurmamız gerekecektir.

Üretilen bu mal veya hizmet kimlere sunulacaktır? Adreslerimiz belli mi? Mekan ve teşkilat buna uygun kurulmalıdır sonuçta.

Tüm bu denilenleri netleştirmek için kafada, öncelikle iş akış diyagramı ile mal veya para akış diyagramlarını çıkarmamız gerekecektir. Bu konuyu çözdük mü netleşen kafalar birimin sattığı mal veya hizmetin tarifine yönelecektir. Bu iki husus iyi tanımlandı mı bu işleri yapacakların tanımı kendiliğinden ortaya çıkar.

İşi yapacakların ne yapacaklarının tanımı, haliyle, işi yapacak kişinin niteliğinin nasıl olması gerektiğine götürür bizi. Bu tanımlar yapılınca işin en önemli kısmı çıkmıştır artık. İşe koyulmadan rakipleri de incelemek gerekir. Rakipler bu işi nasıl örgütlemişler ve işleri nasıl tarif etmişlerdir? Bunları incelerken haliyle pek çok kişi ile tanışacaktır insan. Tanışılan bu kişilerin arasında mutlaka, işinden memnun olmayan, yerini bulmamış, yükselmek isteyen birileri çıkacaktır. İşte en önemli insan kaynağımızı da bulduk. İş yaptığımız sektörden yetişmiş insan almak kadar akıllı iş yapamaz insan.

Adam yetiştirmek, hem çok zor, hem de inanılmaz derecede masraflı bir iştir. Ancak bu edindiğimiz adamlarımızı hiç eğitmeyeceğiz anlamına gelmez. Nereden, hangi bünyeden adam alırsak alalım, gelenin öncelikle sistemle akuple edilmesi, eğitilmesi gerekecektir. Birimdeki çalışma usulleri ile akuplesi hem kendinin, hem birimin verimini artıracak, hem de çalışma ortamını daha zevkli kılacaktır.

Kişiler gelirken pek çok hastalığı da birlikte getirirler. Bu hastalıkların başında "One man show" hastalığı gelir. Dünyanın neresinde olursanız olun, bu hastalıktan muzdarip pek çok kişiye rastlarsınız. Bu, ferdi başarı hastalığı tedavi edilmeden time alınan herkes, baştan dinamitler olayı; alırsınız başınıza belayı.

Kişiler öncelikle inanmalıdır başarının timin başarısı olduğuna. Bunu baştan öğrenmelidir. Ferdiyetçi başarı ile bir yere varamaz insan. Tek başına başarılı olan, er geç ya toplumdan yalıtacaktır kendisini yada toplum onu. Bu da olabilecek en büyük sorundur toplum için.

Tim fikri kafalara girdi mi, kollektif ruh haliyle oluşmaya başlamıştır. Bu coşku selinin kimse önünde duramaz. İşte liderlerin zaman zaman yakaladıkları toplumun trans hali budur. Bu ruhla neler başarılmıştır? Tarih bunun çok güzel örnekleri ile doludur. Hem şirketler, hem sanatçılar, hem toplumlar ölçeğinde.

Bu ruhun oluşması ne kadar önemli ise, bunu yaşatmak da, canlı tutmak kadar önemlidir. Ekonomik temele oturtulmamış hiç bir ruh, çok uzun süre ayakta kalamaz. Ekonominin temel unsuru ise fiyattır. Birimde yapılan işin maliyeti ne ölçüde anlaşılmıştır? Yaratılan değerin fiyatı, işi kurtarıyor mu? Her birim, er geç bu soruyu sormaya bir gün gelecektir kendi kendine. İşte bu sorunun yanıtı olumlu ise, iş rantabl ise arabanın tükenmeyecek yakıtı da bulunmuştur. Artık yola çıkma zamanı gelmiştir. Uğurlar olsun.

Yola çıkmadan ufak tefek süslememizi de yapıp olayı yakışıklı hale getirmeliyiz. Bu bizim süratli yol almamızı sağlayacaktır. Olayın sloganını bulmamız gerekir. Satacağımız mal veya hizmetin iyi pazarlaması, mala iyi bir slogan bulmaktan geçer. Tüm pazarlama fikirleri de bu slogana bağlıdır. Bu mantıkla yanaşınca, olayın hızı gelişecek, hız bazı sorunları da birlikte getirecektir.

Öncelikle hızın ölçümü gerekecek; bu durumda bazı göstergelerin, bazı usullerin kurulması zorunlu olacaktır. Bir işin başarılı, rantabl ve hızlı olabilmesi için bu usullerin yerine oturtulması şarttır. Çoğu kez neyin daha hızlı yapıldığına karar veremez insan. Her olay tek başına incelendiğinde, tek başına hızlı imiş gibi görülen pek çok iş, bir bütün içinde çok kötü, yavaş, zararlı neticeler verir. Olayın hızının, top yekun planlaması yapılmalı, usuller buna göre koyulmalıdır. Birimde yaratılan "gayri safi milli hasıla" aynen ülkelerde olduğu gibi, işin en sıhhatli göstergesidir.

İşi başarılı kılacak bu usuller en minimum seviyede şöyle özetlenebilir.

Teşkilat, hem kendi içi ile, hem de dış dünyadaki, iş yaptığı adreslerle iletişimini nasıl kuracaktır? Bunun usullerinin biran önce oluşturulması gerekir. Kişilerle temas 3 şekilde kurulur. Ya bizzat giderek derdini anlatır insan ya da telefon eder veya yazı gönderir. Netice olarak her şekilde de iletişim kağıda dökülecektir. Peki ne olacak bunca kağıt? Bu kağıtlarla kim, nasıl iş yapacaktır? Gelen gidenler nasıl karşılanacak, olay nasıl kağıda dökülecektir? Her usul için üşenmeden olay dizayn edilmeli, kafalar netleşmelidir. Yoksa zaman bize pek acı derslerle bu usulleri pahalı bir şekilde öğretecektir. Olay başlamış, sisteme girişler çıkışlar başlamıştır; durduramaz insan bunu kolay kolay. Reklamın, sloganın dozu arttıkça bu konudaki eksikliklerimiz daha çok sancı doğuracaktır sistemde.

Birime giriş ve çıkışlar için bu 3 noktada alınan tedbirler, evrak olayını gündeme getirdiği gibi, birimdeki çalışma düzenini de otomatik man gündeme getirecektir. Kim, kiminle, nasıl iş yapacaktır? Muhakkak birimin bir patronu ve bu patronun da kurmayları olacaktır. Bu kurmaylara, işin görüleceği pozisyonlarda bazı kimseler gerekecektir. İşte burada 1, 2, 3, 4, 5 mantığının önemi ortaya çıkıyor. Muhakkak bir iş örgütlenirken bu 5 pozisyon için adam gerekecektir. Bu pozisyondaki adamların kısaca tanımı ve iş tarifleri şöyle yapılabilir.

5 - Bu birimin patronudur. Sadece işe ruh üflemeli, günlük işleyişi denetleyenleri denetlemelidir. 4 - Buradaki kimse ise günlük işleyişin patronudur. Politika üreten, politikaları uygulayandır. 3 - En önemli kurmaydır. Olayları delege eder, olgunlaştırır. 2 - Olayları evraklaştıran kişidir. Usulleri tutar, geliştirir veya geliştirmek için öneriler getirir. 1 - Karşılayandır ve birimin gülen yüzü olmalıdır.

Birim kendini dükkancı mantığı ile örgütlemiş, karı ve satmayı hedef almış, mekanizma kurulmuştur artık. Birim, işin durumuna göre büyüyebilecek veya küçülecek yapıya kavuşturulmuştur. Artık işin durumuna göre her pozisyona birçok adam alınabilir veya iş el vermiyorsa birkaç pozisyonun işini bir adam götürebilir. Buna birimin patronu karar vermelidir karına bakarak.

Birimin patronu devamlı birimindeki gelişmeleri kontrol etmeli ve zamanın şartlarına göre birimini adapte etmelidir. Bunu yaparken de birimindeki her pozisyonun görüşünü alan ve kendi görüşünü veren bir mekanizmayı yanda görülen işaretteki mantıkla işletmelidir. Her olayda görüşler aşağıdan toparlanıp delege edilmeli ve yukarıda karara bağlanıp kollektif ruhu canlı tutarak anlaşılır bir şekilde aşağı indirilmelidir. Sebep ve sonuçlar aşağıdakilere izah edilerek. Birim içinde her önemli konu yazılı olarak 5 nolu konuma iletilmeli. Bu iletişim kağıdında muhakkak aşağıdaki konular belirtilmelidir.

1-Sorun tek cümleyle vurgulanmalı

2-Sorun etraflıca anlatılmalı

3-Çözüm önerileri belirtilmeli

4-Önerilen çözümlerden tercih edilen belirtilmelidir.

Bu evrakta muhakkak 1,2,3,4 nolu kademelerinde görüşü olmalıdır.

Teşkilatta böyle güzel bir ruh ve çalışma ortamı elde edildi mi teşkilatın pazarladığı ürünler çeşitlendirilebilir. Bu teşkilata zor gelmeyecektir artık. Satış usulleri standart olduktan sonra, mantık yerine oturmuşsa birimi hiç kimse tutamaz artık.

İşte tek kelime ile başarı. Teşkilat.

 

 

 

 

GEL KİTABININ 2.BÖLÜMÜ

MADDE 7. FORM-İCRAAT-ARŞİV

Teşkilatı kurmak ne kadar önemli ise, teşkilata ve ekibine uygun mekanları da yaratmak o denli önemlidir. Bünye büyüdükçe de, küçüldükçe de hızla mekanı adapte etmeliyiz. Hız ile başarı doğru orantılı olduğuna göre, sürekli yeni arayışlar içinde olmak, neyin nasıl olacağına karar vermek başarımızı da büyük oranda etkileyecektir. Öyleyse mekanları bünyeye uydurma standartlarını tartışmamız gerekir. Kuşkusuz ileriki aşamalarda kolaylık sağlamak için önce tartışmanın standardından başlamak gerek işe. Bunu çözdüğümüzde sorunun çoğunu da çözmüş olacağız.

Bir standart tutturmak için şöyle başlamaya ne dersiniz?

Dinamit gibi timimizle, iyi bir mekanda rahat çalışmak istiyoruz. Ne yapmalıyız?

Önce ihtiyacımıza göre mekanın, düşüncenin, işin formlarını yaratmalıyız. Formlar işin akıcı yapılmasını sağlamalı, iş bitiminde de arşivlemeye uygun olmalıdır. Buna kısaca form, icraat, arşiv mantığı da diyebiliriz. Bu şekilde formüle ettiğimiz bu kalıpla ona uygun düşünce mantığını da elde edebiliriz. Şimdi bu mantık üzerine biraz dem tutalım.

İşimizde başarı istiyoruz. Başarı bizi pek çok maddi ve manevi olanaklara götürecek. Başarı ile hız doğru orantılı olduğuna göre, hızlı iş çıkarmalıyız. Hızı nasıl sağlayacağız? Devamlı yöntem değiştirmek hızımızı yavaşlatacağına göre, kendimiz için ve genel uygulama için en uygun form, icraat, arşiv mantığında karar kılmalıyız. Elemanlarımızı da bu mantıkla eğitmeli ve her yerde bu şekilde organize olmalıyız. Bu düşünce tarzını kişilere, eşyalara, mekana ve zamana sindirmeliyiz.

Kısaca bir kez daha özetleyelim. Çalıştığımız mekanlarda hangi formları nerede tutup, bunları nasıl kullanıp, yarattığımız değeri nerede saklayacağız. Basit değil mi?

Hayır, hiç de basit değil bu mantığın insanlara geçirilmesi. Dünyanın en zor şeyidir bu, bunu kafalara geçirmek, bu disiplini istemek. Birçok kişi bu standarttan rahatsız olacaktır, kafa ve gönülce desteklese bile. İnsanlar genellikle sevmez, istemez kuralları, sonuçlara isyan etseler de. Bilmezler ki bu basit erdemde gizlidir sonradan isyan etmemenin sırrı.

Evet, bu çok önemli anahtarı da bulduk sayılır. Şimdi yavaşça açabiliriz form, icraat, arşiv anahtarıyla kapımızı. Bu altın anahtarla huzurun kapıları açıldıkça, anahtarın dönüşünün çıkardığı ses, sonsuz haz verir insana.

Formlar insan düşüncesinin en güzel ürünüdür. Gelişmişliğin simgesi, insanı hayvandan ayıran tek ölçüdür. Daha önce de söylemiştik. Önce düşünceler vardır diye. Yine bu noktadan yola çıkacağız.

Düşünmek ve düşündüğünü bir kalıba sokmak, hayal kurmaya her zaman fark atar. İnsanların zamanı düşünerek mi, hayal kurarak mı geçirdiğini, ancak böyle ayırırız. Formlara, şekillere dökmüşse kafasındakileri kanıt ortadadır.

"Düşünmüştüm demek" yeterli olmuyor. İnandıramazsın karşındakini düşündüğünde samimi olduğuna. Samimi olsan da kendi kendine, biraz safdil ve yavan kaçarsın çevrene karşı, yaratamamış olmanın burukluğuyla.

Öyleyse formları yaratacağız. Düşünceye saygı aşkına, aşkla. Peki neden yaratacağız formları aşkla? Kuşkusuz kendimiz için, rahatımız için, kendimize saygı duymak için. Düşünmek bizi ihtiyaçlarımıza götürecek. İhtiyaçlarımızı daha hızlı ve rahat karşılayabilmek için düşüncelerimizi bir sıraya ve bir şekle sokmanın telaşına düşeceğiz. Ve düşüncelerimizi şekillendireceğiz. Ve şekiller ellerimizden akıp, çevremizdeki eşyayı ve hareketi yaratacak. Bu bazen tabak, çanak, bazen kalem kağıt, bazen trafik düzeni, bazen de bir şişe şarap olarak ortaya çıkar. Yani formdan sadece formaliteler için kullandığımız bir kağıt değil de topyekün formasyon kavramını anlıyoruz. İnsan kafasındakini bir heykeltıraş gibi sonsuz şekillere, formlara dökmektedir; mağrur, yaratmış olmanın sarhoşluğuyla.

Çevremizdeki formları yaratırken en çok zamanı ve eforu tasarıma harcamalıyız. Yoksa tasarımdaki yanlışlık veya ilkelliği, zaman sopa zoruyla güncelleştirir. Oysa iyi tasarlanmış formlar uzun zaman güncelliğini yitirmez. Yitirildiğinde bile "cami gitmiş mihrap yerinde kalmış" dedirtir adama. Takdir değerler gibi sarılır ona insan. Tasarımı bu denli önemli kılan yatkınlığıdır objenin. Ahenktir, ölçüdür tasarımın verdiği hazzın kaynağında olan. Bir güftenin, bir bestenin tasarımında da bu vardır. Ve kullandığımız bir formalite kağıdında da vardır inceliği, kuvveti düşüncenin. Ve bu incelik ve ayrıntının gücüne hayran kalırız. Nasıl bir atom çekirdeğinin tasarımına hayransak, bu da kendi ölçülerimizdeki başarımızdır bizim için. Tasarım ölçüdür sonuçta.

İyi tasarımlar olayları daha gelişmeden yönlendirip kanala sokarlar. Mecrasında seyreden güçlü bir nehir gibi haz verir bakana. Bakanın da görmesi gerekir inceliği, kuvveti. Tasarımdaki hatalar kargaşayı, anarşiyi doğurur zaten. Doğadaki dengeler de bunun üzerine kurulmuştur. Tembelleşmemek için, daima formları gözden geçirmek ve zamana zemine uydurmak zorundadır, olayların gerisinde kalmamak için insan.

Formlar üzerine bunca sözü, konsepti yerine oturtmak için konuşuyoruz. Bu yerine oturdu mu, bakış açımız değişecek, daha huzurlu çalışma ortamlarımızı düzenleyebileceğiz.

Formlarımızı yaşamımızı kolaylaştırmak, daha verimli ve zevkli hale getirmek için geliştirdiğimize göre, bunların tanımlarını da iyi yapmalıyız. Doğan her şeye bir isim ve numara vermek gerekir ve doğuş mantığını da korumakta sonsuz yararlar vardır. İlerde güncelleştirmemiz, değiştirmemiz gerektiğinde buna ihtiyacımız olacak çünkü.

Yaratılan forma numara verdik, mantığını yazdık. Bir örneği de master olarak tutmalı, ileride daha çok üretmek gerektiğinde, orjinalimizi bulabilmeliyiz tekrar yaratmak zorunda kalmamak için. Burada ikinci bir nokta önem kazanıyor. Üretilen her şeyin orjinali ve üretim mantığı saklanmalı. Yaygın kullanılan bir şeyse çoğaltılarak bir depoda korunmalı ve ihtiyaca göre kullanım alanlarına akıtılmalıdır. Pek çok kişinin bir arada olduğu mekanlarda, formlar herkese açıksa, genel kullanım bir sevk ve idareyi gerektirecek ve temel prensipler oluşturulması zorunlu olacaktır. Kısaca her zaman ve her şey için geçerli olmak üzere şöyle ifade edebiliriz.

Formlar kullanıcıya yakın olmalı, onun denetimine ve üretimine verilmeli, ancak kullanım alanına akışı ve işin düzeni de yukarda sözü edildiği gibi orjinali saklanarak, çoğaltılanlar az miktarda kullanım alanlarına akıtılarak sağlanmalıdır. Kullanım alanlarının fonksiyonunu ve zarafetini bozmadan, kişilere depoda çalışıyorlar hissini vermeden.

Genellikle başarılı kişiler, hem evlerinde, hem de iş yerlerinde rahat, huzurlu ve güzel bir çalışma ortamını sağlamış kişilerdir. Bu ortamı sağlayamayanların da zaten başarılı olmaları zordur. İşimiz ne olursa olsun çoğu kez zamana sıkışır insan. Bir türlü takvimini tutturamaz. İşi evine de götürmesi gerekir. Bu nedenle çalışacağı iyi bir ortamın bulunması gerekir. İyi organize olamamışsa çalışamaz. Nasıl çalışabilsin ki, ortada diğer aile fertlerinin birbirinden değişik bin bir türlü programları, tanıdık eş dostun zamanlı zamansız ziyaretleri, televizyon da izlenecek programlar derken, o hengamede ne mecal kalır, ne kafa, ne de zaman. Bu yüzden işe konsantre olabilmek için kaçabilecek ve çalışabilecek rahat bir düzen kurulmalıdır evde. Önlemleri alınmalıdır. Başarılı olmak istiyorsak icraatın "A" sıdır bu.

Fikirlerin mutlaka iş yerinde aklımıza geleceği diye bir kural yoktur. Hiç olmadık yer ve zamanda akla geliverir birden. Bu fikirler sayesinde yaptığımız iş büyür, gelişir. Öyleyse ne yapacağız bunca fikri; nerede, nasıl toplayacak ve işyerimize taşıyacağız bunları? İşte pek çok kişinin böyle bir mekanizması olmadığından, heba olur gider, unutulur, kaybolur değerli pek çok fikir. Bir çok insanın ne evinde, ne yanında böyle durumlarda kayıt yapabileceği bir araç da yoktur genellikle. Çanta taşımaz, kağıt kalem de. Evde ise koyduğunu bulabilirsen bul kalabalık olursa aile. Bu yüzden tüm bireyler anlaşmalıdır kendileri ve çevreleriyle; önlemini almalıdır onlara rağmen, onlarla, başarılı olmak için.

İcraat için bu asgari koşul sağlandıktan sonra, zamanla işi daha da ileri götürmek gerek. Başarıyı artıracak faktörleri bir bir yaratmalıyız daha başarılı olmak için. Çalıştığımız mekandan haz almalıyız. İyi ilhamlar, güzel mekan ve zamanlarda daha rahat gelir insana. Fiziki koşulları yaratılmamışsa semtinize bile uğramayabilir. Bu yüzden elimizden geldiğince mekanlarımıza özen göstermeliyiz. Hem kendimize, hem de çevremize olan saygıdan.

Ayrıca bir simgedir farkı fark ettirmek için. Düşünün bir kez. Kurulmuş bir düzen çiçekler içinde, mekanda iyi bir müzik düzeni, tuvaletinde bile müzik dinleniyor. Her şey insanlar için olduğuna göre neden olmasın? Böyle bir minimum standardı seçmek çok mu zor? Çok mu masraflı? Hiç de öyle değil. Hangi paraları nerelere harcamıyoruz ki? Bu bir konsept meselesi. Parayla pulla alakası yok. Müslümanlıkta "temizlik imandan gelir" diye bir söz vardır. Çevresine bakınca çoğu zaman bu sözden utanıyor insan bunca imansızın arasında. Temiz bakımlı bir çevre ruhu aydınlatır. Pek çok şey kazandırır. Bunun içinde insanın sermayesi biraz düşünce, biraz incelik ve ruh; fazlasına gerek yok.

Evet anlaştıksa buraya kadar gelelim tekrar işe. İcraat tek tek yapılır. Altın kurallardan biri de budur. Çevrenize bakınız. Adam yemek yiyor, gazete okuyor, televizyon seyrediyor. Radyo da açık belli belirsiz. Bir de utanmadan sizle sohbeti sürdürme sevdasında. Başka şeylerde yapsa tüy dikecek. Ancak araya giren telefonları sayarsak tüyü var zaten.

Başarının sırrı, çok çalışmaktan veya çok çalışıyor izlenimi vermekten geçmiyor oysa. Başarılı olmak için temiz iş çıkarmak gerekiyor. Bin tane yarım iş olacağına, bir tane tam iş olsun daha iyi. Üstelik haz duysun, tat alsın yaptığı işten. Biraz önce sözünü ettiğimiz tipin, yaptığı işlerin herhangi birinden haz alması mümkün mü? Haz alıyor görünse bile, aldığı haz, kendisi ve çevresiyle kafa bulduğundandır ancak. İş yapıyor görünerek, mastürbasyon yaparak.

Başarı ayrıntıya inmekten, yöntem geliştirmekten geçer. Bilim gibi. Ayrıntıya girebilmek, sanatını konuşturabilmek ise, konsantre olmak sorunudur. Bu yüzden icraat tek tek yapılır ve yapılmalıdır. Ve toplumda da bunun kavgası verilmelidir. Kimse hiçbir şekilde araya girmemeli, gelerek, telefonla veya evrakla, sırasını beklemeli, saygılı olmalı bize, iyi iş istiyorsa. Ne yazık ki pek çok toplumda bu henüz çözülememiştir. Ve çözememiş toplumlar ve insanlar da başarısızdır zaten. Bunu uygulayabilmek ve uygulatabilmek disiplini sağlamak, olağanüstü başarısıdır insanın kendine ve çevresine karşı. Çünkü birçok insan gerekli gereksiz, kendi yaptığının önemini vurgulamak için bozar uğraştığın işle konsantrasyonunu saygısızca. Kabadayılık eder aklınca puan kaybettiğinin farkına varmadan. Ancak tüm bu olumsuz koşullara rağmen, temel prensip elden bırakılmamalı, icraat tek, tek yapılmalıdır. Kişi veya olay sırasını beklesin yaptığımız işe saygı duyarak. Gelişmişlik ve gelişmemişlik arasındaki fark hem fertlerde, hem toplumlarda bu prensibin ışığında hemen kendini belli eder. Eğer bir toplumda insanlar saygısızca birbirlerinin önüne geçmeye çalışıp, işlerini bir düzene riayet etmeden, bir an evvel bitirmek istiyorsa bencilce, işi yapan da, buna ses çıkarmayıp, bu saygısıza, öncelikle hizmet ediyorsa, iş düzenini herkesin sırasına riayet edeceği saygın bir ortam olarak yaratamıyorsa toplumun tarafları, daha uzun müddet gelişmemişliğin sancılarını yaşayacaktır.

Gelişmiş toplumlar, öncelikle iş akışında bu düzeni kurabiliyorlar. Daha işi yapana ulaşamadan bir düzenin, bir konseptin farkına varabiliyor insan, beklemesini öğrenerek, beklemeden zevk alarak. Bekletmeyi de zevkli kılmak ayrıca maharet istiyor. Ne işi yapan elindeki işi bırakıp bekleyenle uğraşmak zorunda kalıyor, ne bekleyen sırasını saygısızca atlayıp işini bir an önce gördürmek sevdasına kapılıyor. İnsanlar zamanlarını iş akışı hızına göre ayarlayıp, zamanı daha etkin ve daha zevkli kullanabiliyorlar. Bu önlemleri alabilmek, gelişmiş bir incelik ve medeni cesaret istiyor.

Bakkala gidiyorsunuz; bakkal sizin istediklerinizi karşılamakla uğraşırken adam araya girip, siparişi söyleyiveriyor saygısızca. Bakkal da sizinle uğraştığı işi kesip adamın isteğini karşılayıveriyor aynı saygısızlığa ortak olarak. Sinirlenmemek elde mi bu durum karşısında? Sık sinirlenmek veya sinirlenecek pek çok şey karşısında artık sinirlenmeyecek kadar duyarsız kalmak, bence gelişmemişliğin en mükemmel tanımıdır. Hele bu duyarsızlığı erdem saymak ise aptallığının en büyüğüdür. Kadercilikle kafa bulup, ahenksizlikte erdem aramakla ancak aptallığını tescil ettirir insan.

Tabii söz konusu olan işi kesmeme olayı, her 3 giriş için de geçerli olmalıdır. Yani iş yaparken gelen telefonlar veya yazılar da ele alınmamalı, düzen bu girişleri de sıraya koyacak, evraklaştıracak bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Siz zahmet edip oraya kadar gitmişsiniz, işinizi görmeye, işi gördürmeye çalışıyorsunuz. Adam telefon ediyor. Belki yatağından arıyor. Rahat, zaman kaygısı yok. İşinize bakan utanmadan gelen böyle telefonlara bakıyor, siz orada bekliyorsunuz gelen telefonların bitmesini. İşi yapanla, telefonu alanın ayrımı bunun için yapılmalıdır. Sinirinizi bozmamak için. Gerekiyorsa kendisi işi bittikten sonra aramalıdır.

İş yapmanın denetim altına alınması, iş akışının düzenlenmesi, sıraya sokulması, iş verimliliğine atılan ilk adımdır. Bunu, işin evraka dökülmesi izlemelidir. Birime her 3 şekilde giren kişinin arzusu evraka dökülmeli, bu evrak, birimde bir düzen, bir ahenk içinde hareket etmelidir. Gelen talepler ne kadar prototip haline getirile bilinirse iş yapmak o kadar basitleşir ve hızlanır. Olay evraka döküldü mü, unutmak, yanlış aktarmak v.s diye de bir şey kalmaz. Birim cevabını, sağlıklı ve süratli verir. Arşivleşen olaya, daha sonra da müracaat etmek mümkün olur gerektiğinde.

İş akışında alınan bu önlemler işin debisine göre çalışma tempomuzu da belirleyecektir. Çalışma temposu iş akışını karşılayacak düzeyde değilse, bu bizi mesaiye kalmaya götürecektir. Birimin başarısı bu noktada alacağı karara bağlıdır. İş çıkarmak için, başarılı olmak için en sağlıklı karar hangisidir? Mesaiye kalana ücret ödenecek mi? Mesai ne kadar sürecek, ekstra çalışılan bu zamanda çalışma ortamı, gidiş, gelişler, yemek için ne gibi önlemler alınacaktır? Bu hal ne kadar sürecektir? Tüm bu sorulara cevap gerekmektedir.

Tüm bunlara cevap basitçe şöyle formüle edilmelidir. Biriken işi, sorumlusu halletmeli, ekstra bir ücret almamalı, önlemlerini kendi almalı, iş devamlılık arz ediyorsa, yani mesaiye kalmakla olay çözümlenmiyorsa işe adam almalı, aldığı adamın işteki sorumluluğu da işe adam alanda olmalıdır. Aldığı adama yeterli iş veremeyecekse mesai ile bitirmeli, bir de ekstra bir adamın sorumluluğunu yüklenmemelidir. Adamla uğraşmak unutulmamalıdır ki daha zor bir iştir.

İş akışında, işi dağıtmak, parçalara ayırmak işin en önemli kısmıdır. Pek çok kişi bunu gerektiği gibi yapamadığından, işi sadece kendisinin yapacağına inanır. Başkalarına güvenemez ve işi dağıtmaz. İş dağılmayınca da işin altından kalkamaz, pek çok yerde bu hemen görülür. Bir kısım insan harıl harıl çalışmakta, yanında bir kısım aynı özellikli insan boş oturmaktadır. Ve o aşırı çalışanlar kendinden başka insanın yaptığı işi yapamadığı duygusuyla eziyetle karışık mutlu olmaktadırlar. İşte irin bu noktadadır. Bu noktalardaki iş dağıtılmalı, lüzumsuz mesailer önlenmeli, gerektiğinde bu noktalardaki iş başka taraflara dağıtılmalıdır. Son çare olarak adam alınmalıdır. Alınacak adamın niteliği ve çalışma programı önceden belirlenip zamanını rantabl geçirip geçiremeyeceğinin ölçümü önceden yapılmalıdır. Kadro yaratmak veya mevcut kadroyu kaldırmak çok ciddi açılımları olan bir iştir. Maalesef pek çok iş yeri buna gereken önemi vermezler. Bu kadro meselesi önemli maliyetler getirecek hassas bir meseledir. İşletme, uzun vadeli stratejiler doğrultusunda bu konuya politikalar getirmelidir. Büyürken işletmeler, ha deyince adam bulamaz insan gerekli birimler için. İşletmeler küçülürken de dert olur adamın başına gereksiz insanlar. Burada genel politika şöyle belirlenmelidir. Büyüyen iş yerlerinde daima 1-2 adam gerektiğinde el altında bulunsunlar diye fazladan olmalıdır. Küçülen iş yerlerinde ise 1-2 adamlık fazladan iş mevcutların üzerine bindirilmelidir. Her iki halde de bu durum işletmedeki insanların ölçümü için faydalı olacaktır. Birim büyüyorsa zaten 1-2 adamlık ekstra iş daima var demektir. İşin çok olması işletmeyi büyütür zaten. Aksi olmaya başladı mı kadro tasfiyeleri fazla fazla yapılmalı, azalan işler nasıl olsa daha az adamı gerektirecektir bir müddet sonra.

Bir iş yerinde çalışma prensiplerini korken, bunun uzun vadeli politikalarını üretirken, yapılan işlerin raporlaştırılması prensibini de unutmamalıyız. Bir birim, yapacağı işleri planlarken, birimine gelen işleri ölçerken, geçmiş dönemlerin istatistikleri ile karşılaştırma yaparken daima raporlara bakma ihtiyacı duyacaktır. Bu yüzden, çalışmaların raporlaştırılması, çıkan raporların muhafazası, ara ölçümler için mekanizma kurulması şarttır. Bir birimin rapor üretebilmesi için, birimin bir fikir doğrultusunda örgütlenmesi şarttır. Günlük işlerin özeti otomatik man alınabilmeli ki ölçümler, sapmaları, kontrol süratli yapılabilsin. Haftalık durum raporları bize aylık hulasaları almamızda büyük hizmet görürler. Aylık raporlardan yıllık değerlendirmeye gitmek ise basit bir iştir. Görüldüğü gibi birim rapor düzenini aldı mı ve bunu mikro çalışmalarda çözdü mü buradan makro açılımlara gitmek hiçte zor bir olay değildir.

Rapor yazmak, olayları raporlaştırmak tutkusunu yaşatan ortaya konulan ödüldür. Kişi ödüllendirilmeyecekse neden raporlaştırma, ölçüm ihtiyacı duysun. Bu çıkış noktasından hareketle rapor olayını ele almalıyız. Bu konuda da maalesef pek çok kişi ve kuruluşun kafası net değildir. Kafalar net olmayınca raporlaştırmanın esprisi kaçar. Rapor sanki cezalandırma mekanizması, sanki bir eziyet olur insanlar için. Bunu zevkli kılmak için, her şey denenmelidir. Kişiler seve seve rapor vermeye gittiler mi kötüye giden işleri bile kurtarmak sorun olmaktan çıkar. Kişiler raporları ile farklarını fark ettirmeye başladılar mı, tutmayın artık o birimi, yıkar geçer engelleri her şeye rağmen.

Raporlaştırmanın da bir standardı olmalı. Okuyan, rapor verenin vurgusunu, düşüncesini çabuk kavramalıdır. Denilen net ve açık olmalı, okuyanı bulmaca çözmeye zorlamamalıdır. Bunun için önce olay anlatılmalı sonra olayda ki problemlerden bahsedilmeli, çözüm önerileri sıralanmalı ve son bölümde de raporu yazanın bu çözüm yollarından hangisini tercih ettiği sebepleri ile açıklanmalıdır. Her rapor bu 4 bölümü içermeli, bu sırayı takip etmeyen raporlar rapor olarak kabul edilmemelidir.

Düzgün raporlar ödüle bağlanmalı dedik. Aylık raporlarını muntazam vermiş birimler, yıllık olarak da olaylarını güzelce toparlayıp yıl raporlarını çıkarabiliyorlarsa ve bu birimler karlı, sıhhatli birimlerse bu birimlerin patronlarını ödüllendirmek hatta olaya ortak etmek lazımdır. Bu olgunluğa erişmiş birimlerin olayda katolik nikahına alınmasında sonsuz yararlar vardır. Tabii bu ortak etme olayı için raporlar yolu ile toplanan ödüllerin belirli bir devamlılık ve miktara ulaşması ölçü olacaktır. Bu olgunluğa erişmeden verilen her hisse veya yeni pozisyon, olay için daha zararlı olabilir. Karşılıksız hiç bir hak ve hukuk olamaz. Karşılıksız verilen her şeyin alan için değeri, o ölçüde önemsiz olur. Aldığı şeyi muhafaza için gerekli mücadeleyi vermez, veremez. Çünkü daha o olgunluğa erişememiş, zihnin de işi daha o inceliklere götürememiştir, zorluğunu çekmediği için. Kolaydan gelmiştir zorluk çekmeden. Etki olmayınca, tepki de olmaz. Her duyarlı mekanizma bu sistemle oluşur. Tepkisiz sistemler uzun süre pozisyonlarını muhafaza edemezler. Boşuna "haydan gelen huya" gider dememişler.

Kişileri katolik nikahına almak, olayı verimli kılacaktır. Güzel, ama bu nasıl olacak. Buna da bir sistem geliştirmek lazım. En ideal sistem, olaya 5 kişiyi ortak ederek bir şirket kurmaktır. Tabii bu 5 kişi aynı oranda kapital koyarak yani riski % 20'şer paylaşarak işe başlarlarsa, olay taş gibi olur. En ideali budur. Pamuk eller cebe, olay herkesi biraz yakmalı. Birikimlerini riske etmek istemeyeceği için taraflar daha dikkatli çalışacaklar, birbirlerine daha saygılı davranacaklar daha iyi iş bölümleri yaratabileceklerdir. Oranlarda büyük farklılıklar olduğunda dengeler bozulacaktır. Eylemini düzgün koyabilmiş pek çok değerli insanın da yeterli birikimleri olmayabilir. Peki bunları olayla nasıl entegre edeceğiz. Böyle yetenekli kişiler topladıkları ödüllerle belirli bir olgunluğa erişmişlerse onlara da % 15'i geçmemek koşuluyla olaydan hisse verme yoluna gidilmelidir.

Tabii bu hisse karşılığında maaşlarını yitirmeli, hisselerine karşılık çekiş payı almalıdırlar. Çekiş payları da eski maaşlarından çok daha fazla olmamalıdır. Yoksa olay anında bozulma yoluna gidecek, olaya katılan kişi, hiçbir zaman birikim yapamayacaktır. Kuvvetli ortaklar, kuvvetli düzenler oluştururlar. Kaybedecek bir şeyi olmayanlar daha cesurdurlar, ancak ortaklıklar cesaretten çok özveri isterler.

Geçmişini bilmeyenlerin gelecekleri konusunda sağlıklı yorum yapmaları beklenemez. Bu olgu bizi, iyi arşivler yapmaya götürecektir. Arşivleme bilinci oldu mu, icraat sırasında sıhhatli ve otomatik man oluşur arşivler. Ne yazık ki çevremizdeki kişi ve kuruluşlara baktığımızda genellikle iyi arşivler oluşturamadıklarını görürüz. Arşiv fikrinin oluşması için belirli bir düzen anlayışının, belirli bir çalışma tarzının gelişmiş olması gerekiyor. Çalışmaların koyulan prensipler doğrultusunda belirli bir şekillendirmeye göre yapılması gerekiyor. İşe başlamada gereken bu düzenin alınması pek çok kişi ve kuruluşa zor geldiğinden olay her geçen gün daha zorlaşıp, içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Bir zaman sonra olayın tüm taraflarını bir araya getirip, üretilen bunca evrakın temizlenmesi mümkün olmadığından, kimse hiçbir şeye dokunamıyor, cenaze ortada kalıyor. Zaman geçince arşivlere dokunma tabu, cesaret işi haline geliveriyor. O zaman ayıkla pirincin taşını misali, cesaret edilemeyen, dokunulmayan yığınla kağıt, evrak. İnsan ve kağıt. Sonunda o insan, onca kağıdın üstüne oturuveriyor atamadığından ve tasnif edemediğinden. Bir şey arandığında bulunamayan, hiçbir işe yaramayan ve pek çok mekanı işgal eden sözüm ona arşiv. Olmaz olsun böyle arşiv. Genellikle iyi düzenlenmemiş arşivler çıldırtır insanı.

İşte, çıldırmamak için önce temel arşivleme prensiplerini koymalıyız. Arşivler ya kronolojik, ya alfabetik, ya da numara tik olacaktır. Olayımıza hangi sistem uyuyorsa, ona göre düzen alıp, uygulama sırasında bu disiplini tutmamız gerekir.

Arşivler daima sahibine teslim edilmelidir. Kimse, kimsenin arşivini düzgün tutamaz. Arşiv sahibi işin önemini bildiğinden işine geleni tutacak, işine gelmeyeni atacaktır. Bu işlemin belirli periyotlarla yapılması lazımdır. Böylece arşivler daha sıhhatli hale gelecek, daha yeni pek çok arşivleme teknikleri üretilecektir.

Forum, icraat, arşiv konusunda daha pek çok laf edebilir insan. Ancak söylenen ve söylenecekler toparlandığında, şu netice çıkar bu prensipten:

Formlar yaratılmalı ve yenilenmeli, icraat tek tek yapılmalı, arşivler ya kronolojik, ya alfabetik, ya da numara tik olmalıdır. Hayırlı olsun bu anahtar da.

 

 

 

 

 

GEL KİTABININ 2.BÖLÜMÜ

MADDE 8. ZAMANLAMA

Zaman, tanrının içimize koyduğu ateştir. Vadesizlik cennet, vade cehennemdir, ateştir. Ancak böyle keskin bir girişle zamanın zamanlamanın önemini vurgulayabilir insan. Zamana saygımızdan çaresiz, bizde öyle yaptık affınıza sığınarak. Şimdiye kadar zaman tasası olmadan söyleşip duruyorduk. Ancak zamanlama konusuna gelince işler değişiyor. Burada pek çok kişi ile yollarımız ayrılacak, çoktan yollarımız ayrılmadıysa bile bu mevzu çelişkilerimizi daha da keskinleştirecek, ya kitabı ilelebet bırakacak bir daha bakmaya cesaret bile edemeyeceksiniz, ya daha rahat yudumlayacaksınız. Zaman ve zamanlama konusuna oldukça geniş yer ayıracağız. Bu konuda tam anlaşmamız gerek, yoksa "Gel"in manası kalmıyor.

Doğarken ölmeye başlıyor insan. Hatta pek çok inanca göre doğumdan çok önceden başlıyor yazgılar. Düşününce, nasıl biz çoluk, çocuğumuzun hayatına çeşitli unsurları bir takım planlamalarla yerleştiriyorsak, tanrı da bizlere aynı mantıkla bir şeyler yapıyor olmalı. Olay en sıcak şekliyle böyle oturuyor yörüngesine, baba oğul misali. Akılcı olmak zorundayız. O bize doğanın en büyük lütfü. Aklı rehber alınca insan, birden zamanının fazla olmadığını görüveriyor. Yaradan yaklaşık ortalama 70 yılla kısıtlayıvermiş süreyi şimdilik. Aklı vermiş süreyi sınırlamış "koş" demiş; işte bu yüzden geriye sayma başlıyor doğarken ve kişi huzursuz oluyor düşününce, cennetten kovulduğunun farkına vararak.

Ne yapacağız şimdi süre kısıtlı. Hem anamız, babamız, hem de tanrı ne çok şey olmamızı istiyorlar. Cemiyet de cabası. Ne olacak şimdi? Önüne gelen bir program yapmış sizin için. Çevreyi, şartları ona göre ayarlamışlar. Çaresiz uyacaksınız onlara. Yarış başlıyor. Hadi kolay gelsin.

Yarış başlarken elimizdeki tek değer akıl. Bu süreyi akılcı kullanıp kendimize en iyiyi, en uygunu bulmalıyız yarışın hedefi de bu. İşin mimarı olayı güzel toparlamış. Çeşitli engelleri aşacağız, türlü zorluklar yaşayacağız, deneneceğiz. Darwin'in dediği gibi sadece güçlüler kalacak. Güçlülerin yönlendirmesi ile güçsüzlerin ızdırapları azalacak. Görev de bu. Yani bir yerde güçsüzler için güçlüler ızdırap çekecekler. Çünkü ateş onlarda. Zamanın bilincine onlar sahip. Sahip olmayanlar hala cennette. O yüzden cennette kalmak isteyenler kitabın bu bölümünden daha ileri gitmemelidir. Geliyorsanız ileri, tüm sorumluluk size ait artık. Ancak bu da tesadüf değil. Bu satırdan sonra siz de güçlüler tarafındansınız artık.

Bize verilebilecek en değerli hediye olan aklı rehber alarak yola çıktık. Süre de aşağı yukarı belirlenmiş; yapmamız gerekenleri de belirlersek bu sürede, hızımızın ne kadar olması gerektiği çıkar ortaya. Yapmamız gerekenlerin miktarı arttıkça hızımızı arttırmamız gerekecektir. Allah kolaylık versin. Olay iki ucu boklu değnek. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Ne olacak şimdi? Düşük tutarsak hedefleri bu sürede ot gibi bitecek ömür, kendimize isyanları oynayarak. "Daha şunu da, bunu da yapsaydım" diyerek, "hayata doyamadan gidiyorum" diye şiirler yazarak, ağıtlar düzerek. Yüksek hedefler koyunca da hız olayına takılıp, ahlayıp, oflayarak, lanetler okuyarak yaşama, hıza ayak uydurmaya çalışmak da yıpratıyor insanı. Freni tutmayan araba gibi hızlandıkça hızlanan yokuştan aşağı. Nereye varacak için sonu? İnsan kafayı üşütür derine girdikçe. İşte, kararı bu dengede vermeli ve makro planlamamızı burada yapmalıyız.

Yaşam dört ayaklı bir masa gibidir. Dördü de iyi basmalı yere; biri eksik oldu mu masa devriliverecektir bir gün. Masanın ayaklarını şöyle bir anlatalım öncelikle; bunlar aile yaşamı, iş hayatı, sosyal ilişkiler, kültürel ilişkiler olarak toparlanabilir. Şimdi yapacağımız yemeğin malzemesinde bu unsurlardan hangisi ağırlıklı olacaksa, tenceremizi ateşe koymadan önce ona göre hazırlamalıyız. Bu hazırlıkları yapıp, tuzu, biberi de ekleyince iyi bir yemek yapma şansımız artacaktır.

Dört ana unsurdan seçimimizi yaptık, karışımları ayarlıyoruz. Ancak bir şeye daha karar vermemiz gerekiyor hızımızı tespit edebilmek için. Biz bu yemeğin en iyisini mi, vasatını mı, yoksa vasatın altında mı bir tadı hedefliyoruz. İşte zurnanın zart dediği yer budur. İş hayatında ben mesleğimin, uğraş alanımın en iyisi olacağım diyorsanız, hızınızı ona göre ayarlamalısınız. Bu noktada pek çok kişinin aklı kayıyor. Genellikle kişiler meslek seçmeye daha meraklı oluyorlar, esas önemli soruyu unutarak. Pek çok kişi bu ayrımın farkında olmadan hayatını noktalıyor. Esas olanın en iyi, iyi, orta, zayıf ayırımında olduğunu bilmek bizi hangi mesleği seçersek seçelim, mesleki doyuma götürür ki ana olay budur. Çoğu kez mutsuzlarda bu görülür. "Avukat olmak istiyordum, doktor olmak istiyordum" diye yakınmalar. Ancak olsalardı bile o mesleğin neresine oynadıklarını kestiremeden yine de mutlu olamayacaklardı. Bulundukları branşta daha üst bir seviyeye oynasalar belki daha da mutlu olacaklar. Hem de vakit öldürmeyecekler aranarak.

Ne istediğini bilmektir önemli olan, zamanı etkin kullanabilmek için. Ne istediğini bilmek, inatla olaylara asılabilmek, elimizdeki en büyük hediye akılla, kötülüklerden, negatif şartlardan bile güzellikler fışkırtmak asılıp olaylara, planlayarak. "Her kötülükte mutlaka bir iyilik, her iyilikte de mutlaka bir kötülük vardır" diye boşuna dememişler. Planlamaların sonsuz zenginliğine inanarak.

Göz açıp kapayana dek geçiveriyor zaman. Geçen zamanı nasıl hovardaca tükettiğine bakıp, çoğu kez kahroluyor insan. İyi planlanmış bir hayatta ise başarılan işlerin, nasıl iki arada bir derede becerildiği, çoğu beş dakikaların nasıl işe yaradığına hayret ediyor insan. Hedefi olan kişi nasıl küçük zaman dilimlerini, çevresini hedefi doğrultusunda etkin kullanabiliyor. Hedefine vardığında da pek çok kişi o insanın bunca işi ne zaman, nasıl başardığına da şaşıveriyor. Geleceğin çok çabuk geldiğini planlayanlar daha iyi biliyorlar, gayelerine varma mutluluğunu yaşayarak.

Hedefi olmayanın genelde zamanı pek boldur. Hatta çoğu kez can sıkıntısından patlar, bunca zamanı nasıl değerlendireceğini bilmez. İşini planlamış olan da daima telaş içindedir, hedeflerini saptırmamak için. İşte burada hız yine önem taşıyor anı yaşayabilmek için. Kimi ne gelecekte, ne zamanda, ne de geçmişte yaşayabiliyor planlamadığının öfkesi içinde kalarak. Kimi ise daima geleceği düşünüp anı yaşamayarak, yaşamadığı anlara öfkeleniyor. İşte öfkelenmemek için hızı iyi ayarlamalı. Anı doyarak yaşamalı, planlamanın güvencesi içinde, geleceğe güvenle bakarak, her türlü kavgaya hazır. Sapmalara göre alternatifler geliştirebilmenin mutluluğu içinde. Çarelerin tükenmeyeceğinin bilincinde. Geçmişten de sonsuz mutluluk duyarak, başardıklarından mağrur.

İşte planlamalar yapılıp, hız ona göre ayarlandı mı, zamanın nasıl uzayıp kısaldığına hayret ediyor insan. Bazen saniyeler saat gibi geliyor insana. Kısacık sürelerde neler başarılmıyor? Trafik sıkışıklığında şehrin bir ucundan bir ucuna gitme süresinde, İstanbul-Zürich arasını uçuveriyor insanoğlunun yaratabileceği hıza hayret ederek. Bazen kısacık zaman sürelerine sığdırılan iş miktarı dehşete düşürüyor, kahvede oturmuş oyun oynayan insanı. Saatler, günler su gibi akarken, boşuna geçirilen bunca zamanı anlayamıyor planlayan. Einstein zaman ve hız üzerine izafiyet teorisini yazarken, konuya çok güzel bir açıklık getirmiş anlayana. Ama anlayan nerede? Bu kanıya varıyor kişi çevresine baktığında. Pek çok kişi boş işlerle, laklakla, televizyonun karşısında beş kuruş etmez pek çok program seyrederek tüketiveriyor zamanını hovardaca.

Planlamayanlara bunca hakaretten sonra hala okuyorsanız bu kitabı, ya planlama yapmaya ciddi niyetlisiniz veya zaten mükemmel planlamacısınız demektir. O halde artık nasıl planlama yapmamız gerektiğine girebiliriz.

Ne aradığını bilmeyen, aradığını bulamaz. Öyle ise hayattan ne beklediğimizi öncelikle yazmamız gerekiyor bir yere. Sonra da zamanı etkin kullanabilmek için bir mekanizma, bir düzen kurmamız gerekiyor. Bunun için de bazı prensipler koyup buna sarılmamız şart oluyor. Nedir bu şartlar?

Önce günü sağlam bir plana bağlamamız gerekiyor. Yani yatış, kalkış, yemek, içmek, çalışma saatleri düzenli ve prensipli olacak. Adam sefa pezevengi, bir türlü akşamını ayarlayamıyor. Devamlı gözü akşam yaşamında, dost sohbetlerinde,aşkta, meşkte, oyunda, hovardalıkta. Tabii geç yatıyor. Sabah kalkmak ise yorgun argın, zor. İşe başlama saatini bir türlü tutturamıyor. Dünya işe, sabah 6'da başlamış, en geç sabah 9'da işinin başında olmuyorsa insanlar, hazret hala 10'da tutturamıyor frenini. Nasıl bekleriz başarı böyle bir hayattan? Erken kalkan epey yol almıştır aynı şartlarda. Para, dünya şartlarında bankaların açık olduğu zamanda kazanılır. Akşam ise yenilir. Midemizin dolusunca, ne kadar kazanırsan kazan yiyemez insan bir tabağın ötesinde, gerisi süslemedir, kafa bulmaktır. Hal ahval böyle olunca planlamanın ilk şartının temel prensipleri çıkıyor ortaya. Erken kalkıp işimizin başında olacağız. Erken kalkabilmek içinse tadında keseceğiz gece yaşamını, zamanında uyuyacağız tadında bırakarak her şeyi.

Yatmadan ertesi gün yapacağımız işleri gözden geçirmekte sonsuz yarar var, başarılı olmak için. Notlarımızı hazır etmeliyiz. İşte, işe hemen başlayabilmemiz için. Tabi giyim kuşam da randevulara göre olmalı. Bunu ayarlamayınca randevularında yüzü kızarabilir hani, henüz ar damarı çatlamamışsa. Hazırlıksız, pis, pasaklı gelen randevusuna, beyin yapısını planlama gücünü hemen ortaya koyar. Kafası çalışan karşı tarafta, istemez doğal olarak, böyle bir kişi ile iş yapmayı.

Sonuç olarak günlük yaşamımızı normal iş saatlerinde daha önce de bahsettiğimiz 5 ana yöneliş doğrultusunda planlamamız, bunların aksamamasına özen göstermemiz gerekir. Bunları bir daha hatırlarsak.

1. Optimizm,

2. Method,

3. Seks,

4. Uyku,

5. Yemek.

Bu prensip de başarı sağladığımızda düzgün bir yaşantımız olur. Ancak mutluluk için bu yetmiyor. Başarılı olmak istiyoruz. Gözümüz yükseklerde, vasat normal bir yaşam, istediğimiz hayat değil. Bazı fikirlerimiz var hayata geçirmek istediğimiz. Fikirler varsa oyun başlıyor. Hani başta da söylemiştik. "Her şeyden evvel fikirler vardır" diye. Bu fikirleri bir kağıda sıralamak için de bir mekanizma geliştirmeliyiz. Yani beynimizden geçen bunca güzel fikri yakalayacak bir mekanizma. Avcı gibi pusuya yatmalıyız fikirler için. Nasıl olacak bu? Basit, daima bir kalem ve kağıt yanında bulunacak. Durumun müsaitse küçük bir el teybi de olur bu. Bir fikir geçti kafandan hemen yakala. Çoğu kez geçen fikrin farkına varmaz insan. Çaktırmadan geçer. Beyin mükemmel bir cihazdır. Sen istemezsen de o çalışır üretir. Uykuda, otobüste, yolda, çalışırken, dururken. Aklından tembel tembel geçer fikirler, bazen de yıldırım hızı ile. İşte o an fırlayıp yakalayıvermektedir marifet, düşüncenin değerinin farkında olarak. Tembellik etmemek hemen kayda geçirmek gerekiyor, yoksa bir daha bulamazsın o güzelim fikri.

Fikri bir yakalaya gör. Kayda geçir, tut bir fikirler havuzunda. O mükemmel cihaz beyin, o fikirde oynayacak, evirecek, çevirecek olgunlaştıracaktır fikri. Hiç bir fikir hemen kullanıma girmez, önce mayalanır. İşte incelik burada. Topluyorsun bir yere mayalanan fikirleri, zamanın ölçüsünde hayata geçiriyorsan, işte planlamanın ana prensibi.

Diğer bir prensip de, hayata geçirilmek istenen fikrin delege edilmesinden geçiyor. Fikrin hayata geçiriliş hızı çok önemli başarılı olmak için. O halde enayice, hızımızı azaltacak unsurları ortadan kaldıracak veya böyle durumların meydana gelmesine fırsat vermeyeceğiz.

Pek çok kişi, çevresi ile olayını delege etmediği için lüzumsuz karşıtlar yaratıyor, negatif elektrik vererek çevresine işini zorlaştırıyor taraftar bulamayarak fikirlerine. Taraf bulamadığı gibi çoğu kez karşıt yaratıyor ister istemez. Sonra da karşıtları ile didişmekten fikrini hayata geçirmeye fırsat kalmıyor. Lüzumsuz kaybedilen bunca zamana yazık oluyor. İyisi mi insanları olayının içine çek, bunun için gayret sarfet, "kişilerin hangi çatlağından girebilirim" diye düşün.

Hiç bir düşünce topyekün birdenbire hayata geçmez. Başarı, gerçek başarı kollektif başarıdır. Bir otomobilin tüm parçalarını kendi üretmiş ve başarılı olmuş hiç bir marka yoktur dünyada. Otomobil binlerce parçadan oluşmakta ve pek çok parça ayrı ayrı firmalar tarafından üretilmektedir. Başarının sırrı buradan geçiyor. Firma hepsini kendi ürettiğinde rantabl olmuyor, maliyetler artıyor. İş zarar ediyor. Yani düşünceyi parçalara ayıracağız. Her parçayı ayrı planlayıp, olayın taraflarına ayrı ayrı delege edeceğiz. Hem iş hantallaşmayacak, hem bolca taraftar toplayacağız, hem de toplumun verdiği ivme sayesinde işi daha çabuk ve daha temiz yapacağız. İşte burada beş dakikaların önemi ortaya çıkıyor. Az az, temiz yapılan parçalar bütünde de güzel duruyor. Bu bilinçle yapıldığında eskiyen veya kullanışsız olan parçalar da çabucak değiştiriveriliyor.

İşi parçalamaya ayrılan zamanı boş iş olarak görüveriyor çoğu insan, delege etmek gibi. Zor geliyor insanlara sanki aksini yaptıklarında daha hızlı başaracaklarmış gibi düşünüyorlar. Halbuki çoğu kez parçalarken ve delege ederken bitiveriyor işin asıl kısmı. Mühim olan bu konseptin gelişmiş olmasıdır. Ancak maalesef çoğu kimsede bu yok. Bu Allah vergisi de değil, ediniveriyor kişi zamanla bu yeteneği yeter ki gayret etsin.

Evet böylece ana prensipleri toplayıp olayı bir daha gözden geçirelim.

1. Günü sağlama al.

2. Fikir avcılığı yap.

3. Delege et.

4. Fikri parçala.

Bu prensiplerde kafamız netse gelelim bu prensiplerle ajandamızı işletmeye.

Ajandamızı çalıştırmak için, tabii ki mutlaka bir ajandamızın olması gerekir. Ajanda olgusunu yakalayabilmek içinse işin tekniğine bakıp ajandamızı ona göre seçmeliyiz, ajanda alırken. En rahat planlamalar, hafta bazında olanlardır. Genellikle günü tutturamazlar insanlar ancak gündeki sapmalar, bir sonraki gün telafi edilebilir. Haftalık planlamalarda sapma olmayınca başarı kaçınılmazdır. Bu yüzden ajanda seçerken haftalık düzende ayarlanmış ajandaları seçmek, bir bakışta tüm haftayı görebildiğin ajandalarla çalışmak rahatlık sağlayacaktır.

Ajandamızı aldık, artık iyi sarılalım bu değerli deftere çünkü bundan böyle başarımızın tek anahtarı bu defter olacak. Hayatımızın, günlük yaşantımızın tek odak noktası bu ajanda olacak, artık onsuz yapamayacağız. Neden mi? Tüm fikirlerimizi burada toparlayacağız da ondan. Hani başlamıştık ya fikir avcılığına, aklımızdan geçenleri not etmeye. Tüm avladığımız fikirleri burada toplamakla işe başlayacağız. Ajandanın arasında 2 ayrı kağıt olacak. Bunlardan birinin tepesine acil diğerine vadeli yazacağız. Tüm yakaladığımız fikirleri bu mantığa göre ayırıp listelemeye başlayacağız. Hemen hayata geçirmemiz gerekenleri acil kağıdına, bekleyebilecekleri de vadeli kağıdına yazacağız. Vadelileri daha sonraları mutlaka hayata geçireceğiz ancak şimdilik kaybolmasınlar, bulunsunlar elimizin altında, güzel güzel beklesinler sıralarını. Bir gün, öncelikli yapmamız gerekenler elbette bitecek. Bu kez vadeli dediklerimizin öncelikleri hayati olacak başarımız için.

Daha önce, hayattan ne beklediğimizi sıralamıştık bir kağıda, ana hedeflerimizi koymuştuk. "Şunları, şunları yapacağız. Bunu olmak istiyoruz" diye. O halde düzenimiz tamam. Başlatabiliriz ajandamızı işletmeye.

Aklımıza koyduğumuz şeyleri yapacağız, hayatımızı istediğimiz doğrultuda yönlendireceğiz. Uğurlar olsun. Yakaladığımız fikirleri vadeli ve acil diye ayırmış, diğer yandan hayattaki hedeflerimizi de bir kağıda not etmiştik. Bu bizim makro planlamamızdı. Buna genel fikirler havuzu, büyük havuz diyelim. Bunların içinden öncelikli bitirmek istediklerimizi acile almıştık. Aciller içinden daha öncelikleri seçip bunu da daha küçük bir liste haline getirelim. Bu iki listeye birlikte küçük havuz diyelim. Küçük havuzdan günlük bitirmemiz gerekenleri de ayrı bir yerde topladık mı, fikir pınarımız şöyle çalışacaktır.

Yakaladığımız fikirler hayat denilen göle, gölden büyük havuza, büyük havuzdan küçük havuza, küçük havuzdan tas tas içebileceğimiz bir şekle dönecek, bize hayat verecektir. Bu pınarın şırıltısı altında yaşamak sonsuz mutluluktur, doyamaz insan. Bitmez enerjisi ile güneş gibi parlar, planladığı tüm hedeflere vurur bu mekanizma ile.

Kurulu bu düzeni ayakta tutmanın tek sırrı, bırakmayacaksın bu defteri elinden atmayacaksın baş ucundan. Eksik etmeyeceksin üstünden. Her zaman, her yerde sana yakın, elinin altında olacak. Tembellik etmeyip yanında taşıyacaksın, her yere götüreceksin, otobüste, trende her yerde, ağır bulmayacaksın bu yükü. Tabii bunu taşımak için düzenin ona göre olacak. Üşenmeden kendine, ajandana uygun bir çanta taşıyacaksın. Özgürlük elini kolunu sallayarak dolaşmaktan geçmiyor. Özgürlük derli toplu bir düzen almaktan geçiyor. Pek çok kişinin üstü başı dolu, aktar dükkanı gibi mübarekler, her yerinden bir şey çıkıyor. Her gün elbise değiştirdiğinde de bir sürü felaket birden yaşanıyor. Lüzumlu gerecinin biri bir pantolonda, başka biri bir cekette unutuluyor, düşürülen, sefil edilenler de cabası. Hazret hergün etrafı ile cenk içinde, şunun nerede bunun nerede diye bağırarak feryat figan. Onca yıl yaşamış akıl edememiş tüm araç gereçlerini bir çantada toplamayı. Neden? Çünkü tembel; illa elini kolunu sallayacak, sanki sallanan başka şeyleri yetmiyormuş gibi.

Çantayı taşımak, çantayı düzenlemeyi planlamak ağır geliyor hazrete. Bu çifte tembellik yüzünden her gün bunca cefayı çekiyor oysa. Cefa çekmeyi bir erdem sanarak enayi. İlla aktar gibi dolu üstü başı, sallana sallana gezecek. Gezsin bakalım, nereye varacak.

Gelelim bize, çantamız da var derli toplu. Her şeyden önemlisi ajandamızın nerede olduğunu biliyoruz. Aklımıza gelen fikirleri bir kağıda yazıp cebimize koysak bile, çantamıza, ajandamıza girecek nasıl olsa ilk fırsatta. Çantamızda adres defterimiz, ajandamız var ya. Hayatta iki şey toplar insanlar. Fikirler ve bu fikirlerle ilgili adresler. Bu ikisini kaybetmedik mi başarıya % 90 yakınız demektir.

Ajanda ile bu samimi ilişki bizi bir yerde toplayıcı bir hale sokacak, derli toplu olma zorunda kalacağız ister istemez. Çanta gerekli olacak. Ajanda, adres defteri, kalem, kağıt, sigara, çakmak derken alışılan bu düzende artık ne ararsam çantana bakmak gerekecek. Tabii sık sık ajandana da. Çünkü orada yazılı her şey, bütün notlar orada. Bunu alışkanlık haline getirdik mi zoru başardık demektir. Şimdi işi biraz daha ileri götürelim. Hedeflerimiz, yapmak istediklerimiz belli. Bunları hangi sürede başarmak istediğimizi de biliyoruz. O halde yılları planlamadan başlayacağız işe. Yılları planlama bizi ayları planlamaya götürecek, aylardan haftalara ineceğiz ister istemez. Artık o haftanın günlerinde yapacağımız şeyler ortaya çıkmıştır. Haftayı başarılı kılmak için günü ziyan etmemeli. Günün saatleri kısıtlı, hemen bitiveriyor. Elimizi çabuk tutmalıyız. Fazla lak laka zaman yok. Bir sürü insan lüzumlu lüzumsuz zamanımızı alıyor. Lafı sözü uzatıyorlar. Onlardaki bu sakatlık bizim günümüzü berbat ediyor. Saatler su gibi akıyor. Öyle ise başarmak için çevrenin bizle uyumlu olması gerekiyor. Çevreyi eğitmek gerekli başarı şansımızı artırmak için. Hadi bakalım kolay gelsin.

Ortalama ömrü 70 yıl hesap edersek 25550 günlük bir programla dünyaya geliyoruz demektir. Planlamanın tadına varana dek üçte biri geçiveriyor bu sürenin çocukluk ve gençlik yıllarının hayı huyu içinde. Gün 24 saat. Bu sürenin 8 saatini uyku dersek, saat çalışma süresi, 8 saat de yemek, içmek, ulaşım diğer zorunlu işlerimiz, ziyaretler için geçecektir. Tüm bu saatlerin en verimli olanı 4 saat kabul edilirse 1/3'ü gençlik yılları ve alt yapımızı hazırlamakla geçti ömrün. Kalan süredeki günlerinde 1/6'sı ancak verimli kılınabiliyor var sayarsak, hesap şöyle kendini gösterecektir. (70 x 365) x 2/3 = 17.033 gün. Bu hayatımızın verimli geçebilecek üçte ikilik kısmı, gençlik yıllarını, öğrenme ve alış yılları varsayarsak. Öğrendiklerimizle üretecek günlerimizin sayısı bu. Yaşlığın hastalık v.s günlerini de burdan düşmemiz gerekir ama hadi böyle varsayalım. 17.033 : 6 = 2838 gün verimli geçirebileceğimiz süreyi gün hesabı ile böyle bulabiliriz. Bu günleri yıla vurursak 2283 : 365 = 7.7 yıl yani 70 yıllık koca bir hayatta sadece yaklaşık 8 yıllık bir süreyi verimli, üreterek geçirebileceğiz. Bulunduğunuz yaşa göre varın siz hesabınızı yapın, yolculuğun neresinde olduğunuzun.

 

 

GEL KİTABININ 2.BÖLÜMÜ

MADDE 9. DOSYALAMA:

Şimdiye kadar tüm anlatılanlar tek gayeye hizmet ediyordu. Düzenli, dengeli bir kişiliğe sahip bir insan elde etmeyi hedefliyorduk. Tüm bu anlatılanlarla elde edildiğini sayalım. Kitap gibi bir adam. Ne yapacağız bu adamla? Kişi tüm bu değerlerini nakite, yani paraya dönüştüremiyorsa, üretken değil demektir. Üretemeyen, ürettiklerini nakite dönüştüremeyenler yok olmaya mahkumdur. Adama rastlıyorsun, güzel insan, pek çok özelliği var. Ancak saplantısı, ben ticaretten anlamam, para işleri beni cezbetmiyor diyor. Bilmiyor ki hazret, ne iş yaparsan yap, ister profesör ol, ister müzisyen, ister futbolcu ol, ister politikacı, her yerde sanatını meziyetlerini, kişiliğini pazarlamak durumundasın. Hazret, daha bunun ayrımına varmamış. Sadece tezgahın arkasında satanı, satıcı, tüccar görüyor. Esas tüccarlıkların başka yerde yapıldığını bilmiyor. Bir gün rakipleri kafasını kıra kıra dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecekler ona, ama iş işten geçecek. Tabii bu olguyu hiç anlamadan ölmek de var. Temiz, asil duygularla ticarete bulaşmadığını sanıp, pisliklere bulaşarak, arkasından kıs kıs gülen veya acıyan bir sürü insan bırakıp gitmek. Çok acı bu gerçeği onca güzel, frekanslı insanın görmemesi. Şaşıyor insan. Satmıyormuş, satamayacakmış, satmasın. Biz satarız onun yerine, onun sahip olduğu veya sahip olduğunu sandığı değerleri de, meziyetlerini de, Allah rızası için.

İşte bunca laf düzgün satış yapabilmek için yapıldı. Satış yapabilmek için düzenli, disiplinli, inatçı olmak gerek. Başarılı olmak için her konuda satacaksın. Sen satmazsan rakiplerin senin bulduğun, geliştirdiğin her şeyi satarlar. Sen de bakakalırsın ne olduğunu bilemediğin duygularla.

Satmak için düzenli olmak gerekiyor öncelikle. İşin içine alacak giriyor, borç giriyor, fatura, adres, sipariş, derken kafayı yer, düzenli değilse insan. Sadece kendisinin düzenli olması da yetmiyor. Çevresinin de düzenli olması gerekiyor başarılı olmak için. Satış, ne satarsan sat, tek adam işi değildir. İşin içine pek çok adam bulaşıyor ister istemez. Maliyecisinden tutun da, muhasebeci, odacı, sekreter v.s. bunların hepsi olacak. İş büyüdükçe düzenli olma ihtiyacı daha çok kendini hissettirecektir. Formlar yerli yerinde, icraatlar tek tek yapılıp yerlerine kaldırılacak, masaların üstünde, sağda solda birikmeyecek her şey. Arşivlerimiz düzenli, aranan bulunabilecek anında. Masamız, üzerimiz, çantamızda hiçbir şey birikmeyecek. Saklamayacağız hiçbir şeyi kaybolur kaygısı ile. Anında doğru yere kanalize edip, dosyasına girmesini sağlayacağız. Her tür bilginin saklanabileceği dosyalara ihtiyacımız var öyle ise. İşte konumuz da bu. Tabii var böyle dosyalar. Bilgisayarın varsa orada da var aynı mantık. Yoksa basitçe yapabilirsin dosyalarını. Bu hiç de zor, masraflı bir olay değil, düşündüğünün aksine. Zaten bilgisayar programcıları da bu basit, kullanışlı mantıkları alıp, bilgisayarlara ayarlarlar sonuçta. Ha kel Hasan, ha Hasan kel, değişen bir şey yok. Gözde büyütmemek lazım olayı. Yani dosya tutacağız neticeye varmak için.

Önce dosyalarda ne birikiyor, bir ona bakalım öncelikle. Ne birikeceğine bakmak için, masamızda, cebimizde, çantamızda, sağımızda, solumuzdakilere bakmak, bunları tasnif etmek yeter. Değişik kümeler oluşacak. Bunlar adres, fatura, notlar, kırtasiye v.s diye kümelenecektir.

İlk önce masamızı düzenlemekle işe başlayalım. Bir göz kırtasiye malzemeleri için olsun, mesela, sağ en alt göz. Onun üstünü kullandığımız formlar için kullanalım. En üst gözü de şahsi eşyalarımız için tutalım. Üzerinde çalıştığımız yarım evrakı da daima orta çekmecede tuttuğumuzu kabul edelim. Gerisi için dosya oluşturmamız gerekecek. Birimimize gelen onca kağıda işlem yaptıktan sonra kaldırıp dosyasına koyacağız. Arayan dosyasında bulacak. Zaten çekmecelerde bir şey yok. Büro malzemesi var, formlar var. Şahsi eşyamız bize ait, diğerlerini kullanan kullansın, sorun değil. Hal böyle, herkesin masası aynı düzende olursa, kim nerede çalışırsa çalışsın sorun yok. Kimsenin kimseden kaçıracak bir şeyi yok. Her şey dosyalarda, işler prototip olmuş. Artık aynı işi herkes tutabilir. İşte sistemin gücü buradan geliyor. Bunu büyük işletmeler sağlamışlar, bakıyorsun hava alanına yer hostesi geliyor çalışmaya. Tezgahın arkasında formlar yerli yerinde. Bilgisayar ile ulaşabiliyor arşivlere, işini görüp gidiyor. Başka biri gelip aynı rahatlıkla aynı işi yapabiliyor. Küçük işletmelerin sorunu burada. Ne bilgiişlem ile kağıdı yok edebiliyorlar ne de dosya düzeni kurabiliyorlar. Sonuçta ayıkla pirincin taşını. Her ferdi de bir küçük işletme gibi görürsek çıkar ortaya facianın boyutları. Pek çok kişide, iş yerinde bu olgu oturmadığı gibi evde hiç oturmamıştır. Ev hanımlarını da bir işletme gibi görürsek meselenin boyutları daha da genişler. Bu bölümle meseleye çözüm getirebilirsek, bu kitabın bestseller olmaması için bir neden yok. Bu da bizim için, kitabımız için ölçü olacak. Kitabın burasını bu olguyu yerleştirene kadar açmak lazım. İnsanlık uğruna mı, bestseller uğruna mı artık onun orasını da zamana bırakalım.

Evet işin özü dosyalama mantığının ve bu dosyaları işletme mantığının anlaşılmasından geçiyor. Bu mantık anlaşıldı mı, her yerde kullanılabilir bu mantık. Evde, sosyal yaşantıda, ticarette her yerde. Aspirin gibi mübarek her derde deva. Ne zaman kullanırsan kullan. Tüm fikir, takipçilik ve müşterek kullanabilmek fikri üzerine inşa edilmiş. Herkes kullanabildikten sonra mesele kalmıyor. Bunun için de disiplin istiyor biraz. Artık o kadarcık da disiplinimiz olsun.

Tüm fikir, her iş tuttuğumuz olay veya adres için bir föy veya işin cesametine göre bir dosya açmaktan geçiyor. Her adres için açılacak bu föyde en azından şu kısımlar derhal oluşturulmalıdır.

1. Bu adresin kimlik kartı: Burada adres, firma ismi, kontak kurulan kişi, telefon, faks, teleks numaraları ve adres hakkındaki bilgilerimiz, istihbaratlarımız bulunmalıdır.

2. Adresle olan cari hesap ilişkimiz: Burada da borç, alacak ilişkisi izlenmelidir.

3. Adresle olan ciro ilişkimiz: Adresten aldığımız veya sattığımız mal veya hizmeti gösteren, adresle iş hacmimizi gösteren bölüm.

Her föyde mutlaka bu unsurlar bulunmalıdır. Bunlar yerli yerinde ise çalışmayı başlatmak için pek fazla şeye ihtiyacımız kalmıyor. Para kazanmak için işletme mantığını kurmamız gerekiyor. Muhasebe düzeni için muhasebeciler kendi düzenlerini kursunlar. Burada anlatılanların muhasebe ile bir ilgisi yok. Gerçi mantık aynıdır. Muhasebeciler de isterlerse aynı düzeni alsınlar ama bizim işimiz işletmeciler, satıcılar ve alıcılarla.

Düzenimizi aldık, satmaya başlayacağız. Satabilmek içinse önce bir kampanya programı çıkarmalıyız. Bunun için malı, fiyatı bilmek gerekiyor. Malı önce biz tanıyalım; tanıtma yapabilmek için bu gerekli. Birkaç soru sorup adamı mat edebilirler. Bir de fiyat olayı var. Kaça alınıp, kaça satılır bu mal veya hizmet, maliyeti nedir yaklaşık olarak? Bunları bilmezsek, malın müdafaasını yapamaz, fikir geliştiremeyiz satış için. Bu sorunları da çözdük. Yuttuk evelallah her şeyi. O halde hemen sloganımızı geliştireceğiz. Ya kalite, ya fiyat, ya servis diyeceğiz; diyecek başka şey yok. Tavsiyemi dinlerseniz üçünü birden deyiverin. Bu imkansız da olsa, zaten, zaman gösterecektir neyin ne olduğunu. Evet, pazarlama fikrinde kullanacağımız mantık da halloldu böylece. Şimdi iş yapmaya, kapı çalmaya, dükkanımızı açmaya başlayabiliriz.

Kapı çalmak, dükkan açmak, satmak için bir fikirle yola çıkar insan. Önce bu fikirlerin sıralanmasını yapmakla işe başlayalım.

Mesleğimizi icra edeceğiz. Para kazanacağız. Öyle ise işimizi doğru yapalım. Ne satıyoruz biz. Mal veya hizmet. Önce bunu tarif etmekle işe başlayalım. Sattığımız mal veya hizmetin mutlak bir çeşiti vardır. Tanımlayalım bu çeşitleri. Tabii fiyatlarını da. Bunu tanımlar, talimatlar, fiyatlar denilen bir dosyaya koyalım adına da, kısaca (1A) dosyası diyelim. Tanımlanan bu malları veya hizmetleri satan bir teşkilatımız, işlerden sorumlu olan kimseler olacak. Onların aralarındaki iş bölümünü, iş tariflerini, yetki ve sorumluluklarını gösteren, birimin kuruluş felsefesini anlatan, çalışma programlarını içeren bir dosya işimize çok yarayacaktır. Bu dosyada alınan kararları, yapılacak işleri toparlamakta yarar var. Buna da kısaca (1B) diyelim. Bu malı veya hizmeti aldığımız, sattığımız adresler elbette bellidir. Bunları da (2) nolu adres dosyasında toparlayalım. Bu adreslerden iş yapmayıp da kazanmak istediklerimizi yakın takipte tuttuklarımızı (3) nolu bir dosyada tutmakta yarar var. Çünkü aklımız fikrimiz bu föylerde. Nihayet malımıza birini ikna edebildik, sipariş aldık, mutlu olduk. Bu föyü ayrı bir yere koyup, siparişin zamanında yerine varmasını sağlayalım. Bunca emekten sonra hem emeğimize yazık olur, hem de mahcup oluruz, bakacak yüzümüz kalmaz müşterinin yüzüne bir daha. Unutmamalıyız işler yoğunlaştıkça. En iyisi bu sipariş verenlerin föyünü (4) nolu bir dosyada toparlayalım. Malı götürdük, belki tam karar veremedi o anda veya kararını vermesi için malı ayırttı müşteri. Malı bir yere kaldırmak lazım. Müşterinin de fikrini sormak için yeniden notumuzu bir yere koymalıyız, kaybetmemeliyiz bu notları, unutmamalıyız ayrılan malları bir köşede.

Yazık olur sonra onca emeğe, bağlanan paraya. En iyisi bunları başka bir dosyada toplayıp sık sık bakalım bunlara. Ayrılan, konsinye verilen, henüz kesinleşmemiş işlerimiz var mı diye, soralım müşterilere karar verip vermediklerini. Bu dosyaya da kısaca (5) nolu konsinye dosyası diyelim. Müşteriyi aradık, sevinçli haber geldi, müşteri malı alıyor. Ödemeyi nasıl konuşmuştuk, çek mi alacağız, senet mi ama müşteri işi evrağa bağlamıyor. Ne yapacağız şimdi ya unutursak. İyisi mi bunun föyünü başka bir yerde yakın takibe alalım; bir an evvel de çeke senede bağlayalım, ölüm var, kalım var. Bir de işin yoksa devamlı paranı almak için uğraş. Borçlu genelde hesap açıktaysa gevşek davranır. Devamlı ricacı durumunda kalırız. Senet veya çeki muhasebe takip eder. Borçlu zamanında öder, olay muhasebeleşir ve biter. Açık hesap öyle değil, tahsili incelik ister. Satanın takip etmesi zorunludur, konuşulanları bildiği için çaresiz kendisi takip edecektir. Bu yüzden böyle bir dosyanın satanın elinin altında bulunması şarttır. Cari hesap alacaklarının bir an evvel tahsil edebilmesi için buna da (6) nolu alacak dosyası diyelim. Malı sattık, paramızı da tahsil ettik, ne yapacağız şimdi bu föyü. Bu föy, artık bizim için bir bilinmeyen değil, diğer adreslerden farklı iş yapmadığımız diğer föylerden daha iyi tanıyoruz, bir takım kanaatlerimiz var. Altın rehberdeki bir adresten çok farklı bu adres bizim için artık. Referans verebiliriz bu adres için sorulduğunda. Ama diğeri henüz bir bilinmeyen. Öyle ise iş yapmış olduğumuz, işi bitmiş bu adresleri bir yerde toplayalım. İkinci bir iş yapana kadar rahat rahat uyusunlar. Ama bunlar için sık sık uyandırma programı yapmamız gerekecek. Bunlara da (7) nolu dosya diyelim.

Böyle basit bir mantıkla oluşan bu yedi tip dosya, işin yedi halini bize vermektedir. Mantık anlaşıldıktan sonra bu hallerin üçü beşi bir araya toparlanabilir. Aynı dosyanın içine bölümler konularak bu iş başarılabilir. Olay bölümler sayesinde tek dosyaya kadar düşürülebilir yeter ki mantık kaybolmasın. Hatta bilgisayar çıktıları ile bu doğal olarak tek dosyaya kadar otomatikman düşecektir.

Bu işin mantığı şekilci yanıdır. Rahat çalışabilmek için bu mantığı oluşturmamız gerekir. Ancak çalışırken bu dosyaların önem sırası değişecektir.

Dosyaları oluşturmak ve dosyaları dans ettirmek iki ayrı iştir. Dosyaları oluşturan her birim, dansı aynı başarı ile yapamayabilir. İşte bu araba kullanmaya benziyor. Her iki yarışçının da altında aynı model, aynı özelliklerde araba var. Ancak biri yarışı galip bitirebiliyor. Neden? İşte burada kabiliyetler rol oynuyor. Ticaret de böyledir. Kabiliyete göre başarının ölçüsü değişir.

Şimdi size ticarette başarının sırrını vereceğiz; sırla varacağınız yer sizin kabiliyetinize bağlı. Başarı, performans, devir hızı ile ölçülür. Bu hemen hemen her şey için geçerlidir.

Bir malın veya hizmetin alınışı, işlenişi, satılışı ve paranın kasaya girişi arasındaki süreyi ne kadar kısaltırsak başarımız o kadar artar. O halde ticarette başarının temel kurallarını bir dansın figürleri gibi görelim. Dansta ilk figür alacak dosyası ile başlar. Açık hesap alacağımız bir an evvel tahsil edilmeli ve başımızdan çıkmalıdır. Güne tahsilatlara bakmakla başlamalıyız. Alacağımız açık hesap da olsa daima borçludan bir vade almalı ve bu vadeye asılmalıyız. İkinci figür,konsinye dosyasıdır. Muallakta olan her satış olayını kesinleştirmemiz gerekir. Kesinleşmemiş her türlü alış, satış olayını da vadeye bağlamak ve bu vadelere asılmak gerekir. Üçüncü sırada ise siparişler vardır. Aldığımız ve verdiğimiz siparişleri dosyasından inceleyip vadelerinin gelip gelmediğine bakılır. Tabii bunların derli toplu ajandamızda iz düşümleri bulunmalıdır. Bu işlemde bitince dördüncü hamle, uyuyanlar dosyamızdan uyandırılarak müşterileri listelemeye sıra gelir. Bunların aranıp hal ve hatırları sorulmalıdır. Beşinci figürde ise yakın takipte tutup ta henüz satamadıklarımız için yeni fikirler üretmemiz gerekir. Altıncı atağı adres dosyamızdan yeni yeni müşterileri yakın takibe almak için yaparız. Son olarak da firmadaki iş bölümlerini, kuruluşun temel fikirlerini, genel PR programlarını gözden geçirip yeni oluşan fikirleri yazarız. Bu işlemi her gün veya en azından haftada birkaç gün yapmayı alışkanlık haline getirebilirsek, timde sırtımız yere gelmez. Tabii bunun temel koşulu da, timin dosyaları bilgi ile beslemeleri, adreslerde olan ilişkideki gelişmeleri düzenli olarak föyüne işlemelerinden geçer. Bu hem dosyalar, hem bilgisayar teknolojisi için geçerlidir. Neticede dosyalara ne sokarsan, o kadar verim alırsın. Sokmadın mı bilgileri mucize bekleyemezsin dosyalardan.

Basit gibi görülen bu düşünme tarzını ufak boyutlarda pek çok kişi özel yaşamında belki yakalayabilir. Çünkü ancak kendisini ilgilendiriyordur olaylar. Ödünç verdiği eşya ile platonik bir ilişki vardır belki. Para da kendisinin olduğundan takip eder. Ancak olay pek çok kişiyi ilgilendirdiğinde, tim olayı olduğunda işin içinde, pek çok insan ipin ucunu kaçırıverirler birdenbire. Anlayamaz insan neden bunca kişi duyarsız kalıyor diye olaylara. Ama realite böyle. Koca koca insanlar neresinden başlayacağını bilemiyor ticarette olayların. Öyle garip sorular yöneltiyorlar, öyle garip hareketler yapıyorlar ki hemen anlıyorsunuz, hiçbir şey anlamadığını hazretin. İşte öyle durumlarda dansın bu yedi sırasını listeleyip önüne bırakınız dansçının. Ticarette verim alabilmek için. Olayı daha da verimli kılmak istiyorsak bu defa da dosyaları kişilerin timdeki pozisyonlarına göre tapulamak şarttır. 1A ve 1B dosyaları 5 nolu pozisyondaki şahısa tapulanmalı; diğer tüm dosyaların tapusu 4 nolu adamda olmalı; 3 nolu adam 2,3,4,5 ve 7 nolu dosyalardan sorumlu olmalı; 2 nolu adam ise 6 nolu dosya ile ilgilenmelidir. 1 nolu adamda herhangi bir dosyanın sorumluluğunun olması gerekmez. 1 nolu adam tüm diğer pozisyonlardaki adamlara destek veren adamdır. Böylece timde iş bölümü daha netleşmiş ve olay daha verimli hale gelmiş olur.

Olan biten tüm bu olaylar pek tabii raporlaşmalı, birimin patronunun dansın kalitesini ölçebilmesi için. Dansın kalitesinin ölçümü birimin patronu için çok önemlidir. İşte bu raporlardan yeni satış aksiyonları, pek çok yeni fikirler fışkırtır anlayan. Ve bu dans ilelebet devam edip gider ustasının elinde. İş hayatında başarı için bunca ettiğimiz lafı toparlarsak sonuçta. Başarı için, önce çalışmak istediğiniz konuda etraflı bilgi sahibi olun. Sonra projenizi geliştirin. Sonra da aşağıdaki 4 noktayı akıldan çıkarmayın.

1. İyi bir teşkilat kurun ve teşkilatla başarıyı aramaya koyulun.

2. Forum, İcraat, Arşiv mantığının anlaşılması ve uygulanması, için gayret sarfedin.

3. Zamanlama konseptinin hayata geçirilmesi için uğraşın.

4. Dosyaların iyi dans ettirilmesi için gayret sarf edin.

Lütfen unutmayın, denemek ve gayret işin yarısıdır.

İşte size bir altın anahtar daha. Güle güle kullanın.

 

 

GEL KİTABININ III. BÖLÜMÜ

SONSUZ HAZ

Olgunluğun evrelerinden geçerek gidiyoruz. Hayatımızı bir düzene soktuk,işimizde de oldukça başarılıyız. Bir süre sonra bu yetmeyecektir. Beynimiz bir halterci gibi ağırı kaldırdıkça daha ağırı, daha zoru başarmak isteyecektir. Normal olarak kişi başardıkça daha çok başarıya susar, tembel değilse.

Belirli bir alt yapıyı yaptıktan, belirli doyumlara ulaştıktan sonra, başarının verdiği hazla çok tehlikeli bir konuma gelir beyin. Başarılmış her şey bir müddet sonra monoton gelmeye başlayacaktır. Monotonluk sıkar insanı ister istemez. Haz alamaz bir süre önce haz aldığı şeylerden. Haz alamayınca da hayat zor olur kişi için. Öyle ise hazzı canlı tutmalı, devamlı motoru ateşleyen mekanizma gibi bir mekanizmayla hazzı tazelemeliyiz. Haz hayatın en temel motivasyonudur. Hazzın bittiği sınır, en tehlikeli yerdir. Kişi ne yapıp edip, hazzı tazelemeli, tutunacak bir dal, çirkinlikler içinde bir güzellik yakalamalı, yakaladığı bu güzelliğe inanarak da hazzı tekrar yavaş yavaş güdülemelidir.

Şimdiye kadar gördüğümüz bölümler somut kavramlarla uğraşıyordu. Hayatın düzenli ve mutlu olmanın sırrı beş noktada toplanıyor. İşte başarı ise somut 4 noktayla gerçekleşebiliyordu. Gayret edilince zor olan tüm bu noktaları başarmak vasat bir kişi için mümkündü. Ancak bundan sonra işler değişiyor. Konular daha çok beyni zorlayıcı soyut kavramlara doğru gidiyor. İlk iki bölümü başarmışlardan bir kısmı yorulup " şimdiye kadar başardığım bana yeter " deyip daha ileri gitmeyebilir. Böyle yorgunların yerlerini bilmeleri, ilerlememeleri daha hayırlıdır bu noktadan sonra. Soyut kavramlarla uğraşmak daha zor, çözemezse insan mutsuz olur. Başaramamaksa en büyük mutsuzluk kaynağı. Durmayı bileceksin. Durmayıp, haddini bilmeden gücünden büyük işlere kalkarsan, kaş yapayım derken göz de çıkarabilirsin. Ölçüyü bilmek güzel şeydir.

Şimdiye kadar ki bölümleri şekillendirmek kafada hiç de zor değildi. Hayatın içinde her an yüz yüze olduğumuz konular. Ancak bundan sonra hazzı arıyoruz. Hazzın sonsuzluğunun sırlarını. Her an elimizin altında olması gereken hayat yakıtımızı. Bu yakıtı elde tutmak hem çok kolay hem de çok zor. Zor olan zamanlar bu 3 maddeyi hatırlamaya çalışın yeter.

1- Biçimlendirmek

2- Renk

3- Müzik

GEL KİTABI III. BÖLÜM

MADDE 10. ŞEKİL

Hazzı yakalamak için önce şekillendirmeliyiz konuları kafamızda. Şekilsiz hiç bir şey mutluluk, haz vermez insana. Çoğu kez şekillendiremediği çözemediği şeylerden kaçar insanlar. Kaçış, devekuşu gibi kafamızı kuma sokuş, realiteleri yok etmez. Düşünmemekle, o konu ile uğraşmamakla bir yere varamayız. Şuur altımız rahatsızdır çözemediğimiz için. Beynimiz şuur altımızın dürtüsü ile ister istemez uğraşmaktadır bu şekillendiremediğimiz konu ile... Gizlice bir çıkış yolu aramaktadır. Ancak şekillendirince rahatlayacaktır beyin. Şekillendirmek ise zordur, çok zor.

Tanrı, aşk, güzel, kainat, sonsuzluk, davranış, tabak, çanak. Bütün bunları şekillendirmek hiç de kolay şeyler değil. Şekillendireceğiz ve verdiğimiz şekil bize haz verecek. Ondan mutlu olacağız. Yaptığımızdan, verdiğimiz şekilden tatmin olacağız. Küçücük bir çocuğa bakınız, kendi vicdanı ile baş başa, oyun oynuyor. Yapıyor, bozuyor, kafasındakini bir şekle dökmeye uğraşıyor. Yaptığına bakıyor içine sinmiyor, bir daha deniyor, olmuyor. Başaramayınca hırsından ağlamaya başlıyor, tertemiz duygularla. Saklamadan şekillendiremediğini itiraf da önemli bir olgudur çocuk misalinde olduğu gibi. Pek çok kişide çocuktaki erdem ve cesaret yok. Hem şekillendiremiyorlar, hem çözemiyorlar, hem de kendilerine ve karşısındakilere itiraf etmeden, çözemedikleri o konuya dokunmadan, tembelce etrafında dans ediyorlar. Tabii bu sahtekarlık. Hem çözeme, hem de konu çözülmüş gibi yap, karşısındakini aldattığını sanarak. Belki karşıdaki de aynı durumda. Ancak kişiler içlerindeki beni asla aldatamazlar. İşte orada huzursuzluk vardır. Kişinin içindeki ben, şairin dediği gibi, " bir ben var bende benden içeri " işte o beni aldatmak biraz zor.

Onun için şekillendireceğiz el mahkum. Sağlam bir yere bağlayacağız rahat etmek için. Yoksa şekillendiremediğimiz her şey bizi rahatsız edecek ilelebet.

Şekillendirmeyi daha somut bir mecraya sokmak için öncelikle tabak çanaktan işe başlayalım. Ne kadarımız günlük yaşamda işlerimizi kolaylaştırmak için yeni bir takım şekiller, formlar yaratabilmişizdir? Kullandığımız her şeye şeklini geçmişte bir beyin vermiş. Adam düşünmüş taşınmış " şu işi en iyi, en rahat nasıl yapabilirim " diye. Düşüncelerine bir şekil vermeye başlamış. Denemiş. Çoğu kez olmamış, tekrar şekil vermiş, yine olmamış. Düşünceleri şekle sokmak çok zor bir şey. Hele şekle sokulan düşünceleri formüle edilen fikirleri, somut objeler haline dönüştürmek ise daha bir beceri istiyor. Bir heykeltıraş düşünün. Önce vermek istediği bir mesajı arayacak günlerce. Yıllarca sonra yakaladığı mesajı bir şekle dökecek. İşte her obje için de geçerli olan bu. Bir kalem kullanıyorsunuz. Bunun mimarı daha kolay bir kullanım verebilmek için yarattığı kaleme, gör ki kaç defa değiştirdi projesini. Yeni yeni evrimlerden geçirdi. Devamlı da bir yenilik yakalayıp güzelleştirecek eserini. Evet çanak, çömlekten bahsediyorduk. Çok kolaysa yapın bakalım birkaç çanak, çömlek.

Sevin yaptığınız eseri, yalana dolana kaçmadan. Kolay kolay içinize sinmeyecek, etrafınız kırık çanak çömlekle dolacak. Kaçmak yok öyle işi yarım bırakıp. Hem vicdanınız, gönlünüzle baş başa yaptığınız, yarattığınız eseri kendiniz seveceksiniz, hem de çevrenize kabul ettireceksiniz bu güzelliği.

İşte bu daha zor. Pek çok kişi sizinle aynı düşüncede olmayacaktır. Bakış açıları farklı olacak, ihtiyaçları farklı olacaktır. Bir şeyi yaratmak ve genel kullanıma sunmak, fikrini satmak sonuçta çok zor bir iştir. Hemen alıcı bulamaz insan. Eleştiri yağmuruna hazır olacaksın. Bıkmadan usanmadan eleştirileri not edecek, eserini genel istekler doğrultusunda mükemmelleştirerek tekrar yapacaksın, tekrar şekillendireceksin. Sonunda anonim bir haz yakalanacak, hem kendin hem bakanların çoğu güzel diyecek. Yine de arada bir iki çatlak ses çıkıp eserini eleştirecek. Olacak o kadar. Ona da hazır olacaksın. Nasıl olsa çoğunluk o çatlak sesi bastırır. Çanak çömleğinden haz alıp dururken, ya içindeki ya da dışarıdaki o çatlak ses ısrarla parazitine devam ederse ve pek çok kişiyi de haklılığına inandırırsa tasa yok. Tekrar yeni baştan çatlak sesi de tatmin edecek şekilde olayı yeniden şekillendireceksin.

Herhangi bir objenin tasarımı, şekillendirmesi çok zor bir şey olsa bile, sonuçta çabalayıp insan bir yerlere varabiliyor. Yarattığı eserinden yüzde yüz tam tatmin olmazsa bile, düşüncelerini şekle dökmüş, güzeli arama yolunda yol kat etmiştir. Zaman içinde eksiğini gediğini kapatarak eserini kuramına daha da yaklaştırır. Ve bundan da büyük haz alır. Ancak bazı kavramlar vardır ki bunu kafada şekillendirmek çok zor ve zaman alan bir iştir. Tanrı gibi. Şöyle bir çevrenize veya dünyaya bakın, pek çok kişinin tanrı kuramı ya tam yerine oturmamış ya da henüz doyurucu bir şekilde şekillenmiştir. Çoğu kimse bu konuda konuşmaktan, düşünmekten kaçarak mutlu olduğunu sanır. Ancak o içimizdeki ben, her an pusuda ve soruyor sorularını. Pek çok kişi tembellik edip kaçıyor sorunun cevabını aramaktan. Çünkü böyle soyut kavramları şekillendirmek ve yerine oturtmak oldukça zor. Zor olan bu konu aslında çok kolay, arayana. Dünyanın çeşitli yerlerinde, çeşitli ırklara, milliyetlere, inançlara sahip insanlara bu soruyu sordum. " Tanrı nedir? Tanrıyı nasıl şekillendiriyorsunuz kafanızda? Cennet, cehennem ne? Öbür dünya denilen yer neresi? Ne yapacağız orada? Tanrının bize ihtiyacı var mıdır? Varsa neden vardır? Yoksa neden yoktur? Neden tüm bu kuramlar yaratılmıştır? Buna ne ihtiyaç vardır? " Daha bunlar gibi bir yığın soru.

Dünyanın her yöresinde, her inançtan, her milliyetten insanın bu sorulara cevap verirken samimi olmadıklarını fark ettim. Genelde kaçıyorlardı böyle soruların cevabını vermekten. İçlerindeki o ben alıkoyuyordu insanları cevap vermeye. Geçiştiriveriyorlardı böyle soruları, hazırlıksız yakalanmış bir talebe gibi. Çünkü bunu henüz yerine oturtmamışlar, doyacak şekilde şekillendirememişlerdi kafalarında.

Genelde ateistler, şekillendiremeyince olayı, topyekün bırakmışlar. Kimi fazla kafa yormamış; anası, babası, atası büyükleri öyle dediği için, öyle kabul etmiş; büyüklerin dediğinde bir keramet vardır diye araziye uymuş, tasasız yoluna devam ediyor. Daha kuramını kurma zahmetine de girmemiş. Biraz kurcalayınca sorularla, rahatsız oluyor, sinirleniyor karşısındakine. Nasıl oluyor da bu adam bunları düşünüyor bu konu hakkında. Büyüklerinin empoze ettiği düşüncenin doğruluğuna öyle inanmış ki düşünmeden. Hala düşüncenin onun büyüklerinin tekelinde olduğunu sanıyor zavallı.

Kimisi yolun ortasında, bağlamaya çalışıyor konuları. Kimi olayı o denli katı çözmüş ki, yaşam hakkı vermiyor değişik fikirde olanlara. Elinden gelse bir kaşık suda boğacak. Kuramını böyle acımasızca kurana da Allah yardım etsin. Tanrının koca bir sevgi yumağı olduğunu unutan böyle zavallılara da acıyor insan.

Dolaşınca böyle sorularla insanlar arasında, değişik ülkelerde, şunu fark ediyor kişi. Gerçek hazzın pınarlarını açmış, şekillendirmiş kafasında kuramlarını, toleranslı kişilerin sayısı az. Nedenine inince görülüyor ki pek çok kişi daha düşünmeyi bilmiyor, düşüncelerini toparlayamıyor. Durum böyle olunca da zor geliyor konsantre olmak, kaçıveriyor hemen başka konulara. Çünkü kaçmadığı konuları şekillendiriyor. Bu konularda her şey yerli yerinde. En ufak ayrımın farkında, kontrol edebiliyor konusunu.

Haz için çıktık yola, şekilde takıldık kaldık. Ancak bu konu çok önemli. Önce şekillendirmeliyiz kafamızda. Sadece çanak çömlek şekillendirmek değil derdimiz, Tanrıyı, kainatı, aşkı şekillendirmek de var konumuzun içinde. Konuyu açmak için Tanrı kavramı üzerinde de durduk bunca zaman. Varın aşk ve diğer konularda da siz durun şekillendirmenin ne ölçüde gerekli olduğunu ölçmek için. İşte haz bu zorları çözmekle başlıyor.

Ancak çözemezseniz, şekillendiremezsiniz de bazı konuları çaresiz, bırakıp bir tarafa, başka konularda olaylarımızı şekillendirmeye gideceğiz. Varsın, bazı konularda da haz almayalım ne çıkar. Olsun o kadar da güzelin kusuru.

 

GEL KİTABI III. BÖLÜM

MADDE 11. RENK

Zar zor şekillendirdik kafamızdaki fikri, geçtik karşısına. Haz alacağız şekillendirdiğimiz olaydan. Ancak daha rahat bir nefes almadan beynimizden sinyaller gelmeye başlıyor. Beyin " eksiği var bu işin " diyor hemen. Eksik olan şey ne acaba? Cevap hazır. Yaratılan şeklin renge ihtiyacı var. Renksiz olmuyor. Tam haz alamıyor insan şekillendirdiği renksiz şeyden. O halde çaresiz arayacağız rengi. Hangi rengi vereceğiz şekillendirdiğimiz şeye, fikre.

Renksizlik çok zor, renk seçmek de. Burada bir sürü sorun hücum ediyor insanın kafasına. Seçilen renk, objenin-sujenin esprisi ile uyumlu olmalı. Bizim hislerimizi yansıtmalı. Devre zamana uymalı, daha neler neler...

Kişi renk konusuna daldı mı bin bir sorunla ve bin bir güzellikle karşılaşıyor. Renk seçimine etki eden şeyleri şöyle bir gözden geçirirsek, konunun hayatımızdaki ve haz kavramındaki yeri daha açık ortaya çıkar. Renk konusunu bilmeyenlerin çoğunlukta olduğunu düşünürsek, açıklamalarımızı taa temelden alıp, olayı kendi konumuza bağlayacağız.

Renksizlik karanlık demektir. Işık olmadan renk olmaz. Renksiz bir dünya zifiri karanlık bir yerdir. Işık olayı ile renk gündeme geliyor. Gelen ışık 7 ayrı rengi ihtiva eden bir birleşim, saf beyaz bir ışık. Ancak her objenin üstündeki boya maddesinin ihtiva ettiği pigmentler bu 7 farklı renk tonunun bazısını emiyor, bazısını yansıtıyor. İşte yansıttıkları bu renkleri biz objenin rengi olarak görüyoruz. Doğadaki renk cümbüşüne bakınca insan Tanrının ne büyük bir lütuf verdiğini hemen kavrıyor. Hazzın unsurlarından biri olan renk konusunda elimizdeki sonsuz olanaklar karşısında şaşırıyoruz. Bu zenginlik çıldırtıyor. Zenginliği daha da fark etmek için olayı biraz daha derinleştirelim. Üç ana renk var. Sarı, kırmızı, mavi. Bu üç rengin ayrı ayrı birbirleri ile karışımı ile ikincil renklerin komşuları ile karışımından ise üçüncül renkleri elde ederiz. Ana 3 rengi, ikincil 3 rengi ve üçüncül 6 rengi bir daire etrafında toplayınca 12 renk içeren renk çemberini elde ederiz. Bu renk çemberi bize sonsuz açılımların anahtarını verir. Burada bulunan her rengin bir biri ile karışımının çıkardığı renk kompozisyonlarının zenginliğini, bu tonlardan duyulacak hazzı varın siz düşünün.

Bu arada insanın doğasına uygun olan kompozisyonlar ve ters olan kompozisyonlar mevcuttur. Örneğin renk çemberindeki her renk, tam karşısındaki renkle iyi bir uyum verir. Sarı ile lacivert gibi. Tüm bu karşıt renklerin karışımı ise griyi verir. Burada renkleri kombine etme, onları rezil veya vezir etme kişiye kalıyor. Renk seçerken, renklerle oynarken elimizdeki imkanları bilgimize, zevkimize göre değerlendiriyoruz. Bu seçimde de bilginin dışında zevkimizi yönlendiren pek çok neden var kuşkusuz. Bu nedenler kişinin cinsiyetine, doğum tarihine, modaya, zamanının genel trendine, vücudun kimyasal yapısına, verilmek istenen mesaja, verilmek istenen efekte göre değişiyor.

Bunca renk seçeneği, bu renkleri seçmede gözden geçireceğimiz bunca neden göz önüne alınınca, seçilen renkteki sorumluluk karşısında dehşete düşüyor kişi. Eserini şekillendirmişsin. Renklendirmeden önce bu sorumluluğun bilinci ile iyice düşünüp rengini seçeceksin. Şekillendirmede düşülen güçlük gibi burada da verdiğin rengi bir müddet sonra beğenmeyebilirsin. Bir zaman sonra " yahu ben mi seçtim bu rengi " deyip utanabilirsin seçiminden. O rengi seçerken bulunduğun ruh hali geçmiştir, moda değişmiştir, birden temeli kalmamıştır seçimin. Saçma gelir insana, aptallık gelir, utanır seçiminden. Ayrıca renk seçimi yaşla da yakından ilgilidir. Gençlikte daha frapan renklerden hoşlanırken yaşlılıkta sakin renklere doğru hareket eder zevk.

Sorumluluk taşıyan renk seçimi olayını açmak için, pek çok konuda bilgimizi gözden geçirip, davranışlarımızı tahlil etmemiz gerekiyor. Yukarıdaki hafif giriş taksiminden sonra olaya biraz daha derinlemesine dalalım.

Önce renk seçimine etki eden doğal faktörlerden işe başlayalım. Beynin sağ ve sol tarafının idare ettiği işlevlerimiz farklı farklıdır. Beynin sağ tarafının daha çok artistik işlevlerimizi, sol tarafının ise matematiksel ve teknik işlevleri idare ettiği kanıtlanmış bilimsel bir gerçektir. Bu gelişimin, milyonlarca senede sağ ve sol elin kullanım fonksiyonlarına bağlı olarak ve insanın yaptığı ağırlıklı işe göre şekillendiği iddia edilmektedir. Örneğin erkeğin av sürmeye, teknik donanıma yatkın oluşu, dişisine ve çocuklarına besin taşıma kaygısından, onları dış etkenlere karşı koruma kaygısından kaynaklanmıştır. Kadın da yuvayı daha cazip kılmaya, çocuklara, şevkate, sevgiye daha pek çok estetik kavrama yönelmiştir. Böylece erkek daha sert, matematiksel ve akılcı düşünür. Kadın ise daha ince, daha yumuşak daha sevgi doludur. Şimdi konuyu renge bağlarsak şaşırtıcı gerçek daha doğarken karşımıza çıkar. Kırmızı ve tonları sıcak duyguları, mavi ve tonları ise soğuk akılcı duyguları simgelerler. Çocuk doğduğunda kızlara pembe, erkeklere mavi giysi ve donanımlar alıyor insanlar yüzlerce senedir. Böyle tabii bir eğilim olmasaydı zor oluşturulabilirdi evrensel boyutta böyle bir adet.

Bu hipotezden yola çıkarak renklerin hislerimizle bağlantısını biraz daha açalım. Doğadaki tüm renkleri üç ana grupta toplamak mümkündür. Sıcak renkler, soğuk renkler, kararsız renkler. Sıcak renkler kırmızı ve tonları, soğuk renkler mavi ve tonları, kararsız renkler ise her ikisini de ihtiva eden tonlardır. Burada sadece kırmızının 150 tonunun mevcut olduğunu vurgulamak hislerimizi ifade etmede renklerin bize tanıdığı imkanların genişliği hakkında bilgi verir sanırım. Renklerin sıcak ve soğuk olarak tanımlanmasını bundan sonra işlerimizi daha da kolaylaştıracak. Renk seçimine etki eden faktörleri daha da iyi anlayacağız. Aşk, kızgınlık kırmızı ile, serinlik, derinlik, sonsuzluk mavi ile ifade edilir.

Şimdi renkler ve anlamlarına geçelim. Bunların edebiyatta, felsefede günlük hayatta, ifade etmek istediğimiz hislerimizle bağlantısını görelim.

Kırmızı ile aşkı ifade etmiştik, sarı ile kıskançlık, iki yüzlülük, yeşil ile maneviyat, mavi ile umut, siyah ile ölüm, beyaz ile sağlık, sonsuzluk ve barış ifade edilir. Diğer yandan mavi su ve havayı, kırmızı ateşi, sarı toprağı simgeler.

Yukarı da tanımlar renk seçiminde kabaca evrensel olgulardır. Doğamız gereği yüzlerce senedir kendimizi bu renklerle ifade ederiz. Ancak renklerin insanlar üzerindeki etkileri bilim adamlarının her zaman ilgilerini çekmiş bu konuda pek çok araştırma yapılmıştır. Biraz da bunları görelim.

Renkler vücudun çıkardığı bazı salgılara tesir eder ve vücut fonksiyonlarını düzenler. Örneğin kırmızı, organları harekete geçirir, kan dolaşımını hızlandırır, solunum ve karaciğerin faaliyetlerinde düzenleyici etkisi görülür. Sarı, düşünme gücünü artırır, sinirleri güçlendirir. Mavi, ruhu sakinleştirir, serinletici bir etki yapar. Yeşil düzenleyici, uyum sağlayıcı, gevşetici, kan basıncını düşüren bir renktir. Turuncu iştah açar.

Bilim bu bulguları saptayınca psikologlar, dekoratörler, modacılar, sanatçılar bu bulgular doğrultusunda seçtikleri renklerle çevremizi düzenlemeye koyulurlar. İşte hayatımızın her anına tesir eden renk olayı bu kadar önemli bir olgudur. Bu konu bu denli önemli olmasına karşın pek çok kişinin renk konusundaki bilgisi pek yüzeyseldir veya konu üzerinde fazla kafa yormadığından öyle görünür. Renk konusunu araştırırken renklerle içli dışlı pek çok sanatçı ile konuştum. Onların bile pek çoğu konunun ayrımına pek fazla kafa patlatmışlardı. Fazla düşünmeden doğal dürtülerle hareket ediyorlardı. Ancak kişiler ifade edemeseler bile her gün renkler konusunda pek çok karar alıyorlar farkında olmadan. Kişi hislerini ifade ediyor, nasıl yaptığının, nasıl ifade ettiğinin ayrımına varmadan. " Böyle hoşlandım, böyle yaptım " diyor. Kimi bilinçli, kimi bilinçsizdir, ancak mutlaka renkler konusunda seçim yaparak yaşamımızı sürdürüyoruz.

Renklerin yaşamımızı düzenleyici rolü günlük hayatımızın her anında mevcut. Trafikte kırmızı, yeşil, turuncu ile hareket edip duruyoruz. Domatesin rengi domatesin olgunluğunun ölçüsü hakkında fikir veriyor. Kızaran bir yüz hislerimizi açığa çıkarıyor. Rengi solmuş bir maydanoz bayatlığı ifade ediyor. Bu açıdan bakınca rengin insanlar için bir ölçü olduğunu fark ediyor insan. Renklerin nitelikleri en iyi anlatan bir ölçü oluşu büyük bir kolaylık bizler için. Birkaç renkle veya bir renk değişimi ile sayfalar dolusu şeyi ifade edebiliyoruz. Düşünün bir kere. Seçilen karanfilin rengi bir romana bedel. Bir taşlı yüzük veya kolye pek çok hissin ifadesi rengine göre.

Bir anlamda renk hayatın motivasyonudur. Burada bilerek, duyarak seçmek uyumu da, ifadeyi de beraberinde getiriyor.

Bilmek ifade etmemizi ve renklerin uyumunu sağlıyor. Uyum ise zıtlarla sağlandığı gibi, komşu renklere rahat geçişler yaparak da sağlanabiliyor. İşte bu seçimin ayrımı kişiye bağlı. Kişi de hem sosyal, hem fiziki çevresi hem de kendi bünyesi ile bağlı renklere.

İşte renkler bu denli önemli hayatımızda. Haz bittikçe, hayat monotonlaştıkça, her fırsatta elimizdeki bu zengin malzeme ile değişiklik yaparsak renklerimiz de veya renklerimizin tonu da, biraz daha canlanır, daha değişik haz alırız hayattan. Ancak sonsuz hazzın anahtarını yakalayabilmek için renkle de kalmayacağız.

 

 

GEL KİTABI III. BÖLÜM

MADDE 12. MÜZİK

Haz alabilmek için önce şekillendirdik olayı, sonra renklendirdik ancak bu da yetmedi. Bir eksiklik var. Bir şey daha gerekli olayın tamamlanması için. Nedir acaba diye düşünürken, birden fark ediyoruz, müzik yok olayda, ses yok, ruh yok. İşte müziğin önemi böyle çıkıyor önümüze. Hazzı ararken müzikten de epeyi konuşmak gerekecek.

Müzik denilince, ilk anda değişik istikametlere yol almamak için, biraz açalım ne kastettiğimizi. En yakınınızı düşünün. Onun şeklini, rengini ve onun müziğini. İşte burada onun rengini derken de, onun müziğini derken de, onun sizde bıraktığı izlenimden, onun tavrından, onun ruhundan, onun tarzından söz ediyoruz. Her kişinin kişiliğinin bir rengi, bir müziği vardır. Kişi çok yakın tanıdığımızdır. Kişinin rengini, müziğini kabullenmişizdir. Bir gün aynı kişiye rastlarız, hemen havasındaki değişiklik göze çarpar. Örneğin kişide müzik ölmüş, renk değişmiş, şekil değişmiştir. İşte burada müzikten anladığımız budur.

Bu durum eşya için de böyledir. Çok sevdiğimiz bir gömleğimiz vardır. Her giyişte haz aldığımız bu gömleğe bir gün elimiz gitmez, giymek istemeyiz farkında olmadan. Artık kullanmak istemediğimiz bu gömleği neden istemediğimizi bir gün sorarız kendimize apansız. Cevap çok yalın gelir kendimizden. Bir şey olmuştur gömleğe. Havası kaçmıştır, duruşu değişmiş, müzik ölmüştür. İstemeyiz artık o gömleği.

Gömlek misalinde olduğu gibi her eşyanın da kendine göre bir havası vardır. İşte bütün bunları müzik adı altında toplayıp, müzik konusunu konuşurken bu açılımların tümüne birden hitap edeceğiz. Hayatın binlerce gerçeğini 15 noktaya indirgemenin başka yolu da yok zaten. Kitabın içerdiği 15 noktadan biri olan müzik konusu da bunun için bu denli önemli. Müzik olayında ruh gizli, tavır gizli.

Müzik bir ölçüdür. Bu anlamda ifade gücü çok yüksek ve kesin bir olgudur. Notalar arasındaki şartlar, notalardan birbirine geçişler, geçiş hızları, vurgunun kuvveti, tüm bu ölçülerin varyasyonları renk olayında olduğu gibi insana sonsuz açılımlar ve sonsuz güzellikler verir.

Hayatımızdaki seslere ve bunların üzerimizdeki etkilerine bir göz atalım.

Doğmadan önce anamızın karnında seslerle tanışıyoruz, hayatın ilk algıladığımız unsurlarından biri oluyor. Görmeden, işitmeye başlıyoruz. Doğunca da ilk yaptığımız şey ses çıkarmak. Ağlıyoruz ve " merhaba "diyoruz hayata. Annemizin ninnileri ile büyüyoruz. Şevkatin seslerdeki tonunu öğreniyoruz ondaki sıcaklıkta. Babadan otoritenin ses tonunu algılıyoruz. Kuşların cıvıltısındaki müziği, trafik gürültüsündeki dehşeti yaşıyoruz. Büyüdükçe seslilik veya sessizliğin önümüze ne gibi imkanları açtığını öğreniyoruz.

Arkadaşımıza kızıyoruz. Konuşmuyoruz onunla, sessizliğin cezalandırmak anlamına geldiğini öğreniyoruz. Bazen sessizliğin sesinden irkilip dehşete düşüyoruz. Bazen sessizlik bize huzur veriyor. Çirkin seslerle, güzel seslerle tanışıyoruz. Bazı kişiler felsefelerini ses konusu üzerinde toplayıp şöyle ifade edebiliyorlar. " Kadın sesi, su ses, para sesi " en güzel seslere örnek olabiliyor.

Bilim sesi silah olarak kullanabiliyor. Ses hızı bir ölçü oluyor teknoloji için. Dinlerle özdeşleşiyor bazı sesler, çan sesi, ezan sesi gibi. Horultu, gürültü, konçerto, pop, jazz derken ses hayatımızın bir parçası oluyor. Üstüne üstlük bir de içimizdeki sesi keşfediyoruz. İşte o zaman senfoni başlıyor. Dışımızdaki sesleri ve içimizdeki sesi tatmin etmeliyiz. Bize huzur, haz veren bir şekle gelmeliler. İşte burada iç ve dış müzik konsepti oluşuyor. Bunları dengelemek gerek huzura kavuşmak için. Dış dünyadaki sesler dengelenmediği zaman, ölçüsü kaçtığı zaman nasıl gürültüye dönüşüyorsa, zaman zaman insanın iç dünyasında da gürültü kopar, sarsılır insan. Dengelemek tekrar huzura kavuşmak epeyi zaman alır.

Marifet hem dış dünyada hem iç dünyada uyumsuz olan sesleri müziğe dönüştürebilmektedir. Ne yazık ki dünya süratle korkunç boyutlarda ses kirliliğine doğru gitmekte ve bu kirlilik hem iç, hem de dış dünyamızda feci yaralar açmaktadır. Konunun önemini böylece vurguladıktan sonra, hedef kendiliğinden ortaya çıkıyor. Haz almak istiyorsak hayattan, sesleri müzik haline getireceğiz, kirletmeyeceğiz çevremizi ve içimizi. Müziğin önemini daima hatırlayıp canlı tutmaya çalışacağız müziğimizin temposunu. Sesimizde müzik olacak. Tarzımız belirginleşecek, zaman zaman tavrımızı değiştirsek de insanlara karşı, sevgi ile tekrar diyaloğu arttırıp müziğimizi yakalamalıyız. Konuşmamak çözüm değil. Konuşmak, ses vermek, bu sesi ahenge, müziğe çevirmek hayatın başlıca gayesi olmalı. Sesler kesilince hayat zaten bitiyor. Karanlıkta rengin olmadığı yerde, müzikte olmuyor. Ölüm hem sessiz hem karanlık.

Müzikte büyük ustalar, içlerindeki ruh hallerini notaya dökebilmişlerdir. Bunu biz konuşmalarımızla sağlıyoruz. Sesimizdeki şiddet, sevgi, şevkat, hiddet iç dünyamızın hislerimizin ifadesidir. Bu tonların itici ve çekici tarafları vardır. Bütün ustalık da tüm çıkarılan sesleri çekici kılmaktan geçiyor. Bunun cazibesi, çağrım gücü hiçbir şeyle kıyas edilemez.

Görüntümüz iç dünyamız, ruh halimiz, dışarıya yansıyan tavrımız, tavrın sesle ifadesi, ifadelerin müziğe dönüşmesi ve haz için müzik. Geldik tekrar mevzumuza.

Şimdi tüm bu anlatılanları bir toparlayalım. Adama rastlıyorsun müzik değişmiş, renk değişmiş, haliyle şekil de değişmiş. Bu anahtarımız olacak ve olayı şöyle formüle edeceğiz.

Hazzın anahtarını devamlı cebimizde taşımak istiyorsak, bu işleyişi daima aklımızda tutmamız gerekir. Haz almak için olayı şekillendirdik kafamızda, bunu hayata geçirdik. Renk verdik, müziğe ruhu ekledik. Eserimize bakıp haz alıyoruz. Ancak bir süre sonra bu durum yine monotonlaşacak, haz almayacağız bunca emekle meydana getirdiğimiz şeyden. İşte incelik burada. Sonsuz hazzın anahtarı burada. Haz almaz olursak artık durumumuzdan daima yeni şekiller, yeni renkler, yeni müzikler arayacağız kendimize. Yaratma seçeneğinin sonsuzluğu karşısında, tıkanma korkusu olmadan.

İşte size basit ancak çok önemli bir anahtar daha. Belki bir gün sıkıldığınızda lazım olur. 1. Yeni şekiller 2. Yeni renkler 3. Yeni müzikler.

Ve yenilik arayışı hiç bitmeyecek.

 

 

GEL KİTABI IV. BÖLÜM SONSUZ İLHAM

Bu bölüme gelene kadar pek çok elekten geçip beyinsel bir zarafet kazandık. Yaşamımıza belirli bir düzen vererek alt yapıyı oluşturduk. İşte başarı elde ederek maddi olanaklara kavuştuk, hazzın anahtarını keşfederek, hayatımızı renkli kılmayı öğrendik. Şimdi de sonsuz ilhamla uğraşacağız, bu bizi daha da rafine edecek. Düşüncelerimizin boyutunu etkileyecek, hayat yolculuğunda bizi daha verimli kılacak. Bol ilhamlar dileği ile 2 bölümlük konumuza giriyoruz.

1- Düşünmek

2- Düşüncenin damak zevki

 

 

GEL KİTABI IV. BÖLÜM SONSUZ İLHAM

MADDE 13. BÖLÜM DÜŞÜNEBİLMEK

Hayatımızdan memnun, işimizde başarılı ve hazlarımızı taze tutarak geçiyor hayat yolculuğumuz. Edindiğimiz disiplinler bizi ölçüye, disiplinli olmaya alıştırdı. Yaratıcı olmak benliğimizin bir parçası haline geldi, taşıyabildiğimiz ölçüde. Bu duruma gelmemiz, gelen ilhamlar sayesinde oldu. Düşündük, gayret ettik, yaratıcı gücümüzü kullandık bulunduğumuz duruma geldik.

Bu evrim sürerken ilham olayı ile doğal tanışmamız sürdü. Bu durumu tabii olarak benimsedik, sevdik. Alıştık bu sevgiliye. Ve bir gün en ihtiyacımız olan bir anda gelmeyiverdi, gelip gelmeyeceğinden bu güne kadar hiç kaygı duymadığımız sevgili.

Ne olacak şimdi? İlham olayı ile tanışmış kişi, önce bir sarsılır. Hala optimisttir, elinden geldiğince, ilhamın gelebilmesi için uygun şartları hazırlar, durumu gözden geçirir. Tekrar beklemeye koyulur. Beklediği gelmeyince sinirlenir, beklemeye devam eder. Umduğunu bulamayınca panik başlar. Bu ruh halinde pek çok kişinin ne yapacağı belli olmaz. Kimi yapay maddelerle vücudunu etkileyip ilhama kavuşmak ister. Medeti içkide, afyonda, esrarda arar. Bu yolda tıkanan kişi, çıldırabilir. Çaresiz kalmış pek çok sanatçı, pek çok düşünür bu uğurda intiharı bile göze almıştır.

Öyle ise burada durumumuzu bir daha gözden geçirmemiz gerekecek. Bu ilham olayı tehlikeli bir olay. Durup burada güzelce bir düşüneceğiz. Biz sonsuz ilhamı istiyor muyuz istemiyor muyuz diye.

İlhamla tanıştık, arada bir buluşuyoruz, işi ya bu noktadan ileri götürmeyeceğiz. Ya da benliğimizin bir parçası haline, bir tutku haline dönüştüreceğiz. İşte bu yol ayrımında pek çok sanatçı, bilim adamı ve iş adamı için yol ikinci yoldur.

Gelen ilhamlar aynı zamanda çok yakıcı şeylerdir. Çocuk yapmaya benzer. Doğurup, bırakamazsın ortada piç gibi. Çocuk senin çocuğudur. Bakacaksın, sahip çıkacaksın yoksa derin acı duyarsın sorumsuzluğundan. Kendini acımasızca suçlarsın. Gelen ilhamları hayata geçiremeyeceksen, yoksa öyle bir gücün, o güç yoksa sende zaten gelmezler, istesen de. Buradaki yol ayrımında kendi çalışkanlığın, tembelliğin, gayretinle ilgili, bir de çevrenle, gelen ilhamları bulunduğun doğal çevrende hayata geçiremeyeceksen böyle bir ortam, böyle bir takım yoksa fazla zorlama, intihar etmeye benzer hem kendin hem çevren için. Bu zorlama herkese acı getirir, başarılınca sonunda mutluluk olsa bile.

Ya kendi isteğimizle ya da çevre baskısı ile vazgeçtikse eğer sevgilinin meftunu olmadan. Bu işe tutkun değilsek mesele yok. Arada bir görüşsek yoklasak birbirimizi tehlike yok. Ancak sonsuz ilham peşinde koşmaya karar verdikse, sarıldıksa sevgiliye, kendimizi daha da disiplinli hale getireceğiz.

Bundan sonra düşünmeyi meslek edindik demektir. Düşünmek, düşünebilmek kolay görünen zor. Yaratmak için bu kapıdan girmek gerekiyor, sonsuz ilhamın sırrı burada.

Düşünce çözülmüş madde, madde ise şekillenmiş düşüncedir. Düşünce sonsuz bir enerjidir. Bu anlamda her şey görünen ve görünmeyen enerjiden ibarettir. İlham bu enerji ve zeka içinde gizlidir.

Biz istesek de istemesek de o ordadır, vardır. Radyo dalgalarını düşünün, bir radyo alıcısı olmadan mevcut dalgaları algılamıyoruz, algılanamayan şeyler yok demek değildir. İşte düşünce olayı da ilham olayı da böyle. Mevcut dalgalardan yayın yapan bir radyo alıcısı gibi. Yeter ki doğru frekans ayarımızı yapalım. İsteyerek cihazımızı o yöne yönlendirelim, o sonsuzluk ummanından kepçelemeye başlayalım.

Düşünme olayını daha iyi açıklayabilmek için düşünmenin boyutlarını kafatası ile sınırlamamak lazım geliyor. Düşünce evrenseldir, düşünce sonsuzdur. Bu sonsuzluk içinde cihazımızın algılayabildiği kadarını bulabiliyoruz. Cihazımızın kapasitesi ise genetiğimizden geliyor. Bu anlamda zaten içimizde hazır olan düşünce pınarını harekete geçirmek gerekiyor. Bunun harekete geçmesi bazı kurallara bağlı.

Çevrenizdeki insanlara bir bakınız. Konuşmalarınızı dinleyiniz. Hayretle pek çok kişinin bir konuya konsantre olamadığını görürsünüz. Çeşitli nedenlerle insanlar atlayarak düşünüyor ve konuşuyorlar. Ağacı düşünürken, denizde noktalanmış oluyor düşünceleri. Konuşması da öyle pek çoğunun bayram haftası, mangal tahtası gibi. Bir mevzudan başlanıyor konuşmaya, genellikle bambaşka bir konuda sürüp gidiyor konuşma saatlerce.

Bir konunun üzerinde durmak, o konuyu evirip çevirmek, ayrıntılar üzerine fikir beyan etmek, bir disiplin işidir. Düşünceyi bir konu üzerine yoğunlaştırmak, ilhamın ilk şartı olan zor bir disiplindir, önce bunu halledeceğiz.

Düşünmeyi öğrenmek, bu disiplini elde etmek için illa da bir yüksek okul bitirmek şart değildir. Diplomalı, düşünmeyi bilmeyen pek çok insan olduğu gibi, okuma yazma bilmeyen ancak düzgün düşünebilen insan sayısı da çoktur. Çeşitli kesimlerden kişiler bu meseleyi değişik yollarla çözebiliyor, kimi aldığı eğitim ile bunu ilmi bir mecraya sokabiliyor. Kimi değişik meditasyon usulleri ile bu disiplini sağlıyor. Ama hangi yoldan gidilirse gidilsin, kişinin düşünce konusunda kendine özgü bir disiplin sağlaması şart.

Tüm eğitimlerin temelinden düzgün düşünmeyi öğretmek yatar. Bunu sağlamak için her dönemde insanlar iki değişik tarzı ya ayrı ayrı ya da birlikte devreye sokmuşlardır. Küçük yaşlardan başlayıp ya dini kurslarda ya marif okullarında eğitim alarak düşünmeyi öğrenmek için düşünce denizine yelken açmışlardır. Hangi tarzın defolu adam yetiştirdiği dünyanın her yerinde geniş tartışma konusudur. Ancak bu kitabımızın konusu dışında bir mevzuudur. Biz hangi yolla gidilirse gidilsin, düşüncenin peşindeyiz.

Düşünmek, düşünebilmek için alınan disiplinlerden ilmi düşünce yolunu anlatmak hem bu kitabın kapsamına sığmaz, hem de bizim işimiz değil. Biz basit meditasyon kurallarına şöyle bir değineceğiz, bu yolla sebep sonuç ilişkisine ışık tutmaya çalışacağız.

Biz sonuçta ne yapmaya çalışıyoruz? Benliğimizin derinlikleri vasıtası ile evrensel derinliklerden ilhamı yakalamaya çalışıyoruz. Önce düşünmeyi öğreneceğiz, bu anahtarla benliğimize derin dalmayı sağlayacağız. Bu derinlikte bilinçli bulunmakla hem dinlenip hem müthiş haz alacağız, dönerken de ilham deryasından kaptığımız serveti kaybetmeden, günlük yaşantımıza geçireceğiz.

Düşünmeyi öğrenmek, daha önce de söylendiğimiz gibi matematikle, fizikle, kimya ile mümkün olduğu gibi meditasyon ile de mümkündür. Ancak her iki tarz çalışmanın da asgari koşulları vardır.

Öncelikle düşünceye konsantre olunmak istenen mekanın, sesiz ve rahat bir yer olması gerekmektedir. Konsantre olacak kişi rahat oturabilmeli veya gezinebilmelidir. Bu şartlar sağlanınca ilmi çalışmadan yollarımız ayrılıyor. İlim şuura konsantre olacak ve şuurla yoluna devam edecektir. Meditasyon yapacak kişi daha derinleri hedefleyecek, hem şuurunu canlı tutacak hem de şuuraltı vasıtası ile benliğine yolculuk yapacaktır. Biz burada biraz buna değineceğiz.

Bilinçaltı düşüncenin toprağıdır. Düşüncelerin sıhhatli yeşermesi için bu toprağın bakıma ihtiyacı vardır. Bilinç ve bilinçaltının etkileşimlerinin iyi kavranması düşünme işini kolaylaştıracaktır. Buradan hareketle bu konuyu biraz açmakta fayda var.

Her şey düşünce ile başlar. Düşüncelerin, fikirlerin bir tohum gibi şuuraltı toprağına düşebilmeleri için şuuraltının daha evvelden hazır edilmesi gerekir. Bunun tek şartı ise istemektir. İsteyeceksin ve sahip olacaksın. İşte sır burada. Bir şekilde, ya kendine özgüvenle, ya dinsel imanla, bir şekilde ne yapıp edip şuuraltında kendine güveni yaratıp, şuuraltının kapılarını düşüncelere açık hale getireceksin.

Hayal ettiğin, düşündüğün şeylerin gerçekleşebileceğine olan inancın hiç kesilmemesi gerekir. Bunu sağlamanın yolu ise yine ya ilim ya da meditasyon yolu ile trans durumuna gelmekten geçiyor. Buna bir şekilde hesap vermeye benzetebiliriz. Sistemin kendi dinamiklerini ayakta tutabilmesi buna bağlı. İstiyorsan, olumlu yaklaşıyorsun, inanıyorsun şuuraltını bu ana ilkeye göre düzenliyorsun. Bundan sonra şuuraltı yorulmaz bir hizmetçi gibi, uçağı idare eden otomatik bir pilot gibi şuurumuzu ve vücudumuzu yönlendirmeye başlıyor. Bundan sonra olanlar insanı zaman zaman hayrete düşürür. Bu işin nasıl olduğuna şaşırır kalır insan.

İşte bu noktada şuuraltı ile temasın önemi ortaya çıkıyor. İstemişsin şuuraltını ona göre düzenlemişsin. Şuuraltın gece gündüz bıkmadan usanmadan tüm fonksiyonlarını buna göre yönlendirmiş. Uyurken rüyalarını, vücudunu, uyanıkken bilincini bu doğrultuda motive etmiş. Bazı neticeler almışsın. Aldığın bu neticelerin muhakemesini, değerlendirmesini şuurla yapıp netice olarak gönüllü hizmetçi olan şuuraltına şükranları yollamak en azından bir görgü kuralıdır. Birlikte çalıştığın benliğini emanet ettiğin bir kimseye yaptığı işten dolayı teşekkür etmek, o kişiyi aşka getirmek için verilebilecek armağanların en büyüğüdür. İşte şuuraltı ile durumumuz da böyle. İnanıyorsun, yapıyorsun. Değerlendiriyorsun, şükür deyip iman tazeliyorsun, bilinçaltının aldığı ivme ile daha iyisini başarıyorsun, bu böyle sürüp gidiyor. Bu silsileyi, bu iletişimi sıhhatli tutmanın yolu, yöntemi, kişiden kişiye değişiyor. Ancak yol, yöntem ne olursa olsun temel ilke aynı.

Netice olarak ilkelerimizi, kanunlarımızı şuuraltında kendimiz koyup öyle eyleme geçiyoruz. Bilinç daha sonra devreye giriyor. Başka bir deyişle her şey önce gönülde, niyette başlayıp bilinçle eylem haline dönüşüyor. Bilinçaltında anayasalar yazılıp bilinçle kanunlar uygulanıyor. Bir anlamda içimizdeki ben, dışımızı şekillendiriyor. Vücudumuz, davranışlarımız iç dünyamızın bir yansıması haline geliyor. İçimizdeki resim değiştikçe dışımızda da resmimiz değişiyor. Bu anlamda düşünce hem üretici hem yönetici oluyor.

Düşünme üzerine bunca laf ettik. Daha edilecek lafların yanımda ettiğimiz laf, devede kulak kalır. Ancak düşünme olayının önemini bunca lafla vurgulayabildikse ne mutlu.

İlham için çıktık yola, ilham için düşünmeyi ön koşul koyduk. Düşünebilmenin ön koşulunu da şuuraltındaki niyete bağladık. Şuuraltındaki niyetin canlı tutulmasını da teşekkür sistemiyle sağlama aldık. Burada, teşekkür etmenin usulünü yöntemini konuşmanın zamanı geldi artık.

 

 

GEL KİTABI IV. BÖLÜM

MADDE 14. BÖLÜM DÜŞÜNMENİN DAMAK ZEVKİ

Bu teşekkür etme sistemine düşüncenin damak zevki diyelim kısaca. Düşünmeye alıştık, bundan zevk alıyoruz; zaman zaman derinlere dalıp hem özümüze teşekkür ediyor, hem ilham deryasından bir şeyler alıyor, hem de bu seyahatten dinleniyoruz. Düşünme olayının bu daha yüksek evresinden beynin aldığı haz aynen çok lezzetli bir yemekten damağın aldığı haza benzer. Tadına doyum olmaz. Ancak bu haz selinde de iki yol var. Ya haz selinde aldığın zevkle, mistik hazlara dalıp dünyevi işlerle ilişkileri keseceksin ya da aldığın haz sonsuz ilhama kaynak teşkil edecek ve her konuda dinamizminin temel unsuru haline gelecek.

Düşünmekten zevk alır hale gelmek, bunun bilincine varmak için kendimize eğitim vermeye devam ediyoruz. Bu eğitim uzun, meşakkatli ve safha safha gerçekleşen bir olaydır. Önce düşünebilmenin alt yapısını hazırlıyoruz, bilinçaltını buna hazır hale getiriyoruz. Bilinçaltına koyduğumuz hedefler doğrultusunda ufak ufak düşünüp olayları birbirine bağlıyoruz ve bütünü çözüp, her şeyi birbiri ile tutarlı hale getiriyoruz. Buraya kadar beynin tuttuğu dem arasında nitelik farkı, yapacağımız derin dalışlardaki başarımıza bağlıdır. Bu başarıyı elde edebilmek için de epeyi çabalamamız gerekecek. Tüm, dinsel veya dinsel olmayan meditasyon usullerinde bütün bu evrelerin kuralları mevcuttur. Bu genel kuralları ve arkalarındaki mantığı açıklamaya çalışarak işe başlayalım.

Derin dalış yapabilmek için ilk kural, konsantre olmaktır. Konsantrasyonu sağlayabilmenin en basit yöntemi ise saymaktır. Bir şeyin tekrarıdır. Bu tekrar işlemini her inanç kendine göre formüle etmiştir. Kimi tek bir kelimeyi tekrarla bunu sağlar, kimi müzik eşliğinde dönerek, kimi düşüncelerini bir objeye konsantre edip nefesi ile bütünleşerek bu konsantrasyonu elde eder.

Bu usulleri öğretmek için pek çok kitap yazılmıştır. Pek çok kural koyulmuştur. Ancak bunu öğrenmek, uygulamak hiç de kolay değildir. Herkes başaramaz.

Düşünmeyi bilmek, enerjinin konsantrasyonudur. Bir olay, bir konu üzerine yoğunlaşabilmek, bir noktanın açılımlarını hiçbir noktayı kaçırmadan irdeleyebilmektir. Noktayı kaçırmamak, konudan konuya atlamak hiç de kolay bir olay değildir. Uzun yıllar düşünebilmek için pratik yapmayı gerektirir. Zor olan bu işi becermek, enerji ister. Düşünmek insanı yorar. Düşünceyi bir konu üzerine yoğunlaştırmak için verilen mücadele çok zor bir olaydır. Başaramazsa, insan sinirlenir. Kendine güvenini, saygısını yitirir. Bilinçaltı rahatsız olur. Ancak çoğunlukla bundan rahatsız olur ve konudan da farkında olmadan kaçıverir. Bu insanın doğasında vardır. İçgüdüsel kaçıverir. Kendini bırakır, mücadeleden kaçar. Düşünceyi bir kalıba sokmak, enerjiyi bir kalıba sokmaktır. Bunu kelimelere, kağıda dökmek, noktayı kaçırmadan, konu hakkındaki düşünceleri formüle etmek her insanın kârı bir olay değildir.

Spor yapar gibi yavaş yavaş zihini alıştırır. Bir halterci gibi önce daha hafif ağırlıkları kaldırmayı becermeyle başlar çalışma. Zaman içinde daha ağırı kaldırmak kolay gelir alıştıkça. Düşünce de aynen böyle. Düşünmeye soyunmak bile bazı kişiler için ürkütücüdür. Zor olan bu konuyu gündemine getirmekten kaçınır. Düşünmemenin erdemini arar. Düşünmediğini kendine bile itiraf etmeden. Düşünmek zor geldiği için, fiziki güçlüklerin zorluklarına katlanarak hayatını idame ettirmeye çalışır. Düşünmemek için hayatın her türlü çilesine katlanır. Bu çileleri çekmek daha kolay gelir düşünmekten. Ancak bunu ne kendine ne başkasına söyler, kendine saygıyı kaybetmemek için. Hele bu konuyu hiç düşünmek istemez. Zaman zaman aklına gelen bu düşünceyi hemen kafasından kovmak ister. Sinirli ve hırçın bir telaşla bunu da başarır çoğu kez. Kendini teselli edecek bir nokta bulur alelacele. Düşünmediğini, farkında olmadan örtbas etmeye, karambole getirmeye kalkar. Bilinç ve bilinçaltı bu kısacık zaman parçasında mücadele eder. Bilinçaltına, düşünmekten korkma yerleşmişse bir kez, bilinçaltı kovacaktır düşünceleri, kaçacaktır bu konudan. Kapayacaktır tüm kapıları sımsıkı. Ağır işçilik ister bu kapıları açmak. Uzun yıllar deneyim isteyen bir konudur. Konsantre olmak bir konuya, müthiş bir enerjiyi açığa çıkarır. Yorulur ve rahatlar insan deneyimli ise, deneyimsiz ise yorulur ve rahatsız olur. Düşünceden haz almak için deneyim bunun için şarttır. Bir halterci yaptığı spordan haz alır, yorulmaz, aynı enerjiyi sarf eden bir hamal ise yorulur, belki hayata lanetler okur. Bu bir koşucu için de böyledir. Aynı mesafeyi zorunlu yürüyen bir kişi yorulur, rahatsız olur. Diğer yaptığı sporun bilinci ile mutludur.

Düşünmek, düşünmeyi bilmek, zamanla insanı daha derin dalışlara götürür, daha derin daldıkça, daha derinlerde daha büyük mutluluklar, hazlar elde eder. İlham ummanına yaklaştıkça mest olur. Ummanda damla olmak ise sonsuz mutluluktur. İlahi kuvvetle birleşmek, tanrısal gücün farkına varmak. Bu gücü kendinde hissetmek, kendini o gücün parçası olarak görmek, bunu benliğinde duymak heyecanların en büyüğü, en doyumsuzudur. İnsan alışınca bu tada alıkoyamaz artık kendini sevgili ile buluşmaktan. Artık her fırsatta trans haline geçip bu haz seline kavuşmak isteyecektir. Bu kapıyı açmasını öğrendi mi artık zor gelmez düşünmek ve düşünce yolu ile ummana kavuşmak, birleşmek sonsuz enerji ile. Sevgiliye kavuşmak müthiş haz verir. Nasıl iyi bir yemekten damak haz duyuyorsa düşünmekten de beyin damak zevkine benzer haz alır. Beynin aldığı bu haz damağın aldığı hazdan kat be kat üstündür. Beyin sonsuz ummandan beslenmektedir. Düşünce pınarından su içmektedir. Bu işlem, bu çaba artık yormaz insanı, dinlendirir. Mutlu eder. İşlem artık tersine dönmüştür; beyin başlangıçta kaçtığı, yapmak istemediği, zor gelen düşünme işlevini, sonsuz hazzın, sonsuz ilhamın anahtarı haline getirmiştir.

İşte sonsuz yaratıcılık da burada başlar. Olaylar hakkında düşünmek, düşünceleri geliştirmek, yeni fikirler üretmek, problemlere çözümler üretmek çocuk oyuncağı olmuştur artık. Çünkü beyin gücü, gönül kapısını açmış, her şey ayan beyan görülür olmuştur. Ağaç devamlı meyve vermeye başlamıştır.

Bu noktaya gelen kişinin çok dikkatli olması lazımdır. Devamlı meyve verenler normal insanlar tarafından sevilmez, kıskanırlar onu. Çeşitli engellerle karşılamaya başlar. Boşuna " Meyve veren ağaç taşlanır " dememişler.

 

GEL KİTABI V. BÖLÜM VE SONSUZ IŞIK

Geçtiğimiz 4 evre bizi daha da rafine hale getirdi. Ancak toplumla bazı sorunlar gündeme geldi. Bu durumda alacağımız önlemleri bu bölümde açıklamaya çalışacağız. Işıklı kişi olmak hem çok güzel bir duygu hem de zor bir olaydır.

Işık bölümü altında topladığımız bu son tavsiyeler umarız, ışıklı kişilere ışık tutar.

GEL KİTABI V. BÖLÜM VE SONSUZ IŞIK

MADDE 15. IŞIK

Düşünmeyi öğrenmek, derin dalabilmek, kapıyı aralayabilmek öğrenildi mi, gidip, gelmeler kolaylaşır ummana, sıklaşır sevgiliye kavuşma arzusu. Ummana önce kıyısından girilir huşu içinde, heyecandan titreyerek; zamanla yüzme öğrenilir ummanda. Burada seyahat etmeye alışınca bir kez, zaman mefhumu kalmaz, süratli hareket eder enerji selinde insan. Hız, sonsuzluğa ulaşır. Ummanın her yerine varıverir istediği an. Umman çeşitli hazların, çeşitli ilhamların bir kokteylidir. İstediği hazzı, ilhamı buluverir ışık hızı ile. Alır, gelir. Sorun olmaz artık gerçeklere ulaşmak. Apaçık olur her şey. Ayan beyan kolay gelir her şey. Söylediklerinde, yaptıklarında keramet vardır artık. Harelenmeye başlamıştır. Işıklanmıştır. Füzyon bir olay olmaktan çıkmıştır. Kah orada kah buradadır. Zaman ve süreç kalmaz. Çoğu kez pek çok yerdedir aynı zamanda. Bu hal kargaşa gibi gelir diğer insanlara, anlayamazlar. Çoğu kez düşüncesini toparlayamayan idmansız insanla aynı paralele düşmüş gibi görülür. Bu iki durum arasındaki nüans anlaşılmaz. Gerçek aptallarla, Abdallar, aptallardan daha zavallı daha savunmasız gözükürler bu trans hallerinde. Aptallar kolay anlaşılırlar diğerleri ile onlar için tehlike yoktur. Ancak Abdallar inmezlerse diğer insanların seviyesine tehlikededirler. Çevresindekiler yok eder, parçalarlar onu bu savunmasız halinde.

Işıklanmış kişi için beden veya ruhun tercihidir artık; ruhu tercih eder genellikle. Bedeni geride bırakarak kavuşur ummanına. Bu kaçışta da tembellik vardır. Kalmak yeryüzünde, mücadele vermek, ışık saçmak zordur. Sevgilinin koynunda her şey daha güzel gelir insanlara. Ancak dünyada yapacak çok şey, verilecek bunca mücadele, dağıtılacak bunca ışık vardır. Tanrının arzusu da budur. Işığa erişmiş kişinin anasının kucağına sığınmasını istemez Tanrı, gidip mücadele etmesini, yılmamasını ister. Bu noktada da pek çok ışıklı kişi için öbür taraf daha caziptir. Bu tarafın cazibesi kalmamıştır artık, gönlü kolaydan yana kaymıştır. Bu ruh halinden sıyrılması, mücadeleye başka bir evrimde başlaması gerekir. Ancak bu hal ışıklı pek çok kişi tarafından göze alınmaz. Zenginlik gibi, kişi zenginleşir. Bir noktaya geldi mi, durur ondan sonrası enteresan değildir, hırsını kaybeder. Fazlasında gözü yoktur artık.

Bu noktada ışıklı kişinin durum değerlendirmesi yaparken motivasyon ihtiyacı vardır. Bu motivasyon ise yine optimizmdir. Bunu yakaladı mı devre tamamlanmıştır. Işıklı kişi daha değişik bir evrimde yoluna devam edecektir. Mücadele tekrar başlayacak on beşinci notadan başka bir evrimin birinci noktasına tekrar gelecektir. Bu döngü ummanın sonsuz katlarına kadar başka başka evrimlerde, başka başka hazlarla devam edecektir artık. Formül bulunmuştur. Sonsuzluğun kapısı açılmıştır artık.

Böylece sonsuzluğun kapısını aralayan kişi hemen bazı önlemleri de almalıdır. Bu önlemler onun topluma karşı korunması için zorunludur. Toplum içinde ışıklanan kişinin korunmasız olarak uzun zaman barınması mümkün değildir. Bu düzen alınmazsa aksilikler birbirini izleyecek, kişi topluma ters düşmeye başlayacaktır.

Normal, vasat insanlar ışıklı kişiye olmadık sıfatlar yakıştıracaklar, yakıştırdıkları bu sıfatlarla kendi eksikliklerini kapatma telaşına düşecekler, kendi ucuz benliklerini tatmin yoluna gideceklerdir. Bu şıklardan birisidir. Diğeri ise derinliğin toplum tarafından anlaşılamamasıdır. Toplumda pek çok kişinin zaten başkalarına ayıracak zamanı yoktur. Yaşam telaşı benliklerini sarmış, anlayamadıkları kimseler üzerinde vakit öldürmeye zaman kalmamıştır. Önemsiz gördükleri böyle ayrıntıların üzerinde durmazlar. Zaten böyle önemsiz, parazit yapan toplumsal dengeyi bozan insanları kafa karıştırıcı ve muzır olarak görürler. Toplumun bunlardan temizlenmesi, toplumun menfaatine imiş gibi gelir onlara. Işıklı kişiye yapılan saldırılara bu bakış açısı ile ses çıkarmazlar, duyarsız kalırlar.

Işıklanan kişinin kendinden başka kendisine yardım edecek seçeneği yoktur. Öncelikle bunun böyle olduğunu tespit edip, bu tespit doğrultusunda önlemlerini almalıdır. Temas ettiği kişilerin sayısını azaltarak kurmaylarını oluşturmalı, bu kurmaylara sevgi ile yanaşarak 5, 4, 3, 2, 1, mantığını oluşturmalıdır. Destursuz huzura kimse girmemeli, belirli filtrelerden geçtikten sonra normal üstü insanlarla görüşme gerçekleştirilmelidir. Düşünce tarihine göz atıldığında en eski çağlardan başlayarak günümüze kadar bunun böyle geldiği hemen göze çarpar. Mısırlılar bunu kendi anlayışlarına göre belli prensiplere bağlamışlar, Mevleviler çile çekme sistemini oluşturmuşlar, Alevilerde de semah ve dem toplantıları belirli olgunluğa erişmiş kişilere açık bırakılmıştır. Büyük sistemleri, organizasyonları idare eden kişiler için de durum aynıdır. Bir genel kurmay başkanının vasat bir er ile teması kademeler vasıtası ile kesilmiştir. Yukarıdan gelen emirler kademeler vasıtası ile aşağı indirilir, erin anlayacağı şekilde kendisine anlatılır. Tabanın ihtiyaçları da yukarıya aynı kademeler vasıtası ile çıkarılır. Sistem, ancak bu şekilde güçlü olur ve tepede böyle huzur sağlanır. Bunu kuramayan ışıklı kişinin yaşama şansı yoktur. Harelenmiş kişi bir üst evrimde mücadeleye karar verdi mi süratle bu evrim için gerekli örgütlenmeyi sağlamak, havarilerini yetiştirmek zorundadır. Fikirlerini aşılayacak, bu fikirleri yakınlarına sevdirecek mücadeleye kendini hazır etmeli, yılmadan sistematik şekilde yoluna devam etmelidir. Bu hiç de kolay bir olay değildir. Çevresindekilerin anladığına, uyguladığına emin olana kadar tetikte beklemek durumundadır. Bu fikirleri çevresindeki birkaç kişiye anlatmak, benimsetmek belki de yıllar alacaktır. Bu düşünüldüğünden de meşaketli bir uğraştır. Böyle durumlarda aydınlanmış kişi pek çok kalleşliklere, sevgi uğruna yapılan aptalca katliamlara göğüs germek durumundadır. Çevresindekilerin türlü küçük hesaplarını, kıskançlıklarını, riyalarını hesap etmek durumundadır. Bölünmeler, ihanetler, türlü türlü durumlar, hesapta olmayan pek çok şey mekanizmanın işleyişini geciktirecektir.

Daha önceki evrimlerin deneyimi ışığında, ışıklanmış ve bir üst evrim için bilenmiş kişi bu zorlukların üstesinden gelecektir. Yeter ki ışıklandıktan sonra kendini koyuvermesin, bir üst evrimi istesin. Tanrı kendine uzanan yolda bunu her kuluna nasip etmemekte, belki de kurmaylarını böyle yetiştirmektedir.

Böylece 15 noktamızı bitirdik. Bu noktaların hepsi, herkes tarafından bilinen, herkese basit gibi gelen konular belki. Zaten hayat basit ilkeler üzerine kurulu. Ancak bu basit ilkelerden bazısı zehir gibi kokteyl yapıyor. Bazısı ise hayat iksiri. İşte esas konu bu. Aynı basit malzeme ile kimi şahane yemek yapıyor, kimi ise yenilemeyecek berbat bir şey. Mesele ölçüde, tarzda.

İşlediğimiz konuların her biri üzerine tarihte yüzlerce kitap yazılmış olabilir. Bu konuları işlediğimiz sıra içinde ve işlediğimiz anlayışta biz başka bir eser bulamadık. Umarız, bu tarz ve anlayış bazı kişilerin önünde değişik ufaklar açar. Bundan mutlu oluruz. Benzeri bir eser gözümüzden kaçmışsa, haberdar edilirsek minnettar kalırız.

Kitaptan maksimum yarar sağlanması için bazı önerilerimiz olacak. Bu basit yöntem uygulanırsa eminiz kişiler kendi tedavi yöntemlerini geliştireceklerdir. Eksiklikleri tespit, tedavinin ana ilkesidir. İçinizdeki sesle baş başa kalarak kitabın başında bulunan " Gel kitabının bölümleri ve konu başlıkları " nı içeren sayfayı açınız. Vicdanınızla baş başa kendinizi değerlendiriniz. Hangi bölüm ve hangi konuda kendinizde boşluk görüyorsunuz düşününüz. Kimseye itiraf edemeyeceğiniz düşüncelerinizi bir kağıda yazınız. Boşluk gördüğünüz bölümleri bir daha yavaş, yavaş okuyunuz. Okurken hata yaptığınızı düşündüğünüz konuları etraflıca yazınız. Bu özeleştiri doğrultusunda kendinizi disiplin altına alacak planlar üretiniz. Bu planları isteyerek yapınız ve bu planlara, hedefinize inanınız. Bu inanç, bilinçaltının toprağına düştü mü sizi hiçbir şey durduramaz. Hedefinizi vurmanız kaçınılmazdır. Unutmayınız hedefe varmak zaman isteyen bir iştir. Mevziler ufak ufak kazanılır. Hiçbir şey birdenbire olmaz. Uğraşlarınız sonucu hedefe nasıl vardığınıza siz de şaşıracaksınız.

Mutluluk ve esenlikler dileği ile.

Erdoğan ILDIZ

 

19/5/1985

 

GEL OKULU = YÖNETİCİ OKULU

Gayesi :

 

Mutlu,verimli kişiler yetiştirerek , toplumun refah seviyesini artıracak liderlerin miktarını artırmak. İş bilir kişilerden müstakbel ortaklar yetiştirerek ticaret kabiliyetimizi genişletmek.

 

Okula giriş için minimum şartlar :

 

Eğitim esnasında belirli bir standardı ve hızı yakalayabilmek için ,okula müracaat eden kişinin okula kabul edildiğinin okul tarafından bildirildiği tarih olan 15 TEMMUZ dan sonra aşağıdaki konulardaki eksiğini kendi imkanları ile tamamlamalı ve okulun açılış tarihi olan 15 OCAK ta bu tür konular gündeminden çıkmış bir halde okula başlamalıdır. Şayet bu konularda eksikliklerini tamamlayacak imkanı yoksa önceden okula gelerek intensif bir eğitimle bu gibi eksikliklerini gidermelidir. Okula tercihen en az lise mezunu kişiler alınmakla beraber bu husus temel ilke değildir.

 

1.   Ehliyet temin etmeli,düzgün bir şekilde araba kullanabilmelidir.

2.   Bilgisayarda Office programlarını kullanacak kadar konuya aşina olmalıdır.

3.   İngilizce’yi basit bir insanın konuşabildiği kadar öğrenmelidir.

 

 

Kayıt Şartları Ve Menfaat Birliğinin Esasları :

 

Okula kaydın yaş sınırı bulunmamakla beraber 30 yaş üstü kişiler tercih nedenidir. Bu 30 yaş konusu kişinin fermantasyonunun bitişi ile ilgili bir konudur ( malum 30 yaş öncesi insanların bir takım kaygılarından kurtulması ve durulması günümüz şartlarında zor olmaktadır. Şöyle ki 25 yaşına kadar yüksek öğrenim ve eğitimlerle geçiyor zaman, öğrenim bitince askerlik, evlilik derken 30 yaşından önce temel gereksinimlerini bitiremiyor insan ) durulması 30 yaş öncesinden bitmiş kişiler de olabileceği için bu konu giriş mülakatında dikkate alınacaktır. Okula girecek kişinin olaya inanması ve hem kendine hem okula güvenmesi şarttır. Bu güven testi, okul ücreti bilhassa yüksek tutularak  görülmek istenmiştir. Çok iyi intiba bırakan olanakları zayıf kişilerden para alınmadan da okula kayıt yapılabilmektedir. Böyle kişilerin ücreti Ildız vakfından sağlanmaktadır. Okulda öğrenilen iş yapma kabiliyeti ve değişik yaşam felsefesi sayesinde, kısa sürede kişiler hayal ettikleri hedeflere varmakta ve sistemle bütünleşmektedirler. Sistemle bütünleşme için en az bir yıl birlikte çalışma gerekecektir. Yani gel okulunun eğitim süreci en az bir yıldır. Okulla kayıt ücreti 50.000 amerikan dolarıdır. Bir yıllık eğitim süreci sonunda, okula kaydını yaptıran kişinin kayıt mülakatı sırasında hayal ettiği ve girip te başarılı olmak istediği sektörde, hayalindeki çalışma alanında en önde gelenlerden biri olması sağlanacak ve yaptığı işin yıllık kazancının 1.000.000 $ civarında olması için yeterli projelerle desteklenecektir. Yeter ki okulda öğretilenleri tatbik etsin,hocaların sözünden dışarı çıkmasın.okulda verilen disiplinler yerine getirilince kişi kendinin getirdiği  ve uygulamaya koyduğu fizibilitesindeki parayı kazanacak ve kazandığı paranın yarısı okula kalacak ,diğer yarısı da kendine verilecektir. Yani okula girerken 50 bin dolar ödemekte, bir yıllık eğitim sonunda 500 bin dolar kazanarak okuldan mezun olacaktır. Burslu okumuşsa 500 yerine kendisine 450.000 $ ödenecektir. Böylece başlangıçta verilen destek işin sonunda tahsil edilmiş olacak,durum dengelenecektir. Neden 1 milyon dolarlık hedef koyulduğu sorusu akla gelirse bu konunun cevabını da şöyle toparlamakta yarar vardır. Bizim deneyimimizde ve 35 senenin birikimi ile piyasadaki konumumuz ile ele alınacak projenin belirli cesametten az olmaması gerekir. Nasıl bir bakkal yolda simit satmayı proje olarak görmüyorsa belirli irilikte iş yapanların hedefleri de kendileri ile mütenasip olacaktır. Bir de zenginlik edebiyatında ilk milyon doların belirli nostaljik bir kilometre taşı niteliği bulunmaktadır. Hedef bu mantık doğrultusunda belirlenmiştir. Gel okulunda yetişmiş kişinin okuldan ayrılması da şart değildir. Ortak projelerde %50 menfaat paylaşımı yolu ile nikah sürdürülebilir. Aynı eğitimi almış,aynı felsefeyi paylaşan insanların bir birlerinden kopmaları hiç te akılcı bir yol değildir. Biz buna okul ve şirket jargonunda Katolik nikahı diyoruz.

 

Kişi kendi projesini getirmemiş, gel okuluna değişik yollardan ve değişik vesilelerle girmiş ise eğitim süreci içinde yer aldığı hazır projeden kendisine maksimum % 15 hisse verilerek kar ortağı yapma yoluna gidilir. Bu hisse miktarı işin cesametine bağlı olarak 1 ila 15 rakamları arasında her hangi bir miktar olabilir. İşin püf noktası %15 getirisinin bir kişiyi geçindirmeyen bir işin ayakta kalmayacağını bilip hisselerin ona göre dağıtılması esasının kavranmasıdır.

 

Kişi okula girdikten sonra herhangi bir proje geliştirirse kendi projesi olan bu işten kendisine maksimum % 30 hisse verilir.

 

İster hazır proje ile gelsin, ister okul sırasında yeni bir proje üretsin, ister sadece mevcut projenin içinde yer alsın, birikim yapan kişiler kurulacak yeni şirketlerde birikimleri oranında yer alabileceği gibi, bu işin başına geçen proje sahibi %50 oranında hisse alacaktır.

 

Eğitim süreci:

 

En az bir yıl olmakla beraber, Katolik nikâhı yolu ile hiç bitmeyecek bir süreçtir. Bir müddet sonra eğitim alan ile veren arasında sağlanan menfaat birliğine dayalı dinamiklerle, eğitim alanlar, eğitim verir duruma gelmektedirler. Menfaat ve haz olduğu müddetçe bu süreç hiç bitmeyecektir. Zaten eğitim de hiç bitmez.

 

İşleyişin temel ilkeleri:

 

Gel okuluna giriş ve sistemin işleyişi birkaç yoldan yürümektedir. Bunlardan ilki ve temel olanı Ildız şirketler gurubuna çalışma gayesi ile girenlere verilen temel eğitimlerdir. Bu eğitimlerle kişilerin şirket içi verimlilikleri artırılmak istenmiştir. Şirket bünyesinde 1968 den beri biriken deneyimlerden oluşan usuller yeni katılanlara aktarılmaya çalışıldığı gibi Ildız ailesinden kuşaklar boyu gelen birikimler de yeni katılanların kullanımlarına sunulmuştur. Gurubumuza bağlı şirketlerde çalışanlardan “ Gel “ okulu eğitimini alanlar arasından sivrilip bir projede yer alanlara maksimum % 15 e varan kar ortakılıkları verilip,maaşlı olmaktan çıkarılırlar. Diğer bir yol ise Ildız gurubunun yaptığı ortaklıklardır. Fizibilite getiren ortaklarla pek çok işe girilmiş,guruba katılan bu ortaklara gel okulunun öğretileri verilmiştir. Bir de kendi arzuları ile okula girmek ve alanlarında başarılı olmak isteyen insanlar vardır. Bunların eğitim alacakları alan Ildız Halı Çiftliği ve kullanacakları personel de çiftlik personeli olacaktır. Başvuru sahibi ile mülakat Erdoğan Ildız tarafından gerçekleştirilecek, mülakat başarılı geçerse kişi okula kabul edilecektir. İlk aşamada eğitim alanın kafasındaki projenin fizibilitesi okul standartları doğrultusunda çıkarılacak,daha sonra işin zamanlanması ve projenin finansal desteğinin çıkarılması bir esasa bağlanacak, talebe okul prensipleri doğrultusunda projesini yürütürken bir taraftan da eğitimini alacaktır. Çiftlik eğitimin esas okulu ve mekanı olmakla beraber, devamlı çiftlikte kalmak ta esas değildir. Talebe istediği yerde çalışmalarını sürdürebilir ancak aylık faaliyet raporunu çiftliğe veya eğitim almasını sağlayan birimin başına gönderecektir.

 

 

Okula Kabul ve Eğitimin Temel Hatları :

 

Okula girmek isteyen kişi niyet mektubunu etraflı öz geçmişini ve kabaca projesini gönderir,inceleme sonucunda olumlu bulunan müracaat sahibi ile Erdoğan Ildız mülakat yapar. Yapılan mülakat da olumluysa bir sene sonraki eğitim için gün verilir. Eğitim başlangıç tarihi 15 ocak tarihidir. Her dönem sadece 3 kişiye eğitim verilir. Seçilen bu 3 kişi ilk 3 ay temel eğitim alırlar. Bu dönemin sonunda kendileri 4 nolu konum için hazır hale gelirler,5 nolu konum da zaten Erdoğan ıldız veya eğitim talebi

ile talebeyi gönderen birimin başı bulunacaktır. İki nolu konumun görevini de çiftlik muhasebesi tutacağından, proje sahibinin 1 nolu ve 3 nolu konumlar için adam ayarlamış olması gerekmektedir. Üç ayın sonunda bu iki şahsı da okula getiren proje sahibi,öğrendikleri ile kendi ekibini kendi eğitmek zorundadır. Bu onun liderlik tarafını geliştirdiği gibi sorumluluk almasını da sağlayacaktır. İlk 3 ayın sonunda karnesi olumsuz olana bu şans tanınmayacak proje sahibi okuldan uzaklaştırılacaktır. İkinci 3 aylık dönem hem ticaretin ufak ufak başladığı ,hem de yeni gelenlerin sistemle akuple olurken eğitildikleri dönemdir. Bu dönemin sonunda ekipler ve şahıslar karne aldığı gibi,ekiplerin yarışı da başlamıştır artık ve birincisine ödül verilecektir. Altıncı ayın sonunda manzara böyleyken yılın 2 .yarısında eğitimden çok iş vardır artık. Üçüncü çeyrekte paranın kokusu fizibilite rasyolarına göre ölçülür, artık hayal gerçekleşmiş olay para makinasına dönmüştür. Son çeyrek Katolik nikahının kıyıldığı en verimli dönemdir. Kişiler ekip başarısının ve paranın tadını almışlar bundan böyle projeler ardı ardına gelecektir.

 

Okuldan mezun olmuş, başarılı ve sicil almamış kişilerin heykelleri bir müddet sonra çiftlik havuz başını süslemeye başlayacaktır.

 

 

Sonsuz devinim ve bol kazanç dileğim ile

 

Erdoğan Ildız

 

AŞĞIDA İNSANOĞLUNUN DEVİNİMİNE ÖRNEKLER VEREREK YOLUMUZA DEVAM EDECEĞİZ. BU ÖRNEKLERDEN HER BİRİ SİZ OLABİLİRDİNİZ. BUNDAN BÖYLE KENDİNİZİ ONUN YERİNE KOYARAK, YOCULUĞA DEVAM EDERSENİZ. YOLCULUKTAN ALDIĞINIZ LEZET FARKLI OLACAKTIR

 

30/3/2003

IŞIK YOLU

 

IŞIK AYDINLIKTIR.aydınlıkta kötülüklerin barınması,hayat bulması zordur. IŞIK , bilgiyi,bilgi kuvvet ve refahı simgelemektedir. Kötülük ve çekilen acılarla mücadelede, rehberimizin ışık olduğundan hareketle yazıyı kaleme alıp, insanlık tarihinde ışığın kaynağı ve ışık yollarını aramaya koyulduk. Işığın zaman zaman yoğunlaştığı yöreleri inceleyip,bu yoğunlaşmanın ekonomik ve sosyal nedenlerinin yanında,bu yoğunlaşmanın bilim ve teknikte insanlığın kilometre taşlarından olan hangi icatları yarattığını,hangi olayları meydana getirdiğini görmek istedik. Bu incelemelerin ışığı altında da IŞIĞIN hangi ortamda oluştuğunu ve yoğunlaştığını incelerken de,aynı oluşumların ülkemizde nasıl temel bulacağını ve bu temel üzerine ışığın nasıl tekrar inşa edileceğini incelemek istedik.Okulumuzun öğretim tarzını bu temellere oturtmak için yola çıktık. Bu yazı,bu uğraşların küçük bir bölümünü içermektedir. Amaç, felsefemiz ve çıkış yolumuz, hakkında bir fikir vermektir. “ Gel “ okulunu pozitif ilimlere yöneltmek,maddi ve manevi ışığı yakalayarak, doyumlu bir yaşam kurmaktır. Bu ilkeden hareket ederek ışık yolunu yakalamaya çalışacağız. Aşağıda belirtilen yolun benzerini farklı kişiler ve kurumlar kendilerine göre yapabilirler bu yolların da doğru olabileceğini göz ardı etmemek lazımdır. Bizim örneğimiz ışık arayışında bir referans olsun diye verilmiştir. Bu örneğin veya benzerlerinin vardığı sonuç pozitif ışık olduktan sonra yollar farklılık arz etmemekte. Aklın yolu bir olmaktadır.

KONUYA GİRİŞ İÇİN BİR ÇALIŞMAMDAN ALINTI İLE YOLA KOYULALIM

 

ZAMANDA YOLCULUK VE PARALELLİKLER

 

İNSANLIĞIN 7 BİN YILINI BİR KAÇ SAYFAYA SIĞDIRMAK İÇİN YOĞUN ÇABA GEREKİYOR. BUNU ELİMDEN GELDİĞİNCE,ZAMANIM ÖLÇÜSÜNDE YAPMAYA ÇALIŞTIM UMARIM BEĞENİRSİNİZ. BU ÇALIŞMANIN İÇİNDE MUHAKKAK HATALAR,TEKRARLAR,İMLA HATALARI VS. BULUNACAKTIR. AYRICA KOYMAYI UNUTTUĞUM PEK ÇOK KONU DA OLACAKTIR. DİKKATİNİZİ ÇEKEN BÖYLE KONULARI BİLDİRİRSENİZ BU ÇALIŞMANIN İYİLEŞMESİNE KATKINIZ OLACAKTIR. ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER.

TARİH, KİŞİYE ÖZEL BİR KONUDUR. BENİM İÇİN ÖZEL BİR ANLAM İFADE EDEN BİR OLAY SİZİN İÇİN ETMEYEBİLİR, BU YÜZDEN BU ÇALIŞMAYI WORD BELGESİ OLARAK YAPTIM. İSTEYEN İSTEDİĞİNİ EKLESİN,KEDİNE GÖRE BİR TARİH KRONOLOJİSİ OLUŞTURSUN İSTEDİM.      E-MAIL İLE DE ULAŞTIRMA KOLAYLIĞININ OLMASI, BU ÇALIŞMADAN FAYDALANACAK KİŞİ  SAYISINI ARTIRACAK DİYE DÜŞÜNDÜM. UMARIM EL BİRLİĞİ İLE BU KAR TOPUNU BÜYÜTÜRÜZ VE PAYLAŞMANIN ZEVKİNİ BERABER YAŞARIZ.

 

ERDOĞAN ILDIZ            [email protected]

NOT: BU KRONOLOJİ ÇALIŞMASINI VE DİĞER ESERLERİMİ  http://www.eracarpets.com  ADRESİNDE  YAYINLAR BÖLÜMÜNDE DE GÖREBİLİRSİNİZ

 

 

TARİH

OLAYLAR

5000

 İNSANLIĞIN ELBİSE YAPACAK TEKNİĞİ YAKALAMASI

4500

SÜMERLERİN BAKIRI KULLANMAYA BAŞLAMALARI

4000

SÜMERLERİN GÜMÜŞÜ KULLANMAYA BAŞLAMALARI

3600

SÜMERLERİN BRONZU KULLANMAYA BAŞLAMALARI

3500

SÜMERLERİN TEKERLEĞİ İCAT ETMELERİ

3300

MISIRLILARIN HİYEROGLİF YAZISINI İCADI

3000

SÜMERLİLERİN ÇİVİ YAZISINI İCADI – MISIRLILARIN KÜREKLİ TEKNE YAPIMINA BAŞLAMALARI İLE GİRİTE KADAR GİDEBİLECEK DURUMA GELMELERİ

2950

MISIRLILARIN PAPÜRÜSÜTEN YAPILAN KAĞIDI  GELİŞTİRMELERİ

2580

4. HANEDANDAN FRAVUN KHAFREIN İÇİN SPHINX’İN YAPILMASI

2568

NUH PEYGAMBERİN GEMİSİ İLE TUFANDAN KAÇIŞI

2650

İMHOTEP İÇİN İLK MERDİVEN PİRAMİDİN YAPILMASI

2640

İPEK KULLANIMININ ÇİNDE DEVREYE GİRMESİ

2620

FRAVUN SNEFRU İÇİN İLK DÜZ YÜLÜ PRAMİDİN DAHSHUR DA YAPILIŞI

2613

DÜNYANIN 7 HARİKASINDAN GÜNÜMÜZE KALAN TEK YAPI OLAN KEOPS PİRAMİDİNİN YAPILIŞI ( 123 MT. YÜKSEKLİK )

2600

MÜREKKEBİN MISIRDA İCADI – GİZE DA BÜYÜK PRAMİDİN YAPILMASI

2500

DEMİR KULLANIMININ BAŞLAMASI

2250

GÜNEŞ DİNİNİN MISIRIN DEVLET DİNİ HALİNE GELMESİ

2100

BABİL MEDENİYETİNİN DOĞUŞU

2000

HİNDUİZMİM İN DOĞUŞU – AT IN,ÖKÜZÜN,EŞEĞİN EVCİLLEŞTİRİLESİ – BABİLDE ALTIN KULLANIMININ BAŞLAMASI – SÜMERLERDE GILGAMIŞ DESTANININ YAZILMASI

1800

UR DAN İBRAHİM PEYGAMBERİN ORTAYA ÇIKIŞI

1792-1750

HAMMURABİ KANUNLARININ ORTAYA ÇIKIŞI

1700

EYÜP PEYGAMBERİN HARRAN DA ORTAYA ÇIKIŞI- LUT PEYGAMBERİN SADON BÖLGESİNDE ORTAYA ÇIKIŞI

1600

YUSUF PEYGAMBERİN MISIRA GELİŞİ –SINAITIC ALFABENİN KULLANIMA GİRİŞİ

1300

SYRIAN ALFABENİN DEVREYE GİRİŞİ- İLK YAZILI MÜZİĞİN SURİYE’DE PİŞMİŞ TOPRAĞA YAZILMASI- İLK ÇİN ALFABESİNİN OLUŞTURULMASI

1270

İLK ANSİKLOPEDİNİN SURİYELİ BİR TARİHÇİ OLAN ABULFARAJ BAR HEBRAEUS TARAFINDAN OLUŞTURULMASI

1250

MUSA PEYGAMBERİN İSRAİLLİLERİ MISIRDAN ÇIKARMASI – TURUVA SAVAŞLARI

1150

SATRANÇ OYUNUNUN İCADI

1013-973

DAVUD PEYGAMBER

973-933

SÜLEYMAN PEYGAMBER

950

SÜLEYMAN TAPINAĞININ YAPILIŞI

900-600

TEVRAT IN ORTAYA ÇIKIŞI

775

YUNAN ALFABESİNİN OLUŞTURULMASI

754

ROMANIN İMPARATORLUĞUNUN DOĞUŞU ,ROM ULUS ÜN BAŞA GEÇMESİ

720

ARAMAIC/ ASIRYAN ALFABESİNİN OLUŞTURULMASI

700

ANTİK YUNANDA BİLİM DEVRİNİN BAŞLAYIŞI- PARANIN FİNİKELİLER TARAFINDAN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

604

TAOİZMİN  KURUCUSU Lİ-TAN IN DOĞUŞU

600

DÜNYANIN 7 HARİKASINDAN BİRİ OLAN BABAİLİN ASMA BAHÇELERİNİN BABİLDE NABUKADNEZAR TARAFINDAN KRALİÇESİ SEMİRAMİS İÇİN YAPTIRILMASI

570-493

ZERDÜŞT FELSEFESİNİN DOĞUŞU

563-483

BUDİZMİN ORTAYA ÇIKIŞI

557

MAHAVİRA İNANCININ HİNDİSTAN’DA DOĞUŞU

551-479

KONFİÇYUS İNANCININ ORTAYA ÇIKIŞI

453

DÜNYANIN YEDİ HARİKASINDAN BİRİ OLAN ZEUS HEYKELİNİN OLİMPOSTAKİ ZEUS TAPINAĞINA YERLEŞTİRİLİŞİ

470-399

SOKRAT’IN  FELSEFESİNİ  YAYIŞI

428-347

EFLATUNUN SOKRAT’A TALEBELİK YAPTIĞI ZAMANLAR

384-322

ARİSTO FELSEFESİNİN YAYILIŞI

353

DÜNYANIN 7 HARİKASINDAN BİRİ OLAN MOZELEUMUN BODRUMDA İNŞASI

 

 

322

İSKENDER’İN ÖLÜMÜ

300

BARUTUN ÇİN’DE İCADI - DÜNYANIN YEDİ HARİKASINDAN BİRİ OLAN ARTEMİS TAPINAĞININ EFES TE İNŞASI 

250

CİN ŞEDDİNİN YAPILMAYA BAŞLANMASI

200

- ÇİMENTONUN ROMALILAR TARAFINDAN KULLANILMAYA BAŞLANMASI

200 SONU

BASKI TEKNİĞİNİN ÇİN’DE UYGULANMAYA BAŞLAMASI ( İLK MATBAA )

100

ESKİ YUNAN DA BİLİM DÖNEMİNİN SONU

30

KİLOPARTANIN ÖLÜMÜ - MISIRDA ROMA HAKİMİYETİNİN BAŞLAMASI

0

İSA NIN DOĞUŞU

37

TARSUSLU AZİZ PAUL ÜN HIRİSTİYANLIĞI KABUL ETMESİ

200

SABUNUN KULLANILMAYA BAŞLANMASI-

313

ROMA İMPARATORU KONSTANTİN İN HIRİSTİYANLIĞI KABUL ETMESİ

395

DOĞU VE BATI ROMANIN AYRILIŞI-BİZANS’IN BAŞLAYIŞI

434-453

ATİLLA’NIN ROMA SEFERİ

450

VİSKİNİN İCADI

476

BATI ROMANIN YIKILIŞI

520

HİNTLİ MATAMATİKCİLERİN DESİMAL SİSTEMİ OLUŞTURMALARI

532

AYA SOFYA KİLİSESİNİN İSTANBUL’DA İNŞASI

571

HAZİRETİ MUHAMMEDİN DOĞUŞU

610

HAZİRETİ MUHAMMET’E İLK AYETLERİN İNMEYE BAŞLAMASI

661

EMEVİ DEVLETİNİN KURULUŞU

750

EMEVİ DEVLETİNİN ÇÖKÜŞÜ

756

ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİNİN KURULUŞU

800

ARAP TACİRLERİN KAĞIT YAPIM TEKNİĞİNİ SEMERKANTTAN ALIP ARABİSTAN’A TAŞIMALARI

868

İLK BİLİNEN BASILMIŞ KİTAP OLAN "ELMAS SATURA "NIN ÇİN’DE BASIMI

910

İLK KAĞIT PARANIN ÇİN’DE TEDAVÜLE ÇIKARILIŞI

1026

MÜZİKTE NOTA SİSTEMİNİN OLUŞTURULMASI

1071

MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞI- TÜRKLERE ANADOLU KAPILARININ AÇILMASI

1094

ÇALAR SAATİN ÇİN’DE YAPILMASI

1200

CENGİZ HANIN MOĞOL İMPARATORLUĞUNU KURULUŞU- PUSULANIN GELİŞTİRİLMESİ - KAĞIT YAPIM TEKNİĞİNİN ÇİNDEN TÜRKLERE ORADAN DA ARAPLARA,ARAPLARDAN DA AVRUPA’YA GEÇİŞİ İLE AVRUPA’NIN KAĞITLA TANIŞMASI

1207

MEVLANANIN BELH’ TE DOĞUŞU

1221

YANGIN BOMBASININ ÇİN’DE YAPILMAYA BAŞLANMASI

1232

BARUTUN MOĞOLLAR TARAFINDAN HARP MALZEMESİ OLARAK KULLANILMASI

1240

YUNUS EMRE NİN DOĞUMU

1241

MOĞOLLARIN BARUTU MACARLARA KARŞI BUDAPEŞTE DE KULLANMALARI

1248

HACI BEKTAŞİ VELİ NİN HORASANDA DOĞUŞU

1250

İLK TOPUN ÇİNLİLER TARAFINDAN YAPILMASI

1258

MOĞOLLARIN BAĞDADI İSTİLASI SIRASINDA BARUTU KULLANMALARI

1268

ARAPLARIN BARUTU FRANSIZ HACLI ORDULARINA KARŞI KULLANMALARI

1273

MEVLANA’NIN ÖLÜMÜ

1285

İLK MİYOP GÖZLÜĞÜNÜN YAPILMASI

1295

MARKO POLO NUN İTALYA’YA DÖNÜŞÜ

1299

OSMAN GAZİ NİN  TAHTA GEÇİŞİ

1300

BARUTUN AVRUPA’DA YAYGINLAŞMAYA BAŞLAMASI- ÖNCE İTALYA,SONRA ALMANYA VE İNGİLTERE DEN DİĞER ÜLKELERE YAYILMIŞTIR.

1321

YUNUS EMRE’NİN ÖLÜMÜ

1326

OSMAN GAZİ NİN ÖLÜMÜ- ORHAN GAZİ NİN TAHTA GEÇİŞİ – İLK SİLAHIN İTALYA’DA YAPILMASI

1337

HACI BEKTAŞİ VELİNİN ÖLÜMÜ

1359

ORHAN GAZİNİN ÖLÜMÜ- BİRİNCİ MURAT’IN TAHTA GEÇİŞİ

1389

I. MURAT’IN ÖLÜMÜ-YILDIRIM BEYAZIT’IN TAHTA GEÇİŞİ

1400

AVRUPA’DA PARŞÖMENDEN KAĞIDA GEÇİŞİN BAŞLAMASI

1402

YILDIRIM BEYAZIT’IN ÖLÜMÜ-

1413

ÇELEBİ MEHMET’İN TAHTA GEÇİŞİ

1421

ÇELEBİ MEHMET’İN ÖLÜMÜ- İKİNCİ MURAT’IN TAHTA ÇIKIŞI

1450

GUTENBERG İN ALMANYA’DA İLK TİPO BASKI TEKNİĞİNİ GELİŞTİRMESİ

1451

İKİNCİ MURAT’IN ÖLÜMÜ- FATİH SULTAN MEHMET’İN TAHTA ÇIKIŞI

1452

LONARDO VİNCİ NİN DOĞUŞU

1453

İSTANBUL’UN FETHİ - BİZANS’IN SONU

1481

FATİH SULTAN MEHMET’İN ÖLÜMÜ- İKİNCİ BEYAZIT’IN TAHTA ÇIKIŞI

1486

LEONARDO VINCI NİN UÇUŞ KONUSUNDA ÇALIŞMALARINI YOĞUNLAŞTIRMASI

1492

KOLOMB’ UN AMERİKA’YA ÇIKIŞI- YAHUDİLERİN İSPANYADAN KAÇIŞI- KAÇANLARDAN BİR GURUBUN SELANİK VE İSTANBUL’A OSMANLI TOPRAKLARINA GELİŞİ-DİĞER BİR GURUBUN DA ANTWERP VE AMSTERDAM’A GİDİŞİ

1498

VASCO DA GAMA’NIN ÜMİT BURNUNU AŞARAK HİNDİSTANA ULAŞMASI

1500

AVRUPA’DA RÖNESANS IN FİLİZLENİŞİ

1507

TÜTÜNÜN AMERİKA KITASINDAN AVRUPA YA GETİRİLİŞİ

1512

İKİNCİ BEYAZIT’IN ÖLÜMÜ- YAVUZ SULTAN SELİMİN TAHTA ÇIKIŞI

1514

COPERNIC’İN KURAMINI ORTAYA KOYUŞU

1519

LEONARDO VİNCİ NİN ÖLÜMÜ

1520

YAVUZ SULTAN SELİMİN ÖLÜMÜ- KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’IN TAHTA ÇIKIŞI

1543

İNSAN ANATOMİSİ ÜZERİNE İLK KİTABIN PADOVA ÜNİVERSİTESİ TARAFINDAN YAYINLANIŞI

1522

MAGELLAN’IN EKİBİNİN DÜNYA ETRAFINDAKİ TURU TAMAMLAMASI

1550

SÜLEYMAN İYE CAMİSİNİN MİMAR SİNAN TARAFINDAN YAPILIŞI – TELESKOPLARDA KULLANILABİLECEK İLK MERCEĞİN YAPILMASI

1565

PATATESİN AMERİKA’DAN AVRUPA’YA GETİRİLİŞİ

1566

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’IN ÖLÜMÜ- İKİNCİ SELİMİN TAHTA ÇIKIŞI

1574

İKİNCİ SELİMİN ÖLÜMÜ –ÜÇÜNCÜ MURAT’IN TAHTA ÇIKIŞI

1589

GALİLEO  NUN DÜNYANIN DÖNDÜĞÜNÜ İDDİA EDİŞİ

1595

III. MURAT’IN ÖLÜMÜ- III. MEHMET’İN TAHTA ÇIKIŞI

1603

III. MEHMET’İN ÖLÜMÜ- I. AHMET’İN TAHTA ÇIKIŞI-

1608

İLK TELESKOPUN HOLLANDA DA YAPILMASI

1609

İLK GAZETENİN AYNI ZAMANDA ANCAK FARKLI KİŞİLER TARAFINDAN ALMANYA VE AVUSTURYA’DA DEVREYE SOKULMASI

1611

MİKROSKOP UN PRAG DA BULUNMASI

1613

GALİLEO NUN DÜNYANIN DÖNDÜĞÜNÜ İSPATLAMASI

1615

BİR İNGİLİZ KAŞİFİN KUZEY KUTBUNA SEYAHATİ

1616

COPERNICUS VE GALİLEO NUN KİLİSE TARAFINDAN AFOROZU

1617

I. AHMET’İN ÖLÜMÜ – II. MUSTAFA’NIN TAHTA ÇIKIŞI

1618

I. MUSTAFA’NIN TAHTTAN İNDİRİLİŞİ -  I.OSMAN (GENÇ ) IN TAHTA ÇIKIŞI

1622

I. OSMAN ( GENÇ ) IN ÖLÜMÜ – I. MUSTAFA’NIN TEKRAR TAHTA OTURUŞU

1623

I. MUSTAFA’NIN ÖLÜMÜ – DÖRDÜNCÜ MURAT’IN TAHTA GEÇİŞİ

1624

İLK DENİZALTININ BİR HOLLANDALI TARAFINDAN TASARLANMASI

1628

DESCARTES’İN  “ DÜŞÜNÜYORUM DEMEK Kİ VARIM “ ŞEKLİNDE ÖZETLENECEK FELSEFİ KURAMINI GELİŞTİRMESİ

1631

TAÇ MAHAL IN ŞAH CİHAN TARAFINDAN KARISI İÇİN ANIT MEZAR OLARAK YAPTIRILMASI

1632

GALİLEO NUN YARGILANIŞI ,SAVUNMASINI “ DÜNYA HER ŞEYE RAĞMEN DÖNÜYOR  DİYEREK NOKTALAYIŞI – KİLİSE DÜNYANIN DÖNDÜĞÜNÜ RESMEN 1922 DE KABUL ETMİŞTİR -

1640

DÖRDÜNCÜ MURAT’IN ÖLÜMÜ – I. İBRAHİM’İN TAHTA ÇIKIŞI

1644

BAROMETRENİN İTALYA DA İCADI

1647

GDANSK TA AYIN İLK HARİTASININ ÇIKARILMASI

1648

I. İBRAHİM’İN ÖLÜMÜ – 4. MEHMET ( AVCI )  İN TAHTA ÇIKIŞI

1654

HAVANIN VAKÜMLANDIĞI ORTAMDA ATEŞİN YANMADIĞININ VE SESİN İLETİLMEDİĞİNİN İSPATI

1664

HYGROMETRENİN ( HAVADAKİ NEM ORANINI ÖLÇEN ALET ) İTALYA’DA İCADI

1655

SOMMERSET TARAFINDAN BUHAR MAKİNASININ YAPIMI

1658

KANDAKİ AL YUVARLARIN HOLLANDALILAR TARAFINDAN KEŞFİ

1666

NEWTON KANUNLARININ ORTAYA ÇIKIŞI

1671

İLK HESAP MAKİNASININ ALMAN LEIBNIZ TARAFINDAN YAPILMASI

1775

GREENWICH RASATHANESİNİN KURULUŞU

1679

BİNARY MATAMATİĞİNİN LEIBNIZ TARAFINDAN KURULUŞU- BURADA TÜM RAKAMLAR 1 VE 0 İLE İFADE EDİLİYORLAR ,ŞİMDİ BİLGİSAYAR TEKNOLOJİSİNDE DE BU BÖYLE

1684

NEWTON’UN YERÇEKİMİ KANUNUNU BULUŞU

1687

4. MEHMET ( AVCI ) İN ÖLÜMÜ – 2. SÜLEYMAN’IN TAHTA ÇIKIŞI

1691

2. SÜLEYMAN’IN ÖLÜMÜ – 2. AHMET’İN TAHTA ÇIKIŞI

1663

LONDRA DA POSTA SİSTEMİNİN KURULMASI

1694

ALMAN CAMMERARIUS UN POLEN İ  KEŞFİ.

1695

2. AHMET’İN ÖLÜMÜ – 2. MUSTAFA’NIN TAHTA ÇIKIŞI

1699

SEYYAR YANGIN TULUMBASININ PARİS TE KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1700

İTALYAN DOKTOR BERNARDINO NUN GÖĞÜS KANSERİ HAKKINDAKİ RAPORU

1701

İSTANBUL’DA PYLARINI NİN ÇİÇEK AŞISI İLE TEDAVİ YÖNTEMİNİ GERÇEKLEŞTİRMESİ

1703

İKİNCİ MUSTAFA’NIN ÖLÜMÜ –3. AHMET’İN TAHTA ÇIKIŞI

1712

BUHAR MAKİNASININ İNGİLTERE’DE DEVREYE GİRMESİ

1714

ALMAN FİZİKÇİ FAHRENHEIT TARAFINDAN ISI ÖLÇÜM SİSTEMİ OLAN FAHRENHEIT DERECELEME SİSTEMİNİN BULUNMASI

1718

İLK MAKİNALI TÜFEĞİN İNGİLTERE’DE YAPILMASI

1730

3. AHMET’İN ÖLÜMÜ – BİRİNCİ MAHMUT’UN TAHTA ÇIKIŞI

1731

OCTANT  IN  BULUNUŞU

1743

FRANSIZ KRALI XV. LUİ  İÇİN MEKANİK ASANSÖR  YAPILIŞI

1746

HOLLANDA’DA LEYDEN SÜRAHİSİNİN YAPILMASI SAYESİNDE ELEKTRİK  ÇAĞINA İLK ADIMIN ATILIŞI

1753

VİYANA’DA DAKTİLONUN ATA BABASININ YAPILMASI

1754

BİRİNCİ MAHMUT’UN ÖLÜMÜ – ÜÇÜNCÜ OSMAN’IN TAHTA ÇIKIŞI-

1756

MOZART’IN DOĞUŞU

1757

ÜÇÜNCÜ OSMAN’IN ÖLÜMÜ – ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN TAHTA ÇIKIŞI

1764

İP EĞİRME TEZGAHININ İCADI

1769

İLK OTOMOBİLİN FRANSA’DA YAPILMASI

1770

ELEKTRİK PİLİNİN  TEMEL PRENSİBİNİN YAPILANDIRILMASI

1770

İLK PROTEZ DİŞİN FRANSA’DA YAPILMASI

1774

ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN ÖLÜMÜ – BİRİNCİ ABDÜLHAMİT’İN TAHTA ÇIKIŞI

1775

DENİS PAPİN’İN BUHAR MAKİNASINI GELİŞTİRMESİ

1783

İLK SICAK HAVA BALONUNUN MONTGOLFİER KARDEŞLER TARAFINDAN UÇURULMASI

1784

HELİKOPTER YAPIMI İÇİN GİRİŞİMLERİN FRANSADA YOĞUNLAŞMASI

1787

İLK BUHARLI GEMİNİN AMERİKA’DA  JOHN FITCH TARAFINDAN YAPILIŞI

1789

I. ABDÜLHAMİT’İN ÖLÜMÜ –ÜÇÜNCÜ SELİMİN TAHTA ÇIKIŞI

1790

KOL SAATİNİN İTALYA’DA KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1790

İLK YÜN TARAK MAKİNASININ YAPIMI

1791

MOZART’IN ÖLÜMÜ

1793

FRANSA’DA METRİK SİSTEMİN KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1798

GÖZLÜĞÜN İSVİÇRE DE YAPILMASI

1800

İLK ELEKTRİK PİLİNİ GELİŞTİRME ÇALIŞMALARI

1801

IŞIK HIZI TEORİSİNİN İNGİLTERE’DE THOMAS YONG TARAFINDAN GELİŞTİRİLMESİ

1803

ATOM TEORİSİNİN JOHN DALTON TARAFINDAN ORTAYA ATILIŞI

1804

İLK BUHARLI LOKOMOTİFİN İNGİLTERE’DE YAPILMASI- ALESANDO VOLTA NIN ELEKTRİK  ÜRETEN PİLİ İCAD EDİŞİ

1805

TEKSTİLDE JAKAR SİSTEMİNİN  KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1805

SAVAŞ ROKETLERİNİN İNGİLİZLER TARAFINDAN YAPILMASI

1806

KARBON KAĞIDININ İNGİLTERE’DE İCAT EDİLİŞİ

1807

İNGİLTERE’DE GAZLI SOKAK  LAMBALARININ KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1807

GAZLA ÇALIŞAN İLK OTOMOBİLİN YAPILMASI

1807

3. SELİMİN ÖLÜMÜ – DÖRDÜNCÜ MUSTAFA’NIN TAHTA ÇIKIŞI

1808

DÖRDÜNCÜ MUSTAFA’NIN TAHTAN İNDİRİLİŞİ – 2. MAHMUT’UN TAHTA ÇIKIŞI - LABRATUVAR ORTAMINDA İLK ELEKTRİK ARKININ ELDE EDİLİŞİ VE BÖYLECE ELEKTRİĞİN İNSANLIĞIN GENİŞ ANLAMDA KULLANIMINA GİRİŞİNİN BAŞLANGICI

1808

İLK BUHARLI GEMİNİN NEW YORK TAN PHILEDELPHIA YA GİDİŞİ

1812

İLK KONSERVE FABRİKASININ KURULUŞU

1817

BAHAULLAH  ( MİRZA HÜSEYİN ALİ ) NİN DOĞUŞU

1819

İSVİÇRE’DE İLK ÇİKOLATANIN YAPILMASI

1819

ELEKTRİK AKIMININ YOL AÇTIĞI MANYETİK ALANIN KEŞFİ

1922

PİYANO NUN YAPILMASI

1822

AKARDİONUN YAPILMASI

1824

ELEKTROMANYETİK OLUŞUMUN KEŞFİ

1824

BUHARLI OTOMOBİLİN YAPILIŞI

1825

DÜRBÜNÜN BULUNUŞU

1825

SİNEMA OLAYINA TEMEL TEŞKİL EDEN  RESİMLERİN HAREKETLENDİRİLME ESASLARININ ANLAŞILMASI

1826

ALMANYA’DA İLK ANİLİN BOYALARIN ORTAYA ÇIKIŞI

1826

LONDRA’DA KİBRİTİN İCAT EDİLİŞİ

1826

İLK GAZ SOBASININ YAPIMI

1827

GEORGE  SIMON OHM UN ALMANYA’DA ELEKTRİĞİN MUKAVEMET KANUNUNU ORTAYA KOYUŞU

1839

BİSİKLETİN İNGİLTERE’DE İCADI

1839

2. MAHMUT’UN ÖLÜMÜ- ABDULMECİD’İN TAHTA ÇIKIŞI

1831

KUZEY KUTBUNUN KEŞFİ

1833

FLÜORESAN AYDINLATMANIN İCADI

1833

DİKİŞ MAKİNASININ İCADI

1833

ELEKTRİKLİ TELGRAFIN İCADI

1834

MÜZİK ALETLERİNİN SES AYARINI YAPABİLMEK İÇİN TONOMETRENİN YAPILMASI

1834

İLK POSTA PULUNUN KULLANILMASI

1835

MÜZİKTE SOL ANAHTARININ KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1835

SAMMUEL COLT TARAFINDAN MEŞHUR TOPUZLU 6 MERMİ ALAN SİLAHIN  USA DA YAPILMASI

1837

AMERİKA’DA İLK ELEKTRİK MOTORUNUN YAPILIŞI

1837

TELGRAFÇILIKTA MORS ALFABESİNİN KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1838

FOTOĞRAFÇILIKTA NEGATİFTEN ÇOĞALTMA SİSTEMİNE GEÇİLMESİ

1844

BAHAİLİĞİN DOĞUŞU

1840

TONIC SUYUNUN İCADI

1840

SIRLI AYNANIN İCADI

1842

ETER İN ANESTETİK MALZEME OLARAK KULLANILIŞI- USA

1842

İLK SÜNNİ GÜBRENİN İNGİLİZLER TARAFINDAN YAPILIŞI

1843

İLK TRANSATLANTİĞİN İNŞASI

1843

İLK DAKTİLONUN İCADI

1843

İLK FABRİKASYON SİGARANIN FRANSA’DA PİYASAYA ÇIKARILIŞI

1844

ŞİŞME LASTİKLİ TEKERLERİN ARABA ENDÜSTRİSİNDE KULLANILIŞI

1845

ROTARY BASKI TEKNİĞİNİN NEW YORK TA KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1846

KİMYASAL PATLAYICILARIN KULLANILMAYA BAŞLAMASI-ALMANYA

1847

İKİ KATLI OTOBÜSLERİN YAPILMASI

1848

İLK DEPARTMAN STORE UN NEW YORK TA AÇILMASI

1848

İLK SENTETİK ÇİKLETİN YAPILMASI

1849

İLK TELEFON DENEMELERİNİN ANTONIO MEUCCI TARAFINDAN YAPILIŞI

1849

FİRKETENİN İCADI- USA

1850

LEVİ STRAUS TARAFINDAN İLK JEANS PANTOLUN ÜRETİLMESİ

1850

İLK BUZDOLABININ ÜRETİLMESİ

1851

İLK RENKLİ BASKININ YAPILMASI

1851

SİNGER DİKİŞ MAKİNASININ YAPIMI

1851

4 TEKERLEKLİ PEDALLI ARABANIN YAPIMI -İNGİLTERE

1851

SERİ DONDURMA ÜRETİMİNE FABRİKASYON OLARAK GİRİLMESİ -USA

1852

SU POMPASININ YAPIMI

1853

İLK HESAP MAKİNASININ YAPIMI - İSVEÇ

1855

KRONOMETRENİN İCADI

1856

ANİLİN MAVİ BOYANIN İNGİLİZ KİMYAGERLER TARAFINDAN YAPILMASI

1856

BUZDOLABININ AMERİKA’DA KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1856

SU KAYAĞI SPORUNUN BAŞLAMASI

1857

İLK GENEL KULLANIMLI ASANSÖRÜN NEW YORK TA BİR MAĞAZADA KULLANIMI

1857

PASTÖRÜN MİKROORGANİZMALAR VE FONKSİYONLARINI KEŞFİ

1859

GENİŞ AÇILI MERCEKLERİN YAPILMASI

1859

ANİLİN SARININ ALMANYA’DA PETER GREISS TARAFINDAN BULUNMASI

1859

İLK PETROL KUYUSUNUN AMERİKA’DA PENSİLVANIA  BÖLGESİNDE ÜRETİME GEÇMESİ

1859

DARWIN İN  EVRİM TEORİSİNİ AÇIKLAMASI

1859

PULLMAN VAGONLARI İLE DEMİR YOLCULUĞUNUN KONFORLU HALE GELMESİ

1860

LİNOLYUM – MUŞAMBA – NIN YER KAPLAMA MALZEMESİ OLARAK KULLANILMASINA BAŞLANMASI-İNGİLTERE

1861

ABDULMECİD’İN ÖLÜMÜ – ABDULAZİZ’İN TAHTA GEÇİŞİ

1861

HİDROLİK KOMPRESÖRÜN İCADI

1861

TELEFONUN ALMANYA’DA  KULLANIMI

1862

İLK MAKİNALI TÜFEĞİN AMERİKA’DA YAPILMASI

1862

İLK EKMEK FABRİKASININ İNGİLTERE’DE AÇILMASI

1862

İLK ÇAMAŞIR MAKİNASININ KULLANIMA GİRİŞİ

1862

SÜT SAĞMA MAKİNASININ İCADI

1863

İNDİGO BOYANIN SENTETİK OLARAK ALMANYA’DA YAPIMI

1863

LONDRA’DA İLK METRO ÇALIŞMALARI

1863

BAHAİLİĞİN ORTAYA ÇIKIŞI

1864

ALFRED NOBEL İN İSVEÇ’TE DİNAMİTİ BULUŞU

1864

PASTÖR ÜN PASTÖRİZASYON METODUNU GELİŞTİRMESİ

1864

İNGİLTERE’DE MAGNEZYUMLU FLAŞLARIN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1865

ANTİSEPTİK MÜDAHALE KONSEPTİNİN JOSEPH LISTER TARAFINDAN GELİŞTİRİLMESİ

1865

GAZ LAMBASININ İNGİLTERE’DE YAPILMASI

1865

GREGOR MENDEL İN GENETİK KANUNLARINI BULUŞU- AVUSTURYA

1865

VELOSBİTİN ( BİSİKLET )  FRANSA’DA İCADI

1865

WEB-OFSET BASKI TEKNİĞİNİN GELİŞTİRİLMESİ

1866

OKYANUSA DÖŞENEN KABLO SAYESİNDE AMERİKA VE İNGİLTERE ARASINDA TELGRAF HABERLEŞMESİNİN YAPILMASI

1866

KİMYASAL YANGIN SÖNDÜRÜCÜSÜNÜN YAPIMI

1866

İLK KONSERVE AÇACAĞININ YAPILMASI

1867

FLORASAN LAMBANIN FRANSA’DA YAPIMI

1867

İLK YAZILI TELGRAFIN İNGİLTERE’DE GERÇEKLEŞTİRİLMESİ

1867

DİNAMİTİN NOBEL TARAFINDAN KULLANIMA SUNULUŞU

1868

MARGARİNİN FRANSA’DA KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1869

HAVAYI VAKKUMLAYARAK YERİ TEMİZLEYEN MAKİNANIN YAPILMASI

1869

SÜVEYŞ KANALININ AÇILIŞI

1870

KESE KAĞIDININ AMERİKA’DA KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1870

İLK ALAFRANGA TUVALETİN İNGİLTERE’DE KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1870

ÇİKLET İN AMERİKA’DA KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1873

YANGIN ALARMININ YAPILMASI

1873

REMINGTON DAKTİLONUN YAPILMASI

1873

HAZAR DENİZİ VE BAKU DE PETROLÜN BULUNUŞU

1873

FOTOCELL İN YAPILMASI

1874

ŞEMSİYENİN İNGİLTERE’DE KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1875

KÜP ŞEKERİN ALMANYA DA PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1875

SOĞUTMALI VAGONLARIN DEMİRYOLLARINDA  GIDA NAKLİNDE KULLANILMASI

1875

ELEKTRİKLİ MTKAPLARIN DİŞÇİLİKTE KULLANILMASI

1875

TANZİMAT

1876

TELEFONUN ALEXANDER GRAHAM BELL TARAFINDAN İCADI

1876

KARBÜRATÖR ÜN DAIMLER TARAFINDAN YAPILIŞI

1876

STENO NUN İCADI

1876

ELEKTRONLARIN KEŞFİ-İRLANDA

1876

ABDÜLAZİZ’İN ÖLÜMÜ -  BEŞİNCİ MURADIN TAHTA GEÇİŞİ VE İNDİRİLİŞİ – İKİNCİ ABDÜLHAMİT’İN TAHTA ÇIKIŞI – ALMANYA’DA İLK BENZİN MOTORUNUN YAPILIŞI

1877

MİKROFONUN İCADI

1877

İLK SES KAYIT CİHAZI OLAN MONOGRAPH IN EDİSON TARAFINDAN İCADI

1878

TELEVİZYONUN İCADI – İRLANDA,DENİS REDMOND

1879

EDİSON’UN AKKOR LAMBAYI İCAT EDİŞİ

1880

DC MOTORUNUN EDİSON TARAFINDAN YAPILMASI

1880

MALARYA YA YOL AÇAN BAKTERİNİN BULUNMASI

1880

RENKLİ TELEVİZYON TASARIMI ÜZERİNE ÇALIŞMALARIN BAŞLAMASI

1881

TELE FOTOĞRAFIN İCAT EDİLMESİ İLE UZAK MESAFELERE,RESİM,HARİTA,ÇİZİMLERİN GÖNDERİLEBİLMESİ

1881

TEKRAR DOLDURULABİLEN PİLLERİN YAPILMASI

1882

İLK GÖKDELENİN ŞİKAGO DA YAPILMASI

1882

SANİYEDE 12 FOTOĞRAF ÇEKEN MAKİNANIN FRANSA’DA YAPILMASI

1882

MASA VANTİLATÖRÜNÜN YAPILMASI

1884

KOKAİN İN LOCAL ANESTEZİ DE KULLANILMASI

1884

GREENWICH ZAMAN AYARININ DÜNYA STANDARDI OLARAK KABUL EDİLİŞİ

1884

OTOMATİK MAKİNALI TÜFEĞİN İCADI - LONDRA

1884

BUHAR ENERJİSİNİ ELEKTRİK ENERJİSİNE DÖNÜŞTÜREN İLK TÜRBÜNÜN YAPILMASI

1884

İLK EV MODELİ ÇAMAŞIR MAKİNASININ YAPILMASI

1885

PASTÖRÜN KUDUZ AŞISINI BULUŞU - PARİS

1886

İLK GRAMOFONUN AMERİKA’DA VOLTA LABRATUVARINDA YAPILIŞI

1886

İLK ELEKTRİKLE ÇALIŞAN DENİZ ALTININ İSPANYA DA YAPILMASI

1887

İLK PLAĞIN YAPILMASI

1887

ELEKTRİKLE ÇALIŞAN ASANSÖRÜN ALMANYA’DA YAPILMASI

1887

KONTACT LENS İN ZÜRİCH DE YAPILMASI

1887

İLK RADYO DALGALARININ ALMANYA’DA  HEINRICHH RUDOLF HERTZ TARAFINDAN KEŞFEDİLMESİ

1887

İLK ELEKTRİKLE ISITMA SİSTEMİNİN DEVREYE SOKULMASI – USA

1887

ESPERANTO DİLİNİN DR. LAZARUS TARAFINDAN İCADI

1888

İLK ELEKTRİKLİ TRAMVAY IN AMERİKA’DA RICMOND VIRGINA DA KULLANILMASI

1889

PAMUK TOPLAMA MAKİNASININ YAPILMASI * USA

1889

EYFEL KULESİNİN PARİS’TE İNŞASI

1889

SENTETİK İPEĞİN FRANSA’DA YAPILMASI

1890

LONDRA METROSUNUN AÇILIŞI

1891

ELEKTRİKLİ FRININ YAPILMASI – USA

1891

AMERICAN EXPRESS SEYHAT ÇEKLRİNİN KULLANIMA SOKULMASI

1891

PARMAK İZLERİNİN ŞAHSA ÖZEL OLDUĞUNUN KEŞFİ – İNGİLTERE,SIR FRANCIS GALTON

1891

OTOMATİK TELEFON SANTRALININ YAPIMI

1891

ELEKTRİKLİ OTOMOBİLİN YAPILMASI - USA

1892

DİESEL MOTORUNUN ALMANYA’DA RUDOLF DISEL TARAFINDAN YAPILIŞI

1892

DİŞ MACUNU TÜPLERİNİN İNGİLTERE’DE ÜRETİME SOKULMASI

1892

TERMOSUN YAPILMASI- CAMBRİDGE,İNGİLTERE

1893

İLK FERMUARIN ŞİKAGO DA YAPILMASI

1893

İLK FİLM STÜDYOSUNUN NEW JERSY DE KURULMASI

1893

FOTO ELEKTRİK CELL İN  ALMANYA’DA KULLANILMAYA BAŞLAMASI

 

 

1894

İŞYERLERİNDE SAATE KART BASMA SİSTEMİNİN UYGULANMASINA BAŞLANMASI-USA

1894

RADYO DALGASI İLE İLK HABERLEŞMENİN YAPILMASI – MARCONİ,İTALYA

1895

RÖNTGEN IŞINLARININ ALMANYA’DA  WILHELM CONRAD RÖNTGEN TARAFINDAN KEŞFİ

1895

İLK SİNEMA GÖSTERİSİNİN PARİS’TE LUMIER KARDEŞLER TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ

1895

PİSİKOANALİZ HAKKINDA İLK KİTABIN SIGMUND FREUD TARAFINDAN YAYINLANMASI

1896

TANSİYON ÖLÇME ALETİNİN YAPILMASI -İTALYA

1896

PERISCOBE ÜN İCADI – FRANSA -

1896

URANYUMUN RADYOAKTİF BİR MADDE OLDUĞUNUN KEŞFİ – PARİS -

1896

ELEKTRİK SOBASININ YAPILMASI – USA -

1898

RENO MARKA ARABANIN FRANSA’DA ÜRETİMİNE BAŞLANMASI

1898

HOLLANDA’DA B-1 VİTAMİNİNİN KEŞFEDİLMESİ

1898

AMERİKALI NIKOLA TESLA TARAFINDAN UZAKTAN TELSİZ KUMANDASI İLE MODEL GEMİLERİN HAREKETİNİN KONTROLÜNDE BAŞARI SAĞLANMASI

1898

KASLARA UYGULANAN İĞNE VURMA YÖNTEMİ İLE BÖLGESEL UYUŞTURMANIN SAĞLANMASI- LOKAL ANESTEZİ YÖNTEMİNİN UYGULANMASI-

1899

BAYER FİRMASI TARAFINDAN ASPİRİNİN GELİŞTİRİLMESİ- ALMANYA

1899

TELSİZ TELEFONUN AMERİKA’DA YAPILMASI

1899

İLK TEYP KAYIT CİHAZININ DANİMARKA’DA YAPILMASI

1900

İLK ZEPLİNİN ALMAN ALMAN MUCİT FERDİNAND ZEPPELİN TARAFINDAN UÇURULMASI-

1900

KODAK TARAFINDAN FOTOĞRAF MAKİNASININ PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1900

KAĞITLARI İLİŞTİRMEK İÇİN ATAŞIN İCADI - NORVEÇ

1900

ÇİN’DE KÖYLÜ AYAKLANMASININ BAŞLAMASI

1900

DÜNYANIN İLK METROSU OLAN PARİS METROSUNUN HİZMETE GİRİŞİ

1900

KAN GURUPLARININ SINIFLANDIRILMASI

1901

İNGİLTERE KRALİÇESİ VİCTORİA NIN ÖLÜMÜ

1901

İLK NOBEL ÖDÜLÜNÜN DAĞITILMASI

1901

ARABALARDA GERİ VİTESİN KULLANIMA SOKULMASI – FRANSA -

1901

İLK KLİMANIN YAPIMI – USA, WILLES H. CARRIER

1901

ARABA RADYOLARININ PİYASAYA ÇIKMASI – MARKONİ -

1901

İLK İŞİTME CİHAZININ YAPILMASI – USA -

1901

ARABALARA KM GÖSTERGESİNİN TAKILMASI

1902

SOLMAYAN BOYALARIN İCADI- JAMES MORTON

1902

İRLANDA KURTULUŞ ORDUSUNUN KURULMASI

1902

İLK DEPREM ÖLÇERİN İTALYA’DA YAPILIŞI

1903

İLK UÇAĞIN AMERİKA’DA YAPILMASI  -17/12

1903

URANYUMUN RADYOAKTİF ETKİSİNİN ANLAŞILMASI

1903

TERMOSUN ALMANYA DA PİYASAYA SÜRÜLÜŞÜ

1903

ROLLS-ROYCE UN YAPIMINA BAŞLANMASI

1903

İLK TRANSATLANTİKTEN – KITAYA RADYO MESAJININ İLETİLMESİ

1903

İLK KARDİYOGRAFİ CİHAZININ YAPIMI - HOLLANDA

1904

ÇELİĞE KROM KAPLAMANIN BAŞARILMASI- FRANSA,LEON GUILLET

1904

TRANS SİBİRYA TREN YOLUNUN YAPIMI

1904

RADARIN İCADI ,ALMANYA-CHRISTIAN HELSMAYER

1904

GAZ İLE EVLERDE ISINMA VE SU ISITILMASI  TEKNOLOJİSİNİN TESİSİ

1904

İLK TELEFONA CEVAP VERME VE ALMA MAKİNASININ YAPIMI

1905

X VE Y KROMOZOMLARININ CİNSİYET OLUŞUMUNDAKİ ROLÜNÜN KEŞFİ

1905

24 MART: JULES VERNES, 77 YAŞINDA ÖLDÜ.

1906

İZAFİYET TEORİSİNİN ALBERT EİNSTEİN TARAFINDAN İSVİÇRE’DE ORTAYA ATILIŞI

1906

İLK RADYO İSTASYONUNUN AMERİKA’DA YAYINA BAŞLAMASI

1906

ELEKTRİKLİ TRENLERİN İSVİÇRE’DE KULLANIMA GİRMESİ

1906

HOT DOG UN AMERİKANIN MİLLİ YEMEĞİ HALİNE GELİŞİ

1907

YOLLARIN ASFALTLANMASI – İNGİLTERE -

1907

SPREY TEKNİĞİNİN BOYACILIKTA KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1907

İLKBAHAR: PABLO PİCASSO'NUN ''DEMOİSELLES D'AVİGNON'' İSİMLİ TABLOSU KÜBİZM AKIMINI BAŞLATTI.

1907

TELEVİZYONUN TEMEL PRENSİBİNİN BULUNUŞU

1907

HOOVER EMME SÜPÜRGESİNİN DEVREYE GİRİŞİ

1908

28 ARALIK: SİCİLYA'DA MESSİNE KENTİNDE MEYDANA GELEN DEPREMDE 84 BİN KİŞİ ÖLDÜ.

1908

RADYASYON ÖLÇME CİHAZININ YAPILMASI,ALMANYA-WILHEM GEIGER

1908

İLK ELEKTRİKLİ ORGUN ÜRETİLİŞİ

1908

FORD UN “ T “ MODEL ARABALARINI ÜRETMEYE BAŞLAMASI

1908

İLK UÇUŞ GÖSTERİSİNİN TOPLUM ÖNÜNDE YAPILMASI-FRANSA

1908

GÜNEŞ ENERJİSİ İLE SICAK SU ELDE ETME TEKNOLOJİSİNE ULAŞILMASI

1908

SİLAHLAR İÇİN SUSTURUCUNUN YAPILMASI

1909

ELEKTRİKLİ TOST MAKİNASININ KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1909

ALMAN EHRLİCH VE JAPON HATA'NIN, İLK KİMYASAL İLAÇ OLAN ARSENOBENZENİ BULMALARININ ARDINDAN, KEMOTERAPİ TEDAVİSİ UYGULANMAYA BAŞLADI.

1909

24 ŞUBAT: BRİGHTON'DA HALKA AÇIK İLK RENKLİ FİLM GÖSTERİMİ YAPILDI.

1909

PLASTİK İN AMERİKA’DA İCADI

1909

AKARYAKITLI ÇAKMAKLARIN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1909

İKİNCİ ABDULHAMİTİN TAHTAN İNDİRİLİŞİ –MEHMET REŞAT ‘IN TAHTA ÇIKIŞI

1909

DETROİT'DA FORD, ZİNCİRLEME ÇALIŞMA YÖNTEMİNİ BAŞLATTI.

1910

PANCHO VİLLA VE EMİLİANO ZAPATA'NIN MEKSİKA DEVRİMİ BAŞLADI.

1910

22 AĞUSTOS: JAPONYA KORE'Yİ İLHAK ETTİ.

1910

PARİS’TE İLK NEON LAMBALARIN KULLANILIŞI

1911

İLK SESLİ SİNEMA DENEMELERİNİN YAPILIŞI

1911

10 EKİM: ÇİN DEVRİMİ BAŞLADI.

1911

LONDRA METROSUNDA YÜRÜYEN MERDİVENLERİN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1911

30 ARALIK: ŞANGHAY’DA ÇİN CUMHURİYETİ İLAN EDİLDİ. SUN YAT-SEN CUMHURBAŞKANI SEÇİLDİ.

1911

YOLLARDA TRAFİK ÇİZGİLERİNİN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1912

12 ŞUBAT: ÇİN'İN SON İMPARATORU PU Yİ, 6 YAŞINDA TAHTTAN İNDİ.

1912

VİTAMİNLERİN KEŞFİ- USA -

1912

İLK SERUM MÜDAHALESİNİN YAPILMASI

1912

15 NİSAN: TİTANİC GEMİSİ NEWFOUNDLAND AÇIKLARINDA BATTI: 1.517 KİŞİ ÖLDÜ.

1913

TAŞINABİLİR GRAMOFON UN YAPILIŞI

1913

ATOM VE ATOMUN PARÇALARI ÜZERİNE DANİMARKALI FİZİKÇİ NIELS BOHR UN TEZLERİNİ  ORTAYA ATIŞI

1913

İLK JEOTERMAL SANTRALIN İTALYA’DA KULLANIMA ALINMASI

1903

15 OCAK: NEW-YORK İLE BERLİN ARASINDA İLK KITALARARASI TELEFON GÖRÜŞMESİ YAPILDI.

1913

BÖBREK MAKİNASININ JOHN HOPKINS ÜNİVERSİTESİNDE GELİŞTİRİLMESİ

1913

30 MAYIS: 1. BALKAN SAVAŞI'NI SONA ERDİREN LONDRA ANTLAŞMASI İMZALANDI: OSMANLI İMPARATORLUĞU, YUNANİSTAN, BULGARİSTAN VE MORA'YA, EGE'DEKİ GİRİT ADASI'NI VE AVRUPA'DAKİ TOPRAKLARINI BIRAKTI

1913

CÜZAM TEDAVİSİNİN AMERİKA’DA BULUNUŞU

 1913

ÇOK MOTORLU BÜYÜK UÇAKLARIN RUSYA’DA İMAL EDİLMESİ

1913

35 MM FİLİMLER İN KULLANIMA GİRİŞİ

1914

IŞIKLI TRAFİK İŞARETLERİNİN ESASI OLAN KIRMIZI,YEŞİL LAMBALARIN USA NIN OHIO KENTİNDE KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1914

DÜNYANIN İLK HAVA TAŞIMACILIK ŞİRKETİNİN FLORİDA’DAKİ TAMPA-ST.PETERSBURG ŞEHİRLERİ ARASINDA SEFERE BAŞLAMASI

1914

İLK UÇAK SAVARIN İNGİLTERE’DE YAPIMI

1914

28 HAZİRAN: SARAY BOSNA’DA ARŞİDÜK FRANÇOİS-FERDİNAND'IN ÖLDÜRÜLMESİ 1. DÜNYA SAVAŞI'NI BAŞLATTI. SAVAŞTAN BİR AY SONRA, AVUSTURYA-MACARİSTAN, SIRBİSTAN'A SAVAŞ İLAN ETTİ. - 

·         1 AĞUSTOS: ALMANYA, RUSYA'YA SAVAŞ İLAN ETTİ.

·         3 AĞUSTOS: ALMANYA, FRANSA'YA SAVAŞ İLAN ETTİ.

·         4 AĞUSTOS: ALMAN BİRLİKLERİ BELÇİKA'YI GEÇİP FRANSA'YA GİRDİLER.

·         6 AĞUSTOS: AVUSTURYA EGEMENLİĞİNDEKİ POLONYA TOPRAKLARINDA JOZEF PİLSUDSKİ'NİN OLUŞTURDUĞU POLONYA BİRLİKLERİ, RUS SINIRINI GEÇTİLER: POLONYA BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ BAŞLADI.

·         23 AĞUSTOS: JAPONYA, ALMANYA'YA SAVAŞ İLAN ETTİ.

 

PANAMA KANALININ AÇILIŞI

1915

PAYREX CAM EŞYANIN AMERİKA’DA PİYASAYA SÜRÜLÜŞÜ

 

1915

ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA MÜTTEFİKLER YENİLGİYE UĞRADI.

1915

JAPON ARAŞTIRMACILARIN KANSEROJEN MADDELERİ KEŞFİ

1915

KADINLARIN BAŞLICA MAKYAJ MALZEMESİ OLAN  “ RUJ “ UN PİYASAYA ÇIKIŞI

1916

İLK PLASTİK CERRAHİ AMELİYATININ İNGİLTERE’DE YAPILMASI

1916

İLK DOĞUM KONTROL KLİNİĞİNİN AMERİKA’DA SERVİSE GİRMESİ

1916

ALBERT EİNSTEİN’IN İZAFİYET TEORİSİ KURAMI YAYINLANDI.

1917

ŞUBAT-MART: RUS DEVRİMİ BAŞLADI.

1917

2 KASIM: İNGİLTERE DIŞİŞLERİ BAKANI ARTHUR BALFOUR, SİYONİST LİDERLERE, FİLİSTİN'DE ''BİR ULUSAL YAHUDİ MERKEZİ'' KURULMASI İÇİN SÖZ VERDİ.

1917

10 ARALIK: İNGİLİZLER, KUDÜS'Ü İŞGAL ETTİ.

1917

İLK DETERJAN KULLANIMININ ALMANYA’DA BAŞLANMASI

1918

11 KASIM: 1. DÜNYA SAVAŞI İHTİLAF DEVLETLERİNİN ZAFERİYLE SONA ERDİ.

1918

MAUSER TÜFEKLERİNİN ALMANLAR TARAFINDAN YAPILMASI

1918

AĞUSTOS: İSPANYOL GRİBİ ADI VERİLEN BİR VİRÜS DÜNYAYA YAYILDI, 8 AY İÇİNDE 20 MİLYON İNSAN ÖLDÜ.

1918

MEHMET REŞAT’IN TAHTTAN İNDİRİLİŞİ- MEHMET VAHDEDDİN ‘İN TAHTA ÇIKIŞI

1919

ATLANTİĞİN HAVADAN AŞILMASI

1919

19 MAYIS: MUSTAFA KEMAL, SAMSUN'A ÇIKARAK, KURTULUŞ SAVAŞI'NI BAŞLATMASI

1919

23 MART: BENİTO MUSSOLİNİ, İTALYAN FAŞİST HAREKETİNİ BAŞLATTI.

1920

8 AĞUSTOS: HİTLER NASYONAL SOSYALİST ALMAN İŞÇİ PARTİSİ'Nİ (NAZİ PARTİSİ) KURDU.

1920

HİDROLİK FRENLERİN ARABA TEKNOLOJİSİNDE KUMLANILMAYA BAŞLANMASI

1920

ABD'DE KADINLARA OY HAKKI VERİLDİ.

1920

AĞUSTOS: MAHATMA GANDHİ, HİNDİSTAN'DA SİVİL İTAATSİZLİK HAREKETİNİ BAŞLATTI.

1920

10 AĞUSTOS: OSMANLI VE İHTİLAF DEVLETLERİ ARASINDA SEVR ANLAŞMASI İMZALANDI, OSMANLI İMPARATORLUĞU PARÇALANDI.

1920

16 OCAK: ABD'DE ALKOLLÜ İÇKİLER YASAKLANDI.

1920

16 EKİM: ÇİN'İN KAN-SOU BÖLGESİNDE DEPREM OLDU, 180 BİN KİŞİ ÖLDÜ.

1920

ELEKTRİK ÜTÜSÜNÜN YAPILMASI

1921

18 ŞUBAT: FRANSIZ ETİENNE OEHMİCHEN İLK HELİKOPTERİ UÇURMAYI BAŞARDI.

1921

27 TEMMUZ: KANADA'DA ENSÜLİN BULUNDU.

1921

SENTETİK İNCİ NİN YAPILMASI

1922

GOBİ ÇÖLÜNDE İLK DİNOZOR YUMURTASININ BULUNMASI

1922

RADYO REKLAMLARININ NEW YORK TA  KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1922

İLK MALL ( ALIŞ VERİŞ MERKEZİ ) NİN AMERİKA’DA SERVİSE SOKULUŞU

1922

BBC NİN KURULUŞU

1922

RAYON MADDESİNİN TEKSTİLDE KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1922

İLK UÇAK GMİSİNİN JAPONLAR TARAFINDAN SERVİSE SOKULMASI

1922

MEHMET VAHDETİN ‘İN YURT DIŞINA KAÇIŞI

1923

KODAK TARAFINDAN YAYGIN KULLANIM İÇİN İLK FİLM MAKİNASININ PİYASAYA ÇIKARILMASI

1923

1 EYLÜL: JAPONYA'DA TOKYO VE YOKOHAMA KENTLERİNDE DEPREM OLDU, 250 BİN KİŞİ ÖLDÜ.

1923

29 EKİM: TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLAN EDİLDİ. HİLAFET KALDIRILARAK, OSMANLI İMPARATORLUĞU TARİHE GÖMÜLDÜ.

1923

İLK ÇELİK LEVHANIN ÜRETİMİ

1924

AMERİKA’DAN İNGİLTERE’YE İLK RESİM VE DÖKÜM ANLARIN ELEKTRONİK OLARAK AKTARILMASI

1924

ELEKTRİKLİ BENZİN POMPALARININ KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1924

KAĞIT MENDİLİN AMERİKA’DA GÜNLÜK  HAYATA KARIŞMASI

1924

İLK HAFİF MAKİNALI TÜFEKLERİN ÇEKOSLOVAKYA’DA YAPILMASI

1925

UZAYIN SINIFLANDIRILMASI TEORİSİNİN HUBBLE TARAFINDAN ORTAYA ATILIŞI

1925

FM FREKANSININ KEŞFİ – EDWIN HAWARD ARMSTRONG

1926

İNGİLTERE’DE İLK TV İSTASYONUNUN YAYINA BAŞLAMASI

1927

VİDEO RECORDER IN LİSANSININ ALINMASI

1927

ÇİN'İN NAN-ŞAN BÖLGESİNDE DEPREM OLDU, 200 BİN KİŞİ ÖLDÜ.

1927

ABD'DE İLK UZUN METRAJLI SÖZLÜ FİLMLER GÖSTERİME GİRDİ.

1927

VOLVO ARABALARIN İSVEÇ’TE YAPILMASI

1928

VİTAMİN C NİN KEŞFİ

1928

KUARTZ KRİSTAL SAATLERİN YAPILMASI

1928

PENİSİLİNİN KEŞFİ- İSKOÇYA,ALEXANDER FLAMING

1929

DÜNYA EKONOMİK KRİZİ - 24 EKİM: NEW YORK BORSASI İFLAS ETTİ.

1929

FOTOĞRAFÇILIKTA İLK TİCARİ FLAŞLARIN KULLANIMA GİRMESİ

1929

SENTETİK SÜNGERİN DUNOLP RUBBER COMPANY TARAFINDAN YAPILMASI

1930

JET MOTORUNUN YAPILMASI

1931

KISA DALGA RADYO DALGALARININ KULLANIMA SOKULMASI

1931

KÖMÜRDEN AKARYAKIT YAPILMASI

1931

FİLİMLERE SES KAYIDININ YAPILMASI

1932

EVLERDE DEVAMLI SICAK SU SİSTEMİNİN İNGİLTERE’DE TESİS EDİLİŞİ

1932

ATOMUN İNGİLİZ JOHN COCKOROFT VE ERNEST WALTON TARAFINDAN PARÇALANIŞI

1933

30 OCAK: ALMAN ULUSAL SOSYALİST PARTİ LİDERİ HİTLER BAŞBAKAN OLDU.

1933

·         5 MART: NAZİLER DACHAU'DA İLK TOPLAMA KAMPINI AÇTILAR.

·         1 NİSAN: ALMANYA'DA NAZİ PARTİSİ YAHUDİLERİ BOYKOT ETME KARARI ALDI.

·         27 NİSAN: NAZİLERE BAĞLI GİZLİ POLİS ÖRGÜTÜ GESTAPO KURULDU.

·         25 TEMMUZ: NAZİLER, ALMAN IRKINI CANLANDIRMAK İÇİN HALKI GÜÇSÜZLERDEN TEMİZLEME KARARI ALDI.

1933

4 MART: ABD BAŞKANI ROOSEVELT, 36 EYALETTE EKONOMİYE CANLILIK KAZANDIRMAK İÇİN ''NEW DEAL'' (YENİ ANLAŞMA) BAŞLATTI.

1933

KROMOZOMLARIN GENETİK AKTARIMDAKİ ROLÜNÜN THOMAS HUNT MORGAN TARAFINDAN ORTAYA ÇIKARILIŞI

1934

2 AĞUSTOS: ALMANYA'DA DEVLET BAŞKANI'NIN ÖLMESİ ÜZERİNE ADOLF HİTLER ÜLKENİN MUTLAK LİDERİ OLDU VE BAŞBAKANLIK, DEVLET BAŞKANLIĞI YETKİLERİNİ ELDE ETTİ.

1934

OTOMATİK VİTESLİ OTOMOBİLLERİN CHRYSLER TARAFINDAN ÜRETİLMESİ

1934

PICK UP  LARIN PİYASAYA ÇIKMASI

1934

6 KASIM: MAO, ÇİN'İN KUZEYBATISINA DOĞRU ÜNLÜ UZUN YÜRÜYÜŞÜ BAŞLATTI. 20 EKİM 1935 TARİHİNDE SONA EREN BU YÜRÜYÜŞ SIRASINDA MAO, KP'NİN FİİLİ ÖNDERİ DURUMUNA GELDİ.

1934

FBI TARAFINDAN PARMAK İZİ ARŞİVİNE BAŞLANMASI

1935

FOTOĞRAF MAKİNALARINA OTOMATİK FLAŞLARIN EKLENMESİ

1935

NAYLONUN İCAT EDİLİŞİ

1935

SOLUNUM VE KALP CİHAZININ YAPILIŞI

1935

MOSKOVA METROSUNUN AÇILIŞI

1936

İLK RADAR CİHAZININ İNGİLTERE’DE KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1936

17 TEMMUZ: İSPANYA'DA GENERAL FRANCO'NUN ÖNDERLİĞİNİ YAPTIĞI ASKERİ İHTİLAL (18 TEMMUZ HAREKETİ) SONUCU İÇ SAVAŞ ÇIKTI. İÇ SAVAŞ 1 NİSAN 1939'DA ''ZAFER GEÇİDİYLE'' SONA ERDİ. 29 EYLÜL 1936'DA FRANCO MİLLİYETÇİ YÖNETİM BAŞKANLIĞINA GETİRİLDİ.

1936

VİTAMİN TABLETLERİNİN PİYASAYA ÇIKIŞI

1936

FLORSAN  LAMBALARIN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1936

DC-3 TİPİ UÇAKLARIN YOLCU TAŞIMACILIĞINDA KULLANILMASI

1937

DİJİTAL BİLGİSAYAR KONUSUNDA HOWARD AITKEN İN ÇALIŞMALARINI YOĞUNLAŞTIRMASI

1937

8 TEMMUZ: JAPONYA, ÇİN'İ SAVAŞ İLAN ETMEKSİZİN İŞGAL ETTİ.

13 ARALIK: MİLLİYETÇİ ÇİN'İN BAŞKENTİ NANKİNG'DE 250.000 ÇİNLİ JAPONLAR TARAFINDAN KATLEDİLDİ.

1937

SITMA HASTALIĞINA KARŞI SAVAŞIN KİNİN SAYESİNDE KAZANILMASI

1938

10 NİSAN: TROÇKİ IV. ENTERNASYONALİ KURDU.

1938

12 MART: ALMAN BİRLİKLERİ AVUSTURYA'YA GİRDİ.

1938

ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜ 10/10

1938

İLK HELİKOPTERİN UÇURULMASI

1938

İLK RENKLİ TELEVİZYON YAYINININ GERÇEKLEŞTİRİLMESİ

1938

ASPRIN İN YAYGIN KULLANIM İÇİN HAZIRLANIŞI

1938

M1 PİYADE TÜFEKLERİNİN AMERİKA’DA ÜRETİMİNİN BAŞLAMASI

1938

TÜKENMEZ KALEMİN LAZO BIRO TARAFINDAN İCAD EDİLMESİ

1939

·         AVUSTURYALI LİSE MEİTNER VE İNGİLİZ OTTO FRİSCH, ÇEKİRDEK BÖLÜNMESİNİ (NÜKLEER FÜZYON) TANIMLADI.

·         FREDERİC JOLİOT-CURİE ZİNCİRLEME NÜKLEER REAKSİYONU BULDU.

·         1 NİSAN: FRANCO MADRİD'E GİRDİ, İSPANYA'DA İÇ SAVAŞ BİTTİ.

·         7 NİSAN: İTALYAN BİRLİKLERİ ARNAVUTLUK'U İŞGAL ETTİ.

1939

·         1 EYLÜL: ALMANYA POLONYA'YI İŞGAL ETTİ VE 2. DÜNYA SAVAŞI BAŞLADI.

·         1 EYLÜL: NAZİLER AKIL HASTALARINA ÖTENAZİ UYGULANMASINI KABUL ETTİLER, ON BİNLERCE İNSAN ÖLDÜ.

·         3 EYLÜL: İNGİLTERE VE FRANSA, ALMANYA'YA SAVAŞ İLAN ETTİLER.

·         17 EYLÜL: SOVYETLER BİRLİĞİ, RİBBENTROP-MOLOTOV ANLAŞMASI'NIN GİZLİ BİR MADDESİ GEREĞİNCE POLONYA'YA SALDIRDI.

1939

GAZETECİLER İÇİN TAŞINABİLİR KAYIT CİHAZLARININ YAPIMI

1939

ORDULARDA KISA DALGA HABERLEŞME SİSTEMİNİN DEVREYE GİRİŞİ

1939

JET UÇAKLARININ YAPIMI

1939

GÜNEŞ ENERJİSİNİN EVLERDE KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1939

DDT NİN İSVİÇRE’DE İCADI

1939

SUPERMARKETLERDE DERİN DONDURULMUŞ GIDALARIN SATIŞA ARZ EDİLMESİ

1940

15 ARALIK: VİCTOR FLEMİNG'İN YÖNETTİĞİ, BAŞROLLERİNİ VİVİAN LEİGH VE CLARK GABLE'IN PAYLAŞTIĞI ''RÜZGAR GİBİ GEÇTİ'' HOLLYWOOD'DA GÖSTERİME GİRDİ.

1940

İLK JEEP İN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1941

POLYESTERİN İCADI

1941

RENKLİ FOTOĞRAF FİLMLERİNİN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1942

KONTROL EDİLEBİLİR NÜKLEER ZİNCİRLEME REAKSİYONUN AMERİKA’DA BAŞARILMASI

1942

AMERİKANIN SAVAŞA GİRİŞİ

1942

NAPALM BOMBASININ HARWARD DA GELİŞTİRİLMESİ

1943

LSD NİN İSVİÇRELİ KİMYAGER ALBERT HOFMAN TARAFINDAN İMAL EDİLİŞİ

1943

DİYALİZ MAKİNASININ HOLLANDA’DA YAPILIŞI

1944

TÜBERKÜLOZ HASTALIĞININ TEDAVİSİNİN YAPILABİLMESİ

1945

ATOM BOMBASININ HİROŞİMA’YA ATILMASI  6/8

1945

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞININ SONU

1946

İLK OTOMATİK ,ELEKTRONİK,SAYISAL BİLGİSAYARIN AMERİKA’DA KULLANIMA GİRMESİ

1945

ARABİSTAN’DA PETROL YATAKLARININ BULUNMASI

1946

10 OCAK: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÖRGÜTÜ'NÜN İLK TOPLANTISI YAPILDI. 13 ŞUBAT'TA NEW YORK, BM'NİN MERKEZİ OLDU.

1946

15 AĞUSTOS: HİNDİSTAN VE PAKİSTAN BAĞIMSIZLIK İLAN ETTİ.

1946

29 KASIM: BM, FİLİSTİN'İN ARAPLAR VE YAHUDİLERCE KURULACAK İKİ DEVLETE BÖLÜNMESİNİ ONAYLADI.

1946

SÜT TOZUNUN YAPILMASI

1946

KARBON TESTİ İLE 80.000 YIL ÜSTÜ ORGANİK TARİHİN YAŞ TESPİTİNİN YAPILMAYA BAŞLANMASI

1946

1 EKİM: NÜRNBERG MAHKEMESİ'NDE SAVAŞ SUÇLULARININ YARGILANMASI BİTTİ.

1946

1946-1949: YUNANİSTAN'DA İÇ SAVAŞ ÇIKTI. ABD'NİN GENİŞ ÇAPLI DESTEĞİYLE KOMÜNİST GERİLLALARIN EYLEMİ DURDURULDU.

1946

“ BIG BANG “ TEORİSİNİN GEORGE GAMOW TARAFINDAN AÇIKLANIŞI

1947

BELL ŞİRKETİNİN TRANSİSTÖRÜ DEVREYE SOKMASI

1947

İLK MICRO WAVE FIRININ PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1947

DENİZDE İLK PETROL ARAMA PLATFORMUNUN MEKSİKA KÖRFEZİNDE KURULMASI

1947

AMERİKA’DA SES DUVARININ AŞILMASI

1948

30 OCAK: HİNDİSTAN'IN BAĞIMSIZLIĞINI KAZANMASINI SAĞLAYAN MAHATMA GANDHİ ÖLDÜRÜLDÜ.

1948

14 MAYIS: DAVİD BEN GOURİON İSRAİL DEVLETİNİ İLAN ETTİ. ARAP ORDUSU YENİ DEVLETE SAVAŞ AÇTI. SAVAŞ 13 OCAK 1949'A KADAR SÜRDÜ.

1948

10 ARALIK: PARİS'TE TOPLANAN BM GENEL KURULU, İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİNİ KABUL ETTİ.

1948

POLOROID CAMERA NIN YAPILMASI

1948

TEFLON UN DU PONT FİRMASI TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLÜŞÜ

1949

1 OCAK: MAO, ÇİN HALK CUMHURİYETİNİ KURDU.

1949

4 NİSAN: NATO KURULDU.

1949

RENKLİ TELEVİZYONLARIN LONDRA DA PİYASAYA SÜRÜLÜŞÜ

1949

TAFTED TİPİ HALININ PİYASAYA SÜRÜLÜŞÜ

1949

İLK FOTOKOPİ MAKİNASININ KUMLANILMAYA BAŞLAMASI

1950

·         19 HAZİRAN: KORE SAVAŞI BAŞLADI.

·         15 EYLÜL: ABD KORE'YE ÇIKARMA YAPTI. 29 EYLÜL'DE SEUL İŞGAL EDİLDİ.

·         7 EKİM: ÇİN BİRLİKLERİ TİBET'İ İLHAK ETTİLER.

1950

İLK ÖDEMELİ TV YAYINININ NEW YORK TA SERVİSE GİRİŞİ

1950

İLK TEYP CİHAZININ SONY TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1950

SÜNNİ DÖLLENME USULÜ İLE İNEKLERDE DOĞUMUN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ

1950

İLK KREDİ KARTININ DINERS CLUP TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLÜŞÜ

1950

KOMÜNİZME KARŞI SOĞUK SAVAŞIN BAŞLATILMASI

1951

24 KASIM: KAPTAN COUSTEAU, CALYPSO OKYANUS GEMİSİYLE İLK YOLCULUĞUNA ÇIKTI. COUSTEAU, MERCAN RESİFLERİNİ İNCELEMEK ÜZERE KIZILDENİZ'E AÇILDI.

1951

İLK NÜKLEER ENERJİ İSTASYONUNUN KURULUŞU

1952

MARSHALL ADALARINDA, ABD TARAFINDAN YAPILAN İLK HİDROJEN BOMBASI PATLADI.

1953

İLK BÖBREK NAKLİNİN PARİS’TE YAPILMASI

1953

İLK SÜPERSONİK SAVAŞ UÇAKLARININ YAPIMI

1953

İLK SU ALTI KAMERASININ YAPIMI

1953

İLK SİNEMASKOP FİLİMİN GÖSTERİME GİRİŞİ

1954

FRANSIZ PİERRE LEPİNE VE AMERİKALI JONAS EDWARD SALY ÇOCUK FELCİ AŞISINI BULDULAR.

1954

17 MAYIS: ABD YÜKSEK MAHKEMESİ DEVLET OKULLARINDA IRK AYRIMINI YASAKLADI.

1954

AMERİKA’DA KIZIL ÖTESİ KAMERALARIN KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1955

İLK FAST-FOOD LOKANTA, MAC DONALD'S, ABD'DE AÇILDI.

1955

HOWERCRAFT DENİZ ARAÇLARININ YAPIMI

1955

DERİN DONDURUCULARIN AMERİKAN EVLERİNDE KULLANIMA GİRİŞİ

1955

SENTETİK ELMASIN ENDÜSTRİDE KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1955

FİBER OPTICS TEKNOLOJİSİNİN KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1955

BUHARLI ÜTÜNÜN YAPILMASI

1956

PASLANMAZ ÇELİKTEN WİLKINSON TRAŞ BIÇAĞININ YAPILMASI

1956

BANKACILIK İŞLEMLERİNDE BİLGİSAYARIN KULLANIMA GİRİŞİ

1956

MASAÜSTÜ BİLGİSAYARLARIN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1956

İLK ELEKTRONİK SAATLERİN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1957

İLK RENKLİ VİDEO NUN KULLANIMI

1958

NASA NIN KURULUŞU

1958

RADYASYON TEHLİKESİNE KARŞI ÖNLEM ALINMAYA BAŞLANMASI

1959

2 OCAK: FİDEL CASTRO KÜBA'DA İKTİDARI ELE GEÇİRDİ.

1959

TRANSİSTÖRLÜ TELEVİZYONUN SONY FİRMASI TARAFINDAN YAPILMASI

1959

RUSLARIN İLK UZAY ARACI “ LUNA 1 “ I  DÜNYA YÖRÜNGESİNE OTURTMALARI

1959

KUZEY DENİZİNDE GAZ VE PETROL YATAKLARININ BULUNUŞU

1969

POLARİS FÜZELERİNİN KUMLANILMAYA BAŞLAMASI

1960

RUSLARIN UZAY ARAŞTIRMALARINDA 2 KÖPEĞİ UZAYA GÖNDEREREK CANLILARIN UZAY ORTAMINDA TEST EDİLMELERİNİ DENEMELERİ

1960

IBM 7090 MODELİ BİLGİSAYARLARIN ÜNİVERSİTELERDE KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1960

9 MAYIS: DOĞUM KONTROL HAPI ABD'DE SATIŞA SUNULDU.

1960

8 KASIM: JOHN FİTZGERALD KENNEDY ABD'DE 35. BAŞKAN SEÇİLDİ.

1960

PETROL ÜRETEN ÜLKELERİN OPEC ‘İ KURUŞU

1960

DİKEY KALKAN UÇAKLARIN YAPILIŞI

1961

11 MAYIS: J.F KENNEDY, ABD ORDUSUNUN VİETNAM'A MÜDAHALE PROGRAMINA ONAY VERDİ.

1961

ASTRONOTLU İLK UZAY ARACININ RUSLAR TARAFINDAN FIRLATILIŞI

1962

1 OCAK: ÜNLÜ MÜZİK TOPLULUĞU BEATLES, İLK PLAĞININ KAYDINI YAPTI.

1962

SİLİKONUN GÖĞÜS BÜYÜTMEDE KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1963

22 KASIM: J.F. KENNEDY, DALLAS'TA ÖLDÜRÜLDÜ.

1963

YAPAY KALBİN YAPILMASI

1963

UZAYA İLK KADIN ASTRONOTUN ÇIKIŞI

1964

2 HAZİRAN: FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ (FKÖ) KURULDU.

1964

AĞUSTOS: ABD VİETNAM'A GİRDİ.

1964

ŞEMPANZE KALBİ TAKILAN BİR HASTANIN 1 SAAT SÜRE İLE YAŞATILMASI

1965

SOVYET ASTRONOTLARIN UZAYDA YÜRÜYÜŞÜ

1965

İLK TERMİNALLİ BİLGİSAYARLARIN KULLANIMA GİRİŞİ

1965

KONTEYNIR TAŞIMACILIĞININ BAŞLAMASI

1966

16 AĞUSTOS: ÇİN'DE KÜLTÜR DEVRİMİ BAŞLADI.

1966

CEP HESAP MAKİNALARININ PİYASAYA ÇIKIŞI

1966

RUS UZAY ARACININ İNSANSIZ AYA İNİŞİ

1967

TELSİZ TELEFONLARIN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1967

9 EKİM - KÜBA DEVRİMİNİN ÖNDERLERİNDEN ERNESTO ''CHE'' GUEVARA ÖLDÜ.

1967

3 ARALIK - GÜNEY AFRİKA'DA DOKTOR CHRİSTİAN BARNARD TARAFINDAN İLK KALP NAKLİ YAPILDI.

1987

FRZBY OYUNUNUN SALGINLAŞMASI

1968

EL YAZISINI OKUYAN MAKİNA NIN YAPILMASI

1968

KENDİ HATASINI DÜZELTEN BİLGİSAYARIN YAPILMASI

1968

RUSLAR TARAFINDAN AYA GİDİP DÖNEBİLEN UZAY ARACININ YAPILMASI

1968

PARİS’TE ÖĞRENCİ HAREKETLERİNİN BAŞLAMASI VE DÜNYA GENELİNE YAYILMASI

1968

ALASKA PETROLLERİNİN KEŞFİ

1969

APOLLO II NİN ASTRONOTLARI İLE BİRLİKTE AYA İNİŞİ- 20 / 6 ( NAIL ARMSTRONG )

1969

3 ŞUBAT: EL-FETİH HAREKETİNİN LİDERİ YASER ARAFAT, FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ BAŞKANLIĞINA SEÇİLDİ.

1969

1 EYLÜL: LİBYA'DA MUAMMER KADDAFİ'Yİ İKTİDARA GETİREN HÜKÜMET DARBESİ YAPILDI.

1969

İLK ÇANAK ANTENLERİN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1969

SİLAHSIZLANMA GÖRÜŞMELERİNİN BAŞLAMASI

1969

İNGİLİZLERİN KUZEY DENİZİNDE PETROL BULMASI

1969

HABERLEŞME UYDUSUNUN YÖRÜNGEYE OTURTULMASI

1970

30-31 MAYIS: PERU'DA DEPREM OLDU, 64 BİN KİŞİ ÖLDÜ.

1970

12-13 KASIM: PAKİSTAN'DA KASIRGA VE DEPREM DALGASI... 500 BİNDEN FAZLA İNSAN ÖLDÜ.

1970

METEOROLOJİ UYDUSUNUN AMERİKALILAR TARAFINDAN YÖRÜNGEYE OTURTULMASI

1970

NORMAL OLARAK KULLANILAN PROTEZ AYAĞIN YAPILMASI

1970

FLOPY DISC ‘LERİN PİYASAYA ÇIKIŞI

1970

İNSAN YAPISI GENİN YAPILMASI

1971

3 TEMMUZ: JAZZ'IN KRALI LOUİS ARMSTRONG ÖLDÜ.

1971

SİLİKON VADİSİ KONSEPTİNİN BİLGİSAYAR DÜNYASINDA OLUŞMASI

1971

MARINER 9 UN MARSIN YÖRÜNGESİNE OTURRTULMASI VEMARS TAN İLK GÖRÜNTÜLERİN ALINMASI

1971

SİGARANIN ZARARINA KARŞI İNGİLTERE’DE KAMPANYA BAŞLATILMASI

1971

İLK LAZER OKUYUCULU DİSK İN PHILIPS TARAFINDAN PİYASAYA ÇIKARILMASI

1972

İLK RENKLİ VİDEO KAMERANIN SONY TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLÜŞÜ

1972

ATARI NİN YAPILMASI

1972

AMERİKA’DA DDT NİN KULLANIMININ YASAKLANMASI

1973

27 ARALIK: ABD İLE VİETNAM ARASINDA ATEŞKES ANLAŞMASI İMZALANDI, SON ABD KUVVETLERİ VİETNAM'I 29 MART'TA TERK ETTİ.

1973

16 EKİM: PETROL İHRAÇ EDEN ÜLKELER ÖRGÜTÜ (OPEC), PETROL FİYATLARINI YÜZDE 70 ARTTIRMAYA KARAR VERDİ. İLK PETROL ŞOKU.

1973

HABERCİLİKTE ENG KAMERALARININ KULLANILMAYA BAŞLANMASI

1973

AMERİKA’DA UYDU ARACILIĞI İLE TELEVİZYON YAYINININ GERÇEKLEŞTİRİLMESİ

1973

İNGİLTERE’DE TELETEX YAYINININ BAŞLAMASI

1973

SKYLAB IN  YÖRÜNGEYE YERLEŞTİRİLMESİ

1974

DÜNYANIN EN YÜKSEK BİNASI OLAN ( 500 M ) TORONTO KULESİNİN İNŞASI

1974

ATLANTA’DA GÜNEŞ ENERJİSİ İLE ÇALIŞAN İLK KLİMALI BİNANIN YAPILMASI

1974

·         -15 TEMMUZ: MAKARİOS'U KAÇMAYA ZORLAYAN YUNAN ASKERLERİ DARBE YAPTI.

·         -20 TEMMUZ: TÜRKİYE, KIBRIS'TA BARIŞ HAREKATINI GERÇEKLEŞTİRDİ.

1974

13 KASIM: YASER ARAFAT İLK KEZ BM GENEL TOPLANTISINDA KONUŞTU.

1975

·         13 NİSAN: LÜBNAN'DA İÇ SAVAŞ ÇIKTI, 14 YIL SÜREN SAVAŞ NEDENİYLE 100 BİNDEN FAZLA İNSAN YAŞAMINI YİTİRDİ.

·         17 NİSAN: KIZIL KHMERLER, PHNOM PENH'E SALDIRI DÜZENLEDİLER VE DEMOKRATİK KAMPUÇYA HÜKÜMETİ'Nİ KURDULAR.

·         30 NİSAN: VİETNAM SAVAŞI SONA ERDİ, SAYGON KURTULDU.

1975

OXFORD DA BİR TAVŞANIN KOLONLANMASI

1975

APOLLO VE SOYUZ ASTRONOTLARININ ORTAK BİR PROJEDE ÇALIŞMASI

1975

SIVI KRİSTAL EKRANLARIN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1976

VIKINK UZAY ARACININ MARSA İNİŞİ

1976

·         28 TEMMUZ: ÇİN'İN TANGŞAN KENTİNDE ŞİDDETLİ DEPREM OLDU. BATILI UZMANLARA GÖRE DEPREMDE 700 BİN, RESMİ KAYNAKLARA GÖRE 242 BİN KİŞİ ÖLDÜ.

·         9 EYLÜL: ÇİN DEVLET BAŞKANI MAO ÖLDÜ.

1076

CONCORD UÇAKLARININ SEFERE BAŞLAMASI

1977

NÖTRON BOMBASININ YAPILIŞI

1978

WORD STAR PROGRAMININ MICROSOFT TARAFINDAN YAPILIŞI

1978

OTOMATİK FOKUS YAPAN FOTOĞRAF MAKİNALARININ KONICA TARAFINDAN DEVREYE SOKULMASI

1979

1 OCAK: İMAM HUMEYNİ, 16 YILLIK SÜRGÜNDEN SONRA TAHRAN'A DÖNDÜ. 11 ŞUBAT'TA İRAN İSLAM CUMHURİYETİ İLAN EDİLDİ.

1979

24 ARALIK: SOVYET BİRLİKLERİ AFGANİSTAN'A GİRDİ.

1979

LAZER YAZICILARIN KULLANIMA GİRİŞİ

1980

YENİ BİR HASTALIK BELİRLENDİ: AIDS.

1980

17 EYLÜL: IRAK DEVLET BAŞKANI SADDAM HÜSEYİN, CEZAYİR'DE 1975'TE İRAN İLE İMZALANAN ANLAŞMAYI GEÇERSİZ İLAN ETTİ. 22 EYLÜL'DE IRAK ORDUSU İRAN'A SALDIRDI. İKİ TARAF DA KARŞILIKLI HAVA SALDIRISINA BAŞLADI.

22 EYLÜL: İRAN-IRAK SAVAŞI BAŞLADI.

1980

 İLK CAMCORDER IN SONY TARAFINDAN YAPILMASI

1980

İLK HARD DISC İN YAPILMASI

1980

İLK CD NİN PİYASAYA ÇIKIŞI

1980

İLK DEFA ULUSLARARSI FAX İLE HABERLEŞMENİN YAPILMASI

1980

SONY TARAFINDAN WALKMEN KAST ÇALARIN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1980

MS DOS ÜZERİNE MICROSOFT UN ÇALIŞMAYA BAŞLAMASI

1980

TÜRKİYE’DE LİBERAL EKONOMİYE GEÇİŞ DÖNEMİNİN BAŞLANGICI

1981

İLK PC NİN IBM TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1981

İLK TAŞINABİLİR BİLGİSAYARIN YAPILMASI

1981

MEHMET ALİ AĞCA 13 MAYIS TA : PAPA JEAN-PAUL II'YE ST-PİERRE MEYDANINDA SUİKAST GİRİŞİMİNDE BULUNULDU.

1981

FIBER OPTİK AYDINLATMANIN YAPILMAYA BAŞLANMASI

1982

COMMODORE 64 ÜN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1982

KANSER YAPAN GENLERİN KEŞFİ

1982

YAPAY KALBİN YAPILMASI VE BUNUNLA BİR HASTANIN 112 GÜN DAHA YANŞATILMASI

1982

DISC-KASET FOTOĞRAF FİLİMİNİN KODAK TARAFINDAN PİYASAYA ÇIKARILIŞI

1983

SESLE KUMANDA EDİLEBİLEN KAMERA NIN MINOLTA TARAFINDAN YAPILMASI

1984

MACINTOSCH BİLGİSAYARLARININ APPLE TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1984

DONDURULMUŞ ENBİRYODAN NORMAL DOĞUMUN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ

1984

EL VE KOL TELEVİZYONLARININ JAPON FİRMALARI TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1985

ILDIZ HALI ÇİFTLİĞİNİN KURULMASI

1985

YUMUŞAK LENS LERİN YAPILMASI

1985

3 BOYUTLU TELEVİZYONUN YAPILMASI

1985

SABUN VEYA DETERJANSIZ ULTRASONİK DALGA İLE TEMİZLİK YAPAN ÇAMAŞIR MAKİNASININ YAPILMASI

1985

OZON DELİĞİNİN KUZEY KUTBUNDA FARK EDİLİŞİ

1985

KONUŞAN BİLGİSAYARIN YAPILMASI

1985

HEWLETT PACKARD TARAFINDAN LAZER PRINTER IN YAPILMASI

1985

LAZER SİLAHININ YAPILMASI

1985

RESİMLERİN DIJITAL ORTAMA TAŞINMASI VE BASKI ALINABİLMESİ

1986

WINDOWS UN MICROSOFT TARAFINDAN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

1986

26 NİSAN: ÇERNOBİL NÜKLEER SANTRALİNDE KAZA MEYDANA GELDİ. 30 KİŞİ ÖLDÜ. ÇEVREDE OTURAN 48 BİN KİŞİ TAHLİYE EDİLDİ.

1986

ELEKTRONİK ANSİKLOPEDİNİN DEVREYE GİRMESİ

1986

İLK ELEKTRONİK SARI SAYFANIN İTALYA’DA DEVREYE SOKULMASI

1986

DNA YAPISININ TEMEL YAPI BELİRLEYİCİSİ OLARAK KULLANILMAYA BAŞLAMASI

1986

ORGAN BAĞIŞININ YAYGINLAŞMASI

1986

İNSAN YAPIMI İLK İNSAN DERİSİNİN CERRAHİDE KULLANIMI

1987

28 TEMMUZ: ABD, SSCB'NİN ÖNERİSİNİ KABUL ETTİ, ASYA VE AVRUPA'DA KONUŞLANDIRILMIŞ VE MENZİLİ 500-5 BİN 500 KİLOMETRE OLAN BÜTÜN FÜZELER İMHA EDİLDİ.

1987

AIDS TESTİNİN PRATİK OLARAK YAPILMAYA BAŞLANMASI

1987

ASİT YAĞMURLARI İÇİN ÇÖZÜM ARAYIŞLARININ BAŞLAMASI

1988

8 ŞUBAT: SSCB DEVLET BAŞKANI GORBAÇEV, CENEVRE'DE AFGANİSTAN VE PAKİSTAN ARASINDA İMZALANAN ANLAŞMA UYARINCA SOVYET BİRLİKLERİNİN 15 MAYIS'TAN İTİBAREN 10 AY İÇİNDE AFGANİSTAN'DAN ÇEKİLECEĞİNİ AÇIKLADI.

1988

SONY FİRMASI TARAFINDAN VİDEO WALK-MAN İN PİYASAYA SÜRÜLÜŞÜ

1988

BİLGİSAYAR VİRÜSÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI

1988

DÜŞÜK YAPMA HAPININ KULLANIMA GİRİŞİ

1989

26 MART: SSCB'DE 1917'DEN BERİ İLK MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ YAPILDI.

1989

9 KASIM: BERLİN DUVARI YIKILDI.

1989

22 ARALIK: ROMANYA'DA DİKTATÖR NİKOLAİ ÇAVUŞESKU DEVRİLDİ VE EŞİYLE BİRLİKTE İDAM EDİLDİ.

1989

23 OCAK: İSPANYOL SÜRREALİST RESSAM SALVADOR DALİ ÖLDÜ.

1990

BİLGİSAYAR KULLANIMININ YAYGINLAŞMASI

1990

11 ŞUBAT: 27 YIL TUTSAK KALAN GÜNEY AFRİKALI SİYAH LİDER NELSON MANDELA ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞTU.

1990

2 AĞUSTOS: SADDAM HÜSEYİN'İN BİRLİKLERİ KUVEYT'İ İŞGAL ETTİ

1990

3 EKİM: İKİ ALMANYA BİRLEŞTİ.

1991

17 OCAK: KÖRFEZ SAVAŞI BAŞLADI, 28 ŞUBAT'TA IRAK'IN YENİLGİSİYLE SONA ERDİ.

1991

25 HAZİRAN: YUGOSLAVYA'DA İÇ SAVAŞ BAŞLADI, SLOVEN YA VE HIRVATİSTAN TEK YANLI OLARAK BAĞIMSIZLIK İLAN ETTİLER.

1991

21 ARALIK: GÜRCİSTAN DIŞINDAKİ 11 DEVLET TARAFINDAN İMZALANAN BİR ANLAŞMAYLA SSCB'YE SON VERİLDİ. BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU KURULDU, DEVLET BAŞKANI GORBAÇEV 4 GÜN SONRA İSTİFA ETTİ.

1992

İSRAİL’DE BULUNAN KALINTILAR SAYESİNDE İNSAN SOYUNUN 92.000 YAŞINDA OLDUĞUNUN ANLAŞILMASI

1992

16 OCAK: SALVADOR'DA GERİLLALAR VE HÜKÜMET ARASINDA BARIŞ ANLAŞMASI İMZALANDI, İÇ SAVAŞ 75 BİN KİŞİNİN ÖLÜMÜNE NEDEN OLDU.

1993

23-28 MAYIS: KAMBOÇYA'DA, 25 YILDAN BERİ İLK KEZ, BM'NİN KORUYUCULUĞUNDA DÜZENLENEN İLK DEMOKRATİK SEÇİMLER YAPILDI.

1993

13 EYLÜL: OSLO'DA GİZLİ GÖRÜŞMELER YAPAN FKÖ VE İSRAİL YÖNETİMİ, FİLİSTİN'E ÖZERKLİK TANIYAN BİR BİLDİRİ İMZALADILAR. BEYAZ SARAY'DA YASER ARAFAT VE İZAK RABİN EL SIKIŞTILAR.

1994

26-29 NİSAN: GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ'NDE HER IRKTAN İNSANIN KATILDIĞI İLK SEÇİMLER YAPILDI.

1994

6 MAYIS: MANŞ DENİZİNİN ALTINDAKİ TÜNEL AÇILDI.

1994

1 TEMMUZ: YASER ARAFAT, FİLİSTİN TOPRAKLARINA GERİ DÖNDÜ VE GAZZE'DE FİLİSTİN ÖZERK YÖNETİMİNİ KURDU.

1995

MICROSOFT TARAFINDAN WINDOWS 95 PROGRAMI PİYASAYA SÜRÜLDÜ

1996

27 EYLÜL: TALİBAN MİLİSLERİ KABİL'İ ZAPTETTİLER.

1996

29 ARALIK: GUATEMALA'DA HÜKÜMET VE DEVRİMCİ GERİLLALAR ARASINDA, 36 YIL SÜREN VE 100 BİN KİŞİNİN ÖLÜMÜNE SEBEP OLAN İÇ SAVAŞTAN SONRA BARIŞ ANLAŞMASI İMZALANDI.

1997

1 TEMMUZ: HONG KONG ÇİN YÖNETİMİNE DEVİR OLDU.

1998

23 MART: KANADALI YÖNETMEN JAMES CAMERON'UN ''TİTANİC'' FİLMİ 11 DALDA OSCAR ALDI VE SİNEMA TARİHİNİN GİŞE HASILATI EN YÜKSEK FİLMİ OLDU.

1998

10 NİSAN: KUZEY İRLANDA'DAKİ KATOLİK VE PROTESTANLAR ARASINDA BELFAST'TA BARIŞ ANLAŞMASI İMZALANDI.

1998

15 EYLÜL: ABD'DE NİSAN'DA PİYASAYA SÜRÜLEN İKTİDARSIZLIK HAPI VİAGRA, AVRUPA'DA YASALLAŞTI.

1999

16 ŞUBAT: TERÖR ÖRGÜTÜ PKK'NIN BAŞI ABDULLAH ÖCALAN, TÜRK GÜVENLİK KUVVETLERİ TARAFINDAN KENYA'NIN BAŞKENTİ NAİROBİ'DE YAKALANDI.

1999

27 MAYIS: ULUSLARARASI SAVAŞ SUÇLARI MAHKEMESİ, YUGOSLAVYA DEVLET BAŞKANI SLOBODAN MİLOSEVİÇ'İ KOSOVA'DAKİ VAHŞETİN SORUMLUSU OLMAKLA SUÇLADI.

1999

20 HAZİRAN: NATO'NUN KOSOVA'YA DÜZENLEDİĞİ OPERASYON, SIRP BİRLİKLERİNİN KOSOVA'DAN ÇEKİLMESİ ANLAŞMASIYLA SONA ERDİ.

1999

17 AĞUSTOS: MARMARA'DA 7.4 BÜYÜKLÜĞÜNDE DEPREM MEYDANA GELDİ: 17 BİN 118 ÖLÜ.

2000

MICROSOFT OFFİCE 2000 İN PİYASAYA SÜRÜLMESİ

2001

TÜRKİYENİN EKONOMİK KRİZE GİRİŞİ

2001

11 EYLÜL DE TERÖRİSTLERİN NEW YORK TA DÜNYA TİCARET  İKİZ KULELERİNE SALDIRMASI ,BU SALDIRININ ARDINDAN USA NIN AFGANİSTAN’A SALDIRIŞI

 

 

 

 

 

NOT:  ZAMANDA YOLCULUĞUN SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ VE BAZI ANA HAT YORUMLARI :

 

1.   MEDENİYET MEZOPOTAMYA’DA DOĞUP,BURADAN HEM MISIR,HEM ANADOLU HEM DE ÇİN İSTİKAMETİNE YOL ALIYOR - MÖ 5000 - 600 MEŞALENİN MEZOPOTAMYA’DA OLDUĞUNUN KABUL EDİLDİĞİ YILLAR.

2.   MEDENİYET MEŞALESİNİN MEZOPOTAMYA’DAN SONRA EN PARLAK OLDUĞU YER MISIR OLARAK ORTAYA ÇIKIYOR MÖ: 3000- 30 YILLARI ARASINDA MEDENİYET MEŞALENİN AĞIRLIKLA MISIR'DA OLDUĞUNU VAR SAYMAK GEREKİR..

3.   MEDENİYET MEŞALESİNİN YUNANİSTAN’DA OLDUĞU YILLAR MÖ: 700 - 100

4.   MEDENİYET MEŞALESİNİN ROMA İMPARATORLUĞUNDA OLDUĞU YILLAR MÖ: 300 İLA  MS : 476

5.   MEDENİYET MEŞALESİNİN ÇİN’DE OLDUĞU YILLAR MÖ: 550 - MS : 1200

6.   MEDENİYET MEŞALESİNİN MÜSLÜMANLARDA ( ARAPLARDA ) OLDUĞU YILLAR MS: 700 - 1300

7.   MEDENİYET MEŞALESİNİN SELÇUKLU VE OSMANLILARDA OLDUĞU YILLAR MS: 1300 - 1700

8.   MEDENİYET MEŞALESİNİN AVRUPA’DA OLDUĞU YILLAR MS : 1600 - 1945

9.   MEDENİYET MEŞALESİNİN AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNE GEÇİŞİ MS : 1945 - 2001

 

YUKARIDA HER NE KADAR MEDENİYETİN DEVİR TESLİMİ İLE İLGİLİ TARİHLER VERİLMEK İSTENMİŞSE DE, BU TARİHLER ARASINDA MEDENİYET MEŞALESİNİN AYNI ZAMANDA BİRKAÇ YERDE IŞILDADIĞI DA MUHAKKAKTIR. YANİ FALAN TARİHTEN FİLAN TARİHE KESİN BİR KARANLIK VEYA KESİN BİR AYDINLIK SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. BU TARİHLER ARASINDA LİDERLİĞİN EL DEĞİŞTİRDİĞİNİ SÖYLEMEKLE TARİHİN  AKIŞINA DAHA ANLAMLI BİR BOYUT GETİREBİLİRİZ..YANİ YUKARIDAKİ TARİHLER BİR YERDE BAYRAK DEVİR TESLİMİ SIRASI HAKKINDA BİR FİKİR VERMEKTEDİR.

 

 

UMARIM ZAMANDA YOLCULUĞUNUZ ZEVKLİ GEÇMİŞTİR.

 

HOŞÇA KALIN

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

 

TÜRK TOPLUMUNUN ATEŞLENİŞİNİN KRONOLOJİSİ

NEDEN AŞAĞIDAKİ TABLO,bizim öğretimiz ve yaşam tarzımızın hiç bir din ve inançla direkt bağlantısı olmamasına rağmen Türk toplumunun Müslümanlığın etkisi ile fişeklendiğini belirtmek için gündeme getirdik. Şaman olan Türk boylarının Müslümanlıktan sonra bir kuvvet olarak belirip,Asya içleri,kuzey Hindistan,Çin,İran,Ortadoğu, Kuzey Afrika,Anadolu ve doğu Avrupa’da Viyana’ya kadar topraklarda  tutuna bilme nedenlerini bir temele dayandırmak için tabloyu böyle oluşturduk. Bu ışığın Endülüs yolu ile İspanya’dan Avrupa’ya sıçrayarak,orada Rönesans’ın temellerini attığı da bilinen bir gerçektir.Biz Türk milliyetçisi de değiliz. Çizgimizi belirtmek için ulusça bilinen bir örnekten yola çıkmak,amacımızı daha iyi anlatmak için bu yolu seçtik.

 

 

 

 

7-  476

BATI ROMANIN YIKILIŞI

8-  520

HİNTLİ MATAMATİKCİLERİN DESİMAL SİSTEMİ OLUŞTURMALARI

9-  532

AYA SOFYA KİLİSESİNİN İSTANBULDA İNŞASI

571

HAZİRETİ MUHAMMEDİN DOĞUŞU

610

HAZİRETİ MUHAMMET’E İLK AYETLERİN İNMEYE BAŞLAMASI

622

27 Eylül  HAZİRETİ MUHAMMEDİN MEDİNE’YE GELİŞİ

627

HENDEK SAVAŞI

661

EMEVİ DEVLETİNİN KURULUŞU

750

EMEVi DEVLETNiN ÇÖKÜŞÜ

750

ABBASİ DEVLETİNİN KURULUŞU

756

ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİNİN KURULUŞU

800

ARAP TACİRLERİN KÂĞIT YAPIM TEKNİĞİNİ SEMERKANTTAN ALI

ARABİSTAN’A TAŞIMALARI

868

İLK BİLİNEN BASILMIŞ KİTAP OLAN "ELMAS SATURA "NIN ÇİNİDE BASIMI

910

İLK KAĞIT PARANIN ÇİN’DE TEDAVÜLE ÇIKARILIŞI

1026

MÜZİKTE NOTA SİSTEMİNİN OLUŞTURULMASI

1071

MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞI- TÜRKLERE ANADOLU KAPILARININ AÇILMASI

1075

AHMET  YASEVİ’NİN DOĞUŞU

1094

ÇALAR SAATİN ÇİN’DE YAPILMASI

1200

CENGİZ HANIN MOĞOL İMPARATORLUĞUNU KURULUŞU- PUSULANIN GELİŞTİRİLMESİ - KAĞIT YAPIM TEKNİĞİNİN ÇİNDEN TÜRKLERE ORADAN DA ARAPLARA,ARAPLARDAN DA AVRUPA’YA GEÇİŞİ İLE AVRUPA’NIN KAĞITLA TANIŞMASI

1207

MEVLANA’NIN BELH TE DOĞUŞU

1221

YANGIN BOMBASININ ÇİN’DE YAPILMAYA BAŞLANMASI

1232

BARUTUN MOĞOLLAR TARAFINDAN HARP MALZEMESİ OLARAK KULLANILMASI

1240

YUNUS EMRE NİN DOĞUMU

1241

MOĞOLLARIN BARUTU MACARLARA KARŞI BUDAPEŞTE DE KULLANMALARI

1248

HACI BEKTAŞİ VELİ NİN HORASANDA DOĞUŞU

1258

ABBASİ DEVLETİNİN ÇÖKÜŞÜ

1453

AHİLİK SİSTEMİNİN FATİH DÖNEMİNDE LAĞV EDİLMESİ

1500

RÖNESANS’IN FİLİZLENİŞİ

1923

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULUŞU VE MODERN EĞİTİM METHODLARININ BENİMSENİŞİ

1948

KÖY ENÜSTÜLERİNİN KURULUŞU

1985

GEL OKULUNUN KURLUŞU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GEL OKULUNUN DOĞUŞU VE ALINAN YOL

 

 

MEZOPOTAMYA VE MISIR KÜLTÜRÜNÜN OLUŞMASI VE BU BİRİKİMİN DOĞU VE BATIYA YAYILIŞININ BAŞLANGIÇ SÜRECİNİN BAŞLAMASI

1250

MUSA PEYGAMBERİN İSRAİLLİLERİ MISIRDAN ÇIKARMASI – TURUVA SAVAŞLARI

900-600

TEVRAT IN ORTAYA ÇIKIŞI

754

ROMANIN İMPARATORLUĞUNUN DOĞUŞU ,ROM ULUS ÜN BAŞA GEÇMESİ

700

ANTİK YUNANDA BİLİM DEVRİNİN BAŞLAYIŞI- PARANIN FİNİKELİLER TARAFINDAN KULLANILMAYA BAŞLAMASI

563-483

BUDİZMİN ORTAYA ÇIKIŞI

551-479

KONFİÇYUS İNANCININ ORTAYA ÇIKIŞI

470-399

SOKRATIN  FESEFESİNİ  YAYIŞI

0

İSANIN DOĞUŞU

313

ROMA İMPARATORU KONSTANTİN İN HIRİSTİYANLIĞI KABUL ETMESİ

476

BATI ROMANIN YIKILIŞI

571

HAZİRETİ MUHAMMEDİN DOĞUŞU

661

EMEVİ DEVLETİNİN KURULUŞU

750

ABBASİ DEVLETİNİN KURULUŞU

1071

MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞI- TÜRKLERE ANADOLU KAPILARININ AÇILMASI

1075

AHMET  YASEVİ’NİN DOĞUŞU

1207

MEVLANANIN BELH TE DOĞUŞU

1240

YUNUS EMRE NİN DOĞUMU

1248

HACI BEKTAŞI VELİ NİN HORASANDA DOĞUŞU

1500

AVRUPADA RÖNESANSIN DOĞUŞU

1923

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULUŞU VE MODERN EĞİTİM METHODLARININ BENİMSENİŞİ

1948

KÖY ENÜSTÜLERİNİN KURULUŞU

1985

GEL OKULUNUN KURULUŞU

 

 

  GEL “ Dergahı yukarıdaki tablo da görüldüğü gibi planetimiz dünyanın ve bu planette yaşayan insanlığın 14 milyar yılda Mezopotamya da ve Mısırda odaklanan görgü bilgi birikiminin aktarma kanalının son halkasıdır. Bu okul devir aldığı bu görevi öğrencileri vasıtası ile de sonsuza aktarılacak bilgi ana arterinin temel taşlarından biridir.

 

GÖREV, insanlığın bunca yılda biriktirdiği bilgiyi gelecek kuşaklara yılların süzgecinden geçmiş olarak duru temiz ve asıl maksada hizmet etmek gayesi ile aktarmaktır.

 

HEDEF, agresif olmayan,çalışkan,zevkli,üretmesini ve yaşamasını bilen doyumsuzluğu aşmış,mutlu  insan yetiştirmektir.

 

BİLGİ, kuvvettir. İnsanlık onca yıl bilgi birikimi için çaba, enerji saffetmiş bu bilgi ve görgüde sarf edilen bu enerji yoğunlaşmış ve muhafaza edilmiştir. Bilgi aktarımı ile bu yoğunlaşmış enerjinin aktarıldığı ve bunun da bir silah gibi kuvvete döndüğü inancındayız.

 

SEÇİCİ OLMAK,bilginin kuvvet ve silah olma özelliği taşıması bizi seçici olmaya yöneltmekte sadece vasıflı kişilerin bu imkana ve bu kuvvete kavuşmalarının topluma daha iyi bir ahenk getireceği düşüncesindeyiz.

 

NEDEN YUKARIDAKİ TABLO,bizim öğretimiz ve yaşam tarzımızın hiç bir din ve inançla direkt bağlantısı olmamasına rağmen Türk toplumunun Müslümanlığın etkisi ile fişeklendiğini belirtmek için gündeme getirdik. Şaman olan Türk boylarının Müslümanlıktan sonra bir kuvvet olarak belirip,Asya içleri,kuzey Hindistan,Çin,İran,Ortadoğu, Kuzey Afrika,Anadolu ve doğu Avrupa’da Viyana’ya kadar topraklarda  tutuna bilme nedenlerini bir temele dayandırmak için tabloyu böyle oluşturduk. Biz Türk milliyetçisi de değiliz. Çizgimizi belirtmek için ulusça bilinen bir örnekten yola çıkmak,amacımızı daha iyi anlatmak için bu yolu seçtik.

 

TABLODAN ÇIKAN ANLAM,insanlığın birikimleri Mezopotamya ve Mısırda odaklandıktan sora bu bilgi ve görgü doğuya ve batıya doğru hareket ederek Çin ve Yunan medeniyetlerini  oluştururken antik Anadolu’dan ateş Roma’ya sıçramış,oradan İslam alemine,İslam aleminden,Osmanlıya geçerek,Rönesans yolu ile Avrupa’ya,oradan da Amerika’ya gitmiştir. İyi örgütlendiğimiz, iyi eğitim aldığımız,iyi töreler oluşturduğumuz takdirde neden meşaleyi tekrar  ateşin anayurdu olan yukarı Mezopotamya’ya getirmeyelim.

 

YOL, Amerikalıların bir lafı vardır. “ If it is working,stcik with it “ derler,Türkceye tercümesi “ şayet bir şeyden netice alıyorsan ona yapış “  anlamındadır. Ahmet Yasevi’nin yıllar önce yaktığı ateş Türk boyları için medeni dünyaya pasaport olmuştur. Biz  “ Gel “ okulunda basitçe Ahmet Yasevi’den günümüze gelen bu insani değerlerle Köy enüstüleri mantığının oluşturduğu sentezi model aldık. Hizmet içi uygulamalı eğitimle, kendimize has usuller kullanarak adam yetiştirmeyi hedef aldık.

 

TÜZÜK, aşağıda tüzüğünü kuruluş gayesini ve tedrisat programını özetlediğimiz okulumuza giriş şartlarını okuyunuz. Bu size uyuyorsa, ve başarmakta kararlı iseniz, projelerinizi getiriniz,biz imkanlarımız ölçüsünde sizi aramızda görmek için tüm çabamızı göstereceğiz.

 

HADİ PROMETUS OLMAK İÇİN BİRLİKTE YOL ALALIM

 

 

IŞIK YOLU

 

 

NEDEN AŞAĞIDAKİ TABLO,bizim öğretimiz ve yaşam tarzımızın hiç bir din ve inançla direkt bağlantısı olmamasına rağmen Türk toplumunun Müslümanlığın etkisi ile fişeklendiğini belirtmek için gündeme getirdik. Şaman olan Türk boylarının Müslümanlıktan sonra bir kuvvet olarak belirip,Asya içleri,kuzey Hindistan,Çin,İran,Ortadoğu, Kuzey Afrika,Anadolu ve doğu Avrupa’da Viyana’ya kadar topraklarda  tutunabilme nedenlerini bir temele dayandırmak için tabloyu böyle oluşturduk. Biz Türk milliyetçisi de değiliz. Çizgimizi belirtmek için ulusça bilinen bir örnekten yola çıkmak,amacımızı daha iyi anlatmak için bu yolu seçtik.

 

 

 

ŞAMAN İNANCINA GÖRE ORTA ASYA’DA YAŞAYAN TÜRK BOYLARININ İSLAM İNANCI İLE TANIŞMASINI MÜTEAKİP BAŞLAYAN IŞIK YOLCULUĞUNUN KRONOLOJİSİ

 

Daha en başta, Hazireti Muhammed in ölümünü müteakip, yol çatallaşmaktadır.hazireti Ali taraftarları ile Muavviye taraftarları iktidar için kapışınca ışıl yolu 2 kola ayrılmıştır. Bunlardan biri yönetenlerin diğeri de sanatın,ilmin yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Fatihin İstanbul’u alışına kadar biz Türkler yol olarak ikinci yol olan sanat ve kardeşlik yolu  Ahilik yoluna ışık tutan yolu izleyerek gelmişiz.daha sora çeşitli nedenlerle bu yol izlenmez olunca ışık elimizden gidip,zaman içinde koca imparatorluğun temelleri çatırdayıp bu günkü duruma gelmişiz. Amaç  çalışmalarımızla bu ışığı geri getirmektir. Işığı tekrar yakalamak amaç olunca ışığın kronolojisini bilmekte yarar var diye düşünerek bu tabloyu hazırladık,belki merak edenlerin işine bir nebze ışık tutar diye. Bu tablo herhangi bir siteden sadece öğrenciye ışık izi bulmak için örnek alınarak verilmiştir. Siz ışığın izini bulup bu güne nerden bağlarsanız bağlayın ancak ışığın temelleri ve yolu sağlam olsun.

 

sıra

Iþýðý taþýyan kiþi

Tarih

1

 Hz. Muhammed (S.A.V.)

571-632

2

 İmâm Alî

599-660

3

 İmâm Hüseyin

628-680

4

 İmâm Zeynel'âbidîn

666-713

5

 İmâm Muhammed Bâkir

676-732

6

 İmâm Jacfar as-Sadiq

702-765

7

İmâm Mûsâ Kâzım

745-794

8

İmâm Alî Rızâ

770-818

9

 Tayfur Abu Yazid al-Bistami

805-875

10

 Abul Hassan al-Kharqani

?-1034

11

 Abu c Ali al-Farmadi

1043-1085

12

 Yusuf al-Hamadani

1048-1141

13

 cAbdul Khaliq al-Ghujdawani

?-1180

14

 cArif ar-Riwakri

?-1212

15

 Mahmoud al-Injar al-Faghnawi

?-1315

16

 Hâce Azîzân Alî Râmitenî Pîr-i Nessac

1198-1328

17

 Muhammad Baba as-Samasi

?-1354

18

 As-Sayyid Amir Kulal

?-1370

19

 Muhammad Baha'uddin Shah Naqshband

1318-1359

20

 Alâ'üddîn-i Attâr

?1400

21

 Shaykh Yaqub al-Charkhi

?-1447

22

 Ubaydullah Al-Ahrar Tashkend-î

1403-1490

23

 

 Mevlânâ Kâdî Muhammad az-Zahid Bedahsî

?-1530

24

 Darwish Muhammad

?-1562

25

 Muhammad Khwaja al-Amkanaki

?-1600

26

 Muhammad al-Baqi Billah

1565-1603

27

 Imam Rabbânî Ahmad al-Faruqi as-Sirhindi

1563-1624

28

 Muhammad Ma'sûm-i Fârûkî Serhendî

1563-1624

29

 Muhammed Seyf-üd-dîn-i Fârûkî

1598-1668

30

 Nur Muhammad al-Badawani

?-1722

31

 Mazhar-i Cân-i Cânân Habibullah

1699-1781

32

 Abd Allah ad-Dahlawi

1743-1824

33

 Mevlâna Muhammed Khalid al-Baghdadi

1778-1826

34

 Alî Septî

?-1870

35

 Seyyid Mahmûd Sâminî

 

?-1895

36

 Osman Bedreddin Harputlu

1837-1922

37

 Mustafa Naci

?-?

38

 Ahmed Uzun

?-?

39

 Ahmed Kayhan

1909-1998

40

 Muhammed Yusuf Kenan

1880-1969

 

 

 

 

Alıntı sayfası:

Herhangi bir ışık yolu olan bu yolu hazırlayana da şükranlarımızı sunuyoruz,amacımıza katkılarından dolayı. Biz zamanda yolculuk ve paralelliklerde kendi ışık yolumuzu göstermiş,yukarıdaki yolun ise bizim yolumuzda nasıl nerede bir etki yaparak katkıda bulunduğunu göstermek amacı ile bu yoldan da bir kesiti, alıntı yapmış olduk. Yolun ne öncesi ne de sonrası konumuzla ilgilidir.

 

back to Homepage

 

Email: [email protected]

 

 

 

 

Yusuf Hamadani’den ışığı alan  Ahmet Yasevi,Orta Asya da Türkleri fişekleyen olmuş,bu bizim islamı sevmemize neden olan kesittir.Ondan da Kafkasyalı Ahi evren alıp meşaleyi Anadolu’ya taşımış,ondan da Yunus Emreler,Hacı Bektaşi velililer,Mevlanalar taşımış meşaleyi günümüze. Şimdide “ GEL”  Okulunun talebelerine düşüyor iş, Ateşi Amerika’dan Pozitif ilimleri öğrenerek,onu töre ,örf ve ebetlerimizle düzgün bir şekilde bir alaşım yaparak tüm batı dünyasının ilmini ülkemize taşıyarak Atatürk ilkeleri doğrultusunda ululamaktır amaç.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu amaçla  “ GEL “  okulu 1985 yılında Ildız Halı Çiftliğinde devreye sokulmuş,günümüze dek bu çalışmalar ıldız şirketler grubunun bünyesinde sürdürülmüştür.

 

GEL OKULUNUN KAYIT -  KABUL ESASLARI VE EĞİTİM PROGRAMI aşağıda verilmiştir. Umarız bu ışık arayışı ve uygulaması ilginizi çeker.

 

 

 

 

19/5/1985

 

GEL OKULUNUN KAYIT -  KABUL ESASLARI VE EĞİTİM EĞİTİM PROGRAMI

                    Okulun Tanımı:

 

Okulumuz M.E.B.Müfredat ve mevzuatına bağlı olmayıp,yalnızca Ildız Şirketler Grubu bünyesinde kalifiye yönetici yetiştirmeye yönelik bir hizmet içi eğitim kursu niteliğindedir.

 

 

 

 

Gel okulunun eğitim hedeflerini kısaca özetlemek gerekirse;

 

1.     Hayatını dengeli bir eksene oturtmuş,

2.     Çalışmalarını verimi kılmış ve bunun doğal bir sonucu olarak refaha erişmiş,

3.     Elde ettiği imkanlarla,renkli,heyecanlı, devamlı yenilenen bir ruh hali ile mutluluk ateşini her dem canlı tutabilen,

4.     Yaratıcılığını sonsuza dek ateşleyebilecek ilham akışını dengeleyebilmiş,

5.     Işıklı kişiliği ile çevresini aydınlatabilen,verici ve hümanist kişiliği on plana çıkmış sabırlı kişiler yetiştirebilmektir.

 

 

            Okulun Amacının şirketlerimizle akuplasyonunun nedenleri:

 

1.     Şirket çalışanlarını şirketin istediği elemanlar haline getirip,şirket çalışmalarına belirli bir hız ve düzen kazandırmak.

2.     Şirketlerimizde verimliliği en üst düzeye çıkarabilecek elemanlar kazanmak.

3.     Yeni projelerimizi yönetebilecek ekipler oluşturmak.

4.     Kendisi yeni projeler üretip uygulamaya geçebilecek genç beyinler yetiştirmek.

5.     Bünyemiz dışından istekli elemanları da eğiterek Türk iş dünyasına başarılı iş adamları ve yöneticiler kazandırmak.

6.     İmkanı olmayan yoksul ama öğrenmeye istekli, gelişmeye açık kitleye iş dünyasının imkanlarını sunmak.

 

Neticede yukarıdaki amaçlarla yola çıkıp, karlılığın kokusunu alabilen,bu uğurda ürün geliştirebilen,geliştirdiği ürün ile ilgili mal temini ve satışı konusunda çevre yaratırken sektörden aldığı kalifiye iş gücü ve Know - How ile ekibini ve iş yapma kabiliyetini geliştiren,oluşturduğu alt yapı ve ürünün tanıtımında profesyonel metotlarla tüm iletişim vasıtaları ile yayan,tanıtım yapan,bu uğurda satış ağını geliştiren,aldığı sattığı ürünlerin her türlü kaydını şirket ve devlet normlarına göre yapabilen,aldığı ve sattığı ürünlerin tahsilat ve ödemelerini zamanında ve usüllere göre yapabilen,stokuna hakim,her an kar ve zarar hesabını takip edebilecek düzeni kurmuş,başarı veya başarısızlığının yargısını şirket rasyolarına göre yapabilecek,şirket hiyerarşisi ve çalışma düzenine saygılı adam yetiştirmektir.

 

 

 

Okulun süresi:

 

Okul, 15 Ocak tarihinde yeni öğretim yılına başlar.15 Aralık tarihinde sona erer. Takvim şu şekildedir.

 

Sömestrler:

 

1.   Sömestr:

 

15 Ocak - 15 Nisan. Bu dönem sonunda ad verme töreni yapılır.Bu nedenle 1.sömestr yerine ad verme dönemi diye de adlandırılır.Ad verme bölümünü başarıp ikinci aşamaya geçen öğrenci, kendi ekibini oluşturmak için kendi yetiştireceği iki kişiyi okula getirmek zorundadır. Bunun için de getireceği kişileri önceden tasarlayıp konuyu açması, konunun kafalarında olgunlaşmasını sağlar.

 

2.   Sömestr:

 

15 Nisan - 15 Eylül .Bu dönem sonunda öğrenci Bayraktar unvanı alır.Bu dönem Bayraktarlık dönemi diye adlandırılır.

 

2.Yarı Fizibilite Dönemi:

 

15 Eylül 15 Ocak arası fizibilite uygulama dönemidir. Bu dönemin sonunda öğrencinin fizibilitesi iyi ve kötü yönleriyle değerlendirilir.Sapmalar tespit edilir. Gerekirse revize edilir.

 

Okula başvuru:

 

Okula yeni dönem için kayıt başvuruları 30 Hazirana kadar kabul edilir.30 Hazirandan sonra yapılacak başvurular bir sonraki yıl için değerlendirmeye alınır.

 

Başvuru için ön şartlar:

 

1.             B sınıfı ehliyet sahibi olmak

2.            Orta derecede İngilizce bilmek.

3.            Tarafımızca tanınan bir kişiden referans getirmek.

4.            Yapılacak mülakattan olumlu sonuç almak.

5.            Uygulanacak testlerden geçer not almak.

 

Not:

 

Bu işlemler ve testler süresince aday öğrenciler en az iki gün çiftliğimizde misafir edilecektir.Ayrıca  İngilizce ve ehliyet konusunda eksiği olup ta diğer şartları tamam olanlara eksikliklerini tamamlamaları için 15 Aralık tarihine kadar süre tanınabilir.

 

Seviye tespit sınavı:

 

Her türlü eksiğini tamamlayarak okula kayıt olmuş öğrencilerimize 15 Aralıkta seviye tespit sınavı uygulanarak eğitime başlangıç noktası tespit edilir.Bu sınav kişinin öğrenciliğini etkilemez yalnızca öğretim görevlilerine yol gösterme amaçlıdır. 15 Ocakta son yoklama testi yapılır ve öğrencinin seviyesine göre özel eğitim planı çıkartılır.

 

Öğretimin şekli:

 

Öğretim Cumartesi günleri topluca yüz yüze öğretim şeklinde ve saat 10.00 ile 12.30 saatleri arasında,  diğer günler de ise normal iş disiplini içerisinde şirket bünyesinde ilgili birimler tarafından iş başında yaparak ve yaşayarak eğitim şeklinde verilecektir.

 

CUMARTESİ GÜNLERİ UYGULANAN YÜZ YÜZE EĞİTİM

 

A-  Amaçlar:

 

1.     Şirkete gelen müşterilerin nasıl karşılanacağını öğrenmek.

2.     Müşterilere verilecek servisin inceliklerini öğrenmek

3.     Şirket yönetim birimlerini tanımak.

4.     Şirketin masalarının düzenlenmesi, telefon kullanma,yaşadığımız yerleri düzenleme konularındaki standartlarını öğrenip,uygulamak.

 

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 

5.     Adres toplama ve bu adresleri bilgi işlemde değerlendirmeyi öğrenme.

6.     Toplantı yapmak için neler yapılması gerektiğini ve usullerimizi kavramak

7.     Anlaşma yaparken nelere dikkat edileceğini öğrenmek

8.     İş yaparken kaset,kitap,talimat vs. benzeri araçlardan yararlanmak.

9.     İş tariflerinin hazırlanma mantığını kavramak.

10.   Ajanda kullanmayı öğrenmek.

11.   Mesaiye kalma da uyulacak prensipleri kavramak.

12.   Ödeme emrinin inceliklerini ve esprisini kavramak.

13.   Bilgisayarı amaçlarımıza hizmet edecek şekilde kullanmayı öğrenmek.

14.   Arşivleme mantığı ve standartlarını öğrenmek.

15.   Talimatları tanıma ve güncel işleyişlerde kullanma alışkanlığını kazanma.

16.   Bir evde veya işyerinde düzeni sağlamak için gereken minimum donatımın nasıl olması gerektiğini öğrenmek

 

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 

17.   Teşkilatı tanıma ve işleyişindeki temel mantığı kavrama.

18.   TEAM Mantığını ( 1-2-3-4-5 )kavrama ve uygulama

19.   Özel rapor yazma standardımızı öğrenme ( kapı yapma standardını kavrama)

20.  Muhasebe ve Kayıt düzenini kavrama

21.   Mekanizmanın ( Ana iş yapma dosyası ) çalıştırılmasını öğrenmek.

22.  Güne başlama ve günü bitirme talimatını özümleme

23.  “Gel”diyebilmeyi öğrenmek,iş hayatı için önemini kavramak.

24.  Parti yapmanın inceliklerini öğrenmek.

25.  Ceza yönetmeliğini öğrenip,günlük işleyişte uygulanmasını ve önemini kavramak.

26.  Kişiyi sınama yollarını öğrenmek.

 

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 

27.  Dosyaların dansı deyiminin gerçek anlamını kavrayıp,uygulamak.

28.  Satabilmek için gerekli 10 temel kuralı öğrenmek ve uygulamak.

29.  Adres çekme mantığın kavramak

30.  Ağırlama ve ikram konusunda uyulması gerekli prensipleri öğrenme.

31.   Fizibilite yapma standartlarını öğrenme.

32.  Rasyolarımız ve belirlenme standartları

33.  İş takvimi yapma ve uygulama alışkanlığı kazanma. ( Kiraz Ağacı )

34.  Haftanın günlerine göre yoğunlaşılacak konuların belirlenmesi ve uygulanması konusunu kavrama

35.  Birimin tüccarlaşması için yapılması gerekenleri kavrama

36.  Doğaya uygunluk :herkese,her zaman, her işi yaptıramayacağını bilme.

37.  Çalışma programları ve hedefleri tespit edip uygulama becerisi kazanma.

38.  Yönetim Dosyasının ( 1B dosyası ) mantığını ve işletilmesini öğrenme.

39.  Ürünü standartlaştırma “K” sistemi nedir ve iş yaşamımıza getirdiği kolaylıkları kavrama,güncelleştirerek uygulama alışkanlığı kazanma.

 

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 

40.  Kuruluş Felsefesini kavramak

41.   İşe ruh üflemeyi öğrenmek

42.  Gelecek için kendimize vizyon belirleme becerisini kazanma.

43.  Gel Okulunun işlevini ve amacını kavrama

44.  Erdoğan Ildız’ın yayınlarını tanıma ve okuma

45.  Ildız  Şirketler Grubu’nun Anayasasını öğrenme.

46.  Paranın kazanılması ve sonrası konusunda davranışlarımızın nasıl olması gerektiğini öğrenme

47.  İş hayatımızda ve güncel hayatta renk skalasının önemini kavrama.

48.  Derslerde işlenecek felsefi talimatlardan gereken dersleri alıp,davranışlarını buna göre ayarlamak.

49.  Sabır konusunun önemini ve açılımlarını kavrama.

50.  Adam seçme konusunun önemi ve bu konudaki tevekkülü öğrenme.

51.   “ Allah razı olsun “ Lafı içindeki sevgiyi öğrenme.

52.  “ Allah’a şükür “ kavramındaki frenlemeyi öğrenme.

53.  Konuları takip etmedeki başarısı ( İş yapma talimatı )

 

B- İşlenecek Konu Başlıkları:

 

1 Nolu Usta Öğreticinin Eğitim konuları:

 

1.         Karşılama usulleri

2.        Servis ikram usulleri

3.        F.İ.A

4.        Patronluk sıralaması

5.        Masaların düzeni

6.        Telefon kullanma talimatı

7.        Sipariş formu

8.        Çalışan mekanların düzenlenmesi çiçeklenmesi

9.        Felsefi talimatlar:

  a)Toplum katmanları

b)Başarı üzerine

 

Toplam: 10 Konu

 

2 Nolu Usta Öğreticinin Eğitim konuları:

 

1.     Adres toplama ve bilgi işlemde değerlendirme mantığı

2.     Toplantı yapma usulleri ve toplantıya hazırlık

3.     Anlaşmada netlik

4.     Eğitim kasetleri,talimatları,kitapları ve benzeri malzemenin kullanımı

5.     İş tarifi

6.     Ajanda kullanımı

7.     Mesaiye kalma

8.     Ödeme emri

9.     Bilgisayar kullanımı

10.   Muhasebe ve kayıt düzenimizin standardı

11.   İş takip dosyası ( Mekanizma )

12.   Arşivleme

13.   Talimatların tanıtımı

14.    Bir evde veya bir işyerinde düzeni sağlamak için gerekli minimum donanım

15.   Felsefi talimatlar:

a)Dinlemek

b)Ormanı görmek

c)Anlatmak - istemesini bilmek

 

Toplam: 17 Konu

 

        3 Nolu Usta Öğreticinin Eğitim konuları:

 

1.     Teşkilatın tanımı ve işleyişteki temel mantık

2.     1-2-3-4-5 Mantığı

3.      Standart rapor yazma tekniği ( Kapı yapma standardı )

4.     Güne başlama ve günü bitirme

5.     “Gel”Diyebilmek

6.     Parti yapma talimatı

7.     Ceza yönetmeliği

8.     Sınamanın yapılması         

9.     Felsefi talimatlar:

a)Yaptırıp yaptıramayacağını bilmek için geçilmesi gerekli evreler.

b)Yapmak

c)Irkçılığı protesto halısı

 

Toplam: 11 Konu

 

      4. Nolu Usta Öğreticinin Eğitim konuları:

 

1.     Dosyaların dansı

2.     Satabilmek için uygulanması gerekli 10 kural

3.     Adres çekme

4.     Ağırlama ve ikram

5.     Fizibilite standardımız

6.     Rasyolar

7.     Yıllık çalışma takvimi ( Kiraz Ağacı )

8.     Haftanın günleri

9.     Birimin tüccarlaşması

10.   Doğaya uygunluk ( Yusuf Sendromu )

11.   Çalışma programları ve hedefler

12.   Yönetim birimi dosyası( 1B dosyası )

13.   Ürünü Standartlaştırma ( K sistemi )

14.   Felsefi talimatlar:

a)Aptallıkların kökeni

 

Toplam: 14 Konu

 

          5. Nolu Usta Öğreticinin Eğitim konuları:

 

1.     Kuruluş felsefesi

2.     İşe ruh koyma

3.     Gelecek için vizyonumuz

4.     Gel Okulu ve gayesi

5.     Yayınlar

6.     Şirketin Anayasası

7.     Paranın kazanılması ve sonrası

8.     Renk

9.     Felsefi talimatlar:

a)Başarılı olmak,ekiple uyumlu hale gelmek.

b)Yollar ve hedefler

c)Dem toplantıları ve hedefleri.

d)Felsefe halısı

e)Hesap açma ve kapama üzerine temel prensipler

f)Kızgınlığın nedenleri

g)İman gücü

 h)Kitabe

i)Patron olmak

 j)Bozuk paranın yolculuğu

k)5 şiir

 l)Yükselmeye ve zenginliğe giden yollar

 

Toplam: 20 Konu

 

1-2-3-4-5 Nolu konumların verdiği ders toplamı: 72 Konu

 

 

İş başında öğretim:

 

                        İş başında eğitim 1-2-3-4-5 nolu posizyonların eğitim çizelgesinde belirtilen kriterlere göre uygulama içinde eğitilerek her konumun esprisini kavramaya çalışırken bu konumların iş yapma disiplinindeki önemi öğretilir. Bu mantığına uygun olarak 1 nolu konumdan başlanarak tüm konumlarda gerektiği kadar eğitimine devam eder.Bir bölümden ötekine geçerken eğiticinin olgunluk onayını alan kişi bir üst konumdaki eğitimi almaya hak kazanır. Eğitim veren usta öğrenci hakkında kanaatlerini belirten karne düzenler. Verilen alınan eğitimler bir çizelgede belirlenerek karşılıklı imzalanır.

 

15 EYLÜLDEN 15 ARALIĞA KADAR SÜREN UYGULAMA DÖNEMİ:

 

            Bu dönemde öğrenci kendi getirip olur aldığı bir proje veya kendisine verilen hazır projelerden birini seçerek ekibi ile birlikte uygulamaya geçer.Zaman zaman çalışmaları denetlenir. Kendisi gelişmelerden okulu raporlar vererek bilgilendirir.

 

OKUL BİTİRME:

 

            Tüm sınavları geçen ve proje uygulamasında geçer not alan kişi okulumuzu bitirmiştir.Kendisine törenle bitirme sertifikası verilir.

 

OKUL SONRASI:

 

            Okulu bitirmiş kişi artık başarıya hazır genç bir iş adamıdır.İsterse projelerimizin birinin başına geçerek,isterse kendi projesine bizden maddi destek alarak,isterse de tümüyle bağımsız olarak iş dünyasına atılmaya hazırdır.

 

            Burada belirtmemiz gereken önemli bir husus bu kadar emekten sonra aynı eğitimi almış kişilerle iş yapmanın zevkine varmış, ruhunu sindirmiş kişinin bu eğitimi almamış kişilerle iş yapmasının fevkalade zor olacağını da belirtmek isteriz. Hali ile aynı eğiti almış kişilerden team oluşturarak iş hayatına atılan kişinin kısa sürede uyumlu team ile başaramayacağı şey yoktur.

 

            Bu tavsiyemizi dinlemeyen ve dış dünyaya bir başına açılan kişilerin yaşadığı hüsranlar bizim üzüntümüz olur ve bu tip örnekler geçmişte üzüntülerimize neden olmuştur. Bu konunun altını çizerek adaylara başarılar diliyoruz.

 

 

 

VERİLEN EĞİTİMİ KONULARININ ALFABETİK LİSTESİ:

1.     Adres çekme

2.     Adres toplama ve bilgi işlemde değerlendirme mantığı

3.     Ağırlama ve ikram

4.     Ajanda kullanımı

5.     Anlaşmada netlik

6.     Anlatmak - istemesini bilmek

7.     Aptallıkların kökeni

8.     Arşivleme

9.     Başarı üzerine

10.   Başarılı olmak,ekiple uyumlu hale gelmek.

11.   Bilgisayar kullanımı

12.   Bir evde veya bir işyerinde düzeni sağlamak için gerekli minimum donanım

13.   Birimin tüccarlaşması

14.   Bozuk paranın yolculuğu

15.   Ceza yönetmeliği

16.   Çalışan mekanların düzenlenmesi çiçeklenmesi

17.   Çalışma programları ve hedefler

18.   Dem toplantıları ve hedefleri.

19.   Devinim

20.  Dinlemek

21.   Doğaya uygunluk ( Yusuf Sendromu )

22.  Dosyaların dansı

23.  Eğitim kasetleri,talimatları,kitapları ve benzeri malzemenin kullanımı

24.  F.İ.A ( Kullanılan formu yaratmak,Kullanmak ve Arşivlemenin esasları )

25.  Felsefe halısı

26.  Fizibilite standardımız

27.  Gel Diyebilmek

28.  Gel Okulu ve gayesi

29.  Gelecek için vizyonumuz

30.  Güne başlama ve günü bitirme

31.   Haftanın günleri

32.  Hesap açma ve kapama üzerine temel prensipler

33.  Irkçılığı protesto halısı

34.  Şiirler - İlk girene okunan iş yapmanın felsefesi hakkındaki 5 şiir-

35.  İman gücü

36.  İş takip dosyası ( Mekanizma )

37.  İş tarifi

38.  İşe ruh koyma

39.  Karşılama usulleri

40.  Kızgınlığın nedenleri

41.   Kitabe

42.  Kuruluş felsefesi

43.  Masaların düzeni

44.  Mesaiye kalma

45.  Muhasebe ve kayıt düzenimizin standardı

46.  Ormanı görmek

47.  Ödeme emri

48.  Paranın kazanılması ve sonrası

49.  Parti yapma talimatı

50.  Patron olmak

51.   Patronluk sıralaması

52.  Rasyolar

53.  Renk

54.  Satabilmek için uygulanması gerekli 10 kural

55.  Servis ikram usulleri

56.  Sınamanın yapılması    

57.  Sipariş formu

58.  Standart rapor yazma tekniği ( Kapı yapma standardı )

59.  Şirketin Anayasası

60.  Talimatların tanıtımı

61.   Team anlayışı ( 1-2-3-4-5 Mantığı )

62.  Telefon kullanma talimatı

63.  Teşkilatın tanımı ve işleyişteki temel mantık

64.  Toplantı yapma usulleri ve toplantıya hazırlık

65.  Toplum katmanları

66.  Ürünü Standartlaştırma ( K sistemi )

67.  Yapmak

68.  Yaptırıp yaptıramayacağını bilmek için geçilmesi gerekli evreler.

69.  Yayınlar

70.  Yıllık çalışma takvimi ( Kiraz Ağacı )

71.   Yollar ve hedefler

72.  Yönetim birimi dosyası( 1B dosyası )

73.  Yükselmeye ve zenginliğe giden yollar

 

 

 

 

 

 

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

 

DİKKAT!!!

 

DÜNYADA EVRİMİMİZİ TAMAMLADIK. ARTIK TAYİN ZAMANIMIZ DA GELDİ. BU İŞİN NASIL CERYANN ETTİĞİNİ AŞAĞIDA GÜCÜN KAYNAĞI ADLI ESERİMDE OKUYABİLİRSİNİZ. KONU SİZE YABACI DEĞİLSE BU BÖLÜMÜ ATLAYARAK, ESERİN TAKİP EDEN BÖLÜMÜNDEN DEVAMLA, ZAMAN TASARUFU YAPABİLİRSİNİZ.

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

Erdoğan ILDIZ

   GÜCÜN KAYNAĞI    -27-

İletişimİletişim

 

 

 

 

 

 

 

  Aydınlık Gazetesi - Makale

8/10/1999

 

Erdoğan Ildız’ dan

Roman

GÜCÜN KAYNAĞI

 

Kýsým 1

 

Evren Tayin Merkezi  
(
Evren Tayin Merkezi Yerleþim Planýný Görmek Ýçin Týklayýnýz )

Romeo ve Juliet bu dünyada kavuşmayı beceremeden ömürlerini noktalamışlardı. Juliet, Romeo’ dan önce evrensel tayin merkezine ulaşmış, Romeo’ sunu beklemekteydi. Her ne kadar Romeo, Juliet’ten çok kısa bir zaman süreci daha önce ölmüş olmasına rağmen eksik tuğlaları yüzünden Evren Tayin Merkezine naklini süratli yapamamış, dünyada biraz oyalanınca Juliet süratli hareket etmiş Tayin Merkezine daha önce ulaşmıştı.

Tayin merkezi o gün çok yoğun bir çalışma temposu içindeydi. Tüm galaksilerden merkeze intikal etmeye hakkı olan her türlü yaratık yoğun bir şekilde karşılanıyor, bir müddet istirahatları sağlandıktan sonra ölçüm merkezine alınıyorlar, burada elde edilen neticeler doğrultusunda merkezin tayin bölümüne geliyorlar. Burada danışmanların yönlendirmesi eşliğinde, gidecekleri gezegeni seçiyorlar, bu işlem de bittikten sonra intikallerinin olacağı ana kadar kendilerini yeni hayata hazırlama merkezine gidiyorlar ve yeni bir pozisyon açıldığında tayinleri gerçekleştiriliyor. Netice itibarı ile tayin merkezinin bölümleri şöyle sıralanabiliyor:

 

1.   Resepsiyon

2.   İstirahathaneler

3.   Ölçüm merkezi

4.   Tayin olgunlaştırma merkezi

5.   Yeni hayata hazırlanma merkezi

6.   İntikal merkezi

7.   Ana belleği ziyaret salonları

8.   Kurmaylıklar

9.   Ana bellek

 

Juliet, Romeo’ nun kendisi ile aynı gezegene gelebilmesi için her bölüm çalışanı ile iyi ilişkiler geliştirmek için tüm gayreti ile bölümleri dolaşıyor, bazı püf noktalarının sırrına vakıf olmak istiyordu, bu ne de olsa dişi olarak yaratılmanın doğasında vardı.

Dünyada Romeonun eksik tuğlaları yüzünden çok sıkıntı çekmişti, ama her şeye rağmen onu çok seviyordu. Evrimleri denk olmayan insanların bir birlerine aşık olmalarının getirdiği sıkıntı başka hiçbir şeye benzemiyordu. Bir an bir kanepeye ilişip dünyadaki günlerini düşündü. Romeo daha rafine olabilseydi, yaşanılan olayları daha akıllıca göğüslemek mümkün olabilecekti. Ancak rafine olabilmek için bazı deneyimler edinmek yapısının üstüne bir tuğla daha eklemek şarttı, bu da uğraşla, çabayla, zamanla oluyordu. Esas olan dünyaya eşit tuğlalarla gidebilmekti, uğraş bunun için verilmeliydi. Juliet bu sırrı geçte olsa çözmüştü. Bu olgunluğa gelmek, bu sırrı çözmek için firavunlar zamanından bu güne dek onlarca bedende dünyaya gelmiş bir türlü mutlak aşka kavuşamamıştı. Kantarın topu bir şekilde ya kendi lehine ya erkeği lehine kaçıyor, olayın ucu başına denk gelmiyordu. Bu işlerin ayarlanması büyük ölçüde evren tayin merkezine gelmeden yapılmalıydı, tayin merkezinde olaylara belli ölçüde müdahale edilebildiğini bir şekilde duymuştu. Bu defa çok ince bir plân uygulayacaktı, plân kabaca şöyleydi; bir taraftan Romeoyu tuğlalarını yükseltmeye ikna edecek, diğer yandan kendi evrimini engelleyerek aynı frekansa gelmelerini sağlayacaktı. Şimdiye kadar sevdiği adama bu tuğla farkından bahsetmemişti, tüm hata da burada yatıyordu. Bu farkın vurgulanması sevgilinin aşağılanması gibi algılanacak diye kaç ömür feda edilmişti. Juliet artık bunu idrak edecek olgunluğa gelmişti, sevgilisiyle açık konuşarak, onun da eksik tuğlaları açıkça görmesini sağlamalıydı. Hedef birleşmek olduğuna göre bir gaye etrafında elbirliği ile gayret göstermek gerekiyordu. Kendince çizdiği hareket planını Romeo gelmeden tekrar tekrar gözden geçiriyor ,durumlarını tespit için yetkililerden görüş ve bilgi alıyor, ölçümler yaptırıyor, konferanslara katılıyordu. Plânını şekillendirdiğinde  şöyle bir hareket tarzında karar kılmıştı;

1.      Romeo geldiğinde öncelikle dinlenmesini sağlayacak, sevgi selinde mutlu olmasına çalışacaktı.

2.      Eksik tuğlaların tespiti, yapılacak işlerin belirlenmesi için danışmanlarla toplantı konusunda Romeo’ nun ikna edilmesi gerekiyordu.

3.      Ölçüm sonrası tayin merkezinde sınırlı olan kalma süresinin tamamının eğitim amaçlı kullanımını sağlamak.

4.      Romeo’ nun daha çok ızdırap duyacağı bir yere tayininin çıkmasını sağlamak. Çekeceği sıkıntılarla tuğla eksiğini biran evvel kapatabilmek. Tayin merkezindeki tüm kurslara katılmak ve eksik tuğla adedini el verdiğince azaltmak gerekiyordu.

5.      Kendi tayininin Galaktika’ dan daha üstün medeniyetlere olmaması için hiçbir kursa, seminere, tuğla ekleyici etkinliğe katılmaması, böylece oluşabilecek tuğla farkını büyütmemesi gerekiyordu.

6.      Romeo’ nun tayininin çıktığı yerden maksimum tuğla artırımı ile dönmesi için müşterek bir gelişim plânı çıkarmak gerekiyordu.

7.      Kendinin Galaktika’ da fazla aşama yapmadan kalabilmesi için ve vasat en alt sınıf görevli konumunda bir ömür daha geçirmeye istekli olabilmesi için çile kurslarına katılması gerekiyordu.

8.      Birleşmenin Galaktika’ da alt sınıf olarak gerçekleşmesini teminen her iki tarafın bir beden sonrasına kadar gelişim çizgisinde mutabık olmaları gerekiyordu.

9.      Galaktika’ da, bu gezegene göre az gelişmiş olarak bir ömür sürmek, metamorfozun alış fonksiyonlusu olarak cenneti yaşamak (malum cehennemi yaşayanlar az gelişmişler arasında yaşamaya mecbur olan gelişmiş beyinler olduğuna göre, gelişmişler arasında, algılama eksiği olan gelişmemişler cenneti yaşayabilmektedirler. Gelişmişler her şeyi görüp, her şeyi algıladıkları için her an tetikte ve ızdırap içindedirler, her an cehennem azabı çekerler ve aptalların sorumlulukları ve eğitimleri de aklı fazla olanlara verilmiştir, bu görevlerini yapamadıkları taktirde vicdan azabı çekerler.). İşte Juliet’ in nihai hedefi buydu, Galaktika’ da Romeo’ su ile gerizeka bir sınıfın içinde cenneti yakalamak ve dinlenerek bir sonraki evrimler için enerji depolamak istiyordu. Eşi ile beraber aynı adımlarla gelişim sürecini yakalamak cennetin kendisiydi.

             Oturduğu yerde bu fikirlere dalıp gitmişken hem telepatik iletişim merkezinden hem de Romeo’ nun kendisinden tayin merkezine ulaştığına dair telepatik iletiler geldi, resepsiyona gitmesi gerekiyordu. Heyecanlanmıştı, koşar adımlarla resepsiyona yöneldi.Resepsiyonda Romeo yorgun ve meraklı bakışlarla etrafı süzüyordu. Juliet artık kendini tutamayarak bağırdı ve Romeo’ ya doğru koşmaya başladı.

-       Romeo, sevgilim.

-       Juliet’ i  gören Romeo da heyecanlanmıştı o da aynı özlemle bağırarak Juliet’ e doğru koştu.

-       Juliet, aşkım. 

           İki sevgili büyük bir özlemle sarıldılar bir birlerine, ilk kucaklaşmanın heyecanı geçer geçmez Juliet merakla sordu.

-Anlat bakalım plânda bir zorluk çektin mi? Yolculuğun nasıl geçti?

 Romeo oldukça yorgundu, neşeyle yanıtladı.

-Elbette hepsini anlatacağım sevgilim önce kendimi biraz toparlayayım, seni biraz seyredeyim, sonra olanları birer birer anlatacağım.

 

Juliet evrensel tayin merkezinin istirahat hanesinde en iyi odayı daha önceden ayırtmıştı, iki sevgili sarmaş dolaş dinlenme bölümüne giderken gerçek aşkı tatmamış pek çok yolcu durumlarına gıpta ile bakıyordu, onların durumu evrende pek çok kişi tarafından bilinmekte özellikle de tayin merkezinin görevlileri tarafından takdirle izlenmekteydi. Onların verdikleri mücadele evrende pek çok kişiye esin kaynağı oluyordu.

Dinlenme bölümüne geldiklerinde ana hafızadan  bir mesajın kendilerini beklemekte olduğunu gördüler, mesaj gösterdikleri çabaları takdir ettiğini belirtiyor ve kuvvet veriyordu. Ayrıca Hermes, Zeus ve Hera dan da takdir ve sevgi mesajları getirmişti. Onlarda Hermes vasıtası ile ana hafızanın kurmaylarına saygılarını ilettiler. Şu Hermes den her ikisi de çok hoşlanıyorlardı, kıvır kıvır saçları, ışıl ışıl gözleri ve uçan ayakkabıları ile çok fırlama bir tipti, Hermes de onlardan hoşlanıyordu, kurmayların bir mesajı olsa da Romeo - Juliet’ e  götürsem diyordu. Kurmayların postacısı olmak kolay değildi, genellikle acı olaylara aracılık ediyor, zaman zaman da böyle güzelliklere şahit oluyordu, Romeo ve Juliet’ in kavuşma mücadelelerini büyük bir saygı ile izliyor, onlara karşı büyük bir sevgi duyuyordu. Onlara benzeri mesajı bu mekanda kaç defa getirdiğini artık hatırlamıyordu. Hermes iyi bir dost olarak ikisini de öpüp iyi istirahatler dileyerek ayrıldı.

  Sayfa 1

 

 

 

 

 

Erdoğan ILDIZ

   Aydınlık Gazetesi - Makale

İletişimİletişim

 

 

 

 

 

 

 

  

Odalarında yalnız kaldıktan sonra uzun uzun seviştiler, sevişme Romeo’ ya iyi gelmişti artık kendini yorgun hissetmiyordu. Bir birlerine sıkıca sarılan iki sevgili artık tatlı bir sohbete dalmışlardı. Juliet’ in yaptığı plân bu kez de tutmamış,  tuğla farkının ortaya çıkardığı engeller kendini göstermiş kavuşma başka bir evrimin baharına kalmıştı. Oysa plân mükemmeldi. Juliet intihar edecek, intiharda kullanılan zehir, Juliet’ in tüm fonksiyonlarını belirli bir müddet durduracak, öldü diye Juliet defnedilecek, bu ölüm efektleri bir müddet sonra kaybolacak, Juliet mezarda uyandığı zaman Romeo’ su başucunda olacak birlikte kaçacaklar, ama tuğlası eksikler o kadar fazla ki, basit olan bu plân yürümedi, Romeo zamanında gelemedi, bilgi Romeo’ ya ulaşamadı, uyandığında mezardan alınamayan Juliet feci şekilde can verdi, Juliet’ in mezarı başında bu gerçeği öğrenen Romeo canına kıydı. Hikayenin buraya kadar ki kısmı olaya karışan bazı kişilerin bildiği gerçeklerdi, birde Sheakspear okuyucuları bu durumu biliyorlardı, olayı yaşayan şehir cemaatı ise Juliet’ i intihar etmiş, onun acısına dayanamayan, Romeo’ nun da ardından intihar etmiş olduğunu  bilmesiydi. Halbuki Juliet bir aptallık yüzünden cinayete kurban gitmişti. Bu durum Romeo’ nun acısını daha da artırmış, intihar etmesi kolaylaşmıştı. Yoksa Romeo normal şartlarda intihar edecek yapıda biri değildi.

Yukarıda anlatılan olayın belirli bölümleri belirli kişiler tarafından bilinmekteydi, ancak bir bölümü vardı ki bunu Juliet’ den başkası bilmiyordu. Bunu birazdan Romeo’ ya açıklayacak, bu açıklama bundan sonraki bilinçlenme sürecinin başı olacaktı.

Romeo’ nun yapısı gereği bazı zayıflıkları vardı, tuğlalarının eksik oluşu, zayıflıklarının temel nedeniydi, bunu uzun zamandır bilen Juliet işi şansa bırakmamıştı. Bu büyük bir disiplin istiyordu, kendine sakladığı son ve özel senaryoda Romeo’ ya haberin verilmesi bilinçli engellenecek, Juliet gerçekten intihar etmiş olacaktı, ancak Romeo bunu cinayet olarak algılayacak müthiş bir suçluluk duygusuna düşerek, kendi canına kıyacaktı.

Juliet bu intihar işini şansa bırakmak istemiyordu çünkü, bu işe çok emek vermişler, evrimlerinin en zor zamanlarını geride bırakmışlar, düze çıkmalarına çok az bir zaman kalmıştı. Birbirlerini seven, evrimlerini birlikte tamamlayan, kurmaylığa soyunan kişilerin bu evrim yolunda çok çile çekmeleri gerekiyordu. İşin püf noktası şuydu:

Evren tayin merkezinde kalış süresi, ölçüm, bazı kurslar, tayin değerlendirme, pozisyon açılma süreci gibi kriterlerle sınırlıydı, buraya yakın aralıklarla gelmeyen iki sevgilinin birbirleri ile buluşma şansı yoktu. Bunu bilen Juliet, Romeo’ nun kesin intihar etmesini sağlayan düzenlemeyi yaptı. Sevdiği adam şimdi yanı başında idi, buraya kadar kazasız belasız gelmişlerdi, bundan sonra dinlenip cenneti yaşayacakları bedenlerine kavuşmaları için bir çileli bedenden daha geçmeleri gerekiyordu. Juliet ölçümünü yaptırmıştı,danışmanların ve kendinin düşüncesi aynı yöndeydi, Galaktika’ da hayat bulması evrimi için en doğru yer olacaktı. Romeo’ nun dünyayı tutturması şans eseri olmuş, mutluluğu tutturamamışlardı, tuğlalar dünya için bile kafi değildi, ancak geçen sefer dünyada birlikte beden bulmak için şartlar zorlanmış, görüldüğü gibi yanlış hesap Bağdat’ tan dönmüştü. Tayin merkezi yaklaşık farklılıklara bilinçli olarak göz yumuyordu, ne de olsa her şey zıddı ile vardı, çok gelişmişe de, çok geriye de tayinini çıkaran sıkıntı çekiyordu, dünyaya adaptasyonu zor olan romeo nun tuğlalarının artması için biraz geri bir uygarlıkta oraya göre gelişmiş bir beyin olarak cehennemi yaşaması ve gelişimini hızlandırması gerekiyordu. Romeo için en ideal yer Mars olacaktı, sevgilisinin sürüngen bedeninde hayat buluşu Juliet’ i bir an ürpertti. Romeo’ nun konuşmaya başlaması Juliet’ i daldığı düşüncelerden kopardı.

- Biliyor musun Juliet sen  o şerefsiz rahibin ihmali yüzünden ölmeyip de aşkım için kuru kuruya intihar etseydin ben kesinlikle şimdi burada olmazdım. Çünkü ait olduğum toplumda uğruna intihar edilen erkekler için bu durum bir övünç kaynağıdır.

-Sevgilim ben de şu an bu konuyu düşünüyordum, bu konuda biraz konuşmamız yararlı olacak. Kaç bedendir bu yola baş koyduk ben sayısını unuttum, zaman zaman performansımıza göre ya sen birkaç tuğla ileride, ya ben birkaç tuğla ilerde olarak evrimimizi sürdürdük, bir birimizden hiç kopmadık, birkaç beden sonra kaba inşaatımızın sonuna geleceğiz, ondan sonra rütbe anlamında yükselişimiz daha kolay ve hızlı olacak. Bilindiği gibi kurmaylığa oynuyoruz çok azimli ve dikkatli olmalıyız. Dünyadaki gibi burada da yerel idareler ve genel idare var, bir müddet sonra yerel idarelerdeki görevimizin sonuna geleceğiz, genel idaredeki görevimiz önce mesajı ileten seviyesinde olacak sonra, dünyada bakanlık dediğimiz, evrende ise kurmay diye adlandırılan  kurumlarda görev alacağız, önce alt düzey görevli sonra kademe kademe geliştikçe o kurmaylığın başı baş kurmay olarak görev yapacağız, yani nihai hedefimiz kurmay olmak. Bildiğin gibi kurmaylar yönetilenler tarafından seçilmiyor evrende, ana hafıza tuğlaları sayarak o işe en uygun beyini kurmay olarak atıyor. Her şey açık ve net, ana hafızanın hata yapması diye bir şey söz konusu değil, evrensel atama merkezine gelen her kişi ölçüm yaptırırken hangi görevden döndü ise, o görev sırasında edindiği birikimleri bir kopyası kendinde kalmak üzere ana hafızaya aktarır, bu hafızda tüm evrendeki  bilgiler toplanır, buraya bağlanmak, buradan beslenmek, transistorlu bir radyoyu adaptör marifeti ile şehir cereyanında çalıştırmaya benzer, önce yüksek gerilim hattından trafolar vasıtası ile elektrik enerjisinin 220 volta düşürülmesi, daha sonrada adaptör marifeti ile 9 volta indirgemesi gerekmektedir. Cihaz direkt yüksek gerilim hattındaki enerjiye bağlansa anında kömür gibi olacaktır, ana hafızaya bağlanmak için bazı esaslar vardır, bizim önümüzdeki hedef de işte budur, bir transistorlu radyo gibi kapasitemizce ana hafızaya bağlanıp, ana hafızdaki birikimlerden yararlanacağız. Dedikten sonra Juliet Romeo’ ya öyle sıcak bir sarılış sarıldı ki, Romeo adeta eridi. Birkaç kez ateşli ateşli öptükten sonra anlatmaya devam etti.

-Hayatım bundan sonra anlatacaklarımı lütfen yanlış anlama sana taptığımı bilirsin, bunca değişik medeniyetlerde birlikte mutlak aşkı aradık, çok çileler çektik, evrimin bazı bölümlerinde bazı gerçekleri bir birimize söyleyemedik, bu diğerinin selameti için olduğu kadar müşterek menfaatimiz için de gerekliydi. Dünyaya bu son gidişimiz den bir evvelki beden bulma sırasında  hayata getirici bedende olan bazı aksamalar senin tuğla edinmeni etkileyerek kapasite farkımızı açtı, benzeri olay, 10 beden önce bana da olmuştu. Dünyada karşılaştığımızda bunu hemen fark ettiğim için, senaryoyu değiştirdim, o rahibin sana haber getirmemesi için para verdim. Yani ben gerçekten intihar etmiş oldum, gayem seni üzerek, acı çektirerek intihara zorlamaktı, gördüğün gibi bunu da başardım. Yoksa belki de şimdi beraber olmayacak evrim sürecimiz sakatlanacaktı.

Sevgilim bütün bu endişeler geride kaldı, şimdi elimizdeki imkanları iyi kullanmamız gerekiyor, öncelikle kısa sürede sendeki eksik tuğlaları yerine koyarak kapasite farkımızı sıfırlamamız gerekiyor. Bunu yapabilmemiz için de senin bu görüşe katılman gerekiyor.

Romeo sevgilisinin ellerini avcuna alarak öptü, bir taraftan okşarken bir taraftan da konuşmasına devam etti; sultanım, kendisi için intihar eden kadın, erkeğin gurur kaynağıdır dediğim zaman, eksik tuğlaları şimdi fark ediyorum. Bu yüzden tuğlalar eşitlenene kadar patron sensin senin dediğini aynen uygulayacağız.

O halde dinle, şöyle bir plânım var :

Bu defa farklı gezgenler tayinimizi çıkaracağız, sen geri bir gezegende lider olarak cehennemi yaşayacak ve tuğlalarını geliştireceksin, ben ileri bir medeniyette kendimi hiç geliştirmeden cenneti yaşayacağım, sonra benim gittiğim yerde senle beraber hayat bulma hedefimiz olacak. Bunun için tayin merkezinde alınabilecek ne kadar seminer kurs varsa ona katılman gerekiyor. Ölçüm merkezinde tuğlaların eksik çıkacağı bir gerçek, burada küsuratlı rakamlarım aşağıya yuvarlanması için ricamız olabilir. Tayin danışmaları eminim pek çok seçenek sunacaklardır, Mars konusunda ikna etmeye çalışmalıyız. Benim Galaktika işine ben kesin olarak bakıyorum, senden evvel ölçümümü yapmış, pozitif netice almıştım, sadece danışmanlarla toplantı yapmam gerekiyor. Benim, aşkım uğruna tuğla artırıcı hiçbir etkinliğe katılmamam gerekiyor ne burada ne Galaktika’ da.

Juliet’ in tüm söyledikleri Romeo’ nun aklına iyice yatmıştı,kız aşkı uğruna gelişimini durdurmayı göze almıştı, Mars’ ta Juliet’ siz olmak Romeo’ ya çok koyacaktı, ancak gönül gözü açılmak üzereydi uzun mesafeli telepatik görüşmeler gönül gözü açık olanlar için mümkündü,belki kursları müteakip bu seviyeyi tutturup, gönül gözünü açtırırdı. Mars’ a gittiğinde Juliet’ le temasta ve ana hafıza sorumluları ile temasta çok işine yarayacaktı.  

Sayfa 2

 

 

 

 

Erdoğan ILDIZ

   Aydınlık Gazetesi - Makale

İletişimİletişim

 

 

 

 

 

 

 

  

Juliet tüm konuşulanlardan memnun kalmış,bütün endişeleri dağılmış,her iki tarafın bir plan üzerinde mutabık kalmaları kafaları netleştirmiş,aşıkları rahatlatmıştı. Bunun üzerine bayılana dek defalarca sevişen aşıklar bir birlerine kenetlenerek derin bir uykuya daldılar.

Juliet uyandığında Romeo daha mışıl mışıl uyuyordu. Uzunca bir müddet sevdiği adamı doya doya seyretti, günü dolu dolu değerlendirmeleri gerekiyordu, birazdan Romeo’ yu uyanması için öpmeye başlayacaktı. Ana belleğe bağlanabilmek çok önemliydi, Juliet bunun kursunu almıştı, bunu hemen oracıkta Romeo’ ya öğretmeliydi, günde birkaç kez ana belleğe bağlanabildi mi, güç tazeleyebilir ve tuğla adedini daha çabuk artırabilirdi, bu işlem ruhsal alemde aynı zamanda beslenme yerine geçiyordu, bu anlamda kahvaltıdan sonra, ana bellek öncelikle ziyaret edilmeliydi.

Ana belleğe bağlanma yolları, bilgi emiş gücünün artırılması, evrensel bilginin toplanma esasları konularında Romeo’ nun bilgisini artırmak gerekiyordu. Tercihleri Mars olduğu için, bilgiyi saklama, sabır, dost seçme, şükür etmeyi bilme ve şükran derslerine gitmesi de gerekliydi. Ayrıca evrendeki düzen, kurmaylık sistemi konularında da bilgisini artırmalıydı. Esas olan bu kurslardı, vakit kalırsa katılına bilecek o kadar çok enteresan kurs vardı ki, insan ne seçeceğini şaşırıyordu.

Tatlı iki öpücük Romeo’ yu uykunun derinliklerinden Juliet’ in kollarına getiriverdi. Gözünü açan romeo tatlı tatlı gülümseyerek günaydın hayatım, dedi.

Günaydın güneş diye yanıtladı Juliet.

Juliet telaşsızca gün için planını anlattı, Romeo dikkatlice dinliyordu, Juliet’ in konuşması bitince, gülümseyerek; patron sensin, dedi.

Juliet vakit geçirmeden ana belleğe bağlanmanın usullerini anlatmaya başladı, konu basitti, sadece konsantrasyon istiyordu, hepimiz ana belleğin parçaları olduğumuza göre, benliğimize yaptığımız derin dalış yoluyla bütüne ulaşmamız mümkün oluyordu. Bütüne ulaşınca beynimizin arayış içinde olduğu, açlık çektiği tüm konular ana bellek tarafından doyuma ulaştırılıyor, ruhumuz ve zihnimiz hem dinlenmiş hem de doyuma ulaşmış olarak dönüyoruz. Bu konsantrasyonu en basit haliyle elde edebilmek için sakin bir ortamda, sakin bir oturuş şekli ile gözleri yumarak ve tek bir sözcüğü düşünerek sadece ona konsantre olarak yapmak mümkündü, bu işlem duruma ve topluma göre ayakta veya yürüyerek, dans ederek, sallanarak da başarılı bir şekilde uygulanabilir, hedef trans haline geçebilmektir, bunun öğrenilebilmesi egzersiz yapmaya bağlıdır, ama bu egzersizler bilinçle yapılmalıdır, bilinçli yapılmayan meditasyonun kimseye bir faydası olmadığı gibi, zaman kaybından, göz boyamadan öteye gitmez. Dünyadaki tüm dinlerin, tüm inançların yapmak istedikleri de budur. İbadetlerin kökünde kendi ruhunun derinliklerine dalarak büyük ruh ile buluşmak oradan bilgisel beslenmeyi sağlamaktır. Ancak dünyada bunu layığı ile yapan kaç kişi çıkar, adam ibadetini yapmaya geliyor, kafasında sevginin eseri yok, peki ne var? Para var, madde var, nefret var, şehvet var, kıskançlık var, bir sürü ipsiz sapsız isteği var, ama sevgi yok. Nasıl derin dalış yapacak bu kişi, bunca çöplükle zihninde? tabii dalamayacak, boşuna rol yapacak, havrasında, kilisesinde camisinde, kafalar çöplükte, oraya neden geldiğini bile bilmiyor, artık derin dalışın bile ne olduğu unutmuş, kimin gözünü boyadığını bile bilmiyor kişi. İşte Romeo konsantre olurken kullanacağın kelimeyi ben sana hediye ediyorum, bu kelime aşk olacak, bu aşk da bilgiye aşk bana değil, bunu her söylediğinde bilgiyi, ana belleği düşünmelisin. Bunu bazı Müslümanlar tekbir getirirken aynı anlamda ve tarzda kullanıyorlar. Bilinçsizleri bilgi anlamında değil de kuvvet kudret anlamında ele alıyorlar, bilgi anlamında ele alanlar sadece trans durumuna geçebilir. Hadi bakalım sevgilim bu sözcüğü tekrarlayarak trans haline geçmeye çalışalım.

İkisi de karşılıklı bağdaş kurarak oturup, gözlerini kapadılar, önce birlikte yüksek sesle sözcüğü söylemeye başladılar, sonra yavaş yavaş ses tonları azaldı ve nihayet zihinde sözcüğü tekrarlamaya başladılar.

Aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk, aşk

Kaç zaman öylece kaldılar farkında olmaları mümkün değildi, Juliet birden Romeo’ nun hıçkırık sesi ile derin dalış halinden normale döndü, Romeo deneyimin dehşetli hazından dolayı ağlıyordu, bunu şu an kelimelere dökmesi imkansızdı, Juliet de bunu yaşadığı için Romeo’ nun duyduğu heyecanı pek iyi anlıyordu. Bu duygu ummana kavuşmak, benliğin bu ummanda erimesi, ummanla birliktelikten ruhun ve bilincin dinlenmesi, bilincin eksiklik duyduğu tüm elementleri ummandan alarak, hem bilincin hem ruhun rahatlaması, işte yaşanan deneyim buydu.

Bu deneyimden sonra Romeo kendini bir kat daha dinlenmiş ve  güne hazır hissediyordu, Juliet’ i kucakladığı gibi havaya fırlattı. Juliet’ i tekrar yakaladığında hem dudağına hem de alnına birer öpücük yerleştirerek, aldığı ders ve bu derste inanılmaz başarı elde etmesine sebep olan rehberine teşekkür etti.

Toparlanıp hemen odayı terk edip doğru ana bellek bölümüne doğru gitmeye başladılar. Bölüme yaklaştıkları sırada,romeo birinin gülerek kendisine doğru geldiğini gördü, dikkatli bakınca bunun mısırlı dostu ali olduğunu gördü.

Merhaba Romeo, diyerek dostuna sarıldı Ali.

Romeo da merhaba, dedi.

Ali, her ikisini kastederek, çok iyi görünüyorsunuz, dedi.

Romeo, sen de her zamanki gibi telaşlısın, dedi. 

Ali, nasıl telaşlı olmayayım, Mars’ a tayinim çıktı.

Romeo, büyük bir ihtimalle ben de oraya geleceğim, bunu ben istiyorum, seni nasıl bulabilirim orada?

Ali, hiçbir fikrim yok, ancak piramitlerdeki ıslığım daima benle biliyorsun ıslığımız çok işe yaramıştı o günlerde.

Romeo, ıslık bende de duruyor.

Ali, yeni yaşama hazırlanma merkezinde randevum var danışmanlarımla, vaktin olursa uğra eski yaşamlardan muhabbet ederiz.

Romeo, vaktim olursa memnuniyetle gelirim diyerek yoluna devam etti.

Juliet Ali’ yi tanıyordu ancak detaylarını pek hatırlamıyordu. Çeşitli karnasyonlarda vücut bulurken yapılan tercihlerin getirdiği bazı sorunlar oluyordu. Örneğin evrimini yaşarken ileri veya geri çalara gidenlerde bu durum daha fazla oluyordu. İleri çağlara gidenler aptal durumuna düşüyorlar, geri çağlara gidenlerde peygamber rolü oynamak zorunda kalıyorlardı.

Ali hakkında soracağı soruları ana belleği ziyaretten sonraya bırakmak zorundaydı zira, ana bellek bölümüne gelmişlerdi.

Bu bölüm heyecan verici muhteşem bir yerdi,ölçüm bölümünde elde edilen tüm farklı veriler burada birikiyordu. Ölçüm bölümünde iki farklı işlem yapılmaktaydı. Bunlardan biri görev alınan gezgende, görevlerini noktalayan kişilerin görev yerine gidiş ve dönüşleri arasında yapıları arasında meydana gelen tuğla farkının ölçümüydü ki bu ölçüm sonraki beden buluş olayını etkiliyordu. Ortaya çıkan veri doğrultusunda kişi, danışmalarla beraber gideceği yere karar veriyor, kendinden daha az gelişmiş yere tayinini isterse burada veren durumunda olup ve pek çok gelişmemiş kişilerle boğuşarak kendini bileyip, daha üst evrimlerin hazırlığını yapıyor, deneyim kazanıyordu, ancak bunun bedeli de ağır oluyor, cehennem azabı çekiyordu. Zebanileri ise cahil halktı. Yok, şayet kendinden daha gelişmiş bir yer tayinini isterse gideceği yere yapacak bir katkısı olamayacağı için, burada bir üst evrimi kabiliyetince öğrenme durumunda kalıyor, her şey hazırdan geldiği için, evrim dinamiği zayıflıyor, bu hal kişi için cenneti yaşamak oluyor, bedeli ise evrim dinamiğinin zayıflaması. Kişinin kendini cennet durumunda geliştirmesi ile, cehennem durumunda geliştirmesi arasında fark kıyaslanamayacak kadar büyük oluyor. Kurmay olabilmenin yolu cehennemleri sıkça yaşayarak evrimini süratle tamamlamadan geçiyor. Ölçüm merkezinin diğer görevi ise, merkeze intikal edenlerin hafızlarında görevleri müddetince edindikleri bilgileri tarayarak evrensel kullanım için farklılık arz eden birikimlerin ana belleğe aktarılması. Yani bu işlem nehirde altın aramaya benziyor, kumlar elenerek cevher toplanıyor. Toplanan cevher ana bellekte depolanıyor. Ana beleğe bağlanabilenlerde bu birikimlerden kapasiteleri ölçüsünde yararlanıyor.

İşte ana bellek böyle kutsal bir yerdi, evren bir enerji yumağı, madde şekillenmiş bir düşünce, düşünce de çözülmüş madde idi. Yani bilgi enerjinin kendisiydi. Evrende mevcut olan bilginin deneyimler yolu ile keşfedilmesi evrenle bütünleşmeyi sağlıyordu. Bilgilerin keşfedilmesi ana hedefti, azimli olanlar, savaşçılar, araştırıcı yapıda olanlar nasıl kütüphanelerdeki, bilgisayardaki bilgileri kullanıp, farklı oluşumlar ortaya çıkarmak için var güçlerini kullanıyorlarsa, kurmaylığa soyunanlarda, ana bellekten öyle yararlanıyorlardı. Ana bellekten en çok veri alabilenler baş kurmay ve onun kurmayları idi, kurmayların kendi alt örgütleri ve mesaj götüren görevlileri vardı. Yani avama enerji bu yolla nakil oluyordu. Bu olayı şöyle açıklamak da mümkündü. Düşen yağmur taneleri ırmaklar kanalı ile barajlarda birikiyor, barajlardan elde edilen elektrik enerjisi, nakil hatları ile kulanım alanlarına getiriliyor, buralarda trafolar vasıtası ile voltaj düşürülüyor, buradan da mekanlardaki kullanıma sunuluyor, mekanlarda ise adaptörler vasıtası ile cihazlar çalıştırılıyor.

Bilgide böyle akıyordu mesajcılar vasıtası ile gezegenin bilgi üretim süreci körükleniyor, mesajcılar, kurmaylığın kanalı ile ana bellekten ihtiyaçları ölçüsünde yararlanıyorlar, bu böyle sürüp gidiyor, evren büyüyor, ana bellek büyüyor, kurmaylar büyüyor, kanallar genişliyor, müthiş bir ahenk, sürüp giderken, bu düzen tamamen

Kendi kendini her basamakta besleyen bir yapı arz ediyor.

Her şey zıddı ile var olduğundan kainattaki her şey bu gayeye hizmet ediyordu, siyah beyazın varlığını ortaya koyuyor, kötülüklerle mücadele ihtiyacı iyiliği doğuruyor, mücadele edenleri yaratıyor, savaşçıları biliyordu. Bilenen savaşçı, yapısının üstüne bir tuğla daha koyuyordu. Bu açıdan bakınca, savaşçılara o kadar ihtiyaç vardı ki, tarifi mümkün değildi. Koca evrende gezegenlere tayin edilecek mesajcı sıkıntısı hat safhadaydı, sadece dünyaya gönderilen on binlerce mesajcı dünyayı bu evrime getirene kadar neler çekmişti. İnsanlık onları parçalamış, çarmıha germiş, çeşitli işkencelere tabii tutmuş, bol bol mesajcı tüketmişti. Sadece dünya için on binlerce bilgeye ihtiyaç duyulduğuna göre varın siz hesap edin sayısız gezegenler için gerekli olan bilge mesajcı sayısını.

Juliet tüm bunları Romeo nun hedefin ne olduğunu iyi kavraması için anlatıyordu. Konuşa konuşa ana belleğin seremoni salonuna gelmişlerdi.

Salonda o an bir seremoni başlamak üzereydi, Zeus karısı Hera, tüm kurmaylar ve diğer davetliler oradaydı. Seremoninin konusu delta gezegeninden dönen bir mesajcının görevi hakkında kurmayları bilgilendirmesi, yaptığı üstün görev sonucu rütbe yükseltilmesi hakkındaydı.

Seremoniyi zeus bir konuşmayla açtı, konuşmayı romeo can kulağı ile dinliyordu. Hınca hınç dolu salonda çıt yoktu, Zeus işin mantığından başlayarak konuşmasını sürdürdü.

Sayfa 3

 

 

 

 

 

Erdoğan ILDIZ

   Aydınlık Gazetesi - Makale

İletişimİletişim

 

 

 

 

 

 

 

 

Değerli gönül dostları, biliyorsunuz sayısız fedakar arkadaşımız mesaj iletmek görevi ile çeşitli gezegenlere gidip ora halkına yararlı hizmetler verip onların evrimlerine katkıda bulunuyorlar. Kapasiteleri doğrultusunda başarı elde ettikleri gibi, kendi şahıslarının evrimine de olanak yaratıyorlar. Bilindiği gibi baş kurmaylık için her 10 senede bir, diğer kurmaylıklar içinse her 5 senede bir seçim gerekiyor. Ölçüm merkezinde yapılan bu işlemler, adaylar arasında kim tuğlalarını daha çok geliştirmişse, onun seçimi ile sonuçlanıyor, neticede bu bir bilgi yarışıdır ve tüm kurmaylıklardaki tüm pozisyonlar herkese açıktır. Bu salonu dolduranlar arasında çok değerli görevler üstlenmiş arkadaşlarımız mevcuttur, ancak delta gezegeninde Meryem arkadaşımızın başardığı konu evrende pek çok gezegende yaşadığımız tıkanıklığı çözecek önemli bir konudur. Bu konu aşılınca, yaşam mana kazandığı gibi ruhsal alem de boyut kazanmakta,evrimin manası ortaya çıkmaktadır.

Meryem delta gezegeninde evrimi hızlandırmak için ne yapmıştır?

Cevap çok basit, Meryem önüne gelene şu soruyu sormuştur:

Kadının cenneti nasıl bir yer tarif eder misiniz?

Meryem delta gezegeninde vücut bulduğu zaman, küçük yaşlarda garip bir durumun gezegen inançları arasında olduğunu görmüştür. Oda şudur:

Çocuğu doğuran ana, büyüten terbiye eden ana, ilk eğitimleri veren ana, ama iş cennetin tarifine geldi mi ana oluyor huri, garip bir yaklaşım. Cennet hep erkeğe göre tarif edilmiş, garip bir cennet. Nasıl bir cennet? Yeşillikler içinde ırmaklar akıyor, huri kızları her türlü servisi yapıyor. Huriler bizim anamız, bacımız, karımızsa yandık, öğrendiğimiz tüm ahlak kuralları güme gitti demektir. Diğer yandan kadınların da erkek hurilerden servis almaya hakları var. Yoksa adalet olmaz. Bir diğer gariplikte cennetin tembellerin toplandığı bir yer olarak tarif edilmesi. Herkes yatıyor, yaşamında elde edemediği her şey önüne geliyor, çaba uğraş yok. Kainattaki zaman dilimlerine bakıldığında, 70 yaş saniye bile değildir. Yani ufacık bir yaşam sürüp ilelebet bir parazit gibi yan gelip yatacaksın, kainatta yapılacak onca şey dururken sen hazırdan yiyeceksin, erken emeklilik gibi bir şey. Beş yıl çalıştım 100 yıl yan gelip yatacağım demek oluyor.

Meryem kadınlara böyle bir cennetin olamayacağından bahsetmiş, gerçek cenneti bulmanın yolu olarak da zihinsel gelişmenin tek çare olduğunu anlatmıştır.

Gözlerindeki perde, kafalarındaki sis kalkan kadınlar yetiştirdikleri çocuklara da sonsuz evrim cennetini anlatmaya başlayınca delta gezegeninin motivasyonu artmış, evrim 100 misli gelişmiştir. Eski inançları hem yaşadıkları gezgende hem de ahrette kişileri pasivize ederken, yeni inançla, kişiler her yaptıklarını planlar, benliklerindeki tuğla miktarını artırmak için var güçleri ile gayret eder olmuşlardır. Yaşamlar bir mana kazanmıştır. Tüm yaşamın iki türlü meyve verdiğini idrak etmeye başlamaları onları bencillikten kurtarmış esas mirasın farkına vardırmıştır. Yaşamın ilk meyvesi, kendi benliklerine ekledikleri tuğlalarla bir sonraki hayat buluşta üst evrimlere ulaşacakları inancının verdiği gayret, ikinci meyvesinin ise,kendi benliklerinde elde ettikleri evrimin genlerinde depolanan bilgiler yolu ile, kendinden sonraki kuşaklara aktarılacağı  inancının verdiği mutluluktur. Önceleri benden sonra tufan diyen deltalılar, hem kendilerini hem çocuklarını daha iyi yetiştirir olmuşlar,para hırsı ve maddecilik geri plana itilmiş,bilgiye ulaşım, kendini ve toplumu yetiştirme daha ön plana çıkmıştır.

Zeus tüm bunları anlattıktan sonra Meryem’ i kürsüye davet etti, kendisini tebrik ederek, yaptığı bu hizmetten dolayı eşlerin evriminden sorumlu kurmaylıkta görevle ödüllendirilmesinin kurmaylar kurulunda kararlaştırıldığını,şayet edilen teklifi kabul ederse memnun kalacaklarını söyledi ve kürsüyü Meryem’ e bıraktı.

Meryem, Zeus ve tüm kurmaylara teşekkür ederek söze başladı. Bilindiği gibi evrim çok uzun bir süreçtir. Mikroorganizmadan başlayıp enerjinin kaynağına uzanan evrimde, yolun kilometre taşları içinde en belirgin konumları vurgularsak, bunlar;

1-İnsan bedenine ulaşmak

2-Bilge insan olmak

3-Mesajcı olmak

4-Kurmaylıkta görev almak

5-Kurmay olmak

6-Baş kurmay olmak

Diye özetleyeceğimiz konumlardır, bu evrimlerle ana belleğe en yakın konumlara gelip, o ilimden, en yüksek bağlanma yolu ile beslenebilmektir. Ana belleğe yaklaştıkça kanallarımız daha çok açıldığı için, bilgiden alınan haz da o oranda artmaktadır. Şu an bana evrimimin çok önemli bir kilometre taşı teklif edilmektedir. Bu görevi büyük bir memnuniyetle kabul ettiğimi belirtmek isterim. Yeni görevimde de en üstün başarıları yakalamak için elimden gelen gayreti sarf edeceğimden emin olabilirsiniz. Aranızda görev almak, sizlerin deneyimlerinden faydalanmak beni mutlu edecektir. Diyerek sözlerini bitirdi.

Romeo gördüğü sahnelerden çok etkilenmişti. Şimdi Juliet’ i daha iyi anlıyordu, muhakkak zor bir görev almalıydı ve vereceği mücadele ile kendini iyice bileyerek evrim yolundaki mücadelesini hızlandırmalıydı.

Seremoni salonundan çıkıp ana belleğin diğer kısımlarını ziyarete başladılar. Manzara çok etkileyiciydi. Ana bellek ortada ve etrafı da çeşitli kurmaylıkların ana belleğe bağlanma organları tarafından kuşatılmış bulunuyordu. Ana bellek sonsuza açılmış bir pencere gibi, bakanda sonsuzluk hissi bırakıyordu. Onun her an büyüdüğünü geliştiğini hissetmemek imkansızdı, her geçen saniye evrende yapılan keşiflerin ana belleğe verdiği mutluluğu paylaşmak, evrenin evrimini izlemek inanılmaz keyifli bir duyguydu. Ana bellek etrafındaki kurmaylıklar çok yoğun bir çalışma içindeydi,hem evrenin her köşesindeki mesajcılara ana bellekten servis veriyorlar hem de ana belleği ziyaret edip ana bellekten beslenme talebinde bulunanlara ziyaretçinin kapasitesi oranında beslenebilmesi için servis veriyorlardı. Ziyaretçinin kapasitesi oranında beslenmesi önemli bir olguydu, çünkü kapasitesine göre bilgi akmazsa, ziyaretçi zarar görebilirdi. Ayni yüksek gerilim hattına bağlanan bir transistorlu radyonun durumuna düşmek gibi olurdu. Bilginin faydalı olması ve ziyaretçi tarafından iyi sindirilmesi için kurmaylıklar canla başla çalışıyorlardı. Kurmaylıkların dışındaki halka bu tür ziyaretçilerle doluydu. Ana belleğe gelen ziyaretçilerin bulunduğu, kurmaylıkların önünde bulunan halka şeklindeki çepeçevre salonlardan bir dış halkaya geçildiğinde intikal merkezine geliniyordu. Burası yeni göreve tayini çıkanların, görev mahalline intikal etmesini gerçekleştiriyordu. Bu bölüme, yine bu bölümü saran daire şeklindeki yeni hayata  hazırlama merkezinden geçiliyordu. Tüm olay ana bellek etrafında yapılaşmış iç içe halkalar şeklindeydi. Yeni hayata hazırlama bölümünden tayini olgunlaştırma merkezine, oradan da ölçüm merkezine geçilmekteydi, istirahat haneler dıştan 2. halkada, en dış halkada ise resepsiyonlar bulunmaktaydı. Sonuç olarak yapılaşma iç içe oluşan 9 halkadan meydana gelmekteydi. Romeo ve Juliet bu halkalardan ana bellek bölümünün ziyaretçileri arasında dolaşıyorlar, kurmaylıkların  ziyaretçilere verdikleri hizmet hakkında bilgi alıyorlardı.

Kalabalık içinde Romeo tanıdık bir simaya rastladı. Dünyada bir başka evrimde hayat buluşunda rastlamıştı ona ve konuştuklarından hiçbir şey anlamamıştı o zamanlar, şimdi ne demek istediğini daha iyi anlıyordu. O evrimde onlar iyi iki dosttu ve dostluklarının temel noktası beraber satranç oynamaya dayanıyordu, o zamanlar Romeo ülkenin en iyi satranç oyuncuları arasındaydı, filozof yapılı biri olan Mansour da satranç hastasıydı bu yüzden iyi bir dostluk oluşturmuşlardı. Mansour’ un düşünceleri pek çok kişiye ters geliyordu o zamanlar. Nitekim ettiği bir çift söz yüzümden toplum tarafından param parça edilerek öldürülmüştü. Öldürülmesine neden olan söz, “ en el hak” sözleriydi. Toplum bu sözün gerçek anlamını bilememişti. Mansour yaradan benim içimde, ben yaratanın bir parçasıyım demek isterken. Toplum bu adam  “ ben Allah’ ım” diyor, diye yorumlamış ve Mansour’ u paramparça etmişti. Juliet bu hikayeden çok etkilenmişti, Romeo’ dan Mansour ile tanıştırmasını istedi.

- Romeo, hey Mansour, kıymetli dostum diye, bağırdı.

- Adam döndü ve anında yüzünde bir gülümseme belirdi ve sıcak bir ifadeyle, merhaba benim satranç dostum, diyiverdi.

Sana eşim Juliet’ i tanıştırayım, hikayeni  anlattım, çok etkilendi. Anlat bakalım ne yapıyorsun, nerelerdesin?

Bu aralar Galaktika ‘daki evrimimi tamamlamakla uğraşıyorum. Ya sen ne alemlerdesin?

Ben de işler yolunda giderse marsa tayinimi isteyeceğim, ancak Juliet Galaktika yoluna tayinini istemeyi planlıyor. Tanışmanız iyi bir tesadüf oldu.

Juliet söze girerek Mansour’ a sordu.

Galaktika’ da dikkat etmem gereken en önemli konu nedir sizce? Biraz söz eder misiniz?

Mansour ağır ağır soruyu yanıtladı, bence en önemli konu Galaktika’ da, genel evrimin hızına ayak uydurabilmektir. Sistemin toplum üzerimde büyük baskısı vardır, ayak uyduramayanlar eğitim kamplarında yoğun eğitime tabii tutulmaktadırlar, bunun doğruluğu tartışılabilir, ben dünyadayken tam tersi bir durum vardı, cahilin cahil kalması için feodalite gayret gösteriyor, ilim sahipleri eziyet görüyordu, beni de bu yüzden parçaladılar zaten. Dünyada öğrenmeme özgürlüğü almış başını gitmişti. Galaktika’ da ise tam tersi, öğrenmeme özgürlüğü yok denebilir. Ancak bizim gibi bilgiye aç olanlar genellikle bu gezegeni tercih ettiklerinden bu durum bizler için bir sorun değil. Ancak orayı tercih edipte bilgiye susamamışların vay haline, yaşamları ızdırap olabilir.

Mansour sözlerini bitirdikten sonra Romeo’ ya dönerek sordu. Neden Mars’ a gitmek istiyorsun? Dünyadaki evrimini yeterli görmüyor musun? Dünyadan sonra Mars senin için oldukça sıkıntılı olmayacak mı?

Romeo biraz mahcup fakat kararlı bir ifadeyle anlatmaya başladı. Biliyorsun dünyada birlikte olduğumuz zaman dosttuk ama tuğla farkımız  oldukça fazlaydı, daha sonraki beden buluşlarımda da bu farkı gideremedim, şimdi lider olabileceğim, yoğun basınç altında kalabileceğim, vereceğim mücadelelerle evrimimi hızlandıracağım, bir yere gitmek istiyorum, bunu en ideal olarak yapabileceğim yer olarak Juliet’ le beraber Mars diye karar kıldık.

Mansour yanıtladı, çok hızlı bir evrimle tuğlarla farkını kapatmak istiyorsan fikrinize katılıyorum. Gazan mübarek olsun. Azimliysen ne kadar çok sıkıntı çekersen ve çekilen sıkıntıları bertaraf etmek için o kadar çok uğraşırsan beyninin evrimi o ölçüde hızlı olacaktır. Yeter ki, zorluklar karşısında geri çekilme. Çarelerin sonsuz olduğunu aklından çıkarma.

Romeo tavsiye için teşekkürlerini belirtirken aklını kurcalayan soruyu da ihmal etmedi.

Şimdi ana bellekteki seremoni salonundan geliyoruz. Meryem’ in kurmaylığa tayin töreni vardı, senin yaptıklarını göz önüne alınca, böyle bir ödülü senin de hak etmiş olman gerekirdi, seni bu ödülden geri koyan ne oldu?

Mansour bu soruyu tebessümle karşıladı, sakin fakat çok kararlı bir ifade ile yanıt verdi.

    Sayfa 4

 

 

 

 

 

Erdoğan ILDIZ

   Aydınlık Gazetesi - Makale

İletişimİletişim

 

 

 

 

 

 

 

 

Evet dostum, bana da baş kurmaylıktan teklif iletildi, ancak ben teklifi geri çevirdim, bir bakıma ben de senin yaptığını yapıyorum şu an. Kendimi sıkıntılar çekerek daha üst evrimlere hazırlayacağım, hedefim baş kurmaylık. Zeus olmak istiyorum ben. Bu kararımı Zeus’ a ilettiğim an o da çok memnun oldu ve kararımı destekledi. Şu an kurmaylıklardaki görev beni kafi bilemez, benim cephede daha çok bilenmem lazım. Şu anda ana hedefim tuğla miktarımı artırmak anlayacağın.

 O gün Mansour Galaktika’ ya intikalini bekliyordu, müsaade istedi, vedalaştılar.

Birlikte intikal merkezine doğru yürüdüler, Mansour kendi intikali ile ilgilenen bölüme doğru yönelirken, Romeo ve Juliet’ te tayin işlemleri ile uğraşan bölümler arasında dolaşmaya başladılar. Burası büyük bir hava alanını andırıyordu. Tayin mantığı da hemen hemen turizm endüstrisinin mantığı ile kıyaslanabilirdi. Önce bankadaki para durumuna bakıyordun, sonra seyahat acenten ile o paraya gidilebilecek seçenekleri saptıyordun, onun önerileri doğrultusunda kendi iradenle bir karara varıyorsun, uçuş saatin ve bekleme salonun belirleniyor, ona göre gideceğin yere intikalin gerçekleşiyor. Gidilen yerin kontenjanı belli, genellikle orda görevi bitenlerin yerine başka biri tayin ediliyor. Bazen de oranın halkından aynı kişiler değişik bedenlerde tekrar tekrar aynı gezegene tayinlerini isteyebiliyorlar. Aynı ülkede tekrar tekrar tatile çıkmak gibi. Romeo kısa bir müddet sonra burada oturup intikalini bekleyecekti, Juliet de intikalini aynı zamana programlamıştı.

İntikal merkezinden tam ayrılmak üzereydiler, Romeo Mars yolcuları arasında Ali’ yi gördü, ona doğru yöneldiler.

Evet sevgili dostum Ali, anlaşılan işlemlerin tamam, yolculuk başlamış. Diye söze başladı Romeo.

Tayin hazırlama merkezinde çok az bir işim kalmıştı o da hemen bitti, intikal merkezindeki sürecimin bir an evvel başlamasını istediğimden hemen buradaki yerimi aldım. Süratli işi severim bilirsin.

Romeo, Juliet’ e dönerek anlatmaya başladı, Ali ile Mısır’ daki yaşamımızda hız konusu yaşamımızın ana rengini teşkil etmişti, o yaşamda ben piramitlerin yapımında görevli mimarlardan biri, Ali ise duvarcıların ustalarından biri idi. Piramidin 4 köşesinden de 4 ayrı mimar kendi ekipleri ile işe başlıyor, bir baş mimarın denetiminde işler götürülüyordu, geri kalan ekip fena halde cezalandırılıyordu. Taş temini nakliye, işçi temini, hepsi mimarın sorumluluğundaydı. Bilindiği gibi ben o zamanlar daha yumuşak ve insancıl yapıda olduğumdan Ali hariç ekipteki hemen hemen herkes beni istismar ediyor işler aksıyor, diğerlerinden geriye kalıyorduk, bu da bizim sonumuzu hazırlıyordu. Bir gün Ali dayanamadı yanıma gelip konuşmak istediğini söyledi. Piramit inşaatının biraz ilerisindeki kayalıklara doğru yürümeye başladık. Güneş yeni doğmuş etraf yavaş yavaş aydınlanmaktaydı. Ali çalışanlara bu kadar yumuşak olmamamı, sertleşmemi istiyordu. Diğer ekiplerin çok gerisinde kalmış, yaşamımız tehlikeye girmişti. Bunları konuşa konuşa kayalıklara gelip, kuytu bir yerde oturduğumuzda, arkamızdaki oyuktan bir ses geldiğini fark ettik, acayip kılıklı, acayip görünüşlü biri yalvaran gözlerle bakıyor, yardım istiyordu. Tahsilim sırasında bazı tıbbi müdahaleleri olası iş kazalarına anında müdahale etmek için bilhassa almıştım. Adam sıtma nöbetine tutulmuş gibi titriyordu. Solgun ve bitkin bir durundaydı. Adamı biraz inceleyince gerçekten sıtma hastalığına yakalandığının teşhisini koydum. Çantamda bu hastalığa iyi gelen otlar bulunuyordu.   Ali’ ye bulduğumuz yarattıktan kimseye söz etmemesini ve gidip çantamı getirmesini söyledim. Mısır’ da o zamanlar sıtma yaygın bir hastalıktı. Sivrisinekler yolu ile bulaşan bu hastalıktan çevremde binlerce kişi ölmekteydi, ben de bu ilacı Babil’ den gelen hekim bir dosttan öğrenmiş, pek çok kişiye yardımcı olmuştum. Ali döndüğünde çantamla beraber su ve yiyecek te getirmişti. Adama önce biraz su içirdim, sonra otları biraz dövüp, her zaman yaptığım karışımı uyguladım ve yutmasını sağladım. Yaklaşık yarım saat sonra yüzünde huzurlu bir ifade belirdi. Lisanımızı anlamıyordu, işaretle dinlenmesini, uyumasını belirtip aliyi başında nöbetçi dikerek ben işimin başına gittim. İşlerimi yoluna koyduktan sonra ben nöbeti devir almak için gittiğimde yaratık hala uyuyordu.

Ali her şeyin yolunda olduğunu belirtip, işinin başına dönmek için davranırken, hızlanmamız gereken şu günlerde benim insancıl davranışlarımla zaman kaybettiğimizi, şu yaratıkla uğraşmak ise bunun son örneğini oluşturduğunu belirtti. Ali tam sözünü bitirmişti ki, yaratık gözlerini açtı, gözlerinden sonsuz bir minnet okunuyordu. Giysisinin içinden bir cihaz çıkarıp, bazı ayarlar yaptı, daha sonra bu cihaza konuşmaya başladı. Konuştuklarını cihazdan kendi lisanımızda duyabiliyorduk. Başka bir gezegenden dünyaya inceleme gezisi için geldiklerini, bu esnada rahatsızlandığını, bu tür hastalıkların gezegenlerinde bin yıllar önce tarih olduğunu, bulaşıcı gördükleri bu hastalığın tedavi metodunu öğrenmek gerekli donanımla geri dönebilmek için arkadaşlarının gezegenlerine geri döndüklerini belirtti. Mevcudiyetinden kimseye bahsetmemelerini rica etti. Ali olaya çok şaşırmış neredeyse küçük dilini yutmuştu. Bu defa da Romeo bir daha Ali’ yi uyardı sakın ha kimseye burada yaşananlardan tek kelime etmeyeceksin, şimdi işine git ve işlerini kolayladığında nöbet için geri gel. Gelirken de mutlaka su ve yiyecek bir şeyler getir. Ali gittikten sonra uzaylı ile Romeo iki eski dost gibi sohbete başladılar. Uzaylı dünyanın bitki örtüsü yönünden çok zengin olduğunu, inceleme nedenlerinin bu olduğunu, kendi gezegenlerinde et yenilmediğini, sadece bitkilerle beslendiklerini anlattı ve isminin Ari olduğunu söyledi. Bu defa Ari Romeo’ ya o taş yığınının ne olduğunu sordu. Romeo da onun bir anıt mezar olarak plânlandığını, biri baş mimar olmak üzere 5 mimar tarafından işlerin yürütüldüğünü ve her mimarın birbiri ile yarış içinde olduğunu geri kalanın hayatının tehlikede olduğunu, maalesef en geride de kendisinin bulunduğunu belirtti. Ari taşların nereden, nasıl kesildiği, nasıl nakledildiği yolunda bilgiler aldı. Herhalde en çok zaman, taşların kesilmesi,yontulması ve nakli için harcanıyordu. Ari haklıydı, tespiti doğruydu. Ari’ nin arkadaşları kısa zaman sonra gelebilirlerdi, ancak o da Romeo’ ya yardım etmek istiyordu. Romeo’ ya bir ıslık türü öğretmek istediğini söyledi ve kendisini taklit etmesini istedi. Onlarca defa denediler Romeo hiçbir şey duymadan Ari’ nin yaptığı gibi yapıp vızıltı gibi bir titreşim elde etmeye çalıştı. Sonunda Ari Romeo’ nun başardığını söyleyerek, aynı tarzı yüzlerce defa tekrarlattı. Seans bittiğinde bu ıslıkla kendisine her zaman ulaşabileceğini, taş kesme ve nakil işinde arkadaşları ile birlikte yardımlarına koşacaklarını belirtti. Buluşma yerininse bulundukları kovuk olacağını sözlerine ekledi. Romeo ıslık çalma çabalarından yorgun düşüp, dinlenmeye geçmişti ki, Ali çıkageldi. Bu defa aynı seans Ali’ ye yapıldı, bir müddet sonra Ali de başarılı olmuştu. Romeo Ali’ yi Ari’ nin yanında bırakıp gitmek üzereyken, Ari arkadaşlarının gelmek üzere olduğunu, kendisini çok iyi hissettiğini,

Ali’ nin anında kalmasına gerek olmadığını belirtti. Romeo ve Ali Ari’ ye veda edip ayrıldılar, piramide ulaşmadan bir ışığın kayalıklara doğru yaklaştığını ve kısa bir süre sonrada kayalıklardan bir ışığın kalkıp uzaklaştığını gördüler.

Ertesi sabah gördükleri manzara karşısında dilleri tutuluyordu neredeyse. On binlerce taş nizami olarak bıçakla kesilmiş gibi düzgün, istenilen standartlarda Romeo’ nun şantiyesinde duruyordu. Binlerce işçinin aylarca sürecek iş gücü  kazanılmıştı, şimdi nispeten kolay olan inşaat işlerine hız verebilirdi. Yapı ilerledikçe Romeo’ nun endişeleri de artıyordu. Yapılan anıt mezarlara mimar ve işçilerden bir kısmını da diri diri gömmek bir gelenekti. Öyle bir şey yapmalıydı ki, böyle bir durumda en azından kendisi ve Ali kurtulabilmeliydi. Bu durumu Ari’ ye danışmak, bir de yeni taş siparişi vermek, hem de Ari’ yi görmek istiyordu, onun sakin bilge halini çok özlemişti.

Sabah tanyeri ağarırken Ali ile beraber ıslıklarını çaldılar, garip bir şey oldu. Her ikisi de bir birlerinin çaldığı ıslığı duyuyorlardı ama onlardan başkası bunu duymuyordu. Islık çalma işlemi bittiğinde kayalıklara doğru sakin sakin yürüdüler.

 Oyuğa geldiklerinde Ari oradaydı ve çok iyi görünüyordu. Romeo kısaca durumu anlattı. Ari her ikisinin de kendileri ile gelmelerinin yararlı olacağını belirtti. Ari yine aynı cihazı çıkarıp bazı ayarlar yaptı, kısa bir müddet sonra kayalıklara ucan bir cisim yanaştı ve topluca bindiler. Cisim havalandıktan kısa bir müddet sonra piramit için taş kesilen taşocaklarının benzeri bir araziye indiler. Ari uçan cisimden bir cihaz alarak Romeo’ ya uzattı. Bu aletle taşları nasıl zahmetsizce kesebileceğini gösterdi. Kısa sürede taşlar aletten çıkan kırmızı bir ışıkla pasta kesilir gibi kesilmiş başka bir aletle istiflenip paket edilmişti. Ali ve Romeo neredeyse küçük dillerini yutacaklardı. Ertesi gün güneş doğmadan karanlıkta gelinip ucan cisim tarafından havada askıya alınarak tonlarca taş şantiyeye indirildi. Ari kırmızı ışığı vasıtası ile taşları kesen küçük aleti Romeo’ ya hediye etti, şayet bir gün piramide canlı canlı hapsedilirse kulansın diye. Bu aletle piramitten kaçış çocuk oyuncağı idi.

Piramidin kendi sorumluluğunda olan inşaatı artık çok süratle ilerliyordu. Şimdi artık inşaatın daha sofistike kısımlarına gelmişler, mezar odalarına ulaşan dehlizlerin içini çeşitli tuzaklar ve labirentlerle donatıyorlardı. Firavunlar bu işe çok önem veriyorlardı. En mükemmelini yapan için büyük ödül vardı. Romeo bu ödülü almayı çok istiyordu. Aylardır bu konuyu düşündüğü halde aklına bir şey gelmiyordu. Bu konuda Ari’ nin yardımını istemeye karar verdi. Yine ıslıklar çalındı, yine kovuğun yolu tutuldu. Ari ordaydı. Durum anlatıldı, Ari sessizce dinledi ve çözüm olarak önerilerini bir kağıda çizmeye başladı. Mezar hırsızlarına karşı önerdiği tuzaklar 4 guruba ayrılıyordu. Feci şekilde ölümler getiren bu tuzakların ilk gurubu ağırlık esasına göre hareket eden sistemlerdi. Belirli noktalara basan herhangi bir canlının bu tuzaktan kurtuluş şansı olmuyordu. İkinci gurup tuzaklar sese hassas tuzaklardı, insan sesi ile harekete geçiyorlar, sesin sahibine ve etrafındakilere hayat hakkı vermiyorlardı. Üçüncü grupta ise vücut ısısına duyarlı tuzaklar bulunuyordu. Dördüncü grup tuzaklar ışığa duyarlı idi. Tüm bu tuzaklar için gerekli çizim ve donanımları bir dahaki buluşmalarında kendilerine teslim edeceğini belirtip Ari buluşmayı noktaladı.

Romeo ve Ali şimdi gerçekten mutlu idiler hem inşaatları iyi gidiyor hem de yarışmaya konu olan tuzaklar konusunda diğer 3 rakibe fark atıyorlardı. Nitekim beklenen oldu tuzaklar konusunda beklenen ödüller Romeo ve ekibinin oldu. Yıllar geçip piramit tamamlandı ve adet olduğu üzere piramit inşaatında çalışan herkes ya katledildi ya da piramide canlı canlı gömüldü. Romeo ve Ali ödüllü olduklarından ayrı yerlerde canlı canlı  piramidin içine hapsedilip gömülmüş oldular. Romeo’ nun çantası her zaman olduğu gibi yanındaydı. Ari’ nin kendine verdiği cihazla kapatıldığı bölümden bir oyuk açarak çıkması çocuk oyuncağı oldu. Islıkla Ali’ ye ulaşmayı denedi ve kısa zamanda beklediği yanıtı aldı, tuzakları ve yerlerini çok iyi bildiğinden başına bir hal gelmeden Ali’ ye ulaştı, onu da kapatıldığı yerden alarak yüzeye en yakın konuma doğru ilerleyerek, cihaz yardımı ile çıkabilecekleri bir genişlikte delik açarak piramit dışına ulaştılar kestikleri taşı tekrar yerine koyarak kaçışın izini yok ettiler. Oradan birlikte İskenderiye’ ye giderek, biri Babil’ e diğeri Anadolu’ ya gitmek üzere gemilere binerek hareket ettiler.

İşte bizim ıslığın hikayesi böyle sevgili Juliet diyerek sözlerini bitirdi Romeo. Ali’ de derinlere dalmış tatlı tatlı gülümsüyordu.  

Sayfa 5

 

 

Erdoğan ILDIZ

   Aydınlık Gazetesi - Makale

İletişimİletişim

 

 

 

 

 

 

 

 

Tam Ali Anadolu’ da geçirdiği hayattan söz etmeye başlıyordu ki nakil işleminin ön sinyalleri gelmeye başladı, artık nakil konusuna konsantre olması gerekiyordu. Mars’ ta karşılaştıklarında bu konudan da etraflıca konuşmaya vakitlerinin olacağını belirtti ve müsaade istedi. Bir birlerine iyi dilekler dileyerek ayrıldılar. Mars’ ta sürüngen bir bedende hayat bulmak için kendini yeni hayata hazırlama merkezinde çok iyi hazırlamış olan Ali’ nin nakil için konsantrasyonu hiç te zor olmayacağa benziyordu.

Romeo ve Juliet nakil merkezinden çıkıp, yeni hayata hazırlanma merkezine geçtiler. Bu bölümde çeşitli kurmaylıkların pek çok danışmanı görev yapmaktaydı. Ölçüm merkezinde belirlenen tuğla seviyesine göre % 20 yukarı veya aşağı marjlar limitinde evrende gidilebilecek gezegenlerin belirlenmesi ve gidilecek yerdeki hayat tarzına göre kişilerin hazırlanmasına yardımcı olan görevliler canla başla çalışıyorlardı. Yeni hayata hazırlanabilmek için, burada çeşitli kurslar, seminerler veriliyordu. Bu bölümde önce danışmanlarla ölçüm merkezinin verileri tartışılıyor, sonra da çeşitli kurslar için randevu alınarak gelecek hayatın hazırlıkları yapılıyordu. Bu bölümden sonra istirahat merkezine dönüp durum değerlendirmesi yapacaklar, ertesi gün de ölçüm merkezine gidip işlemlere başlayacaklardı. Şimdi Romeo’ nun katılacağı kurslar konusunda karar vermeleri gerekiyordu. Bu kurslara ilaveten danışmanların önerecekleri kursları da yarın tartışacaklardı. Danışmanların onların hedeflerini tam olarak bilmeleri mümkün değildi, kendilerinin hedeflerinde ısrarlı olması gerekiyordu. Danışmanlar kişileri ve hedeflerini analiz ettikleri ölçüde tavsiyelerde bulunuyorlardı. Ölçüm merkezinden dünya ve benzeri gezegenlerin tercih puanları doğrultusunda bir ölçümün çıkacağını biliyorlardı. Romeo’ nun gelişmek için Mars’ a tayin edilmesinde de kararlıydılar ve Mars’ ta % 20 tolerans sınırında bir gezegendi. Buraya kadar her şey mükemmeldi. Ölçümden sonra kurslar sayesinde Romeo’ nun bazı yetenekleri daha da artacak Mars’ ta ora halkı ile çelişkileri daha da keskinleşecek, daha çok acı çektikçe evrimi de o denli hızlanacaktı. Şimdi alması gereken kurslara kaydını yaptırmaya başlamaları gerekiyordu.

Tüm muhtemel kursları ziyaret edip, gerekli bilgileri aldıktan sonra, netice olarak şu kurslarda karar kıldılar ve kayıtlarını yaptırdılar.

1.   Evrensel iletişim kursları

2.   Ana belleğe bağlanma

3.   Sır saklama

4.   Sabır

5.   Adam seçme

6.   Kadirşinaslık

7.   Şükür etme

Hem evren tayin merkezinin çeşitli bölümlerini ziyaret hem de kurslar hakkında alınan bilgiler Romeo ve Juliet’ i iyice yormuştu. Rastladıkları değişik dostlarla muhabbet tazelemişler, güzel bir şekilde günü noktalamışlardı. İstirahat merkezine giderken ikisi de kendilerini çok mutlu hissediyorlardı.

Ertesi gün erkenden kalkıp bir daha durumu gözden geçirdiler,planları ve eğitim programları konusunda ekleyecek bir şey bulamadılar. Bunun huzuru içinde ölçüm merkezinin yolunu tuttular.

Ölçüm merkezi çok sakin, sessiz bir yerdi. Burası çok zevkli döşenmiş bir salon izlenimi veriyordu. Dörder kişilik oturma gurupları şeklinde organize edilmiş koltuklar modülün esasını oluşturuyordu. Kapıda sizi karşılayan görevli, ölçüm yaptıracak şahıs ve varsa refakatçisini alıyor müsait olan bir birime götürüyor. Görevli her koltuğun yanında olan ölçüm cihazını, ölçüm yaptıran kişinin kafasına yerleştiriyor. Cihazı çalıştırdıktan sonra görevli de oturuyor, orada bulunanlar arasında sohbet başlıyor. Ölçüm işleminin süresi ancak sıradan bir sohbeti tamamlayana kadar yetiyor, sohbeti derinleştirmeye imkan yok, süre yetmiyor, bir berber dükkanındaki, bir kuafördeki gibi. İşlem sırasında herhangi bir ses veya hareket gözlenmiyor. Başa yerleştirilen taç görünümlü bir cihaz, işlem bitince de yanan bir ışık o kadar.

Ölçüm işlemi bitip ışık yanınca, görevli tacı baştan alıp koltuğun yan tarafındaki yerine yerleştiriyor. Bir müddet daha sohbete devam ettikten sonra kibarca ziyaretçileri ölçümün neticesini veren bölüme geçiriyor. Burada ölçüm sonuçları ile ilgili belge ziyaretçiye veriliyor. Tüm işlem bir saatlik bir süreye ancak sığıyor ve olay bir lüks otel lobisinde iş ziyareti için buluşan birkaç kişinin davranışları çerçevesinde gelişiyor.

Aslında  sessiz ve telaşsızca yapılan bu işlem evrende olan olayların en önemlisi ve evreni harekete geçiren sistemin ana motoru olarak ortaya çıkıyordu. Ölçüm sırasındaki kısacık sürede çok önemli 2 şey oluşuyordu. Bunlardan biri bilgi transferi idi, diğeri tuğlaların ölçümü konusuydu. Ölçüm esnasında ziyaretçinin kafasındaki tüm bilgi taranıyor, o ana kadar hiçbir beyinde rastlanmamış değişik bir birikim bulunduğunda bu bilgi ana belleğe aktarılıyor ve bilginin türüne göre evrene koyduğu tuğla sayısı belirleniyor. Ana bellek bu gibi sıra dışı bilgilerle beslenip gelişiyor. Ölçüm esnasında yapılan diğer işlem ise, kişinin göreve gitmeden siciline kayıtlı olan tuğla miktarı ile görevi tamamlayıp döndükten sonra tespit edilen tuğla miktarının karşılaştırılması işlemi idi. Ölçüm sonucunda yoğun gerilemeler görüldüğü gibi, oldukça da yerinde sayanlara rastlanmakta, nadiren de tuğla sayısını artırmışlara tesadüf edilmektedir. Gerilemeler genellikle tüm kutsal kitaplarda belirlenen normlara karşı gelenlerin içlerinde meydana gelen çürümelerin tezahürü şeklinde kendini göstermekteydi. Tuğlaları azalan bu kişilerin tayinleri de daha geri gezegenlere veya aynı gezegende bir alt oluşum halinde, yani hayvan veya bitki olarak bir canlı türünde vücut bularak cezalandırma şeklinde kendini gösteriyordu. Tuğlasını artırmış kişilerin tayinleri de ödüllendirme esasına göre oluyordu. Daha gelişmiş gezegenlerde alan durumuna geliyorlar, cenneti yaşıyorlardı.

İnsan olmanın puanı 50 olarak belirlenmişti, 62.5 puanlık tuğla, adam olmanın başlangıç çizgisiydi 100 puan ile baş kurmay olunabiliyordu. 62.5 puan sınırındakiler isterlerse bir hayvan bir sürüngen olabiliyorlardı. Bitki olabilmek için 10 puanlık tuğla yeterli olabiliyor, hayvanlar sınıfının tuğla sayısı olan 25 e kadar bitkisel alemin rütbeleri sıralanıyordu. Kişinin erdem kazanmaya başlamasının sınırı olan 62.5 puanlık tuğla miktarından sonra 80 puanlık seviyeye kadar çetin bir imtihan vermesi, niteliklerini artırıcı pek çok çalışmanın içine girmesi gerekmekteydi. Evrim bu süreçte çok yavaşlamakta ve zorlaşmaktaydı. Bu süreç 80 den sonra daha da yavaşlıyor ve zorlaşıyordu.

Ölçümün sonuçlarını aldıklarında Romeo’ nun başı dönüyor, ayakları bir birine dolanıyordu, sonuca bakmaya cesareti yoktu. Juliet de çok heyecanlıydı.  Neyse ki sonuçların bildirildiği bu mekan bol ve rahat koltuklarla  ferah bir şekilde döşenmişti. Koltuğa yerleştikten sonra Juliet belgeyi aldı usulca açtı. O an sevgilisinin boynuna sarılarak onu yere yuvarladı ölçüm tam istedikleri gibi çıkmıştı, istedikleri seçimi yapabilirlerdi. Romeo belgeye baktı dünyaya gidiş 65 tuğla, dünyadan dönüş  62 tuğla diye kayıt düşülmüştü demek ki hataları kendine 3 tuğlaya mal olmuştu. Çeşitli nedenlerle kendini geliştirememişti, ölçüm hiç hata yapmıyordu, her şey apaçık ortaya çıkıyordu. Şimdi kendini geliştirmek için şans doğmuştu. 62 nin %20 eksiği 49.6 ediyordu ve bu puan insan olmanın asgari puanı olan 50 puanın altındaydı. 49.6 puanla sürüngen olarak Mars’ a gidebilecekti. Plânları tutmuş, muratlarına ermişlerdi. Romeo tuğlalarını daha süratli artırabilecekti. Bu tuğla lafını da çok seviyordu. Kendi durumuna cuk oturuyordu. İnsanı bir bina gibi düşünürsen, nasıl bina üst üste konulan tuğlalarla meydana geliyorsa, insan da öyleydi, evrendeki en zor bina insan binasının inşası idi çünkü insana tuğla bulmak zordu, insan tuğlası bilgilerden oluşuyor, o bilginin edinilmesi, uygulaması fevkalade yavaş oluyordu. Mevcut yapısı üstüne bir taş daha koymanın zorunluluğunun farkına varması için pek çok beden değiştirmek gerekiyor, o bilinç elde edildi mi ondan sonra işler nispeten hızlanıyor. İşte bu bilince gelmekti esas olan. Tuğla lafı da bu bilinci güzel vurguladığı için bu kelimeyi seviyordu. Tekrar bir birlerine sarıldılar, mutlu bir şekilde tayin olgunlaştırma merkezinin yolunu tuttular.

Tayin olgunlaştırma merkezi de ölçüm merkezi gibi gayet rahat döşenmiş, masada oturan bir görevli, karşısında rahat oturma gurubu ziyaretçisine rahat sohbet imkanı tanıyor. Yanda birkaç kişinin karşılıklı oturabileceği bir yuvarlak masa evren haritalarının karşılıklı incelenmesi ve gidilecek yer hakkında detaylı bilgilerin tartışılabilmesi için konulmuş. Bir de perde, gidilecek yer hakkında görüntü sağlayan, pratik bilgilerle eksiklikleri tamamlayan bu perde ile tayin olgunlaştırma merkezi oldukça etkileyici bir yerdi. Bir seyahat bürosu izlenimi veriyordu. Görevlinin davranışı da işini bilen, profesyonel seyahat acentesi çalışanının davranışlarını andırıyordu. Ancak bu acentenin çalışma salonunda sayısız görevli, müşterileri ile büyük bir sessizlik içinde çalışıyor, tüm görevlilerin masaları ve çalışma mekanları o şekilde ayarlanmış ki, kimse bir diğerinden rahatsız olmuyor, her görevli kendi oturma gurubunda bağımsız iyi döşenmiş bir odada çalışıyormuş hissine kapılıyordu. Oysa tüm görevliler aynı salonu paylaşıyorlardı. Bitkiler ve zevkli ara bölmeleri ile çok ferahlatıcı bir dekor elde edilmişti.

Bir gün önce randevular alınmış kaç numaralı görevli ile ne zaman görüşecekleri ayarlanmıştı. Koordinatlar çok iyi belirlendiğinden o uçsuz bucaksız salonda kendileri ile ilgilenecek görevliyi bulmakta gecikmediler.

Tüm görevliler güler yüzlü idiler, hepsinin uçak hostesleri gibi belirli bir eğitimden geçtikleri tüm hal ve davranışlarından belli oluyordu. Romeo’ nun tayinini olgunlaştırmakla görevli kişi çok güzel ve candan gülücükler saçan bir kadındı. Onları çok sıcak karşıladı, yer gösterdi ve ziyaretçilerinin koltuklarına yerleşmelerini müteakip, hemen konuya girdi. Ölçüm merkezinden gelen sonuçlar masasında duruyordu. Çok kritik bir durum diyerek lafa girdi.

Kıymetli Romeo, hem insan olarak, hem sürüngen olarak gidebileceğin pek çok gezegen bulunuyor, istersen önce bunu netleştirerek işe başlayalım. Görevlinin ağzından bu laflar dökülür dökülmez Juliet hemen lafa girdi.

Romeo bu defa sürüngenliği denemek istiyor, insan olarak nakil seçeneğini iptal ederek seçenekler yelpazesini daraltmak yoluna gidebiliriz diyerek lafını bitirdi.

Romeo da gülerek insan olmaktan bıktım, değişiklik olsun diye bu defa da sürüngen olmaya karar verdim dedi.

Yetkili, sevinçle, sıhhatli kararlara doğru gidildiğine memnun olduğunu belirtti. Kendisinin de Romeo’ nun gelişim çizgisini tayin merkezinin kayıtlarından incelediğini, Romeo’ nun gelişim sürecinde bir tıkanıklığı tespit ettiğini belirtti. Romeo pek çok bedendir tuğlalarında artış sağlayamadığı gibi, son beden buluşunda 3 tuğla geriye gitmişti. Bazı beden buluşlarda ilerleme kat ediyor, bazılarında ise geri gidiyordu. Neticede bu tıkanıklığı çözmesi gerekiyordu. İnsan olarak bu tıkanıklığı çözemediğine göre sürüngen olarak denemesi en akılcı yoldu.

Yetkili hemen Romeo’ nun sürüngen olarak gidebileceği gezegenlerin listesini ana bellekten aldı. Liste oldukça kabarıktı. Yetkili listeyi daraltmak amacı ile Romeo ve Juliet’ e sordu. Gidilmek hedeflenen gezegende sadece sürüngenler mi bulunsun istersiniz? Yoksa insan veya benzeri canlılarla beraber yaşayan sürüngenlerin bulunduğu gezegenleri mi istersiniz? Bu soru çok yerinde bir soruydu çünkü dünyada olduğu gibi pek çok gezegende sürüngenler ve diğer canlılar birlikte yaşıyorlardı.

Romeo kesin tavrını koyarak, sadece sürüngenlerin yaşadığı gezegenlerle ilgilendiğini belirtti. Görevli bu seçimin de iyi bir seçim olduğunu hemen belirtti, çünkü bir üst evrim için daha az gelişmişlerle bir müddet beraber kalmasında fayda vardı. Bu onun tuğla sayısını artırmak için iyi bir yöntem olacaktı, sıkıntı çekmeden gelişmek mümkün olmuyordu.  

Sayfa 6

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Erdoğan ILDIZ

   Aydınlık Gazetesi - Makale

İletişimİletişim

 

 

 

 

 

 

 

 

Görevli listeyi bir daha taradı, bazı gezegenlerin yanına işaret koydu. İşaretlediği gezegenlerin içinde özellikle 3 gezegenin altını kalın bir şekilde çizmişti. Altı çizili gezegenlerden bir tanesi de Mars’ tı. Romeo ve Juliet derin bir nefes alarak neşeyle

Mars’ ı istediklerini görevliye söylediler ve ilave ettiler, her ne kadar Mars’ ı seçsek de diğer iki gezegen hakkında da bize bilgi verir misiniz, dediler. Görevli evren haritalarını çıkarıp masaya yaydı ve onları da yanına alarak güneş sistemi ile diğer gezegenlerin bulunduğu galaksileri işaretledi. Diğer 2 gezegen başka başka galaksilerde bulunuyor, Mars, Dünya ve Galaktika’ nın bulunduğu galaksiye çok büyük uzaklıktaki bir konumda yer alıyorlardı. Uzaklık evrensel telepatik haberleşme için bir engeldi. Gönül gözü iyi açılmamışlar kısa mesafelerle haberleşe biliyorlardı ancak mesafeler büyüdükçe haberleşmeler gönül gözü tam açık olmayanlar için zorlaşıyordu. Aynen zayıf bir verici istasyondan uzaklaşan zayıf bir alıcı cihaz gibi, işler güçleşiyordu. Romeo daha bu haberleşme işini tam halledemediğinden bu tür uzaklıklar ürkütücü gelmekteydi. Juliet ile haberleşememe korkusundan dolayı buralar hakkında alacağı bilgiden vazgeçmek üzereyken, Juliet  meraktan diğer gezegenlerdeki yaşamlardan da kesitler görmek istediğini belirtti. Gezegenin birinde sadece sürüngenler ve bitkiler canlıları oluşturuyor, dev ormanlar, dev sürüngenler, tropikal nehirlerle gezegen dünyanın milyonlarca yıl evvelki halini hatırlatmaktaydı. Diğerinde ise sürüngenler yaşamlarının son mücadelelerini vermekteydiler. Gezegen tahrip olmuş her şey yok olmuş, sürüngenler çok küçük boyutlara inmiş bu şekilde hayat mücadelelerini vermekteydiler. Bunlara mikroskobik boyutta sürüngen demek daha uygun olurdu.

Seçenekler hakkında kafi bilgi aldıkları kanaatine varan Romeo kesin bir tavırla Mars’ a gitmek istediğini yeniledi.

Görevli bayan şöyle bir iç geçirdi ve Romeo  Juliet’ e dönerek şöyle dedi. Sizi tebrik etmek istiyorum,evrende sizin gibi ne yaptığını bilerek yaşayan kişi sayısı o kadar az ki inanamazsınız. Ne aradığınızı bildiğiniz için benle olan işiniz de kısa sürdü ve bu yalınlıktan zevk aldım.

Şimdi Mars hakkında ve orada vücut buluşunuz konusunda sizleri bilgilendirmeye çalışacağım. Aldığınız bilgiler doğrultusunda tayininizi onaylarsanız, tayin işlemlerini başlatacağım. Bu işlemden sonra bu bölümle işiniz kalmıyor, yeni hayata hazırlama merkezinde sizin doğacağınız ana baba ve ortamla uyumlu olabilmeniz için dersler verilecek.

Görevli önce Mars’ taki hayattan bahsetmeye başladı oksijen sıkıntısının had safhada olduğunu hayatın mağaralarda geçtiğini belirtti. Kurmaylıklardan Mars’ ta açılacak pozisyon hakkında bilgi aldı. Gelen bilgiye göre Romeo Mars’ ta bir bukalemun olarak vücut bulacaktı. Ailesi Mars’ ın ileri gelen ailelerinden biri idi. Görevli uzun bir müddet Mars’ taki hayatın güçlüklerinden bahsetti, perdede oradaki yaşamdan kesitler gösterdi. Anasını, babasını, akrabalarını, yaşayacağı çevreyi gösterdikten ve etraflıca anlattıktan sonra, sordu.

Evet tüm bu anlatılanlardan sonra, hala oraya gitmeye niyetli misin? Yoksa başka seçenekler üzerine çalışalım mı? Örneğin delta gezegeni dünyaya benziyor, dünyadan bıktıysan bu defada delta gezegeninde sürüngen olarak hayat bulabilirsin.

Juliet kararlı bir ifade ile seçimin hala Mars değil mi diyerek Romeo’ ya sordu?

Romeo da gülerek, kararım kesin dedi ve tayin olgunlaştırma merkezindeki seçim işlemini noktaladı.

Evet iş bitmişti, görevli kısa zamanda tayin işlemi ile ilgili formaliteleri gerekli yerlerle koordine etti, kibarca el sıkıştılar ve Romeo, Juliet mekanı terk ederken görevli yeni müşterisine hizmet vermek için gülerek yerinden kalkıyordu.

Romeo ve Juliet günün geri kalanını kendilerine ayırmışlardı. Alınacak kurslar, yeni hayata hazırlama merkezindeki randevular hep ertesi gün içindi. Şimdi çok mutluydular, işin en önemli kısmı bitmiş, tayin gerçekleşmişti. Bu yeni açılımların önemli bir başlangıcıydı. Şimdi süratle istirahat merkezine gidip doya doya sevişmek, kendilerini ertesi günün yorucu programına hazırlamak istiyorlardı. Doğruca istirahat merkezinin yolunu tuttular.

Ertesi gün erkenden, çok iyi dinlenmiş olarak yeni hayata hazırlama merkezinde bulunuyorlardı. Öncelikle yeni bedeninde yeni çevre ve yaşam tarzı ile uyum için kurslar görmesi gerekiyordu. Daha sonra da kayıt olduğu 7 kursun programlarını takip etmesi gerekiyordu.

Onları yeni hayata hazırlama merkezinin resepsiyonlarında çok sıcak karşıladılar. Romeo’ yu yaptığı seçimden dolayı kutladılar. Resepsiyon görevlisinde Romeo’ nun geçmişi ve geleceği ile ilgili yaptığı seçimin tüm detayları, takip etmek istediği tüm kurslar ile ilgili her türlü bilgi mevcuttu. Görevli, yeni hayata hazırlama merkezindeki kursların Romeo için ne süreç alacağını açıklayarak işe başladı. Evren tayin merkezinin zaman dilimleri ile gezegenlerin zaman dilimleri çok farklıydı. Tayin merkezinin bir günü, gezegenlerin zaman diliminin, yerine göre birkaç ayına veya bir kaç yılına denk geliyordu. Bu bağlamda Romeo’ nun fazla da zamanı olduğu söylenemezdi. Mars’ ta ana rahmine düşmüş bulunuyordu. Anası yumurtayı kuluçkaya yatıracak, kuluçka süresi sonunda Romeo Marslı bir hüviyetle yaşama başlayacaktı.

Görevli önce bukalemun olmanın özelliklerini anlattı. Birtakım böceklerle besleneceğini, solunum sisteminin özelliklerini, sürüngen olarak hareket etmenin inceliklerini anlattı. Mars’ taki bukalemunların yaşamlarından değişik kesitler gösteren filmler izletti ve onların davranış şekilleri üzerine etraflı konuşmalar yaptı. Yavaş yavaş Romeo’ nun davranışları da bu tür yaşam tarzına uyumlu olmaya başlamıştı, artık pek çok şey garip gelmiyordu, ruhu o yönde şekillenmeye başlıyordu. Juliet görevlinin yaptığı imalatı yakınen izliyor ve çok başarılı buluyordu. Çok yoğun bir imalat sürecinden sonra bu bölümün ana görevi olan yeni hayata hazırlama öğretisinin sonuna geldiler. Romeo artık fizik ve ruh olarak bir bukalemun gibi rahat olabilirdi.

Bundan sonra alacağı kursları değişik sıralamada ve dilediği sürede Mars zaman dilimine göre yumurtadan çıkmadan 2 gün öncesine kadar alabilirdi. Almak istediği kurslar şunlardı.

1.   Evrensel iletişim kursları

2.   Ana belleğe bağlanma

3.   Sır saklama

4.   Sabır

5.   Adam seçme

6.   Kadirşinaslık

7.  Şükür etme

Evrensel iletişim kurslarına  hem Juliet hem de Romeo çok önem veriyorlardı. Bu kurs sayesinde Mars ve Galaktika’ dan bir birleri ile haberleşebileceklerdi. Bu kursların diğer bir yararı da astral yolculukları mümkün kılmasıydı. Zihin gücü ile dilediğin zaman dilediğin yere inanılmaz bir hızla ulaşabiliyordun. Bu kurslarda başarılı olabilmek için kişinin çok kararlı olması gerekiyordu. Evrende boyutlu haberleşme sadece zihin gücü ile oluyordu, bunun için konsantrasyon şarttı, konsantre olmuş beyin radyo vericisi gibi çok tiz dalgalar çıkararak harekete geçiyor, başka bir gezegende bu dalgaları alma kabiliyeti olan beyin algılıyor gelen dalgaları, algıladıklarına cevap vermek için o da trans haline geçiyor, o da gönderdiği dalgalarla karşısındakine cevap vermiş oluyor.

 Astral yolculuk ise daha zor. Bir yastık kılıfını yastıktan tersyüz ederek çıkarmaya benziyor. Yine zihin gücü ile bedenden ruhun çıkarılarak serbest bırakılması astral seyahatlerin esasını oluşturuyor, serbest kalan ruh inanılmaz hızlarla evrende gezegenler arası dolaşabiliyor. Astral seyahat sonrası tekrar bedene dönen ruhun uzun bir seyahat yapmamış olduğu genel kanılar arasındadır. Tabii ki hız ve zamanın ters orantılı olduğu tezi burada unutulmaktadır. Bu kursu idare eden hoca, Juliet ve Romeo tatmin olana kadar antrenmanlar devam etti. Sonunda hepsi de memnun kalmışlardı sonuçtan. Bu performansa göre Romeo değil Samanyolu galaksisi ile isterse en uzak galaksilerle de temas kurabilirdi. Hocası bu durumdan çok memnun kalmıştı.

Ana belleğe bağlanma kursu da oldukça önemliydi bu kursun esasını da zihinsel konsantrasyon oluşturuyordu. Bu arada da ana belleğin veya ilgili kurmaylığın dalga boyuna göre dalganı yayınlıyor birbirine kenetlenerek bilgi alışverişi yapabiliyordun. Ana belleğe bağlanmak hem yorucu hem de zordu. Kurmaylıklara bağlanmak hem daha kolay hem daha zevkliydi yeni başlayanlar için. Bu işi becerebilmek için evren tayin merkezinde kalacakları tüm zamanlarda buraya geleceklerdi. Ana bellek ve kurmaylıklardan bilgi talebi hiç bitmeyecek olduğu için bu işlemi çok iyi öğrenmesi gerekiyordu.

Sır saklama kursunda ,dile sahip olma öğretiliyordu. Esasında bu kurs 3’ lü bir paketi içeriyordu. Paket eline, beline, diline sahip olmayı öğretiyordu. Ancak bu 3’ lü paketin aslını diline sahip olma oluşturduğu için kursa sır saklama kursu denmişti. Eline sahip olamayan hırsızlık etmiş oluyor, başkasının malını gasp ederek suç işliyor. Suçunu gizlemek için de yalan söylüyor. Beline sahip olamayanın da durumu aynı nikahlısına yalan söylemek durumunda kalıyor. Diline sahip olamayan da yalanlara bulaşıp başına türlü işler alıyor. Kişi başına işi yalnız yalan söyleyerek almıyor. Dostlarının kendisine emanet ettiği sırları, çok özel bilgileri ifşa ederek de başına büyük belalar aldığı gibi, dostlarını büyük sıkıntılara sokabilir. Romeo bu gibi durumlara karşı kendini dayanıklı kılmak için elinden geleni yaptı.

Romeo’ nun bundan sonra aldığı kurslar onu rafine edecek kurslardı. Bu kursların temelinde sevgi vardı. Sevginin her şeyi yeşerttiği, nefretin ise her şeyi körelttiği işleniyordu. Sevgi sayesinde yüzlerin ve ruhların güldüğü, gülebilen insanların da sevgiyi ve gülebilmeyi paylaşmaları gerektiği öğretiliyordu. Gülebilme kabiliyetinin insan türüne has bir kabiliyet olduğu, canlılar aleminde bu yeteneğin özel bir yetenek olduğunun bilicine varılması işleniyordu. Gülebilmenin yalnız başına insani bir değer taşımadığı, gülen kişinin bunu çevresi ile paylaşabildiği takdirde gülmenin bir anlam ifade ettiğinin bilinmesi gerekiyordu. Yani sevgiyi gülmeyi paylaşabilmek yücelmenin simgesiydi. Bu yüzden hedefimiz bu noktada yoğunlaşmalıydı birlikte sevgi ile gülebilmek, etrafa ışık saçmak içinse şu kuralların iyi sindirilmesi gerekiyordu:

1-   Sabırlı olmak

2-   İyiye denk gelebilmek için duayı eksik etmemek

3-   Alınan servisin kadrini kıymetini bilmek

4-   Şükür etmesini bilmek

Sabır konusunda aldığı kurs ruhunda engin kapıların açılmasına neden oldu. Her evrim için bir olgunlaşma süresinin mevcut olduğu, sabırsızlık edip bu sürenin ruhuna ters girişimlerde bulunmanın, işin felaketine yol açacağının bilinmesi gerektiğini öğrendi. Sabır mükafatının en büyük mükafat olduğunu kavradı. Sabırsız kişilerle aynı mekanı, işi, davayı paylaşmaması gerektiğini öğrendi.  

Adam seçme konusunda çok ilginç şeyler öğrendi. Her konuda adam seçerken çok selektiv olmaya gayret edilmesi gerekmekle beraber, sonuca % 100 hüküm edilemeyeceğini öğrendi. Nasıl ki hırsıza  kilit dayanmazsa, kötülük etmek isteyen kişiyi engellemek bir limit çerçevesinde mümkünse, adam seçiminde de yanılma payımız o ölçüde vardır. Bunun böyle bilinmesi şu olguyu ön plana çıkararak insanı rahatlatmaktadır. “ İyiye denk gelmek için dua et ” sözünü hayat yolunda hiç elinden bırakma diye kendine bir ilke edin. Bu ilke aynı zamanda adam seçiminde seni dikkatli olmaya zorlayacaktır. Ne kadar zor seçim yaparsan yanlış yapma oranın da o ölçüde azalır.

Toplumu sevginin ayakta tuttuğunu, kadirşinaslık dersinde iyice kavradı. Bir bardak suyun elimize kadar ulaşmasında pek çok kişinin özverisi çabası olduğunu bilirsek bize verilen her türlü servisin değeri o zaman meydana çıkar. Durumu yaratan tüm taraflara şükran ve sevgi ile yaklaşırsak, yaşanan yer sevgi seline boğulur, daha mutlu oluruz. Diye özetlenecek bu ders Romeo’ nun zihinsel boyutlarını oldukça genişletmişti.

Son dersi olan şükür etme ise ruhundaki fırtınaları tamamen indirdi. Artık hiçbir şeyin can ve ruh sağlığından daha önemli olmadığını biliyordu. Maddenin sonu yoktu, insan maddeye doymuyordu. Zamanla yörüngesinden çıkan insanoğlu hiçbir şeyden tatmin olmuyor, bu aç gözlülüğü sayesinde hem kendine hem de çevresine mutsuzluk kaynağı oluyordu. Madde tutkusu insanın sağlığını kemiriyor, ruhsal dengelerini bozuyor. Elindeki servet olan sağlığını görmez hale getiriyordu. Sağlıklı dev yapılı kişi ile yapılan sohbette dev yapılı sağlıklı kişi parasının pulunun olmadığını ve canına kıyacağını söyleyebiliyor. Bu kişiden sağlık fışkırdığı halde mutsuz. Aynı kişi alınıp bir hastahaneye götürülünce kolu bacağı kopmuş veya bir gözü kör veya aklı dengesi bozuk insanları görünce büyük bir ihtimalle hatasını görebiliyor. Öğretilerden şükür etmenin bir fren olduğunu gördü Romeo. Şükür etmenin huzurunu, ruha verdiği aydınlığı öğrendi. Bu derste verilen en güzel örneklerden biri de büyük İskender ile diyojen arasında geçen bir olaydı.

Diyojen Sinop’ ta bir varil içinde yaşıyor, antimateryalist felsefeyi savunuyor. Varili bir çeşme yanına çekmiş su içmek için tasından başka eşyası yok. Büyük İskender Anadolu’ yu istila ederken ününü duymuş, varmış yanına . Diyojen varilinin yanına uzanmış güneş banyosu yapıyor. İskender çalımla, “ dile benden ne dilersin diyor.” Diyojen’ in güneş banyosunu engelleyen İskender’ e cevabı ise “ gölge etme başka İhsan istemem” şeklinde oluyor. Mutluluğu maddede arayan İskender bu cevaptan kafi ders alamadığından genç yaşta hayatını kaybediyor tabii. İskender’ den sonra küçük bir çocuk çeşmeye yanaşıp avcu ile çeşmeden su içiyor. Bunu gören Diyojen, kendine kızarak şu çocuk kadar da olgunlaşamamışım, şu tasa da ihtiyacım yokmuş deyip tası yere fırlatıyor. Bu antimetaryalist felsefenin gücü insanlık tarihini çok etkilemiştir. Yıllar sonra İsa, Romalıların emperyalist ve materyalist imparatorluklarını bu fikrin ve sevginin gücü ile yerle bir etmiştir.

Dersler bitmiş Mars’ a gidiş zamanı yaklaşmıştı. Ertesi gün nakil merkezinde Romeo’ nun naklini gerçekleştirecekler, daha sonra da Juliet Galaktika’ ya nakil olacaktı. Galaktika’ da daha üst bir yaşam biçimi olduğundan, Juliet, Romeo ile beraber aldığı kursların haricinde hiçbir kurs almamıştı. Nasıl olsa orada o kadar çok şey öğrenmek zorunda kalacaktı ki, şimdiden bu öğrenme prosedürünü nasıl diskalifiye edebileceğinin yollarını arıyordu. Ne de olsa Romeo ile tuğla farkını açmaması için mümkün olduğunca az şey öğrenmesi gerekiyordu. Romeo gelmeden Juliet tüm işlemlerini zaten tamamlamıştı. Romeo son kursunu alırken de hem tayin olgunlaştırma merkezindeki hem de yeni hayata hazırlama merkezindeki işlerini tamamlamış, Romeo’ nun naklinden birkaç saat sonra için naklini ayarlamıştı.

Doğruca istirahat merkezinin yolunu tuttular, odalarına çekilip ölesiye seviştiler, plânlarını mükemmel uygulamışlar yolun sonuna gelmişlerdi. İliklerine kadar mutlu hissediyorlardı kendilerini. Ertesi gün nakil saatine kadar odalarından çıkmadılar. Nakle az bir zaman kala nakil merkezinin yolunu tuttular.

Nakil merkezinde Mars’ a tayinlerin olduğu kısımda fazla bir kalabalık yoktu. Mars’ ın nüfusunda belirgin bir azalmanın olduğu söylenmekteydi. Romeo nakil bölümünün sandalyesine yerleşti, nakilden önce zihinsel iletişim denemesi yapmak istediğini söyledi Juliet’ e. Birlikte konsantrasyona girip bağlantıyı sağladılar. Bu deneme Romeo’ ya güç vermişti, şimdi huzur içinde transferi gerçekleştirebilirlerdi. Juliet de yanına oturdu birbirlerine sarılıp, uzunca öpüştüler. El ele tutuşup beklediler birkaç dakika geçmeden Romeo Juliet’ in elinde eriyiverdi. Nakil gerçekleşmişti.

Juliet oturduğu yerden kalkıp doğru Galaktika’ ya tayinlerin yapıldığı bölgeye doğru yollandı. Hem mutlu hem de üzgün görünüyordu. Mutluydu çünkü plânı mükemmel işlemişti. Üzgündü çünkü Romeo’ yu çok özleyecekti. Kısa bir müddet sonra onun da tayini Galaktika’ ya yapıldı.

Sayfa 7

 

Erdoğan ILDIZ

   Aydınlık Gazetesi - Makale

İletişimİletişim

 

 

 

 

 

 

 

 

II. Bölüm

Değişik Gezegenlerde Yeniden Hayat Buluş

Mars ve Galaktika

Romeo yumurtasından çıkar çıkmaz göğsünde garip bir acı hissederek kıvrandı, anası onun rahatsız olduğunu görerek şefkatle kucaklamak istedi bu kucaklama işlemi onu daha da havasız bıraktı. Romeo’ nun rahatsızlığına neden zaten eksik olan oksijen miktarıydı. Dünya ile burası arasında oksijen yönünden muazzam fark vardı, bu hemen solunum organlarında hissediliyordu. Doğumu müteakip diğer yumurtalardan çıkan öbür kardeşler, ana, baba ve diğer akrabaların oluşturduğu koloniye bayağı bir canlılık gelmişti. Sürüngen olarak doğmanın büyük avantajları vardı, insanoğlu gibi yarım doğmuyordun. Doğar doğmaz tüm uzuvlar çalışır halde ve fonksiyonel oluyordu. Bir müddet beslenme alışkanlıklarının elde edilmesi için ana baba tarafından eğitim veriliyor sonra iş kendi akışına bırakılıyordu. Bunun haricinde bir de vücut dili ile normal anlaşma dilinin öğrenilmesi gerekiyordu. Bunların öğrenilmesi çok zaman almadı. Romeo kısa süre sonra toplumla akuple olmuştu.

Ailesi aristokrat bir aile idi. Toplumda sevilen sayılan bir yerleri vardı. Mars’ ta çeşitli veya aynı türden sürüngenlerin oluşturduğu pek çok krallık mevcuttu. Romeo’ nun ailesi pekte kalabalık sayılmayan bukalemun krallıklarından en eski ve köklü bukalemun sülalesiydi. Mars’ ta hayat ilkel olduğundan ancak asiller ve ruhban sınıf okuma yazma biliyor, bir de yüksek rütbeli askerlerin bazıları okuma yazmaya aşina idiler. Normal halktan hemen hemen hiç kimse okuma yazmaya aşina değildi. İki çeşit okul mevcuttu. Asiller için eğitim veren aristokrat okulu. Ruhban sınıfın eğitim ihtiyaçlarını karşılayan ruhban okulu. Yüksek rütbeli askerler genellikle aristokratlar dan çıktığından askerlerde aristokratların okullarında ders görmekteydiler. Burada da yazılar taş tabletlere çivi yazısı benzer figürlerle yazılmaktaydı. Romeo’ nun babası sarayın asilzadelerini eğitmekle görevli saray okulunun müdürü idi. Annesi sarayın baş doktoruydu. Anne ve babasının bu görevlerinden ötürü sarayda oturuyorlardı. Krallığın bulunduğu bölge çekirdeğe en yakın en soğuk bölgeydi. Mars’ ın çekirdeğini buz kitlesi oluşturuyordu bu kısma yaklaştıkça ısı düşüyordu. Mars’ ın dış yüzeyi ise dayanılmaz sıcaklıktaydı. Sıcaktan hoşlanan tüm diğer sürüngen soylar yüzeyden itibaren sıcaklığın yaşamları için en ideal olan yerlerde krallıklarını oluşturmuşlardı. Çeşitli açılardan bakıldığında bazı yerler yaşam için daha ideal oluyordu. Bu yüzden de kabile ve krallıklar arasındaki savaş bir türlü bitmek bilmiyordu. Mars’ ta gezegenin yüzeyinde yaşam mümkün olmadığına göre tüm sürüngenler yer kabuğunun içindeki mağara ve dehlizlerde yaşıyorlardı. Gözleri ışıksızlığa alışmıştı. Ancak oksijen yetersizliği tüm gezegeni inim inim inletiyordu. Oksijen üretimi dinozor soyundan gelen büyük krallığın tekelindeydi. Oksijen üretmeye yarayan kristallerin bulunduğu bölgeye çöreklenmiş olan büyük krallık, verdiği oksijen sayesinde tüm diğer krallıkları istediği gibi kontrol altında tutuyordu. Verdiği oksijene karşılık her sene aldığı vergileri daha da artırıyordu. Aldığı vergiler, bazı yiyecek maddeleri ve madenlerden oluşmaktaydı. Bir de sarayına her saraydan güzel kızlar ve iyi yetişmiş kültürlü erkekler istemekteydi.

Sarayda hayat çok eğlenceli ve bolluk içinde geçiyordu. Aynı zamanda yumurtadan çıkmış kardeşleri ve diğer saray mensuplarının yaşıt çocukları ile oldukça kalabalık bir gurup oluşturuyorlardı. Artık kendi başlarına avlanacak duruma gelmişler , yavaş yavaş gurup içinde yarışmalar başlamış, okula gitme zamanı yaklaşmıştı.

İşte bu dönemde Romeo’ nun farkı hemen fark edilmeye başlamıştı. Her şeyi akranlarından daha çabuk kavrıyor ve ifade edebiliyordu. Bu çocukta bir garipliğin olduğu herkes tarafından fark ediliyordu. Kendinden yaşlı bir ağabeyi okula başlamış alfabeyi sökmeye çalışırken Romeo okumayı çözmüştü bile. Bunu gören anası ve babası hayretler içinde kalmıştı. Çocuk şiirleri süratle ezberliyor, çocuklar arasında yeni oyunlar icat ediyor, yerinde duramıyordu. Çok haşarıydı ve şimdiden hem saraydaki hem de saray civarındaki mahallelerde yaşayan yaşıtlarının lideri olmuştu.

Romeo şimdiden mensubu olduğu krallığın dışında nasıl bir yaşamın sürmekte olduğunu merak ediyor, içi içine sığmıyordu. Zaman zaman divanesi ile birlikte gizlice sınırların dışına çıkıp etrafı kolaçan ediyorlar ve bundan kimseye bahsetmiyorlardı. Yaptıkları onca haylazlıktan sonra gayet masum yuvalarına dönüp büyüklere bir şey çaktırmıyorlardı.

Haylazlık dönemi yerini yavaş yavaş ilk okul dönemine bırakıp neredeyse bütün gün okula gitmeye başlayınca, Romeo’ nun tükenmez enerjisi öğrenmeye odaklanmıştı. Diğer öğrenciler arasında düzen ve disipline düşkünlüğü hemen göze batıyordu. Göze batan daha pek çok şey arasında ilk ağızda sıralanacak bir düzine farklılıkla liste bitecek gibi değildi. Bu çocukta matematik, kimya, fizik konularına düşkünlük had safhada olduğu gibi, felsefi konulara da ilgi büyüktü. Bu çocuğun ilerde büyük olayların içinde olacağına öğretmeni ve ailesi kesin gözle bakıyorlardı.

Romeo’ da olan bu fazla yeteneklerin sınıfta da er veya geç sorun yaratacağı belliydi. Yaşıtlarının anlayış düzeyinden üstün olan Romeo, arkadaşlarının konuları yavaş anlamalarına bozuluyor, çoğu zaman bunu belli etmemeye çalışıyordu. Ancak konuları anlamadan geçiştiren çocukların anlamadıkları konularda yanlış yaptıkları zaman küplere biniyor, kendini frenleyemiyordu. Yavaş yavaş pek çok şey ona aptalca gelmeye başlıyordu. Neden herkes bu kadar geriydi?

Çok geçmeden bu konulardaki tutumunu belirlemeye başladı. Sabır denilen bir şey vardı, bu da mükafatların en büyüğü idi. Bu konuda katıldığı kursu hatırlıyordu. Bu az gelişmişler arasındaki cehennem azabına katlanmanın en çıkar yolu sabretmekten geçiyordu. Zaten akranları ile olan farkı her geçen gün Romeo’ yu onlardan yalıtıyor, yalnızlığa itiyordu. Bazı arkadaşlarının gözlerindeki hayranlık yavaş yavaş yerini korkuya bırakmıştı. Onun tahminleri, olacak bazı olayları önceden görmesi herkesi ürkütüyordu. Bir gezi öncesi yaşanan bir olay da işin tuzu biberi oldu. İlk okul son sınıf öğrencilerinin dinozor krallığını ziyaret etmeleri gelenekti. Dinozor krallığı böylece ileride hizmetine seçeceği gençleri de tespit etme imkanı buluyordu. Yola çıkmadan evvel Romeo haritalar incelensin en uygun yol seçilsin diye fikir ortaya attı. Daha önceleri gidilen güzergahı incelemiş, en kısa yolun farklı bir yol olduğu kanaatine varmıştı. Öğretmen bunun imkansız olduğunu belirtti. Kendisini bildi bileli hep bu yolun kullanıldığını, hali ile bu yolun kısa olan yol olması gerektiği düşüncesinin herkeste yerleşmiş olduğunu belirtti. Romeo yolcuları 2 grup halinde farklı yoldan götürmeyi teklif etti. Hoca sırf Romeo’ nun yanılgısını ispat etmek için bu fikri kabul etti.

Bir grubun başında Romeo, diğer gurubun başında öğretmenleri, kafile yola çıktı. Romeo kendi güzergahında ilerlerken bir müddet sonra bir gariplik hissetti. Yolun kuzeye doğru ilerlemesi gerekirken, anlamsız bir şekilde batıya doğru kıvrılıyor, yolu uzatıyordu. Bu noktada yolu uzatmaya neden olacak fikri araştırmaya karar verdi. Yanında 3 kişi daha vardı. 4 arkadaş kıvrımın nedenini aramaya başladılar, çok geçmeden Romeo ve bir arkadaşının oynattığı bir taş, yolun devamını ortaya koyan bir geçidin mevcudiyetini ortaya koyuyordu. Yollarına buradan devam ettiklerinde kilometrelerce kavisi yürümek mecburiyetinde kalmayacaklardı. Kısa yolu bulmuşlardı. Ancak bu kısa yol neden kullanıma kapanmıştı, bunun araştırılması gerekiyordu. Ancak bu araştırma için gerekli zamanları yoktu.

Bu buluşlarından öğretmenlerine bahsetmek tehlikeli açılımlara neden olabilirdi. En iyisi bahsi kaybetmek. Hocanın yolunun daha kısa olduğunu kabul etmek en iyi çözümdü.

Aslında buluşma yerine öğretmenlerinden en az ½ saat önce gelmişlerdi. Saklanıp hocanın gurubunu beklemişler, grup geldikten sonra da yollarının daha uzun olduğunu vurgulamak için 15 dakika sonra ortaya çıkmışlardı. Öğretmenleri haklı çıktığının gururu ile havalara uçuyordu. Romeo da kaybetmiş kişi rolünü iyi yapıyordu. Böylece bu mevzu şimdilik kapanmış görünüyordu ama Romeo bir an evvel oraya dönüp yolu bu kadar uzatan ve saklanması bu denli zorunlu olan yapılaşmanın ne olduğunu anlamak istiyordu.

Dinozor krallığına vardıklarında ,temel seremonilerin ardından hemen büyük kütüphaneye koştu Romeo. Kafasında hala büyük keşfi vardı. Neden böyle kocaman bir yer saklanmaya çalışılıyordu? Hemen bölge haritalarının bulunduğu kısma gitti. O bölge tüm haritalarda bilinçli bir şekilde tahrif edilmişti. Neden böyle bir şeye gerek görülmüştü? Tüm bunları kafasında evirip çevirirken tanıdık bir ıslığın pek yakınlardan geldiğini duyarak sevinçle o tarafa yöneldi. Bu başka bir karnasyondan tanıdığı Ali idi ve Mısır’ da oldukça enteresan maceraları olmuştu.

Ali bu yaşamda kütüphanecinin oğlu olarak vücut bulmuş, dinozor krallığında önemli bir görevin varisi olarak yetiştirilmekteydi. Romeo buna çok sevindi. Buluşundan Ali’ ye de bahsetti ve haritalardaki tahrifattan söz etti ve kendisine yardımcı olmasını istedi. Ali kütüphanenin bir de gizli bölümünün olduğundan bahsetti.

Bu gizli bölüme geçtiklerinde Romeo gördüklerine inanamadı. Burada kağıt üstüne basılı, resimli, daha üst medeniyetlere ait pek çok evrak bulunuyordu. Bu evraklardan, kitaplardan bazıları Mars’ ın bir zamanlar yemyeşil aynı dünya gibi bir yer olduğunu gösteriyordu. Yaşayanların çılgın, bencil arzularının sonucu çıkan çatışmalardan yüzeye oksijen sağlayan reaktörün devre dışı bırakıldığı yazılı idi. Bu reaktör yıllar önce başka gezegenlerden gelen bir takım canlılar tarafından yapılmış ve Mars’ ta muazzam bir medeniyet yaratılmıştı. Şimdi ise kuvveti elinde bulundurmak isteyen dinozor soyu, sadece kendi ürettiği oksijen ile diğer Mars sakinlerini kendine bağımlı hale getirmiş, reaktörü saklayarak oksijen talebini artırmış, oksijen arzını ise olabildiğince kısıtlamış bulunuyordu. Reaktör devreye girerse Mars’ ın merkezinde bulunan donmuş suyu ayrıştırarak oksijen üretimini muazzam boyuta çıkaracak, Mars’ ın yüzeyinde hayatı mümkün kılacaktı. Bu şaşırtıcı bilgilerden sonra Mars’ taki nüfus ile ilgili saklı bilgilerin olduğu bölüme tam geçmiştiler ki Ali’ nin babası yanlarına geldi. Bu bölüme nasıl girdiklerini ve burada ne yaptıklarını sordu. Ali bu çocukla yeni tanıştığını ve ondaki güzel misketi incelerken, düşen misketin peşinden gittiklerinde, tesadüfen bu kapıyı açan mekanizmayı harekete geçirdiklerini ve henüz yeni girmişken kendisinin geldiğini ona söylediler.

Adam, çocukların çok küçük olduklarını ve ortalığın düzgün ve şüpheye meydan verecek bir durumun olmadığı kanaatine varınca, çocukları süratle bu gizli bölümden çıkardı. Bu bölüme girmenin cezası ölüm olduğundan, çocukları sıkı sıkıya tembihledi gizli bölüm hakkında. Buraya hiç girmemişlerdi, böyle bir bölümün mevcudiyetinden haberleri yoktu. Bir daha buraya girerlerse ayaklarını kıracağını belirtmeyi de ihmal etmedi.

Ali’ nin babası işinin başına dönünce Ali ile Romeo rahat bir nefes aldılar. Bir müddet geçmişten söz ederek rahatladılar daha sonra birbirlerine Mars’ taki hayatlarının detayını anlatmaya koyuldular. Vaktin nasıl geçtiğini bilmeden saatlerce konuşmuş olduklarını Ali’ nin babasının kütüphaneyi kapama zamanının geldiğinden anladılar. Çabucak tekrar buluşma plânlarını gözden geçirdiler, Ali de bu yıl ilkokuldan mezun olmuştu ve yapılacak seremoniye dinozorları temsil en katılacaktı. Akşamki yemekte buluşmak ilk etaptı. Romeo kendi grubu ile buluşmak için yola çıktı

Romeo grubunu bulduğunda herkes meraktan çatlayacak gibi idi. Zamanını kütüphanede değerlendirdiğini belirterek konuyu geçiştirmek istediyse de bu duruma kimseyi ikna edemedi. Kendi  gurubunda gelen 3 arkadaşına paylaşılacak bazı sırları keşfettiğini belirtmekle yetindi.

Çeşitli krallıklardan dinozor krallığına gelen ilkokulu bitirmiş talebeler ilk günlerini, tanışmak, çevreyi gezmek, ufak tefek alışverişler ile geçiriyorlar, ertesi gün olacak seremoninin heyecanını üzerlerinden atmak için gayret sarf ediyorlardı. Otel bir çok parlak gelecek vaat eden çocukla dolmuştu. 7 yaşında okula başlanıp 8 yıllık ilk öğretimi bitiren çocukların yaş ortalaması 15 civarındaydı ve bu yaşlarda benlik yavaş yavaş oluşuyordu.

Akşam yemeği başlarken Romeo ansızın ayağa kalkarak bir konuşma başlattı. Konuşmasını yavaş, heyecansız bir üslup ile sürdürmeye gayret ediyordu. Mars’ taki tüm krallıkların ileri gelecek vaat eden kişileri bu yemekte bir araya gelmişler ve konuşmacı Romeo’ yu can kulağı ile dinliyorlardı.

Romeo kısaca, paylaşılacak bazı şeylerin saklanmış olma ihtimalinden söz ederek, geleceklerinin bu gibi ihtimalleri ortadan kaldırıcı çalışmalar üzerine olması gerektiğini vurguladı. Gelecek açık ve demokratik bir düzen üzerine kurulmalıydı. Romeo’ nun kısaca yaptığı bu vurgunun açılımlarının büyük olacağı o anda salonda bulunanlar tarafından anında hissedilmişti.

Yemekten sonra bir gurup genç Romeo’ nun etrafını sararak birtakım sorular sormaya başladılar. Bunlardan biri en sivri soruları yönelten Paul isimli gençti. Böyle konuşmalarla neden kafaları karıştırıyorsun diyordu. Mars’ ta paylaşılmamış ne olabilirdi. Her şey ücreti karşılığında paylaşılmıyor muydu ki, bu gibi adaletsiz sözleri niçin söylüyordu Romeo. Paul’ ün bu agresif tavrı en çok Ali’ yi çileden çıkarıyordu. Paul ‘ün etrafında saygınlığı çoktu. Romeo bunu hisseder hissetmez dikkatini Paul üzerine yoğunlaştırdı. Paul’ ü davaya kazanması gerekiyordu, zaman kazanmak Paul hakkında daha fazla bilgi edinmek için akşam el ayak çekildikten sonra odasına gelmesini Paul’ ün kulağına fısıldadı. Romeo şimdiden yaşıtı olan gençler içinde ayrı bir konumu olduğunu hissettirmişti herkese.

Yemekten sonra çeşitli oyunlar gösteriler ve kümeler halinde konuşmalar ile vakit geçiren gençlerin 23.30’ da odalarında olmaları gerekiyordu. Bu saatten önce Romeo ve 3 grup arkadaşı Paul hakkında oldukça etraflı bilgi edinmişlerdi.

Paul kertenkele krallığına ait bir işçi ailesinin çocuğu idi. Babası kristal madenlerinde ölesiye çalışırken onu evlatlık gibi kabul eden bir yüksek aristokrat tarafından okutulmuş ve kollanmıştı. Hırçın ve yaşıtlarından daha zeki bir kişiliği vardı. Hamisinin hoşuna giden de buydu. Agresif ve devrimci yapısı, toplumda onu ön plana çıkarıyordu. Çalışan sınıflar ve aristokratlar arasında kalmış yaşamı, kafasını oldukça karıştırmış, onu oldukça huzursuz yapmıştı. Bu yapısıyla Paul, Romeo’ nun çok işine yarayabilirdi.  

Sayfa 8

 

 

 

UMARIZ GÜCÜN KAYNAĞI ADLI ESRİMİZ, GÜCÜNÜZE GÜÇ KATAR. NETİCE OLARAK HER ŞEY BİR VİZYON MESELESİDİR. DEĞİŞİK BİR BAKIŞ AÇISI VEREBİLDİKSE NE MUTLU

 

-28-

AHİLİK

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

EVET, GELELİM AHİLİĞE, SELÇUKLU’ YU OSMANLI’ YI ADLARINA YARAŞIR YAPAN AHİLİK KURUMUDUR MESLEK ERBABINDAN RAJON KESEN YÖRESEL AĞRLIKLI İNSAN YETİŞTİREN BİR OLUŞUMDUR. HACI BEKTAŞİ VELİ, PİR SULTAN ABDAL, MEVLANA BU DERGAHIN ÜRÜNLERİDİR.

Çağdaş bir sivil örgütlenme modeli:
AHİLİK

http://www.ahilik.gen.tr/images/minyatur.jpg

12. ve 13. yüzyıllarda Anadolu'da kurumlaşmasını tamamlayan ahilik, günümüz şartlarında bile örnek bir sivil örgütlenme modelidir. Dini, askeri, siyasi, toplumsal ve kültürel fonksiyonları bulunan Ahilik, Osmanlı'nın kurulması aşamasında da önemli roller oynamıştır.

index_01

Ahilik kurumunun kurucusu olan ve "Ahî Evren" ismiyle ünlenen Şeyh Nasireddin Mahmut el-Hoyî, ilk eğitimini Yesevîliğin yaygın olduğu Azerbaycan'da aldı. Ona göre Ahîliğe girenlerin mutlaka bir sanat sahibi olması gerekir. Kitap yazmak yerine pratik hayata ağırlık veren Ahi Evren'in düşünceleri Anadolu'da hızla yayılmıştır.

http://www.ahilik.gen.tr/images/ahievran.gif

Ahiliğin Kurucusu ve Piri:
AHİ EVREN

 

Ahiliğin gücü

Ahi Evren'in düşünceleri, zamanla örgütün pren-sipleri ve görevleri haline gelmiştir. Misyon gereği çok yönlü bir örgüt oluşturma yoluna giden Ahî Evren, kurduğu örgüte; dinî - ahlâkî, askerî, siyasal, sosyal ve kültürel olmak üzere beş ayrı fonksiyon yüklemiştir.

Ayrıntılar için tıklayınız...

Ahilikte kariyer

Ahîlerin toplum içinde güçlü ve güvenilir kişiler olabilmeleri için, örgüte ilk girişlerinden başlayarak bazı özellikleri benimsemeleri gerekir. Birey, basitten karmaşığa doğru yol alır. Önce fetâ (yiğit), sonra Ahî, sonra da şeyh olur. Ancak, şeyhlik makamına çok az kişi ulaşır.

Ayrıntılar için tıklayınız...

evran1

afis

 

 

 

Ahilik

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Git ve: kullan, ara

Ahilik, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. Kendi kural ve kurulları vardır. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. Ahi Evran tarafından kurulmuştur.

Konu baþlýklarý

[gizle]

·         1 Ahilik Sözcüğünün Kökeni

·         2 Anadolu'da Ahiliğin Ortaya Çıkış Sebepleri

·         3 Ahiliğin Kuruluşu, Anadolu'da Yayılışı ve Sonuçları

·         4 Ahiliğin Menşei ve Dini Yapısı

·         5 Ahiliğe Üye Şartları

·         6 Ahilik Teşkilatı'nın Özellikleri

·         7 İlgili Kitaplar

·         8 Kaynaklar

·         9 Dış bağlantılar

Ahilik Sözcüğünün Kökeni [değiştir]

Bu konuda esas olarak iki iddia mevcuttur. İlk iddiaya göre kelime Arapça kökenlidir. Buna göre "Ahi" kelimesi Ahiyye'nin tekili olan "ah" kelimesine birinci tekil "ya" sı ilave olunarak "ahi" şeklinde telaffuz olunmuş halidir.[1] Bu fikre göre ahi'nin sözlük manası kardeşim demektir. Bu iddianın güçlü yanı, ahiliğin ilk olarak Araplarda Fütüvvet Teşkilatı adıyla çıkması, dolayısıyla ahilik ile ilgili terimlerin Arapça olması gereğidir. Ancak bu kanıt yeterli değildir.

İkinci iddiaya göre Ahi kelimesi Türkçe Akı kelimesinin zamanla değişimi sonucu ortaya çıkmaştır. Bu görüşün haklılık payı oldukça yüksektir. Zira bu kelimenin Ahi birlikleri içinde zaman zaman Ahi Baba şeklinde ifade edildiğini görüyoruz. Buna göre kelimenin Arapça manası ile düşünüldüğünde Kardeşim Baba diye bir tabir uygun düşmüyor.[2] Fakat Divânu Lügati't-Türk'te eli açık, cömert, yiğit, delikanlı gibi manalar ifade eden Akı kelimesiyle düşünüldüğünde "Ahi Baba" tabiri daha mantıklı görünüyor.

Bu konuda Selçuk Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim üyesi Prof. Dr. Mikail Bayram şu görüşlerini dile getiriyor: Fütüvvet, İslam dünyasında kahramanlık, yiğitlik ve cömertlik mefkuresinin adıdır. Şövalyelik nasıl Orta Çağ Batı dünyasına ait mahsus bir ülkü ise, Fütüvvet de Orta Çağ İslam dünyasına ait bir ülküdür. Nasıl ki Araplar İslam'dan önce kültürlerinde mevcut olan Fütüvvet anlayışını İslami değelerle geliştirip devam etmişler, nasıl ki Farslar cevanmerdi anlayışını aynı şekilde İslam süzgecinden geçirmişler, Türkler de kendi "Akılık" ülküsünü İslami ahlak ve değerlerle geliştirerek devam ettirmişlerdir. Arap kültüründe ideal kahraman, şehavet ve şecaat timsali olan Fütüvvet erinin adı "Feta", İran kültüründe "Cevanmerd", Türk kültürnde "Akı"dır. Türk Akılığı, İslamiyetle Arap Fütüvvet şiarından etkilenmiştir. Akılar birbilerine karşı kardeşçe tutumundan dolayı Akı kelimesi yerini Ahi kelimesine bırakmış ve Abbasi Devleti'nin sona ermesiyle Fütüvvet yerini Ahiliğe bırakmıştır.[3]

Anadolu'da Ahiliğin Ortaya Çıkış Sebepleri [değiştir]

Orta Asya'da hüküm süren Oğuz Yabguluğu yıkılınca (1040) Oguz Türkleri yavaş yavaş Selçuklu egemenliği altına girerek Anadolu'ya göç etmeye başladı. Ekseriyeti göçebe olan Oğuzlar, kopup geldikleri Orta Asya steplerine benzediği için daha çok Orta Anadolu kırsalını meskun olarak tercih ediyorlardı. Dolayısıyla Orta Anadolu'nun Türleşip İslamlaşması hızlı olurken, şehirlerde bu dönüşüm yavaştı.[4] İslam dini de, yerleşik hayatı gerekli kılıyordu. [1] İşbu sebeple, göçebe Türkmenlerin İslamlaşma sürecini hızlandırmak, Anadolu'yu Türk yurdu haline getirmek, şehirlerde yaşayan Rum ve Ermeni tacirlerle rekabet edebilmek amacıyla Ahi teşkilatı Anadolu'da kuruldu. Kısacası Anadolu'da Ahiliğin şekillenmesi ve köylere kadar teşkilatlanması politik ve sosyo ekonomik bir mecburiyetin ürünüdür. [5]

Ahiliğin Kuruluşu, Anadolu'da Yayılışı ve Sonuçları [değiştir]

Azerbeycan'ın Hoy kasabasında doğan Şeyh Nasırettin Mahmut el Hoyi (Ahi Evren) Ahi Teşkilatı'nın kurucusu sayılmaktadır. Bağdat'ta büyük üstadlardan ders alan Ahi Evren, Arapların kurduğu Fütüvvet Teşkilatı'ndan etkilenerek, 1205'te Anadolu'ya gelmesinden kısa bir süre sonra ilk olarak Kayseri'de Ahilik Teşkilatını kurmuştur..[6]

Tarihi kaynaklardan, Ahi Evren zamanında Anadolu'nun şehir ve kasabalarında ortaya çıkan Ahi kurumlarının, Ahi Evrene bağlı merkezi bir teşkilat olabileceği imajı çıkıyor. En azından bu kurumlar, O'nun koyduğu ilkelere bağlı kalmış olmakla, manen ahi Evren'nin liderliğindeki geniş bir teşkilatın şubeleri gibidir. Fakat O'nun ölümünden sonra, bağlı olunan ilkelerde büyük benzerlikler mevcut olmakla beraber, İbn-i Batuta'nın belirtiği gibi, Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar yayılan bu kurumlar arasında organik bir bağ bulunmamaktadır. [7]

Ahilik Teşkilatı'nın sonuçlarını şöyle sıralıyabiliriz:

·         Ahilik, Anadolu'da köylere kadar yayılarak Anadolu'nun daha kısa sürede Türkleşip İslamlaşmasını sağlamıştır.

·         Göçebe Türkmenler yerleşik hayata geçirilerek hem İslami uyum kolaylaşmış, hem de Türk şehirciliği hız kazanmıştır.

·         13.yy'ın ikinci yarısına kadar çoğunlukla gayrimüslimlerin Türk olmayan yerli halkın elindeki sanat ve ticaret işlerine Türkler de katılmış ve canlılık kazandırmıştır.

·         Türk esnaf ve sanatkarları arasında sağlanan dayanışma sayesinde Ahilik önemli bir güç haline gelmiş, asayişin bozulduğu zamanlarda (örneğin Moğol İstilası) kendi otoritesini yürütmüştür.

·         Dini ve ahlaki yapı korunmuştur.[8]

Ahiliğin Menşei ve Dini Yapısı [değiştir]

Prof. Dr. Sebahattin Güllülü'ye göre Ahi birliklerinin ideolojik yapısınıoluşturan ögelerden birisi Batıniliktir ve Ahilik teşkilatı gayri İslami bir yapı barındırmaktadır. [9] Fakat Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken'e göre Ahiliğin esas kuralları bütünüyle İslami tasavvufa dayanmakta, onun zahitlik, feragat ve doğruluk prensiplerini kabul etmektedir. [10] Ayrıca seyyah İbn-i Batuta'nın ifadesine göre Ahi zaviyeleri Hanefi mezhebine mensuptur.[11]

Fütüvvetnameler göre, Ahiliğin anenevi menşei Ali'ye dayanmaktadır. Muhammed, Ali'ye "Sen benim yoldaşımsın, ben Cebrail'in yoldaşıyım, Cebrail de Allah'ın yoldaşıdır" diyor. Sonra Selman-ı Farısi'ye Ali'ye yoldaş olmasını söylüyor. Selman da Ali'nin elinden tuzlu su içerek ona yoldaş oluyor. Bundan sonra Peygamber, Ali'ye: "Ya Ali ben seni tamalıyorum ve olgunlaştırıyorum" diyerek şalvarını giydiriyor ve beline bağlıyor. Fütüvvetnamelere göre; fütüvvetin temeli budur ve fütüvvet ehli arasında kadeh sunmak, şalvar giydirmek ve bel bağlamak, yani yoldaşlık ve kardeşlik kuralları buradan gelmektedir.[12]

Ahiliğe Üye Şartları [değiştir]

Ahi olmak ve peştemal kuşanmak için kişinin bir Ahi tarafından önerilmesi zorunludur. Üye olmak isteyenlerden yedi fena hareketi bağlaması ve yedi güzel hareketi açması beklenmektedir:

1.     Cimrilik kapısını bağlamak, lütuf kapısını açmak

2.     Kahır ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülâyemet kapısını açmak

3.     Hırs kapısını bağlamak, kanaat ve rıza kapısını açmak

4.     Tokluk ve lezzet kapısını bağlamak, riyazet kapısını açmak

5.     Halktan yana kapısını bağlamak, Hak'tan yana kapısını açmak

6.     Herze ve hezeyan kapısını bağlamak, kapısını açmak

7.     Yalan kapısını bağlamak, doğruluk kapısını açmak

Kafirler, çevresinde iyi tanınmayanlar, kötü söz getirebileceği düşünülenler, zina ettiği ispatlananlar, katiller, hayvan öldürenler (kasaplar), hırsızlar, dellallar, cerrahlar, vergi memurları, avcılar, vurguncular örgüte katılamaz.

Kadınlar da örgüte katılamaz. Bu nedenden ötürü kadınlar da Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) teşkilatına üye olmuşlardır.

Ahilik Teşkilatı'nın Özellikleri [değiştir]

Ahilik teşkilatı Selçuklular döneminde ekonomik ve ticârî faaliyetlerinin yanı sıra, askerî ve siyasî faaliyetlerde de bulunmuş, Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda ve güçlenmesinde etkin rol oynamışlardır. Aşıkpaşazade, Osmanlının kurulmasında etkin olan 4 unsur arasında Ahiliği de belirtmiştir. İlk Osmanlı padişahlarının ve vezirlerinin çoğu Ahi Teşkilatı'na mensup şeyhlerdir. [13]

Ahi Teşkilatı'nın müslümanlara has bir kurum olarak iş görmesi 17. yüzyıla kadardır. Osmanlı Devleti'nin hakimiyet alanı genişleyip, gayrimüslim oranının artmasıyla farklı dinden kişilerin ortak çalışması zorunlu olmuştur. Din ayrımı gözetilmeden ortaya çıkan bu kuruluşa da gedik denmiştir. 1727 yılından itibâren rastladığımız bu kavram Türkçe bir kelime olup tekel veya imtiyaz anlamına gelmektedir. Kavram olarak "Osmanlı bünyesindeki esnaflığa ve sanatkarlığa girişi tetkik etmek" demektir.[14] Yapı olarak ahilikten farklı olmamakla birlikte ömrü onun kadar uzun olmamıştır. Zira 1838 Balta Limanı Antlaşmasıyla tekel idaresi ortadan kalkmış ve gedikler çözülmüştür.

Ahilik teşkilatı 3 dereceli bir düzene dayanır. Her kapı üç dereceyi içerir. Bu dereceler şöyle sıralanır:

·         Yiğit

·         Yamak

·         Çırak

·         Kalfa

·         Usta

·         Ahi

·         Halife

·         Şeyh

·         Şeyh-ül Meşayıh

Ahilik, Galip Demir'e göre, "Türkler'in Rönesansı"dır. Veysi Erken'e göre, Ahilik ve kurum düzeni bugünlerin şartlarında bile, 5 çekirdek ilke ile, "Toplumsal sorumluluk, Hizmette mükemmellik, Dürüstlük ve doğruluk, Ortak yaşama " ile örnek bir 'yatay örgütlenme' toplum hareketi şekilendiriyor. Erken, Ahiliğin bu yönüyle, 2000'li yıllar için bile ileri bir örgütlenme modeli sunduğunu kaydediyor.Ahilik töreleri yaygın Türkçe deyimlere dönüşmüşlerdir. Örnek olarak `pabucunu dama atmak` sözü ahiliğin peştamal kuşanma töreni ile ilgilidir. Çıraklıktan kalfalığa geçiş töreni öncesinde eğitimi tamamlanan çırağın pabucu dama atılır. Bir yandan da artık ustalarından, kalfalarından eskisi gibi ilgi görmeyeceğini ortaya koyar bu deyim.Ahilikte sanatkarlar gündüzleri işyerlerinde 4 aşamadan oluşan hiyerarşi içinde mesleğin inceliklerini öğrenirler, akşamları toplandıkları ahi konuk ve toplantı salonlarında aynı hiyerarşi içinde ahlakî ve felsefî eğitim görürlermiş.

 

 

 

NA SAYFA

logo1

kurum

ahilik

 

Ahilik Teşkilatı ve MÜSİAD

Ahilik 13. yüzyılda kurulmuş bir teşkilat. Temelinde “dürüst ticaret ahlakını yerleştirmek, helal kazanmak ve meslek erbabı yetiştirmek yani işi ehline vermek” yatıyor.

Toplum etkileşimini hesaba katarsanız ticaret hayatın her alanında var. Üretici malını satacak, tüccar o malın değeri neyse onu verecek. O malı tekrar tüketiciye sunarken fahiş fiyattan kaçınacak.

İşte, dürüst ticaret anlayışı; Özellikle kültürle de alakalı olarak o zaman dericilik büyük bir sektör. Çünkü günlük yaşantıda kullanılan birçok eşya deri ile alakalı.

Ne yapacak? Gidecek Ahilik teşkilatında “çıraklık, kalfalık” dönemlerini atlatacak deyim yerindeyse orada pişecek ve ondan sonra “usta” olarak mesleğini devam ettirecek. Yani “işi ehline veriniz” düsturuna harfiyen uyulacak.

Şimdi durum tam tersi, “işe göre adam” devri kapandı artık “adama göre iş” dönemi başladı. Bu da bizim iş hayatında yükselme yarışında baştan 1-0 yenik başladığımızın en güzel örneğidir.

Ve daha bunun gibi birçoğu…

Yazılı olan müeyyideler olduğu gibi yazılı olmayıp o günün toplumunda kabul gören kuralları da vardı Ahilik Teşkilatının.

Mesela içlerinden “ticaret ahlakına uymayan” hareketlerde bulunan esnafın ayakkabısı herkesin görebileceği yere asılırmış, adeta; “bizi aldatan bizden değildir” mucibince “sosyal aforoz” edilirmiş. Dolayısıyla o esnafın ticaret hayatı bitermiş ki, herkese de misal olsun.

Zaten hepimizin bildiği “pabucu dama atıldı” cümlesi de buradan gelmekteymiş.

Yukarıda, ticaretle bir şekilde bütün toplumun etkileşim halinde olduğunu yazmıştık. Dolayısıyla Ahilik Teşkilatının gerek yazılı ve gerekse yazılı olmayan ama bütün kesimler tarafından kabul gören bu kurallar aynı zamanda “sosyal frenleme” aracı olarak da kullanılabiliyordu. Bu yönüyle de Ahilik Teşkilatı büyük bir okuldu.

Biraz daha ileriye gidelim. Tarihsel anlamda tabiî ki.

Osmanlı’ya baktığımız zaman Ahiliğin önemi biraz daha kendini belli ediyor. Hani bazı insanlar devlet yönetimi konusunda, “şu halk da olmasa ben bu devleti ne güzel yönetirim” demişler ya…  Toplumun büyük çoğunluğunun Müslüman olması, hemen hemen ticaret erbabının da inanan insanların olması demekti. Müslüman olan ticaret erbabı da “Ahiliğin ticaret tezgâhından” geçtiğini düşünürsek…

Osmanlı’nın özellikle topraklarının genişlemesiyle Ahilik Teşkilatı daha da önem kazanmıştır. Çünkü Osmanlı, bildiğiniz üzere fethe önem veren bir milletti. Dolayısıyla ticareti, Müslüman olmadığı için askere alınmayan ama vergisini vererek ticaretini geliştiren gayri Müslimlerin elindeydi.

Gelelim günümüze…

Bugün Ahilik Teşkilatı görevini üstlenen bir takım kurumlar var. Meslek Odaları vesaire. Bu kurumlar Ahilik Teşkilatının tam anlamıyla yerini doldurabilir mi orasını bilemem. Ama madem ticaretle başladık, son günlerde sıkça dillendirilen “İslami Burjuvazi” den birazcık bahsedelim.

Aslında bu iki kelime, İslam ve Burjuvazi birbirine tamamen zıttır. Çünkü kimse İslam’da sınıf ayrılığından bahsedemez. Buna günümüzden en güzel örnek, Amerika’da zenci Müslüman nüfusunun giderek artması gösterilebilir. Zengin beyaz kesimin fakir zencilere uyguladığı sınıfsal ayrılık zencileri, içinde “tabakalar” kelimesini barındırmayan İslam’a yöneltmiştir.

Bugün Türkiye’de “yeşil sermaye” olarak görülen ve 80 dönemlerinde rahmetli Özal’la başlayıp zamanla “muhafazakarların Anadolu’da belediyeleri kazanmasıyla” hızla yayılan bir ticaret erbabı var.

MÜSİAD mesela.

Müstakil Sanayi İşadamları Derneği.

Bazen bu açılımı işine geldiği gibi okuyanlar da çıkıyormuş tabi; Müslüman Sanayi İşadamları Derneği…

Geçenlerde MÜSİAD’ın fikir babası ve kurucusu Erol Yarar’ın bir basın kuruluşuna verdiği röportajı okudum. Hayli ilginç sözleri var.

“Türkiye’nin gerçek burjuva sınıfı biziz” diyor mesela.

Aslında bu ilginç röportajın tek cümlelik açılımı bu. Babaannem hep öyle derdi; “akçe akıl öğretir, don yürüyüş gösterir”.

Bizim adetlerimizde sokak araları dar ve çıkmaz sokaktı. Niye? Komşuluk, komşu hakkı kavramları hakimdi. Şimdi onun yerine bizim burjuvanın gözlerden uzak villaları var.

Bizim ibrik ve leğen kültürümüz vardı, çocuklarımız bize abdest suyu dökerken uygulamalı abdesti öğrensinler ve namaza uzak kalmasınlar diye. Şimdi bizim burjuvazide jakuzili odalar var. Kimseye görünmeden alırlar abdestlerini.

Sorsanız ciplere biniyor diye, cevap hazır; “benim öyle içki kumar, karı-kız davam yok, fazladan kazandığımla bunu aldım”. Hâlbuki bizim anlayışımız, “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”.

Ahilikte temel esas “faiz haramdır.” Şimdiki ticarette daha doğrusu bizim burjuvazide temel…

 

HAZ. MUHAMMET’ DEN AHİ EVREN’ E TARİHİ SÜREÇ-

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

571

2I Nisan (12 Rabiulevvel) Pazartesi günü Mekke'de dogdu

 

610

HAZİRETİ MUHAMMET’E İLK AYETLERİN İNMEYE BAŞLAMASI

 

622

HİCRET

 

622

27 Eylül  HAZİRETİ MUHAMMEDİN MEDİNE’YE GELİŞİ

 

633

MUHAMMET İN VEFATI

 

633-

EBU BEKİR DÖNEMİ

 

633

·         4 HALİFE DÖNEMİ

·         Ebu Bekir,

·         Ömer bin Hattab,

·         Osman bin Affan

·         Ali bin Ebu Talib

 

641

MUAVİYE ŞAM VALİSİ

 

656

OSMAN’IN ÖLDÜRÜLÜŞÜ

 

656

ALİ’NİN HALİFELİĞİNE KARŞI ÇIKIYOR

EMEVİ DEVLETİNİN KURULUŞU

661-680

1. MUAVİYE

EMEVİ DEVLETİNİN KURULUŞU

680

MUAVİYE’ NİN ÖLÜMÜ

 

680-683

MAVİYENİN OĞLU YEZİDİN ALİ’NİN OĞLU HÜSEYN’İ KERBELADA KATL ETMESİ

 

683

YEZİD’İN OĞLU 2. MAVİYE BAŞA GEÇİYOR.

 

684-685

1. MERVAN

 

685-705

ABDULMELİK

 

685-705

MERVAN  EMEVİ DEVLETİNİN EN PARLAK DÖNEMİNİ YAŞIYOR

 

705-715

1. VELİD

 

715-717

Süleyman bin Abdülmelik

 

750

EMEVİ DEVLETİNİN YIKILIŞI

 

750

ABBASİLER

 

756

ABDRAHMAN

ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİNİN KURULUŞU

1071

ANADOLUYA GİRİŞ

 

 

 

 

1100-1194

AHMET YESEVİ

 

 

Ahmet Yesevi 


Türkistan'da yetişen büyük velilerdendir. Adı Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi olup, Piri Sultan, Hoca Ahmet, Kul Hace Ahmet diyede tanınır. Babası Hace İbrahim'in nesebi Hz. Alinin oğlu Muhammet bin Hanefi'ye dayanır. Hicri 5. asrın ortalarında doğduğu tahmin edilmektedir. Ahmet Yesevi çok küçük yaşta babasını, 7 yaşındada annesini kaybetmiştir. Yesi şehrinde ilim ve terbiye tahsiletmiştir. Bundan dolayı YESEVİ nisbetiyle şöhret bulduğu kabul edilmiştir. Yesi'de, önce Arslan Baba Hazretlerinden ders aldı. Arslan Baba'nın vefatıyla Buhara'ya gitti. Orada Ehli Sünnet alimlerinden Yusuf Hamedaniye bağlandı ve manevi ilimleri tahsil etti. İnsanlara doğru yolu göstermek için ondan icazet (diploma) aldı.

Buhara bu tarihlerde Karahanlıların hakimiyeti altındaydı ve devrin en büyük ilim merkezlerinden biriydi. Dünyanın çeşitli yerlerinden talebeler buraya gelip ilim tahsil ediyorlardı. Buhara'da güçlü bir Hanefi Fıkıh geleneği mevcuttu. Hoca Ahmet Yesevi Buhara'da bir müddet ders verdi. Daha sonra bu vazifeyi başkasına devredip Yesi'ye döndü ve burada talebe yetiştirmeye başladı. Büyüklüğü ve şöhreti kısa zamanda Maveraünnehir, Horasan ve Harzem dolaylarına yayıldı. Zamanın en büyük ve üstün evliyelarından oldu. Zahiri ve batını bütün ilimlerde derin alim olan Ahmet Yesevi Hazretleri, Hızır Aleyhisselam ile görüşür sohbet ederdi. Günün büyük bölümünü ibadet ve zikir ile geçirirdi. Zamanında arta kalan diğer bir kısmında, talebelerine zahiri ve batını ilimleri öğretir, günün kısa bir bölümünde ise, alınteri ile geçimini sağlamak üzere, tahta kaşık ve kepçe yapıp bunları satardı.

Ahmet Yesevi Hazretleri yetiştirdiği talebelerinin her birini bir memlekete göndermek suretiyle İslamiyetin doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bir kısmı da Anadoluya geldiler. Bu vesileyle onun yolu Anadoluda yayılıp tanındı. Anadolunun Müslüman Türklere yurt olması, onun manevi işaretiyle hazırlandı. Talebelerinin gayretiyle Anadolu ebediyyen Türk yurdu oldu.

Ahmet Yesevi Hazretlerinin en önemli özelliği, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen çok sade bir Türkçe ile Hikmet denilen eğitici sözleri, Türkistan Türkleri üzerinde büyük izleri bırakmış olmasıdır. Bu hikmetli sözlerde şeriat erkanını ve tarikat adaplarını anlatmıştır. Yesevi Ocağı aynı zamanda bir tarikattır. Önemli ve büyük tarikatlardan Nakşilik ve Bektaşilik, Yeseviliğin kollarıdır. Yeseviliğin, adapları müridlerin uyması gerekli hususlar ve ahkamları vardır. Yesevi dergahı, fakirler, yoksullar, yetim ve çaresizler için bir sığınak yeriydi. Bu dergahlar aynı zamanda, tekke edebiyatının ilk temsil edildiği yerler olmuştur. Ahmet Yesevi Hazretleri tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadoludaki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Bu şekilde yetiştirdiği talebelerinden tayin ettiği halifeleri şunlardır;

Mansur Ata, Abdulmelik Ata, Süleyman Hakim Ata (Bu Türkler arasında en meşhur halifesidir) Muhammed Danişmend, Muhammed Buhari (Sarı Saltuk) Zengi Ata, Tac Ata v.b. Bu halifelerinin yetiştirdiği birçok talebe ki; Ahi Evran, Hacı Bektaş, Mevlana, Taptuk Emre, Yunus Emre gibi talebeler Anadoluda, Ahmet Yesevi Hazretlerinin çizdiği yolda ilerlemişler ve Türk dilini, edebiyatını, kültürünü özellikle İslam dinini doğru olarak gelecek nesillere aktarmışlardır. Sade bir Türkçe ile Halkın anlayacağı, sohbet tarzındakiHikmet adlı şiirleri, Çin'den, Marmara sahillerine kadar yayılıp, Türk Milletine manevi ışık olmuştur. Ahmet Yesevi Hazretleri Hicri 590 (1194) de Yesi şehrinde vefat etmiştir. Kabri üzerine türbe, 200 yıl sonra, Timur Han tarafından inşa edilmiştir.

"Kafir bile olsan, hiç kimsenin kalbini kırma. Çünkü kalbi kırmak Allh'ü Taala'yı kırmaktır. Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol."

Ahmet Yesevi Hazretleri'nin bu sözlerinde, özellikle biz Avrupada yaşayan Türkler için, altın değerinde bir nasihat vardır. Biz Avrupa Türklüğü, Gayrimüslimler ile beraber yaşarken, geçmişimize bakıp güç almalıyız. Buraları Türkleştiremeyiz, fakat Türk kalabilmemiz için, Ahmet Yesevi Hazretlerini ve onun yolundan gidenleri çok iyi bilmemiz gerekmektedir.


 

 

 

Başkent

Kufe

Yönetim

Halifelik

 - 661–680

I. Muaviye

 - 744–750

II. Mervan

 - Kerbela Olayı

9 Ekim 680

 - Muaviye Halife

661

 - Emevilerin Yıkılması

750

 

HAZİRETİ MUHAMMET’İN SOY AĞACI

 

 

 

1

2

3

4

 

 

 

 

 

 

Abdullah

Ebu Talib

Hamza

Abbas

 

 

 

 

 

Hatice

Muhammed

Ali

 

 

 

 

 

 

 

 

Fatıma

Hasan+Hüseyin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Abbasiler

 

 

 

 

 

 

ÇATLAK

 

EMİN ADAM MEKKE’ DE 21 NİSAN 571 DE DOĞAR

KÜÇÜK YAŞLARDAN İTİBAREN

TİCARET İLE İŞTİGAL EDER

ÇIRAKLIKTAN USTALIĞA HATİCE HANIMIN PARASI İLE GEÇER

GÜVENİLİR OLMAK BAŞKA, PARA KAZANABİLMEK, BAŞKADIR.

SERMAYEYİ KEDİYE YÜKLEYİNCE MUHAMMET

DEPRESİF RUH HALİ İLE ARAFATTA OLUR HALVET

ÇARESİZLİK İÇİNDE KIVRANIRKEN

CEBRAİL TARAFINDAN GETİRİLİR İLK AYET

İLK İNANAN KARSI OLUR

ARKASINDAN DİĞER AKRABALAR SIRALANIR

İLK AYET 610 YILINDA GELMİŞ

HİCRET İSE 622 DE GERÇEKLEŞMİŞTİR.

BU HESABA GÖRE,

İSLAM 12 YILDA KÖK SALMIŞTIR

ÖLÜMÜNÜ MÜTEAKİP

DÖRT HALİFE, İSLAMI 660 A KADAR ZOR TAŞIMIŞ

EBUBEKİR VE ÖMER ECELİ İLE

OSMAN VE ALİ HANÇER DARBESİ İLE GÖREVİ BIRAKMIŞTIR.

680 DE MUAVİYE VE OĞLU YEZİD,

HZ. MUHAMMET’İN AMCASI OĞLU VE DAMADI OLAN

HAZİRETİ ALİ’YE KÖK SÖKTÜRMÜŞTÜR.

KERBELA’DA ALİ’ NİN ÇOCUKLARI HASAN VE HÜSEYİNİ KATLETMİŞ

NEFRET TOHUMLARINI SONSUZLUĞA ÇAKMIŞTIR.

İŞTE İSLAMIN İLK ÇATLAĞI BÖYLE OLUŞMUŞTUR.

MUAVİYE İLE 656 DA TEMELİ ATILAN EMEVİ DEVLETİ

O TARİHTEN İTİBAREN DOLUDİZGİN KOŞMUŞTUR.

ÇÖLLERİN KURAKLIĞI İÇİNDE ZENGİNLİĞE ÖZLEM DUYAN ARAB

DİNDEN ALINCA GÜCÜ

TÜRKLERİ DE PARALI ASKER OLARAK KİRALAYINCA

KİMSE CESARET EDEMEMİŞ ONLARLA SAVAŞA

EMPERYALİST BİR YAKLAŞIMLA

KISA ZAMANDA ÇİZLMİŞ SIRLAR AŞAĞIDAKİ HARİTADA.

 

Location of Emeviler

 

EMEVİ VE ABBASİ EMPERYALİST VE SÖMÜRÜCÜ YAKLAŞIMLARA KARŞI

İLK DRENİŞLER FİLİZLENİR İRAN’ DA

KAFASINA KIZIL KÜLLAH GEÇİREN ANTİ EMPERYALİST OLUŞUMLAAR

KIZILBAŞ DİYE ANILIRLAR

BİR MÜDDET SONRA PARALI ASKER OLAN ŞAMAN TÜRKLER DE

İSLAMLAŞIRLAR

ÖZELLİKLE AHMET YESEVİ’ DEN EL ALAN

MEVLANA, HACIBEKTAŞ-I VELİ, PİR SULTAN APDAL,

YUNUS EMRE GİBİ

Şİİ, ALEVİ, BEKTAŞİ VE DE AHİ

KÜLTÜRÜ İLE HARMANLAŞMIŞ OLAN DERGÂH ERBABI

ANADOLUDA BU KÜLTÜRÜN YERLEŞMESİNİ SAĞLAMIŞ

GÜNÜMÜZE KADAR, ALEVİLİĞİ YAŞATMIŞTIR.

TOPLUMUMUZUN EN ENTRESAN VE RENKLİ

OLUŞUMLARINI BARINDIRAN

BU ÇATLAKTAN

ALINACAK ONCA GÜÇ VE RENK

DURURKEN

YAVUZ SULTAN SELİM’ DEN BU YANA

BU ÇATLAKTAN KORKMAKLA

ÇOK ŞEY KAYBETTİK

BUNU BİLİN İSTEDİK

AHİLİK KONUSUNDA BİR ŞEYLER OKURSANIZ EĞER

O YAZILAR GÖZÜNÜZÜ AÇMANIZA YETER

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

 

 

MANİFESTO ŞİİRİ – ANA PRENSİPLER MANZUMESİ – İLE OLAYLARA, ANLATILANLARA BİR ÖZET GETİRMEYE ÇALIŞIRSAK, KARŞIMIZA ŞÖYLE BİR SIRALAMA ÇIKACAKTIR.

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

10-3-2010

MANİFESTO ŞİİRİ

1.     OLDUĞUN GİBİ GÖRÜNMEK VE GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OLMAK YAŞAMIN YÜKLERİNİ MİNİMİNİZE EDER, BU DURUM EKSTRA BİR GAYRET GEREKTİRMEZ, BÖYLECE DAHA RELAKS BİR YAŞAMIN OLUR

2.     YAŞAM KAVGASINDA TAVİZ VERME, BU TUTUM YAŞAMA DAHA ÇOK SARILMANI SAĞLAR

3.     SEVGİ HERŞEYİ POZİTİFE ÇEVİRİR, EZİYET GÖRDÜĞÜN ŞEYLERE BİLE POZİTİF YANAŞIRSAN BU YAKLAŞIM TAHAMMÜL SINIRLARINI GENİŞLETİR VE ÖNÜNDE SONUNDA O KONUYA BİR ÇARE BULMANA NEDEN OLUR VE OLAYI POZİTİF BİR MECRAYA SOKARSIN.

4.     SEVGİNİN GÜCÜ KARŞISINDA HİÇ BİR ŞEY DURAMAZ HİÇBİR ŞEYDEN KORKMA HANİ DERLER YA KORKUNUN ECELE FAYDASI YOKTUR DİYE İŞTE O HESAP. KORKUNUN BELKİ OLAYI SAĞLAMA ALMAYA FAYDASI OLUR AMA GİRİŞİM RUHUNU YOK EDER. GİRİŞİMCİLİK OLMAZSA DA UMUT BİTER.

5.     SEN BİR KABİLİYETSİN ELİNDEKİLERİ SEN KAZANDIN, BECERELİLERİN DURUYOR ONLARLA YİNE KAZANIRSIN, 

6.     YAŞAMINI GÖNLÜNÜN DİLEDİĞİ GİBİ YAŞA… GEÇEN ZAMANA YAZIK ETME

7.     ERTELEDİKLERİN BİR DAHA GERİ GELMEYECEK. İŞLERİ 5-4-3-2-1- SİSTEMİ İLE YAP, İŞİ BİL İŞE GİTME,  PRENSİBİYLE İŞİNİ YAP, ÇEVERENİ YÜCELTEN KONUŞMALARI, ÇEVRENDEN EKSİK ETME, YİĞİDİ KILIÇ KESMEZ BİR KÖTÜ SÖZ ÖLDÜRÜR LAFINI AKLINDAN ÇIKARMA.

8.     YETİŞEBİLDİĞİN KADARIYLA İDEALLERİNİ TAMAMLAYACAKSIN İŞİN KOMPLE BİTMESİ HİÇ BİR ZAMAN MÜMKÜN OLMAYACAK, BAZILARI EKSİK KALACAKTIR, YAPABİLDİĞİN İLE YETİNMEYİ ÖĞREN,

9.      YAŞAMINDA PRENSİPLER SIRALAMASINDA ÖNCE SAĞLIK SONRA DOSTLUK VE EN SONUNDA MADDİYATIN GELDİĞİNİ AKLINDAN ÇIKARMA.

10.   ESER KALIR SEN GİDERSİN. ÖNCE HIZMET SONRA SENSİN

 

 

 

 

 

MEVLANA’ DAN SEVGİLERLE

Sevgide güneş gibi ol.
Dostluk ve kardeş
likte akarsu gibi ol.
Hataları örtmede gece gibi ol.
Öfkede ölü gibi ol.
Tevazuda toprak gibi ol.
Her ne olursan ol.
Ya olduğ
un gibi görün,
Ya da göründüğ
ün gibi ol.. 

Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin
karş
ındakinin anlayabildiği kadardır.

*Dil, tencerenin kapağına benzer.
Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu
ne piş
iyor anlarsın.

*Kalbi ve sözü bir olmayan kimsenin
yüz dili bile olsa,
O yine dilsiz sayılır.

*İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir.
İnsan gözü neyi görüyorsa,
değ
eri o kadardır.

*İki parmağının ucunu gözüne koy.
Bir
şey görebiliyor musun dünyadan?
Sen göremiyorsun diye,
bu âlem yok değ
ildir.

*Doğruluk Musa'nın asası gibidir.
rilik ise ;
sihirbazların sihrine benzer.
Doğ
ruluk ortaya çıkınca bütün eğrilikleri yutar.

MEVLANA.

 

İLİMDE BOŞ DURMUYOR

TEZLERİMİZİ DESTEKLEYEN GELİŞMELER HER AN DEVAM EDİYOR.

 

ÖLÜM DİYE BİR ŞEY YOK!

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

ABD’li bilim adamından şok teori

11 Aralık 2009 Cuma, 12:56

Ölümsüzlük Aslında Zaten Tek Gerçek mi? İşte Şaşırtıcı İddia!

ABD’li bilim adamı Robert Lanza yayınladığı bir hipotez ile ölümün aslında var olmadığını iddia etti. Lanza’nın bilim dünyasını ikiye bölen şok iddiasını dayandırdığı nokta ise bilim ve felsefeyi buluşturuyor.

Lanza, ölümün insanlar için bir yok oluş değil, sınırsız sayıda Evren içerisinde bir diğerine geçiş olarak tanımlıyor. Bu geçiş senaryolarının hiç birinde ise bugün anladığımız anlamda bir ölüm gerçekleşmiyor sadece enerji şekil değiştiriyor.

Lanza, insan bedeninin zaman içerisinde işlevini yitiriyor olmasının “Ben kimim?” diye sorma becerisini gösteren yanımız ile aynı şey olmadığını iddia ediyor. Lanza’ya göre insan beyninde bulunan enerji kaynağı, bedenin ölümü ile birlikte yok olmuyor. Doğadan enerjinin asla ölmediği veya yok edilemediği gerçeğinden yola çıkan Lanza, bu enerjinin bizi biz yapan en önemli öğe olduğunu ve bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürdüğünü iddia ediyor. Zaman ve uzay kavramlarının aslında bizim bazı şeyleri tanımlayabilmek için uydurduğumuz kavramlar olduğunu da söyleyen Lanza, bahsettiği ölümsüzlüğün bizim anladığımız anlamdaki zaman içerisinde bir son olmadığını, bu zaman kavramı dışında var olmaya devam etmek olduğunu da söylüyor

 

BİRAZDA OLSA PEYGAMBERLERDEN SÖZ EDEREK İNSANLIĞA YAPIKLARI HIZMETTEN DOLAYI ŞÜKRANLARIMIZI SUNALIM

 

 

 

 

 

PEYGAMBERLERİN DERECELERİ

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

·         peygamberler

·         Peygamberlik Dereceleri

·         ulu'l-azm

·         ulu'l-azm peygamberler

Bütün peygamberler peygamber olmaları bakımından eşittirler, aralarında fark yoktur. Ancak, kavimleriyle olan mücadeleleri, onların bazılarını diğerlerine üstün kılmıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah'ın kendilerine hitabettiği, derecelerle yükselttikleri vardır..." (Bakara / 253)

Aralarında derece farklılıkları, birbirinden üstünlükleri olduğunu Allah'ın beyan ettiği peygamberlerin içinde "Ulu'l - Azm", azim sahibi peygamberler olduğunu yine Yüce Allah, kitabında şöyle açıklıyor:

"Ey Muhammet! Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret..." (Ahkaf /35)

Ulu'l - Azm peygamberler, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Isa ve Muhammet (a.s.)dır.

Kur'an-ı Kerimde şöyle ifade edilmiştir: "Hani biz peygamberlerden söz almıştık; sen (Muhammet (s.a.v.)den, Nuh'tan, İbrahim’den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz almıştık." (Ahzab /7)

Kısaca bu peygamberleri tanıtalım:

- Hz. Nuh (a.s): Hz. Nuh (a.s.) zamanında çoğalan insanlar Allah'ı tanımaz oldular. Putlara tapmağa başladılar. Hz. Nuh onları bir Allah’a ibadete çağırdı. 950 sene yaşayan Nuh (a.s.) her türlü çağrı ve ikna metotlarını kullanarak kavmini hakka çağırdı. Ancak bu çağrıya kulak verenler bir gemiye sığabilecek kadar az bir topluluktu. Islahı kabil olmayan azgın ve sapık güruh ise helâkı hak etmişti. İlâhi bir emirle gemi yapıldı, inananlar o gemiye alındı. Bunlar arasında Ham, Sam, Yafes adında Hz. Nuh'un üç oğlu da vardı. İnanmayan ve puta tapanlar ise meşhur "Tufan" ile sulara gark olarak helâk oldular. Bu helâkten sadece Hz. Nuh’a inananlar kurtuldu. Kur'an'da Hz. Nuh'tan şuara, Saffat ve Nuh surelerinde genişçe bahsedilir.

- Hz. Ibrahim (a.s.): Hz. Ibrahim, Nuh (a.s.)dan sonra "Ulu'l -Azm" peygamberlerin ikincisidir. Kâbe'nin banisi, Peygamber (s.a.v.)in büyük dedesidir. Peygamberimizden 2500-2600 yil kadar önce Nemrut zamaninda putperest Babillilere gönderildi. Kendisine on sayfalik bir kitap verildi. Nemrutla mücadelede bulundu, putlarla savaşti, ateşe atildi. Halilullah (Allah’ın sevgilisi) olan Hz. İbrahim’e bütün semavi dinler tazimde bulunur. Kur'an'da Al-i Imran, Bakara, Saffat, Ibrahim ve şuara surelerinde Hz. Ibrahim degişik yönleriyle anlatilmaktadir.

- Hz. Musa (a.s.): Peygamberimizden 1900-2000 yil kadar önce, Israilogullarina peygamber olarak gönderildi. Fir'avn'la mücadelesi, Kur'an'da genişçe anlatilir. Kendisine müstakil bir kitap olarak Tevrat gönderilmiştir. Kur'an'da özellikle Bakara, şuara, Taha, Neml, Kasas ve Kehf surelerinde Hz. Musa (a.s.)dan söz edilir.

- Hz. Isa (a.s): Israilogullarindan olan Hz. Isa (a.s), Hz. Meryem’in oğludur. Babasız dünyaya gelişi bir mucizedir. Beşikteyken konuşmuş, 30 yaşındayken Israiloğullarına peygamber olmuş ve 33 yaşındayken semaya urûc etmiştir. Kendisine müstakil bir kitap olarak İncil gönderilmiştir. Peygamberimizden 600 yıl kadar önce yaşamıştır.

- Hz. Muhammet (s.a.v.): Bütün peygamberlerin sonuncusu olan Peygamberimiz (s.a.v.), yaşadığı asırdan kıyamete kadar gelecek bütün insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderildi. Milâdi 571'de doğdu, 610'da peygamber oldu, 632'de vefat etti. Böylece 23 sene peygamberliği süresince ilâhi emaneti büyük bir titizlikle ümmetine tebliğ etti. İlâhi kitap Kur'an-ı Kerim kendisine bir defada değil olaylar ve hadiseler gerektirdikçe gönderildi.

 

 

 

Time Travel Research Center © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

 

OLAY EVREN BOYUTUNDA ELE ALININCA QUANTUM FİZİĞİNDEN DE BİRAZ SÖZ ETMEK LAZIM.

-29-

QUANTUM FİZİĞİ (QUANTİK FİZİK)

Dr. Hakkı Açıkalın

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

“Ayrıştır, ayrıştır, ayır

Bu işin sonu yok…”

Maurane

 

Quantun fiziği, müşahhas uygulamaları da olan (bilgisayarlar, laserler, CD’ler, DVD’ler, mikrocerrahi, elektron mikroskobu, MRI-Magnetic Resonance Imaging, Spektroskopi, PET-Positrone Electrone Tomography v.s…) ve günümüz biliminin en önemli mevzularından biridir.

Tabiatı anlama babında da önemli bir “devrim” olarak kabul edilmektedir. Quantum fiziği, üç kanatlı bir kapı veya pencere gibi de ele alınabilir:

 

Enerjinin quantlaşması

Fizik bilimi yıllarca, enerjinin “devamlı” olduğunu kabul etti. Yani, enerjinin belli bir aralık içinde, bütün değerleri alabileceğine inanılıyordu. Şöyle ki, bir araç tedricî olarak, 0 ilâ 50 km/h hızla ivmelenirken, kinetik (hareket) enerjisi 0 ilâ 15 Kj (kilo-Joule) arasında devamlılık arzedecek bir biçimde değişiyordu. 19. Yy’ın başlarından itibaren, bazı araştırmalar bunun her zaman böyle olmadığını gösterdi. Bazı hallerde, enerji yalnızca determine edilmiş (kesinleştirilmiş, belirlenmiş) veya “quantifiye” (nicelenmiş, nicel değer almış) değerler alabiliyordu. İşte, quantum fiziği adını da buradan (Quantifié) aldı.

 

Tarihî olarak bakıldığında;

1814: Joseph Von Fraunhoffer, güneşin görülebilir spektrumunun (dalgaboyu) devamlılık arzetmediğini ve fakat siyah bandlar teşkil ettiğini tesbit etti. Gerçekte, güneş devamlılık arzeden bir ışın yayıyordu ancak, bazı dalga uzunlukları (renkler) onu çevreleyen gazlar tarafından emiliyordu;

1854: Gustav Kirchoff ışığın, madde tarafından karakteristik bir biçimde yayılmasını ve soğurulmasını (emilmesini) keşfetti. Madde sadece bazı renkleri (belli dalga uzunluklarını) soğuruyordu ve yine sadece bazı renkleri yayıyordu. Bunlara, spektral (dalgaboysal) hatlar veya karakteristik hatlar adı verildi;

1859: G. Kichoff ve Robert Bunsen iki yeni kimyevî elementin varlığını keşfetti: Caesium (55) ve Rubidium (37);

1900: Max Planck, “Kara Madde”nin ışımasını inceleyerek, Elektromanyetik Enerji’nin (Elektron Çekim Enerjisi) değişim yaptığını ve “quantik” (nicel değerler taşıyan) olduğunu saptadı. Değişimler (alışverişler), parçalar (Enerji Tanecikleri) vasıtasıyla yapılıyordu ve “devamlılık” arzetmiyordu;

Kara Madde (Kara Cisim), metallerin ısıtılması sonucu neden ışıklı hâle gelmediğinin açıklamasına izin veriyordu: Enerjiyi dışarıdan elektromanyetik biçimde (görünür ışık, IR- Kızılötesi, Kızılaltı UV- Morötesi, Morüstü) alıyordu. Dengeye ulaştığında, yine EM formunda, dışarıdan aldığı kadar enerji yayıyordu (ışıyordu);

Eğer enerji, devamlı bir biçimde değişiyorsa, “kara madde”, hesaplara göre, sonsuz bir enerji içerecekti ki, bu durum, “Ultraviyole-Morötesi Katastrof” (Morötesi Mahvoluş) olarak adlandırılır;

1913: Niels Bohr, elektronların enerji seviyelerinin quantifiye olduğunu (nicel değerler taşıdığı) bir atom modeli önerdi. Buna göre, elektronların total enerjisi sadece belli değerler alabilecekti. Böylece, spektral hatlar, bu belirli yörüngeler arasında, elektron sıçramalarına tekâbül edeceklerdi;

1923: Dirk Coster ve Georg Von Hevesy, Hafnium (72) isimli kimyevî elementi keşfettiler.

 

Foton’un keşfi ve dalga-parçacık (cisimcik) ikiliği

19. yy. İtibariyle, Fizik iki tip nesne aş başaliy:

-Yaygın nesneler ve materyaller ki, onlar, kütleleriyle, hacimleriyle, uzaydaki konumlarıyla, kırılmaları ve yapışmalarıyla ve boşluktan yaratılmalarıyla ve yok olmamalarıyla tanımlanabiliyorlardı.

-Ses gibi, maddi olmayan dalgalar ki, onlar, lokalize edilemiyorlardı (bir yer isnad edilemiyordu. Bir sesin kökeni keskinleştirilemez ama yerde işitilir), birbirlerine eklenebiliyorlardı (örneğin iki nota bir müzik akordunda birbirlerine eklenebilirler ve buna interference denir), onlar üretebiliyor ve aş başaliyorlardı (örneğin, bir gitar telini bükmek suretiyle).

20. yy.’ın başlarında elektromanyetizm ve ışıkla ilgili olarak keşfedilen bazı olaylar (fenomenler) –Foto-elektrik ve kara madde gibi- fizikçileri, ilkelerini yeniden gözden geçirmeye mecbur etti. Bazı dalgasal fenomenler ancak ve ancak partiküllerle (parçacıklarla) izah edilebilirdi ve “parçacıklar” aynı dalgalar gibi davranıyorlardı. Daha sonraları ortaya felsefî bir problem çıktı: Maddi bir parçacık sözkonusu olduğunda, bu dalgasal kavrama ne anlam yüklenecekti? Born, bu duruma, “Varlığın İhtimali” adını verdi.

1831: Michael Faraday, mıknatısların etrafında hatlar meydana getiren görünmez manyetik kuvvetlerin varolduğu hipotezini ortaya attı;

1861: James Maxwell, elektromanyetizma kanunlarını formüle etti. Buna göre ışık, elektromanyetik bir dalgaydı;

1887: Heinrich Hertz, elektromanyetik dalgaların, ışık ve ısı dalgaları ile aynı özelliklere sahib olduğunu iddia etti ve Maxwell hipotezini ortaya attı. Aynı zamanda fotoelektrik fenomenini keşfetti. Bir oscillator’la (harekete geçirici bir bobin sistemi, titreştirici) elektromanyetik dalgalar üretti. Bu dalgalar bir kıvılcım ortaya çıkardılar. Bu UV ışınlarının kıvılcımın oluşmasına yardımcı olduklarını gösteriyordu;

1900: Philippe Lenard, elektronun foto-elektrik olayındaki rolünü ortaya koydu. (Burada, atomun yitirdiği yükün quantifiye olmasına bile gerek yoktu.);

1905: Albert Einstein, “quantifiye olmuş ışıklı enerji modeli”ni teklif etti: Foton. Bu, kara madde içinde ve foto-elektirik olayında, enerji değişimlerinin quantifikasyonunu izah etmeye izin verdi: Bir ışık dalgasının (huzmesinin, demetinin) enerjisi “uniform” (tekbiçimli) olarak dağılmaz ve fakat, “ışık tanecikleri” içinde yoğunlaşmış (konsantre olmuş) vaziyette dağılır ki, bunlara foton denir. Fotonlar, “belirlenmiş bir miktar enerji” taşırlar. Bir Foton’un enerjisi, dalga boyuna (uzunluğuna) bağlıdır;

1923: Arthur H. Compton X ışınlarının uzunluğunun, hafif atomlar tarafından yayıldıklarında, arttığını belirledi. Bu, X ışınlarının cismî tabiatlerini ortaya koydu.

Heisenberg, Fiziğe farklı bir bakış açısı teklif etti, nesneler ölçülmüş büyüklüklerce (kütle, konum, ısı, v.s.) hiç tarif edilmemeli ve fakat diğer nesnelerle olan etkileşimleri bağlamında tanımlanmalı. (Heisenberg, Kaos teorisinin de babalarındandır.);

1924: Louis de Broglie, bütün maddi parçacıklar bir dalgaya bağlıdır hipotezini ortaya attı;

1926: Erwin Schroedinger (Alev Alatlı’nın kâbusu), dalganın fonksiyonunun (işlevinin) zaman içinde tekâmülünü tanımladı;

Max Born, dalganın işlevine bir izah getirdi: Bir mekânda, bir parçacığın varlığının ihtimalini temsil eder;

1927: Clinton Davisson ve Lester Germer, elektronların dalgalar gibi davrandığını iddia ettiler;

1929: Estermann ve Otto Stern ağır moleküllerin de dalgalar gibi davrandığını ortaya koydular.

Işığın, parçacık mı, dalgacık mı olduğu uzun süreler tartışıldı. Newton’a göre, ışık parçacık akımıdır, bazılarına göre ise tamamen dalgacıktır. Einstein ise, ışığın hem dalgacık hem de parçacık karakterinde olduğunu ortaya koydu.

Quant (Nicel değeri olan) kavramını ilk olarak Max Planck kullanmıştır. Einstein ise quant kavramını “Foton” (Işık veren, ışık tanecikleri taşıyan parçacık) “Quant” kavramının muadili olarak kullanmıştır. Foton için, “Optik Quant” kavramı da kullanılır. Fotonlar, elektromanyetik kuvvetin interaction (etkileşim) partikülleridir. EM enerjiyi izah etmek için 2 model (teori) ortaya konmuştur: Parçacık (Partikül) Teorisi ve Dalga (Wave) Teorisi. Işık parçacıklardan meydana gelir ancak bazı açılardan da dalga gibi davranır.

Enerjik ve maddi olan ne varsa quantlardan müteşekkildir. Bir fotonun taşıdığı enerji miktarı değişebilir. Kırmızı ışık fotonu, yeşil ışık fotonundan daha az enerji taşır. Bir fotonun taşıdığı enerji miktarını bilirsek, enerji tipini belirleyebiliriz. Örneğin, kızıl ışık fotonu 20x10 üzeri-20 joule, turuncu ışık fotonu 25x10 üzeri eksi 20 joule, sarı ışık fotonu 30x10 üzeri eksi 20 joule, yeşil ışık fotonu 35x10 üzeri eksi 20 joule, mavi ışık fotonu 40x10 üzeri eksi 20 joule, eflatun (leylak) ışık fotonu 45x10 üzeri eksi 20 joule ve mor ışık fotonu 50x10 üzeri eksi 20 joule enerji taşır. Sezgisel olarak, parçacık teorisi bizi, büyük miktarda enerji taşıyan fotonun, (örneğin Mavi Işık) daha az miktarda enerji taşıyan fotonlardan (örneğin Kırmızı Işık) daha hızlı devindiğine inandırır. Ancak vakum ortamında bütün hepsi aynı hızla hareket etmektedirler. Daha fazla enerjisi olan fotonların kütlesi daha büyüktür. Bu mânâda, daha ağırdırlar ve bir bariyere (engele) çarptıklarında daha büyük bir basınca sebeb olurlar.

Matematik olarak, foton kütlesi ile enerjisi arasındaki ilişki aşağıdaki formülle belirlenmiştir:

E= mc². Enerji eşittir, kütle çarpı ışık hızının karesi.

E: Enerji.

M: Kütle.

C: Sabit, yani ışık hızı.

EM enerji, doğru şartlar altında dalga benzeri davranış sergiler. Işığın dalga teorisi, EM enerjiyi taşıyan bir tür iletici vasıtanın olması gerektiği fikrini vermiştir. Dalgalar, tüm boşluk alanında nasıl devinmektedirler? Elektrikî ve manyetik (aş başa, çekici) kuvvetlerin varlığı sayesinde. Bütün dalgalar osilasyonların (salınım, titreşim) sonucudur. EM dalgalar, elektirik yüklü parçacıkların titreşimine bağlıdır. Dalga hareketinin iki mülkü vardır: Frekans (f) ve dalgaboyu ( ).

C: f (c sabittir). , metre, f saniye ve c de, metre/saniye olarak ifade edilir.

Görülebilir ışık dalgaları, milyon metre ile mikron arasındaki değerlerle ifade edilir. EM ışıma her dalgaboyunda gerçekleşebilir.

Değişik EM enerji tiplerinin dalga uzunlukları:

Uzak X ışınları: 10 üzeri eksi 9 metre

Yakın X ışınları: 10 üzeri eksi 8 metre

Ultraviyole (UV-Morötesi): 10 üzeri eksi 7 metre

Kızılötesi (IR-Infrared): 10 üzeri eksi 5 metre

(Görülebilir ışık mesafesi bu ikisi arasıdır.)

Uhf radyo dalgalar: 10 üzeri eksi 1 metre

Mikro dalga: 10 üzeri eksi 2 ile 10 üzeri eksi 1 arası

FM (Frequency Modulation): 10 üzeri 1 ile 10 üzeri 0 arası

Kısa dalga: 10 üzeri 2 ile 10 üzeri bir arası

Uzun dalga: 10 üzeri 3 metre

EM dalgalar, su gibi maddelerin içinden geçerken vakuma göre daha yavaş hareket ederler. Işık hızı da bazı maddelerin içine düşmektedir.

Einstein’in E=mc² denklemi relativite (görelilik, izafiyet) teorisinin en önemli sonuçlarından biridir. Madde ve enerji aslında aynı şeyin ayrı tezahürleridir. Bu bağlamda kolaylıkla ışığın madde olduğu söylenebilir. Madde enerjiye dönüşebilir. Bunun en tipik örneği atom bombasıdır. Fakat henüz, enerjiyi maddeye çevirme yöntemi geliştirilememiştir. Ancak birgün bunun olacağına şüphe yoktur. Kâinat, bütün boşluğa (eter) sürekli enerji gönderir ve bunun sonucu (kaderi) soğuk oluşumudur.

Genel relativite teorisine göre, madde ve enerji birbirine dönüşür, hızlı hareket eden, yavaş hareket edene göre daha konsantredir (yoğundur), bir nesnenin uzunluğu hareket doğrultusunda kısalır, zaman farklı farklı hızlarla akar, ışık çekim (gravity) alanlarında eğilir ve buna bağlı olarak gecikir, bir enerji aksiyonsuzluk kütlesine impulsif (itici) olarak katıldığında kütle buna cevab verir, büyür. Uzay ve zaman aynı şey değildir ama bir birlik (tevhid) oluştururlar ve birbirlerini sürekli örerler. Enerji çok hızlı bir madde veya madde çok yavaş bir enerjidir. Aradaki fark, “HIZ”dır.

Zaman enerjisi varlıklar tarafından soğurulur, zaman enerjisini yitiren bir varlık ömrünü tamamlamış olur. Zaman enerjisinin değişkenliğe sahib olması, onun hâdiselere ve yüksek frekans ışınlarına enerji kattığını gösterir. Zaman, bir olayın başında ve nihayetinde aynı akmaz. Elektrik akımının bir iletici vasıta (conductive medium) ile iletilmesi gibi, canlılığın iletimi (biologic conduction) için de, genetik (tekvin) birimlerine ihtiyaç vardır. Bu birimler zaman enerjisine uyum sağlamış sarmal (heliks) biçimini almış ve varlığın biyolojik kaderi meydana gelmiştir.

Ay, dünyadan yaklaşık 400.000 km. uzaklıktadır. Işık, bu mesafeyi yaklaşık 1.25 saniyede kateder. Dünya üzerinde bulunan ve adına M (Moon) diyebileceğimiz bir ay saati olsa, bu saat dünya saatine göre 2.5 saniye geç kalır. Dünya ile ayın orta noktasında ise M saati dünya saati E’nin (Earth) 1.25 saniye gerisinde kalır. Ayın dünyayı eliptik olarak çerçevelediğinde ise M ve E saatleri aynı değerleri gösterirler. Hiçbir yerde fark 2.5 saniyeyi geçmez. Bunun nedeni, EM ışımanın en büyük sür’ate sahib olmasıdır.

Uzay-Zaman (Space Time) ölçme sistemi kullanıldığında “Senkronizasyon” (eşzamanlılık) kaybolmaktadır. Yani, aynı olan iki olayı zaman mesafesi ayırır. Bazı varlıkların görünmezliği de bu “Asenkronizasyon”la (zaman bariyeri) izah edilir.

Zaman yüksek hızlarda yavaşlar. Yarı ömürleri çok kısa olan ışınlar, iki gök cismi arasında diğerine ulaşmadan ölmeleri gerekirken, zamanın yavaşlamasına bağlı olarak menzile ulaşabilmektedirler. Burada, ömür değişmemekte fakat uzaydaki zaman akışı değişmektedir.

Çekime (gravitation) bağlı olan geç yaşlanmayla, ışık hızına yakın hızlardaki geç yaşlanma aynıdır. Işık hızının %99’una ulaşıldığı zaman 7 misli hızlanır. Işık hızının % 99.9’u mesabesinde ise çok geç yaşlanılır, zaman adeta durur. Işıktan ne kadar yavaşsak zaman o kadar hızlı akar, ışık hızına ne kadar yaklaşırsak, zaman o kadar yavaşlar ve buna bağlı olarak varlığın yaşlanması geriler. Zaman değişken, mekân ise geçicidir.

Ancak 2000 yılında yapılan bir laboratuar deneyi, Relativite teorisinin koyduğu “Işık Hızı Yasağı”nı (Işık hızının aşılamaz olduğu tezi) kırdı. Daha önceki yıllarda da, teorik olarak ışık hızının %120’sine sıçrayabilen enerjilerin varolduğu saptanmıştı.

Genel relativite teorisine göre kâinat, çekim etkisinin sonucu yassılaşmıştır, eğilip bükülmüştür. Uzay-Zaman boyutunun çekim etkisiyle geometrik olarak bükülmüşür. Kâinat’ta hiçbirşey doğrusal (lineer), düz ve sonsuz değildir. Madde olmaksızın kâinat düzdür fakat içine madde girdiğinde, bu madde kendi eylemsizlik (durgunluk) kütlesine eşdeğer bir çekim alanı teşkil eder. Bu çekim alanı kâinatı çukurlaştırır. Işık da bu yolu tâkib etmek mecburiyetinde olduğundan, çukurlarda zaman kaybeder.

Çekimin hızı ışık hızına eşittir, o hâlde hızlanan (hızını arttıran) bir cisim, çekime daha az bağımlı olur. Çekime bağlılığı azaldığı nisbette de maddi niteliğini yitirir. Hızlı olan, hareketsiz olanın (ya da az hareketli olanın) “geleceğine sıçrar, ulaşır”.

“Herşey zıddıyla kâimdir” hakikatinin gereği olarak, Madde’nin de bir karşıtı veya simetriği mevcuttur. Anti-madde (Karşıt madde, zıt madde). Madde artı değerlidir, sıfırdan daha ağır, uzun, buna mukabil yavaştır. Enerji, ışık hızında devindiğinden sıfır değerlidir. Madde, kütlesini bu hızda muhafaza edemez, quantlara (boyutsuz, ağırlıksız) varlıklara dönüşerek kütlesini yitirir, sıfırlar. Işık hızına ulaşan bir insanın öz kütlesi 0 grama iner, boyu da 0 cm’dir, maddi varlığı ortadan kalkar. Eğer, ışık hızının ötesine ulaşılırsa bu kez eksi değerden sözedilir. Bu değerler elimizdeki mevcut araçlarla ölçülemez. Dolayısıyla böyle bir varlık ölçülemez ve görülemez. İşte örneğin şuur böyle bir varlıktır, yani uzay-zaman boyutunun dışında beşinci bir boyuttur. Eksi bir uzay-zaman boyutunda Nûr (enerji) olarak mevcuttur. Bu eksi parçacıklara “Takyon” adı verilmektedir. Kelime, Yunanca “Ta “ (Tahi-hızlı) kelimesinden köken alır ve hızlı parçacık anlamına gelir. Enerji maddeye hükmeder, Takyonlar ise (örneğin şuur) enerjiye hükmederler.

Takyonlar Âlemi’nde, varlıklar, 100.000 km. uzunluğunda ve eksi 100.000 kg. Ağırlığında olabilmektedir, bunlara latif varlıklar da denilebilir. Hareket ışıktan daha hızlı, ışık hızını da aştığı için yeni bir kütle kazanır fakat bu kütle eksidir. Buradaki olasılıklar da, maddi âlemdeki olasılıklara göre katbekat fazladır. Herşey ışıktan daha hızlı bir osilasyona (salınım, titreşim) sahib olduğu için maddi âlem tarafından idrak edilemez. Bu âlemin diğer ismi “misâl âlemi”dir. Bu âlemde aş baş, madde âleminin tersine davranır, yere düşmez yukarı hareketlenir. İnsan, üç boyut (genişlik–uzunluk-yükselik/derinlik) yani mekân (uzam)+zaman boyutu (soyut bir koordinat). Bunlar maddi âlemin hâkimleridir+Şuur’un (maddi boyutlara hükmeden takyonik boyut) birleşimi olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda şuur, ÜST MÂNÂ aş baş. Şuur’un tecelligâhı kuvvetle muhtemel beyindir. Beyin, müşahhas bir varlıktır ancak düşünceler, duygular, rüyâlar v.s. mücerret varlıklardır, ölçülemezler, elle tutulup, gözle görülemezler, ama insanı yönetirler. İşte bu takyonik varlıklar sayesinde bedenimizi aş başa, bilmediğimiz yerlere gider, sayısız fantezi üretiriz, hatıralarla aş başa kalabiliriz. İşte bu noktada, bütün varlıkların, aşk, duygu, sevgi, düşünce, rüyâ, hayâl, zekâ, idrak, akıl vs. maddi bedenin eşdeyişle beynin bir işlevi olup olmadığı tartışılır hâle gelmekte ve cevab olarak, “değildir” daha kuvvetli görünmektedir.

Son elli yılda quantların alt yapıları incelenmiş ve birçok sub-quantic (Quant-altı) varlığa ulaşılmıştır: Bunlar, Hadron (Yunanca Hadra: Boncuk kelimesinden), Meson (Yunanca Meso: Orta kelimesinden), Hiperon (Yunanca İper: Yüksek kelimesinden), Lepton (Yunanca Leptos: İnce kelimesinden), Barion (Yunanca Varos: Ağır kelimesinden), Pion (Latince öncü anlamında), Nucleon (Latince nucleus: Çekirdek kelimesinden), Muon gibi isimler alırlar.

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL’ a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL – GSM:+90  05366063183 –Turkiye/Denizli 

 Ana Sayfa /İndex /Roket bilimi / http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/Mailbal.gif E-Mail /CetinBAL /Quantum Teleportation-2   

 Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /  UFO Technology 

 Kuantum Teleportation / Kuantum Fiziği / Duyuru

 New World Order(Macro Philosophy)

 

 

 

 

HIZ KONUSUNA BİR AÇIKLIK GETİRİNCE, ARKASINDAN ASTRAL YOLCULUK GELİR BENCE

 

-30-

ASTRAL YOLCULUĞU

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

Astral yolculuğu yapabilmek için bazı ön koşullar gerekmektedir.

 

1.     Düşünce Gücü

2.     Çakra

 

Düşünce Gücü:

Astral yolculuğun yapmak isteyen bir kişi ilk olarak düşüncelerine hakim olabilmesi gerekecektir, yani işe konsantre olması gerekecektir. Bir yere oturarak, bir şey, bir Gül veya bir kelime beyninde oluşturarak en az 30 dakika onu aklından kayıp etmeden ve dış dünyadan konsantrasyonu bozdurtmadan üzerinde kalabilmek gerekir. Bunu her gün yaparak gerektiği kadar sık yapılması lazımdır, yani düşüncenize hakim olasıya kadar ve beyninize/düşüncenize tam anlamıyla hakim olasıya kadar.

 

Konsantrasyon kabiliyetini artırdıktan sonra, düşünce parçalama aşamasına başlanacaktır. Bunun işleyiş şekli örnek olarak şu şekilde verebilirim, kendi kafanızda şöyle bir resimler oluşturun; Kendi vücudunuza girerek Hücrelere varacaksınız, hücrenin içine girerek kromozomlarınıza varacaksınız, Kromozomların içine girerek DNA’yı göreceksiniz ve daha derinlere dalarak DNA’nın Moleküler sistemini göreceksiniz, gene daha derinlere dallarsanız Atoma, Atomdan da devam ederek salt Enerjinin içinde varacaksınız. Salt Enerji yani Kozmosun Enerjisini bulacaksınız. Bu Enerjinin içinde ışık hızından daha hızlı hareket eden Radyo dalgalarına benzeyen, dalgalar vardır. Bu dalgaların içinde yaşayan varlıklar vardır ve bunları da şu an Takyon varlıkları diye biliriz. Şuur altımız ve beyinimizin işleyiş hızı aynı Takyonik varlıkların yaşadığı hıza eşittir. Dolaysıyla bu yoldan bu hıza varırsanız, Takyon varlıklarla temasa geçme imkânı doğacaktır, yani gereken frekansı bulursanız, (bu da şuuraltının görevidir) temasa geçersiniz.  Bunu hemen ve birden olacak diye bir şey değil, bunun eksersizlerini devamlı yapmak gerekecektir. Bu çalışmaya hakimiyet kazanırsanız yolculuğunuz, Evrenin istediğiniz yere açık olacaktır.

 

Çakra:

Düşüncelerinize hakim olabilmeniz için, sağlıklı bir bedene ve ruha sahip olmanız gerekecektir. Burada işte Çakra’nın görevi başlar. Bedenimizde yedi değişik yerde yedi çeşit kapı vardır, bunlar; 1. KÖK ÇAKRASI:  Varlığın sürdürülmesine ilişkin fiziksel kimlik, 2. DALAK ÇAKRASI: Kişiliği yücelten duygusal kimlik, 3. GÜNEŞ  SİNİRAĞI ÇAKRASI: Kişiliği tanımlamaya ilişkin ego kimliği, 4. KALP  ÇAKRASI: Kişisel kabül haline yönelik sosyal kimlik, 5. GIRTLAK ÇAKRASI:  Kişisel ifadeye yönelik yaratıcı kimlik, 6. ALIN ÇAKRASI:  Kişisel yansımaya yönelik arşetip kimlik, 7. TEPE ÇAKRASI: Kişisel bilince yönelik evrensel kimliktir. Bunların hepsi hormonlara bağlı olarak insanları sağlıklı yada hasta kılar. Gereken doğru Meditasyon yöntemleri, Spor, doğru besin, olumlu düşünmek ve bunu gibi benzeri bir çok daha şeylerle bedeninize hâkim olarak sağlıklı kalacaksınız ve düşünce gücünüzü artırma şansınızı yakalayabileceksiniz.

 

Çakranın bir diğer yanı da şöyle dır: Her insanın kendi öz benliğine ağit bir rengi vardır, aynı zaman Çakranın her bir kapısı’nın da kendine ayıt rengi var, bunları basit bir şekilde birleştirirsek kişinin kendine ayıt olan Çakra kapısı tespit edilir bu da insanın yeteneği ve Allah tarafından belirlenen standartlarda hangi standartta ayıt olduğu ortaya koyar. Kişinin Evrene giriş kapısı büyük bir ihtimalle de o dur. 

 

Astral yolculuğu:

İnsanların var olması bir nedeni vardır, Allah bizi öylesine yaratmamıştır, bir nedeni olması gerekir, bizi korkutmak ve cezalandırmak için mi yaratacak ve 60 – 70 senelik bir yaşamdan sonra cennette keyifli günler geçirmesi için kendine arkadaş mı istedi? Bunu kesinlikle inanmam, bir nedeni olması gerekir, Astral yolculuğunun yapma nedeni de budur. Nerden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Yani ders çalışmaya gidiyoruz, İnsanlık evriminden bir kat daha yükselebilmek için, Allahın yolunu keşif edip takip etmek gerekecektir. Bu tür bilgileri de diğer varlıklarla (bizim evrimi tamamlamış dahil) temasa geçerek öğreniriz. Her İnsanda bu kabiliyetler vardır ve her İnsan bunu kullanabilene kadar reenkarnasyon yolu ile devamlı geri dönecektir.

 

Evrimler:

Her güneş sistemi kendi boyutunun Evrimini yapmak ile mükelleftir. Bizim Evrim ve Çıkış Boyutumuz SATÜRN'dür. Omega'ya buradan geçilir. 6. Boyut Nirvana Ölümsüzlük Boyutudur. 7. Boyut İnsanlığın son Evrim sınırıdır ve burası Satürn'dür. Yani buraya ulaşabilmiş İnsan Bilinci, Hakiki İnsan olarak Ruhsal Enerjisine sahip çıkar ve Omega'dan çıkış hakkı kazanır. Yani Allahın katına yanaşır ve bir Enerji yani bir Nur topu gibi bir kitle alacaktır.

 

Kaynat günü insanın yok oluş günü değil, Kaynat günü (sadece kişisel evrim geçirildiği zaman değil) tüm İnsanoğlu bu evrimi sonlandırdığı zaman olacaktır ve o gün İnsanlık bu Planete ihtiyacı olmayacaktır artık.   

 

Varlıklar:

İlk Evrimde Takyon çalışması gerekecektir ve evrimler arttıkça sabkuantik varlılkara dönüşülecektir yani Evrenin tüm bilgisi bize açılacaktır ve biz de yaratılışın nedeni yaşamın misyonunu bilerek hareket edeceyiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZILANLARA TOPLU BİR BAKIŞ

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

http://eracarpets.com/yayinlar/hikayelerim1/index.htm

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-31-

KİTAPLARIM

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

SATIŞ VE SATICILIK YARATICI SATICININ SIRLARI İ

PROTOKOL

milas halıları

http://www.eracarpets.com/yayinlar/halicinin-el-kitabi/images/halici.JPG

17

18

19

20

http://www.eracarpets.com/yayinlar/dealers-hand-book/images/halici.JPG

21

22

23

24

 

 

 

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

BAŞARMAK İÇİN GEL

Başarmak İçin Gel

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

Gel, Çünkü;

1. Eğer yaşamınız bir yörüngeye oturtmakta güçlük çekiyorsanız, gelin konuşalım. Çok basit beş önerimiz var. Eminiz bunları okuduktan sonra yaşamınız yüzde yüz değilecek.

2. Eğer işinizde memnun değilseniz, daha iyi olanaklar arıyorsanız, gelin konuşalım. Çok basit dört önerimiz var. Eminiz okuduktan sonra işinizdeki başarı yüzde yüz artacak.

3. Eğer yaşamınız düzgün işinizde de başarılı olduğunuz halde mutluluk pınarlarınız kuruduysa, gelin konuşalım. Size üç önerimiz olacak. Bu anahtarlarla mutluluk pınarınız sürekli akacak.

90 sayfa, 3.. hamur, ISBN: 9756561378; Boyut: 13,5x19,54
Özgün Dili: Türkçe
Etiket 8,00 TL,  %25 indirim 2,00 TL,  NetKitap'ta 6,00 TL

 

Adam Arıyorum Adam

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 




Paylaş |

 


%20

Adam Arıyorum Adam

Erdoğan Ildız

 

Cinius Yayınları / Şiir Dizisi

 

Etiket:

15,00 TL

NetKitap Ederi:

12,00 TL

http://kapak.netkitap.com/sepet.gif



Şiir çok şeyi, az kelime ile ifade etme sanatıdır. Makyajlı ve süslü oluşu da onu nesir den ayırır. Bu anlamda şiir akıllı, süslü, makyajlı yazıdır. Herkes bunu beceremez. Şiir bu özelliğinden dolayı pek çok sanata ilham kaynağı olmuştur. Şiir, şarkıların temelini, sevginin, nefretin ifadesini, dile getirmede her zaman başa oynamıştır.
Ben de derslerimde sıkça şiiri kullandım. İfademi güçlendiren şiirler yazdım. Şiirlerimden feyiz alanların baskısı ile işte karşınızdayım. Yüzlerce şiirimden 200 kadarını bu kitaba aldık, beğenirseniz bunları, en az 5 kitap dolusu şiir daha yayına hazır. Umarım şiirlerim sizler için de ilham kaynağı olur.
Kucak dolusu sevgilerim ile

Erdoğan ıldız


342 sayfa, 2. hamur, ISBN: 978-605-127-013-5; Boyut: 13,5x19,5 cm; Baskı Tarihi: Mart 2010
Özgün Dili: Türkçe
Etiket 15,00 TL,  %20 indirim 3,00 TL,  NetKitap'ta 12,00 TL

http://kapak.netkitap.com/anagrafikler/sagkutu_dugme1.gif

 

 

 

ANLATACAĞIMIZ KADAR ANLATTIK, ANLAYANA SİVRİSİNEK SAZ, ANLAMAYANA DAVUL ZURNA BİLE AZ. KALIN SAĞLICAKLA. KONUYU BİR ŞİİR İLE BİTİRELİM, HERKESE ALLAHAISMARLADIK DİYELİM.

 

 

 

28-11-2012

MANİFESTO

 

KİŞİLER SENİN FİKİRLERİNİ BİLİRSE,

SANA OLAN MESAFELERİNİ, ONA GÖRE KOYARLAR.

BU DA DEMEK OLUYOR Kİ;

ÖNCE SEN KENDİNİ BİLECEKSİN,

KENDİN İLE KAVGA ETMEYECEKSİN.

MANİFESTON BASİT VE ANLAŞILIR OLACAK

KAFA KARIŞTIRMAYACAK.

SİZE BENİM MANİFESTOMU VEREYİM

NASIL BULDUĞUNUZU SİZ BANA SÖYLEYİN

SİZ DE ÜÇ AŞAĞI, BEŞ YUKARI,

 BEZER BİR MANİFESTOYU YAPMAYI DENEYİN

GÖRECEKSİNİZ, İŞLER DAHA BASİT GÖRÜLECEK,

TARAFLARIN YÜZLERİ DAHA ÇOK GÜLECEK.

YAŞAM FELSEFEM, YANİ MANİFESTOM,

ŞÖYLE ÖZETLENEBİLİR.

 

1-  OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN VE GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL. BU YAKLAŞIM. YAŞAMIN YÜKLERİNİ MİNİMİNİZE EDER, BU DURUM EKSTRA BİR GAYRET VE KÜLFET GEREKTİRMEZ, BÖYLECE DAHA RELAKS BİR YAŞAMIN OLUR.

2-  YAŞAM KAVGASINDA TAVİZ VERME, BU TUTUM YAŞAMA DAHA ÇOK SARILMANI SAĞLAR

3-  SEVGİ HERŞEYİ POZİTİFE ÇEVİRİR, EZİYET GÖRDÜĞÜN ŞEYLERE BİLE POZİTİF YANAŞIRSAN BU YAKLAŞIM TAHAMMÜL SINIRLARINI GENİŞLETİR VE ÖNÜNDE SONUNDA O KONUYA BİR ÇARE BULMANA NEDEN OLUR VE OLAYI POZİTİF BİR MECRAYA SOKARSIN.

4-  SEVGİNİN GÜCÜ KARŞISINDA HİÇ BİR ŞEY DURAMAZ HİÇBİR ŞEYDEN KORKMA HANİ DERLER YA KORKUNUN ECELE FAYDASI YOKTUR DİYE, İŞTE O HESAP. KORKUNUN BELKİ OLAYI SAĞLAMA ALMAYA FAYDASI OLUR, AMA GİRİŞİM RUHUNU YOK EDER. GİRİŞİMCİLİK OLMAZSA DA UMUT BİTER.

5-  SEN BİR KABİLİYETSİN ELİNDEKİLERİ SEN KAZANDIN, BECERİLERİN DURUYOR ONLARLA YİNE KAZANIRSIN, 

6-  YAŞAMINI GÖNLÜNÜN DİLEDİĞİ GİBİ YAŞA… GEÇEN ZAMANA YAZIK ETME.

7-  ERTELEDİKLERİN BİR DAHA GERİ GELMEYECEK. İŞLERİ 5-4-3-2-1- SİSTEMİ İLE YAP, İŞİ BİL İŞE GİTME,  PRENSİBİYLE İŞİNİ GÖR, ÇEVRENİ YÜCELTEN KONUŞMALARI, ÇEVRENDEN EKSİK ETME, YİĞİDİ KILIÇ KESMEZ BİR KÖTÜ SÖZ ÖLDÜRÜR LAFINI AKLINDAN ÇIKARMA.

8-  YETİŞEBİLDİĞİN KADARIYLA İDEALLERİNİ TAMAMLAYACAKSIN İŞİN KOMPLE BİTMESİ HİÇ BİR ZAMAN MÜMKÜN OLMAYACAK, BAZILARI EKSİK KALACAKTIR, YAPABİLDİĞİN İLE YETİNMEYİ ÖĞREN,

9-   YAŞAMINDA PRENSİPLER SIRALAMASINDA ÖNCE SAĞLIK SONRA DOSTLUK VE EN SONUNDA MADDİYATIN GELDİĞİNİ AKLINDAN ÇIKARMA.

10-ESER KALIR SEN GİDERSİN. ÖNCE HIZMET SONRA SENSİN

 

UMARIM, SİZE UYGUN MANİFESTONUZU YAZARSINIZ

BÖYLECE BİZ DE SİZİ TANIR,

ONA GÖRE TAVIR ALIRIZ

ERDOĞAN ILDIZ

 

 

SON BİR ŞİİRİMDE KENDİM İLE HESAPLAŞMAK İÇİN OLACAK

BU YAŞAMDA ESER VERMEYENLERİ UTANDIRACAK.

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )

 

 

 

 

 

30–7–2013

 

ESER

 

ÖVÜNÜLECEK BİR ŞEYDEN ÇIKAR.

ÖVÜNÜLECEK BİR ŞEYİ YAKALAMAK,

ONUN İLE YATIP, KALKMAK.

HER ADAMIN KARI DEĞİLDİR.

FİKRİ BENİMSEYECEKSİN,

ONUN İÇİN MÜCADELE EDECEKSİN.

FİKRİ YANLIŞLARDAN ARINDIRIP,

MÜKEMMEL BİR HALE GETİRECEKSİN.

YARATTIĞIN ESERİ TANITMAK GÜNDEME GELECEK.

BUNDAN BİR AN BİLE TERREDÜT ETMEYECEKSİN.

O ZAMAN ESER, ESER OLACAK.

ARGÜMAMLARIN DA HAZIR OLDUĞU İÇİN,

ESER, KARŞIT GÖRÜŞLERE POSTA KOYACAK.

BU GÜNLERDE BİR ESERİM ÇIKACAK,

İSMİ “ KİTAPSIZLARIN KİTABI “

BAKALIM, TOPLUM TARAFINDAN NASIL KARŞILANACAK.

BU GÜNE KADAR 20 NİN ÜZERİNDE ESER YAZDIM.

BU SONUNCUSU OLACAK.

10 ŞİİR KİTABIM İÇİN DE MALZEME VAR.

BUNDAN SONRA DA ONAR BASILACAK.

OTUZUN ÜSTÜNDE ESER,

MUHAKKAK ÖVÜNMEYE DEĞER.

İNSANLARIN ESER YARATMA KRİTERLERİ,

GÖZ ÖNÜNE ALINIRSA EĞER,

BİZİM ESER YARATMA KABİLİYETİMİZ,

EN ÖN SIRALARA GİRER.

 

 

ERDOĞAN ILDIZ

 

( FİHRİST İÇİN TIKLA )